Buspiron

Ticari adlar; Anxut®, Busp®

Farmakolojik olarak anksiyolitik olarak sınıflandırılan buspiron, kendisini benzodiazepinler ve barbitüratlar gibi daha yaygın olarak bilinen anksiyolitiklerden ayıran, öncelikle anksiyete bozukluklarını yönetmek için kullanılan farklı bir ilaç sınıfını temsil eder. Bu ayrım etki mekanizması, farmakolojik profili ve yan etki profilinde yatmaktadır. Azapiron kimyasal sınıfından kaynaklanan buspiron, kısmi bir agonist olarak serotonin (5-HT1A) reseptörlerine yüksek bir afinite gösterir ve dopamin D2 reseptörlerine orta derecede bir afinite sergiler; bu, önemli bir sedasyon, bağımlılık veya mutluluk hissi yaratmadan anksiyolitik etkilerini destekler. diğer anksiyolitikler.

Buspironun gelişimi, o zamanlar ağırlıklı olarak benzodiazepinler olan mevcut anksiyolitiklere daha güvenli alternatifler arayışı kapsamında 1970’lere kadar uzanabilir. Benzodiazepinler etkili olmasına rağmen bağımlılık, yoksunluk sendromu ve sedasyon gibi önemli dezavantajlarla ilişkilendirildi. Azapiron omurgasıyla karakterize edilen buspironun benzersiz kimyasal yapısı, sedasyon ve bağımlılığın olumsuz etkileri olmadan terapötik faydalar sunabilecek anksiyolitikleri keşfetme çabalarının bir sonucuydu.

Buspiron ilk olarak 1968’de sentezlendi ve 1986’da Amerika Birleşik Devletleri’nde klinik kullanıma sunuldu. Onun piyasaya sürülmesi, seleflerinin sedatif ve bağımlılık risklerini ortadan kaldıran benzodiazepin olmayan bir seçenek sunarak anksiyete bozukluklarının tedavisinde önemli bir ilerlemeye işaret ediyordu. Yıllar boyunca buspiron kapsamlı bir şekilde araştırıldı ve farmakodinamiğinin, yaygın anksiyete bozukluğunun (GAD) tedavisindeki etkinliğinin ve diğer çeşitli psikiyatrik ve nörolojik durumlarda kullanımının daha iyi anlaşılmasına yol açtı.

İleri Okuma

  • Rickels, K., Schweizer, E., Csanalosi, I., Case, W.G., & Chung, H. (1989). Buspirone in major depression: A controlled study. Journal of Clinical Psychiatry, 50(9), 34-38.
  • Taylor, D.P., & Eison, A.S. (1999). Buspirone: Mechanisms and clinical aspects. Psychopharmacology Bulletin, 35(4), 1-81.
  • Gammans, R.E., Mayol, R.F., & LaBudde, J.A. (1986). Metabolism and disposition of buspirone. American Journal of Medicine, 80(3), 41-51.
  • Robinson, D.S., Rickels, K., Feighner, J., Fabre, L.F., Gammans, R.E., Shrotriya, R.C., Alms, D.R., Andary, J.J., & Messina, M.E. (1990). Clinical effects of buspirone in social phobia: A double-blind placebo-controlled study. Journal of Clinical Psychiatry, 51(9), 34-38.
  • Chessick, C.A., Allen, M.H., Thase, M., Batista Miralha da Cunha, A.B., Kapczinski, F.F., Silva de Lima, M., & dos Santos Souza, J.J. (2006). Azapirones for generalized anxiety disorder. Cochrane Database of Systematic Reviews, (3), CD006115.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Tarih Boyunca Delilik Nasıl Tariflendi?

Kapak Görseli: William Blake tarafından, Nebukadnezar’ın (Babil Kralı) delilik krizi anını resmeden çizim.

Delilik; insanlığın tasviri zor bir görünüşü olarak süregelmiştir ve deliliğe dair inançlar da asırlar boyunca dramatik olarak değişmiştir. Tarihin bazı dönemlerinde tanrısal bir davranış olarak görülen delilik, artık biyolojik bir hastalık olarak tanımlanıyor.

Ve bu iki süreç arasında da deliliğe dair çok fazla değişik tasvirler geliştirilmiştir. Paris Review ‘de yayımlanan bir makalede, tarihçi Andrew Scull, tarihteki sanatsal çalışmalar ve çizimlere dayanarak deliliğin hikayesini anlatıyor ve uygarlık tarihi boyunca deliliğin kültürel anlamının evrimini gözden geçiriyor.

“Modern psikiyatri deliliği yalnızca biyolojiye indirgemiş olarak görülüyor. Ancak birilerinin bundan şüphe duyması gerekiyor. Mental hastalıkların sosyal ve kültürel boyutlarının kaybolduğunu ya da insanlığın epifenomenal (bilinci yalnızca beynin fiziksel bir özelliği olarak addetme) bir özelliğinden başka bir şey olmadığını ileri sürmek pek olası bir durum değildir.”

Antik dönemden modern dünyanın ilk zamanlarına, hem mental hastalıklar hem de diğer fiziksel hastalıklar çoğunlukla dinsel bir pencereden bakılarak tariflenmiştir. Antik kitaplar, şeytan girmelerinin ya da tanrının istemediği davranışlarda bulunmanın sebep olduğu delilik hikayeleriyle doludur. Hasta ve “ele geçirilmiş ruhları” tedavi etme yetisi; din adamlarına ve hastaları iyileştirmede mucizevi güçleri olduğuna inanılan önemli şahsiyetlerin (türbe benzeri) mezarlarına yüklendi.

Öte yandan, deliliğe çok daha natüralist bir pencereden bakan ve köklerini vücudun kendisinde gören kişiler de vardı. Bu model 19. Yüzyıl’a kadar hayatta kalmış olsa da, toplumdaki yaygın skeptik yaklaşım ile karşı karşıya kalmıştır.

Psikiyatri tarihinin en ilginç bakış açılarından birisi ise, tımarhanelerin ya da deli doktorlarının idare ettiği deli barınaklarının ortaya çıkmasıdır.

“Deli doktorları (bu isim ikilisi daha sonralardan uzmanları daha saygın bir isim arayışına sokmuştur), sahip oldukları barınakları; varlıklı ailelere evlerinde bulunan zahmetlerinden ve ayıplarından (deli aile bireylerinden) kurtarma noktasında bir fırsat tanıyarak pazarlama yoluna gitmişlerdir. Zamanla da bu durum deli hapsetmeyi tedavinin bir parçası olarak lanse etmiştir.”

Sanayi Devriminin teknolojik icatları deliliğin “tedavisinde”; şok vermeden, korkutmaya kadar geniş çaptaki bir çeşitliliği de ortaya çıkarmıştır. Yavaş yavaş da, tımarhaneler hastanelerdeki psikiyatri koğuşlarına dönüşmüş ve belli belirsiz teknolojik icatların –örneğin; sallanan sandalyeler ve  yatıştırıcı (Tranquilizer) sandalye formları- yerini antipsikotik tedaviler almıştır.

Elbette ki; 21. Yüzyıl’ın sakinleri olarak bizler, bütün bu batıllık ve kurgusal durumu aşmış durumdayız (en azından bir kısmımız). Çünkü psikiyatrinin bile karanlık döneminden moderniteye evrildiği, tıp biliminin çağında yaşıyoruz. Yalnızca bir penisilin bile; genel tıbbın “sihirli” bir kurşunu olmuş, ölümcül bakteriyal enfeksiyonların tedavisini getirmiştir.

Ancak Scull’a göre; ne antipsikotik ilaçlar ne de antidepresanlar, “psikiyatrik penisilin” özelliğinde olmuş, aksine, psikoz semptomlarını hafifletici ve belki de bu semptomlara katkıda bulunan şiddeti dizginleyen geçici çözümler sunmuşlardır.

Daha detaylı bir okuma için Andrew Scull’ın Paris Review’de yayımlanan yazısı

Kaynak: Bilimfili