Dünyanın en büyük yer bilimi deneyi: Biyosfer 2

Bilim insanlarını ön plana çıkaran bir özellikleri de meraklarıdır. Dünya ekosistemini taklit eden bir sistem kurup kuramayacaklarını merak eden bilim insanları, bunu anlamak için Tucson–Arizona’da Sonoran Çölü’nde 12 bin m2’den biraz büyük bir alana kapalı bir ekosistem kurdular. Biyosfer 2 adını alan bu ortam, ismini ilk biyosfer olan Dünya’dan alıyor.

1980’lerin sonunda başlayan ve Biyosfer 2 olarak bilinen bu projede hedef; oluşturulmuş kapalı yapay ekosistemde insanların belli bir süre yaşayabilmelerini sağlamaktı.

Photograph by John de Dios
(Fotoğraf: John de Dios)

1990’larda 8 cesur denek, fütüristik yapı Biyosfer 2’de iki yıl boyunca yaşamayı hedefledi. Tüm yiyecekleri, suları ve ihtiyaçları Biyosfer 2 içinde sağlandı. Ancak proje ciddi sorunlar yaşanmaya başlanınca durduruldu: Oksijen seviyesi ilk yılın ortasından itibaren oldukça düştü, yaşayanların güvenliği kaygısıyla takviye yapıldı. Ortam tehdit edici hale gelince proje başarısız oldu. 1994 yılında ikinci defa deney başlatıldı, ancak bu sefer de ekipten iki üyenin projeyi sabote etmesi sebebiyle süreç sadece altı ay sürebildi.

Biyosfer 2’nin vekil müdürü John Adams, bunu projenin başarısızlığı olarak değil, öğrenme süreci olarak tanımlıyor. “Tam olarak öğrenilen şeyin de; tek bir önemli ders olduğunu: Dünya’nın sistemini gerçek mânâda öğrendiklerini” ifade ediyor. Artık ortamda insanlar yaşamıyor olsa da mevcut ekosistem yirmi yıldır büyümeye devam ediyor ve bilim insanları bu proje kapsamında deneyler yapabiliyor ve sonuç çıkartabiliyorlar.

Biyosfer 42000’li yıllarda Columbia Üniversitesi araştırmacıları uzun süredir teori halinde olan“okyanus asitlenmesi”ni Biyosfer 2 üzerinde gösterdiler. Şimdiyse Arizona Üniversitesi dünyanın en büyük yer bilimi deneyini Biyosfer 2 de yapmaya hazırlanıyor.

Biyosfer 5Biyosfer 2; bir yağmur ormanı, okyanus, bozkır, yoğunlaştırılmış tarım arazisi, çöl ve insanlar için bir yaşama alanları içeriyor. Her ne kadar çalışmalar Dünya’nın taklit edilemeyecek kadar mükemmel bir yapıya sahip olduğunu gösterse de, kısmen de olsa Dünya’ya benzer bir kapalı ekosistem kurmak ne derece mümkün, aşağıdaki video ile siz karar verin:

Kaynak:

Tekrarlanamayan “Bilimsel” Çalışmalar ve Bir Öneri

Psikoloji (ruhbilim) alanında yapılmış geçmiş bilimsel çalışma sonuçlarını, aynı çalışmalar tekrarlandıklarında ortaya çıkan sonuçlarla karşılaştıran yeni bir bilimsel çalışma çok ses getirecek gibi görünüyor.

Açık Bilim İşbirliği olarak 270 araştırmacının, sonuçları psikolojinin itibarlı 3 bilimsel dergisinde yayınlanmış, bilişsel ve sosyal psikoloji alanında yapılmış 100 deneysel ve karşılaştırmalı çalışmayı, çalışmalarda belirtilen metotlara sadık kalarak tekrarladıkları çalışmanın sonuçları bugün yayınlandı. Özetlediğimizde, elimizdeki bu yeni çalışmayı; eski itibarlı çalışmaların tekrarlarının, aynı itibarlı sonuçları vermediğini gösteren bir diğer itibarlı çalışma olarak tanımlayabiliriz.

Çalışmada “tekrarlanabilirlik”; anlamlılık ve P değeri, etki boyutu, öznel araştırmacı görüşleri ve meta analizlere dayanılarak oluşturulan ölçütler çerçevesinde değerlendirilmiştir. İncelenen geçmiş çalışmalardan, kişisel ve temel ussal işlemleri araştıran bilişsel çalışmaların %50’si, sosyal psikoloji alanında yapılan çalışmaların ise sadece %25’i ve genelde tüm çalışmaların %36’sı, tekrarlandıklarında, ilkiyle aynı yönde sonuçlar ortaya koyabilmişlerdir. Sadece etki boyutu açısından değerlendirildiğinde ise sonuçları tekrarlanabilir kabul edilen çalışmaların yarısında sonuçların “anlamlılığı” azalmış olarak bulunmuştur.

Bilimsel düşüncenin üzerine oturduğu temel sütun, bilimsel yöntemlerle elde edilmiş verilerin tekrarlanabilir olması gerekliliğidir. Doğrulama-sağlama çalışması niteliğindeki bu araştırma, kapsam ve açık kaynak sunumu açısından türünün ilk örneğidir ve psikoloji bilimi özelinde değerlendirilmesi gerekir. Ancak sonuçlara bakıldığında diğer bilim dallarında da, en azından soyut veya tinsel kavramlarla uğraşılan alanlarda (sosyal bilimler), tekrarlanabilirlik çalışmalarının yapılması gerekliliği kaçınılmazdır ve bu bilim dallarında, araştırmayla ulaşılan sonuçların “etki boyutları” belirlenmeli, sundukları yargısal sonuçlara bilimsel bir “değer ” atfedilmesi düşünülmelidir.  Farklı bilim dallarının ortaya koyduğu sonuçları tek bir bilimsel sonuç başlığında düşünmeyip, her bilim dalı için farklı katsayılar aracılığıyla değerlendirdikten sonra bilimsel etkililik veyagenelgeçerlik şeklinde bir “niceliksel kavram” geliştirmek söz konusu olabilir.

Bu çalışmanın sağladığı verilerden yapılabilecek en yanlış çıkarım, bilimden kesin, değişmez ve hatta arzuladığımız sonuçlar sunmasını beklemektir. Varsayımların doğrulanmadığı çalışmaların çok daha değerli olduğu, gerçeği bilimle arayan herkesin katılacağı bir önermedir.  Psikoloji özelinde düşündüğümüzde ise endişe verici olan şey, eski çalışma sonuçlarına göre varılmış “kesin yargılar” söz konusu ise bunların düzeltilmesi gerekliliğidir. Daha da ötesinde, psikoloji bilimine ilişkin bundan sonra yapılacak çalışmalardan elde edilen sonuçlar değerlendirilirken, yayınların “Sonuçlar ve Çıkarımlar” başlıklı bölümünde daha “temkinli” ifadelerle görüş açıklanması yerinde olacaktır.

“Yapılan bir araştırmaya göre sabah 06:32’de uyanan ve çizgili pijama tercih eden erkeklerin çatalı sol elleriyle tutma eğiliminde oldukları…” şeklinde özetlenebilecek sonuçlar veren “araştırmalara” itibar etmemek için yeterli bilimsel veriye sahip olabiliriz.

Kaynak: Bilimfili, Alexander A. Aarts, Joanna E. Anderson, Christopher J. Anderson, Peter R. Attridge,, Angela Attwood, Jordan Axt, Molly Babel, Štepán Bahník, Erica Baranski, Michael Barnett-Cowan, Elizabeth Bartmess, Jennifer Beer, Raoul Bell, Heather Bentley, Leah Beyan, Grace Binion,  Estimating the reproducibility of psychological science 10.1126/science.aac4716