Vena facialis

Vena facialis terimi “yüz damarı” anlamına gelen Latince bir kelimedir. “Vena” kelimesi Latince “ven” kelimesinden, “facialis” kelimesi ise Latince “yüze ait” anlamına gelen “facialis” kelimesinden gelmektedir. “Vena facialis” teriminin kayıtlara geçen ilk kullanımı 16. yüzyılda olmuştur.

Ön yüz toplardamarı olarak da bilinen yüz toplardamarı (vena facialis), yüzün ön kısmını drene eden bir toplardamardır. Konumu ve drene ettiği alan nedeniyle insan baş ve boyun damar sisteminde önemli bir yapıdır.

Yüz toplardamarı burun kökünün yanından çıkar ve küçük bir burun dalı da aldığı açısal toplardamarın doğrudan devamıdır. Fasiyal arterin arkasında yer alır ve daha az kıvrımlı bir seyir izler.

Fasiyal arter tarafından beslenen yüz bölgelerini drene eder; bunlar arasında göz kapakları, burun kenarı, üst ve alt dudaklar, çene ve yanak gibi yapılar bulunur. Yüz boyunca ilerlerken, açısal ven aracılığıyla supraorbital ve supratroklear venlerden, pterygoid venöz pleksustan gelen iletişim aracılığıyla derin yüz veninden ve inferior ve superior labial venlerden kan alır.

Fasiyal ven sonlandığı noktada mandibula gövdesini çaprazlar ve boyunda fasiyal arterin anteroinferiorunda ve submandibular bezin posteriorunda yer alır ve daha sonra internal juguler vene drene olur.

Herhangi bir kapakçığa sahip olmamasına rağmen, fasiyal ven yüz tedavilerinde ve müdahalelerinde, özellikle de kozmetik prosedürlerde önemli bir yapıdır. Uzmanların, tıkanmaya neden olma veya emboli oluşturma riski nedeniyle prosedürler sırasında bu damara yanlışlıkla malzeme enjekte etmekten kaçınmak için dikkatli olmaları gerekir.

Tarih

Yüz damarı, yüzdeki kanı boşaltan yüzeysel bir damardır. Gözün medial açısındaki açısal venden doğar ve yüzde aşağıya, yüz ifadesi kaslarına yüzeysel olarak ilerler. İç juguler vene boşalır.

Yüz damarı önemli bir damardır çünkü yüzdeki kanı boşaltır. Yüz damarı yaralanırsa, önemli kanamalara neden olabilir. Yüz damarı aynı zamanda kan alımı ve enjeksiyonlar için yaygın bir bölgedir.

İşte yüz damarının kısa bir tarihçesi:

  • “Vena facialis” teriminin kayıtlı ilk kullanımı 16. yüzyılda olmuştur.
  • Yüz damarı ilk olarak İtalyan anatomist Andrea Vesalius tarafından “De Humani Corporis Fabrica” (1543) adlı kitabında ayrıntılı olarak tanımlanmıştır.
  • Yüz damarı, Fransız anatomist Jean Riolan the Younger tarafından “Anatomia Reformata” (1649) adlı kitabında daha ayrıntılı olarak incelenmiştir.
  • Yüz damarı 19. yüzyılda kan alma yeri olarak kullanılmıştır.
  • Yüz toplardamarı artık kan alma ve enjeksiyon için yaygın bir bölgedir.
  • Yüz damarı nispeten büyük ve yüzeysel bir damardır, bu da tıbbi prosedürler için erişimi kolaylaştırır. Ayrıca, herhangi bir ana sinir veya arterin yakınında bulunmadığı için kullanımı nispeten güvenli bir damardır. Sonuç olarak, yüz damarı kan alımı ve enjeksiyonlar için yaygın olarak kullanılan bir damardır.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Koagülasyon

Pıhtılaşma, kanın pıhtı oluşturduğu karmaşık bir süreçtir; damar sistemi yaralandığında aşırı kanamayı önlemek için çok önemli bir mekanizmadır. “Pıhtılaşma” terimi, “kıvırmak” anlamına gelen Latince “coagulare” kelimesinden türemiştir ve kanın sıvıdan jel benzeri bir duruma dönüştürülmesi işleminin doğasını yansıtmaktadır.

Pıhtılaşma kavramı yüzyıllardır bilinmektedir ve başlangıçta yaralardan kaynaklanan kanamanın doğal olarak durması olarak görülmüştür. İlk açıklamalar Hipokrat ve Galen’in kanın kalınlaşması olgusuna dikkat çekmesiyle eski zamanlara kadar uzanır. Ancak pıhtılaşmaya ilişkin bilimsel anlayış 19. ve 20. yüzyıllarda önemli ölçüde gelişti. Armand Trousseau, 19. yüzyılda “flebit”i pıhtılaşmayla ilişkilendirerek tanımlayan ilk kişilerden biriydi. 20. yüzyılda çeşitli pıhtılaşma faktörlerinin keşfi ortaya çıktı ve pıhtı oluşumuna yol açan karmaşık olaylar dizisi daha da aydınlatıldı.

Pıhtılaşma Süreci

Pıhtılaşma süreci, sıvı kan bileşenlerinin katı bir kütleye dönüştürülmesine yol açan bir dizi adımı içerir ve genellikle üç aşamaya ayrılır:

  • Vasküler Evre: Kan akışını azaltmak için kan damarlarında ani vazokonstriksiyon meydana gelir.
  • Trombosit Aşaması: Trombositler hasarlı endotele yapışarak geçici bir “trombosit tıkacı” oluşturur.
  • Pıhtılaşma Aşaması: Bir dizi enzimatik reaksiyon pıhtılaşma faktörlerini aktive ederek fibrinojenin fibrine dönüşmesine yol açar, bu da trombosit tıkacını daha dayanıklı bir pıhtı halinde stabilize eder.

Pıhtılaşma kademesi ayrıca içsel ve dışsal yolaklara bölünür; her ikisi de Faktör X’in aktivasyonuna yol açar ve bunlar daha sonra ortak yolda birleşir. İçsel yol, damar sistemi içindeki hasarla başlatılır ve dışsal yol, damardan kan sızıntısına yol açan dış travma tarafından başlatılır.

Pıhtılaşmanın Klinik Yönleri

Pıhtılaşma bozuklukları kanama (hemofili, K vitamini eksikliği) veya tromboz (derin ven trombozu, pulmoner emboli) riskinde artışa yol açabilir. Antikoagülanlar (varfarin, heparin gibi) ve antitrombosit ilaçlar (aspirin gibi) bu koşulları yönetmek ve tedavi etmek için yaygın olarak kullanılır.

Tarih

Pıhtılaşmanın Erken Anlaşılması

Antik Yunan’da Hipokrat ve Galen, yaralanma sonrası kanın kalınlaşması olgusuna dikkat çekerek bunun kanamayı durdurmadaki rolünü fark ettiler. Ancak pıhtılaşmaya ilişkin açıklamaları, sağlığı ve hastalığı vücut sıvılarındaki dengesizliklere bağlayan yaygın mizah teorilerine dayanıyordu.

Orta Çağ’da, humoral teoriye dayanan kan alma uygulaması, çeşitli rahatsızlıkların tedavisinde yaygın olarak kullanıldı. Bu uygulama etkisiz olsa da, kan kaybı ile kan pıhtılarının oluşumu arasındaki bağlantıyı vurguladığı için pıhtılaşmanın anlaşılmasını ilerletti.

Pıhtılaşmada 19. Yüzyıl Gelişmeleri

19. yüzyıl pıhtılaşma anlayışımızda bir dönüm noktası oldu. 1828’de Alman doktor Alexander Schmidt, kanın pıhtılaşması için hayati önem taşıyan bir enzim olan trombini keşfetti. Bu keşif, pıhtı oluşumuna yol açan karmaşık olaylar dizisi olan pıhtılaşma kademesine ilişkin daha fazla araştırmanın yolunu açtı.

19. yüzyılın ortalarında Fransız doktor Armand Trousseau, pıhtı oluşumuna yol açabilen damar iltihabı anlamına gelen flebit tanımını yaptı. Trousseau’nun çalışması, kan damarlarında kan pıhtılarının oluşması anlamına gelen trombozda pıhtılaşmanın rolünü vurguladı.

20. Yüzyıl ve Pıhtılaşma Faktörlerinin Keşfi

20. yüzyıl pıhtılaşma araştırmalarında bilimsel gelişmelerin arttığı bir döneme tanık oldu. 1905’te Paul Morawitz, pıhtılaşma kademesindeki önemli adımları özetleyen “trombin-fibrin hipotezini” öne sürdü. Bu hipotez daha ileri araştırmalar ve çeşitli pıhtılaşma faktörlerinin tanımlanması için temel oluşturdu.

Sonraki birkaç on yılda bilim adamları, faktörler I (fibrinojen), II (protrombin), VII, VIII, IX, X, XI, XII, XIII ve antikoagülan protein C dahil olmak üzere düzinelerce pıhtılaşma faktörünü keşfetti ve adlandırdı. pıhtılaşma kademesinde kritik bir rol oynar; kan pıhtılarının kanamayı durdurmak için uygun şekilde oluşmasını sağlar, ancak aşırıya kaçmamasını sağlar.

Mevcut Anlayış ve Gelecek Yönergeler

Bugün pıhtılaşma anlayışımız her zamankinden çok daha kapsamlıdır. Ancak pıhtı oluşumu ve önlenmesinde yer alan karmaşık mekanizmalar hakkında hala cevaplanmamış birçok soru bulunmaktadır. Devam eden araştırmalar, bu mekanizmaları daha fazla aydınlatmayı amaçlayarak, gelişmiş teşhis araçlarına, terapötik müdahalelere ve pıhtılaşma bozuklukları ve tromboza yönelik önleyici tedbirlere yol açmaktadır.

Kaynak

  1. Hoffman, M., & Monroe, D. M. (2001). A cell-based model of hemostasis. Thrombosis and Haemostasis, 85(6), 958-965.
  2. Furie, B., & Furie, B. C. (2008). Mechanisms of thrombus formation. New England Journal of Medicine, 359(9), 938-949.
  3. Davie, E. W., & Ratnoff, O. D. (1964). Waterfall sequence for intrinsic blood clotting. Science, 145(3638), 1310-1312.
  4. Mackman, N. (2008). Triggers, targets and treatments for thrombosis. Nature, 451(7181), 914-918.
  5. Trousseau, A. (1865). Phlegmasia alba dolens. Clinique Médicale de l’Hôtel-Dieu de Paris, 3, 654-712.