Yanlış Bellek Sendromu


1. Kavramsal Çerçeve

Yanlış Bellek Sendromu (False Memory Syndrome, FMS) terimi, ilk kez 1990’lı yılların başında kullanılmaya başlanmış ve özellikle False Memory Syndrome Foundation (FMSF) adlı kuruluş tarafından popülerleştirilmiştir. “Sendrom” burada, bireyin öz kimliği ile kişilerarası ilişkilerinin merkezine, nesnel olarak yanlış ancak birey tarafından kesin doğrulukla inanılan bir travmatik anının yerleşmesini ifade etmektedir. Bu travmatik anılar çoğunlukla çocukluk çağında yaşandığı iddia edilen cinsel istismara ilişkin olup, genellikle terapi sürecinde “geri kazanılmış” (recovered) anılar şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Bu bağlamda “yanlış bellek” terimi ise daha geniş kapsamlıdır. Gerçekte yaşanmamış ya da yanlış biçimde hatırlanan herhangi bir anıyı ifade eder ve bu anının bireyin yaşamında merkezi bir yer tutup tutmamasından bağımsız olarak kullanılır.


2. Tarihsel ve Toplumsal Arka Plan

Yanlış Bellek Sendromu kavramı, özellikle 1980’li ve 1990’lı yıllarda Batı toplumlarında artış gösteren çocukluk çağı travmalarının (özellikle cinsel istismar) terapötik bağlamda ele alınması sırasında gündeme gelmiştir. Bazı terapistlerin uyguladığı hipnoz, yönlendirme ve imajinasyon gibi teknikler, bireylerin daha önce hatırlamadıkları travmatik anıları “yeniden hatırlamalarına” yol açmıştır. Ancak bu tür anıların güvenilirliği, bilim camiasında ciddi tartışmalara yol açmıştır.

Bu dönemde kurulan False Memory Syndrome Foundation, hatalı veya uydurma anıların, terapötik müdahaleler sonucunda bireylere zarar verdiğini ve aile ilişkilerini kalıcı biçimde tahrip ettiğini savunmuştur. Eleştirmenler ise FMS kavramının, gerçek travma yaşayan bireylerin deneyimlerini göz ardı ettiğini veya değersizleştirdiğini ileri sürmüştür.


3. Psikolojik ve Nörobilişsel Açıklamalar

Belleğin doğası gereği yeniden inşa edici (reconstructive) olduğu psikoloji alanında uzun süredir kabul görmüş bir ilkedir. Anılar, bir video kaydı gibi eksiksiz biçimde saklanıp oynatılmaz; aksine, bireyin zihinsel süreçleri, mevcut inançları, beklentileri ve çevresel telkinler doğrultusunda sürekli olarak yeniden yapılandırılır.

Bu çerçevede Elizabeth Loftus ve meslektaşlarının yaptığı deneysel çalışmalar, insanlara tamamen uydurma olayların yaşandığına dair inandırıcı anılar oluşturulabileceğini göstermiştir. “Kayıp alışveriş merkezi” gibi klasikleşmiş deneylerde, bireylerin hiç yaşamadıkları olayları ayrıntılı biçimde hatırlayabildikleri, hatta duygusal tepkiler geliştirdikleri gözlemlenmiştir. Bu durum, telkinin belleği nasıl şekillendirebileceği konusundaki bulgularla da örtüşmektedir.


4. Klinik ve Hukuki Boyutlar

Yanlış Bellek Sendromu, klinik psikoloji ve psikiyatri alanlarında resmî olarak tanınan bir bozukluk değildir. Ne DSM-5 (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) ne de ICD-10/11 (International Classification of Diseases) kapsamında tanımlanmış bir sendrom ya da hastalık kategorisine girmez. Bu bağlamda FMS, daha çok belirli hukuki ve terapötik bağlamlarda kullanılan, açıklayıcı (deskriptif) bir terim niteliği taşır.

Bununla birlikte, FMS kavramı yargı süreçlerinde tarihsel istismar iddialarının değerlendirilmesinde sıkça gündeme gelmiştir. Özellikle terapi sürecinde ortaya çıkan ve başka hiçbir fiziksel ya da tanıklık temeline dayanmayan istismar iddialarının geçerliliği, hukuki sistemler açısından ciddi tartışmalara yol açmıştır.


5. Akademik Tartışmalar ve Eleştiriler

FMS kavramı, psikoloji, hukuk ve etik alanlarında çok boyutlu tartışmalara neden olmuştur. Bir yandan terapötik tekniklerin sınırları, etikliği ve önerme (suggestion) potansiyeli sorgulanırken; öte yandan mağduriyetin inkârı riski ve toplumsal cinsiyet temelli iktidar ilişkilerinin nasıl yeniden üretildiği de eleştirel kuramlar çerçevesinde incelenmiştir.

FMS’nin savunucuları, özellikle geçmiş yaşam olaylarını “geri getirme” amacı güden terapötik tekniklerin, bireylerde travmatik olmayan olayları travma olarak yapılandırabileceğini ve bu sürecin ruhsal çöküntülere, aile bağlarının kopmasına ve adli yanlışlara yol açabileceğini savunmaktadır. Buna karşın, eleştirmenler bu yaklaşımın, gerçek travma anlatılarını itibarsızlaştırarak mağdurların sesini bastırdığını ve toplumsal adalet süreçlerine zarar verdiğini öne sürmektedir.




Keşif

1980’lerin sonlarına gelindiğinde Batı ülkelerinde bastırılmış çocukluk çağı cinsel istismarının psikoterapide “geri kazanılmış anılar” (recovered memories) şeklinde açığa çıktığına dair olgular hem klinik hem de popüler söylemde yoğun biçimde tartışılmaya başlandı. Telkin, hipnoz ve imgeleme temelli müdahalelerin bellek üzerindeki etkilerini sorgulayan bu tartışma ortamı, 1990’ların başında “yanlış bellek” kavramının aile içi çatışmaların merkezine yerleşmesine zemin hazırladı.

1990 – 1991

Psikoloji profesörü Peter J. Freyd, kızı Jennifer J. Freyd’in terapi sırasında ortaya çıkan çocukluk istismarı iddialarını “gerçekte yaşanmamış, ancak kişiyi ailesinden koparacak kadar inandırıcı hatıralar” şeklinde yorumlayarak “False Memory Syndrome” terimini önerdi. Terim, Jennifer’ın yeni beliren anılarının aile bağlarını radikal biçimde bozduğunu düşündüğü “sendromik” bir durumu betimlemeyi amaçlıyordu. (madinamerica.com)

Mart 1992

Peter ve Pamela Freyd, aralarında bellek araştırmacısı Elizabeth Loftus ile psikolog‐din adamı Ralph Underwager’ın da bulunduğu bir uzman ve ebeveyn grubuyla birlikte False Memory Syndrome Foundation (FMSF) adlı kâr amacı gütmeyen kuruluşu Philadelphia’da hayata geçirdi. Vakfın beyan edilen amacı, “sahte anılar salgınına” yol açtığı iddia edilen “geri kazanılmış bellek terapisi”ni kamusal alanda eleştirmek, sanık ebeveynlere hukuki ve bilimsel destek sağlamaktı. (en.wikipedia.org)

1992 – 1999

FMSF, medya kampanyaları, konferanslar ve binin üzerinde ceza-sivil davada bilirkişi tanıklıklarıyla kısa sürede uluslararası görünürlük kazandı. Vakfın argümanına göre, yönlendirici terapi teknikleri bireylerde “travma anısı” izlenimi yaratarak hem ruhsal çöküntülere hem de aile içi kopuşlara neden oluyordu. Karşıt görüşteki klinisyenler ve araştırmacılar ise, bastırılmış anıların geri dönüşünü destekleyen ampirik verileri öne sürerek, vakfın metodolojik olarak sorunlu istatistiklerle istismar mağdurlarını itibarsızlaştırdığını savundular. (news.isst-d.org)

2000’ler

Akademide bilişsel psikoloji odaklı yanlış bellek çalışmaları (ör. DRM paradigması) giderek sofistike bir hâl alırken, travma odaklı klinik araştırmalar da “geri kazanılmış anı” iddialarının bir kısmının doğru olabileceğine dair bulgular ortaya koydu. Bu dönem boyunca FMSF, özellikle ABD’de savunma avukatlarınca sıkça başvurulan bir danışmanlık kaynağı oldu; ancak kuruluşun etkisi, üyelerinin yaşlanması ve bilimsel camiada artan metodolojik eleştiriler sebebiyle kademeli olarak azaldı.

31 Aralık 2019

FMSF, web sitesine eklediği kısa bir duyuruyla faaliyetlerini resmen sona erdirdi. Böylece, terimin popülerleşmesinde belirleyici rol oynayan örgüt yaklaşık yirmi yedi yıllık etkinliğini sessizce kapatmış oldu. (news.isst-d.org, fmsfonline.org)

2020’ler

Vakfın dağılmasına karşın “yanlış bellek sendromu” ifadesi özellikle hukukî savunmalarda ve medyadaki bellek tartışmalarında zaman zaman referans verilmeye devam etti. Bununla birlikte çağdaş klinik ve adli psikoloji literatüründe terim, tanısal geçerliliği bulunmayan, tarihsel bağlamı vurgulayan bir etiket konumuna geriledi. (organisedabuse.com)



İleri Okuma
  • Loftus, E. F., & Palmer, J. C. (1974). Reconstruction of automobile destruction: An example of the interaction between language and memory. Journal of Verbal Learning and Verbal Behavior, 13(5), 585–589.
  • Ceci, S. J., & Bruck, M. (1993). The suggestibility of the child witness: A historical review and synthesis. Psychological Bulletin, 113(3), 403–439.
  • Freyd, J. J. (1994). Betrayal trauma: Traumatic amnesia as an adaptive response to childhood abuse. Ethics & Behavior, 4(4), 307–329.
  • Loftus, E. F., & Ketcham, K. (1994). The Myth of Repressed Memory. New York: St. Martin’s Press.
  • Loftus, E. F., & Pickrell, J. E. (1995). The formation of false memories. Psychiatric Annals, 25(12), 720–725.
  • Pope, K. S. (1996). Memory, abuse, and science: Questioning claims about the false memory syndrome epidemic. American Psychologist, 51(9), 957–974.
  • Freyd, J. J., & Gleaves, D. H. (1996). “Remembering” words not presented in lists: Relevance to the recovered/false memory debate. Consciousness and Cognition, 5(1–2), 97–123.
  • McNally, R. J. (2005). Debunking myths about trauma and memory. Canadian Journal of Psychiatry, 50(13), 817–822.
  • Davis, D., & Loftus, E. F. (2007). Internal and external sources of misinformation in adult witness memory. In M. P. Toglia et al. (Eds.), The Handbook of Eyewitness Psychology (Vol. 1, pp. 195–237). Mahwah, NJ: Lawrence Erlbaum Associates.
  • McMaugh, K., & Middleton, W. (2020). The Rise and Fall of the False Memory Syndrome Foundation. ISSTD News, 21(January), 1–5.
  • Kendall, J. (2021). The False Memory Syndrome at 30: How flawed science turned into conventional wisdom. Mad in America, 7 February, 1–20.
  • O’Connor, A., & Kullack, C. (2022). False memories and the science of credibility: Who gets to be heard? Journal of Trauma & Dissociation, 23(1), 1–15.


Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Kabuslar Görmek ve İntihar Davranışları Arasında İlişki Bulundu

Kabus rüyalarla, intihara meyilli olma durumu veya intihara teşebbüs etme davranışı arasındaki bağıntıyı gösteren ilk araştırma Journal of Clinical Sleep Medicine dergisinde yayımlandı ve araştırmaya göre bu bağıntı; yenilgi, umutsuzluk ve kapana kısılma hisleri ve/veya durumlarının çok katmanlı işlemleri ile yönetiliyor.

Çoklu analizler, kabusların PTSD (post-travmatik stres bozukluğu) olan insanlarda, stres sebebi veya yaratıcısı olarak işlev gösterdiğini ortaya çıkarıyor. Bununla beraber kabuslar yukarıda sözü edilen; yenilgi, umutsuzluk ve kısıtlanmışlık; gibi belli bir takım negatif bilişsel düşünceleri de tetikleyebiliyor; ki bu etmenler aynı zamanda intihar düşüncesi ve girişimlerine sebep olabilmektedir. Sonuçlara göre, kabuslar gören, bunları tecrübe eden katılımcıların yüzde 62’si ve kabus görmeyenlerin de yalnızca yüzde 20’si intihar düşünceleri, planları ve girişimlerinde bulunuyor.

Sonuçlara göre intihar davranışları ve kabuslar arasındaki bağıntı yolları, depresyon ve komorbid insomnia (eş-zamanlı uyku bozukluğu) rahatsızlıklarından bağımsız olarak işliyor.

University of Manchester’dan araştırmacı Donna L. Littlewood yaptıkları çalışmaya dair şunları belirtiyor : ” PTSD, intihar düşünceleri ve davranışlarını artırmaktadır. Bizim çalışmamızda PTSD’nin işaretçi semptomlarından biri olan kabusların, intihar riskine karşı bu rahatsızlığa sahip olan insanlar için bir tedavi yöntemi olarak da kullanılabilmesinin mümkün olduğunu gösteriyor. Bu çalışma ile, PTSD’den muzdarip olan insanlarda spesifik olarak kabusların, kabus görülme zamanlarının hedeflenmesinin önemi ortaya koyulmuş oldu. Buna ek olarak negatif bilişsel değerlendirmelerin tespit edilmesi, ortaya çıkarılması ve hedeflenmesi de intihar düşüncelerinin ve davranışlarının azaltılmasına yardımcı olacaktır.”

The American Academy of Sleep Medicine’ın raporunda, kabusların yalın, gerçekçi ve rahatsız edici rüyalar olduğu tanımlanıyor. Bu rüya tipinde çoğunlukla yaşamın devamlılığı veya güvenlilik durumları tehlike altında kaldığından veya böyle hissedildiği için, anksiyete, korku ve dehşet duyguları ortaya çıkmaktadır.

Kabus rahatsızlığı ise, sosyal veya mesleki fonksiyonlarda eksiklik, sıkıntı veya genel anlamda üzüntü durumlarında tekrarlanan kabuslar görme olarak tanımlanmaktadır. PTSD’den muzdarip olan hastaların yüzde sekseninde, travmanın ilk üç ayında kabusların başladığı biliniyor ve bu post-travmatik (travma sonrası) kabuslar silsilesi ömür boyu da devam edebiliyor.

Bu araştırma için elde edilen veriler, travmatik olaylar yaşamış olan 91 katılımcıdan toparlandı. Bu katılımcıların 51 tanesinde devam etmekte olan PTSD tespit edilirken, 24’ünün geçmişinde PTSD teşhisinin bulunduğu kaydedildi. Kabuslar ise, PTSD ölçeği dahilinde, ilintili bir takım ögelerin frekansı ve şiddetinin toplamları ile ölçüldü.

Katılımcılar ayrıca, intihar davranışları, umutsuzluk, yenilgi ve kısıtlanmışlık duygu-durumlarına dair ölçümleri yapmayı sağlayacak bir anketi de tamamlayarak araştırmacılara sundu. Uykusuzluk, PTSD ve intihar arasındaki ilişki; uykusuzluğun direkt bir etken olmaktan çok eş-değişken olduğunu gösteriyor.


Kaynak :

  • Bilimfili,
  • Donna L. Littlewood, Patricia A. Gooding, Maria Panagioti, Simon D. Kyle. Nightmares and Suicide in Posttraumatic Stress Disorder: The Mediating Role of Defeat, Entrapment, and Hopelessness. Journal of Clinical Sleep Medicine, 2016; 12 (03): 393 DOI: 10.5664/jcsm.5592

Fareler Uykudayken Beyinlerine Yeni Hafızalar Nakledildi !

Inception ya da Total Recall filmlerini hatırlıyor musunuz?

Hafıza nakli (implantasyonu) bilim kurgu filmlerinde bilinen senaryolardan birisidir. Fakat bu kez kurgular bilim sayesinde gerçeğe dönüştü. İlk defa olarak, farelerin beyinlerine uyku esnasında bilinçli bellek aktarımı sağlandı.

Paris’teki Industrial Physics and Chemistry Higher Educational Institution ‘dan bilimciler farelerin beyinlerine yeni bir hafızayı naklettiler.Çalışmada; düşünmeyi başlatan ya da spesifik bir yerdeki nöronlar hedeflendi ve “geri çağırma süreci” çıkarıldı. Çalışmanın başarısı aynı tekniğin günün birinde insanlarda sık sık akla gelen travmatikolaylar gibi bazı kötü hafızaları değiştirmede kullanılabilir olacağı ümidini artırıyor.

İnsanlar ya da hayvanlar uyku sırasında genellikle o günün aktivitelerini hatırlarlar, düşünürler, geri çağırırlar. Bu geri çağırma yeni bir aktivitenin öğrenilmesine ve pekiştirilmesine katkı sunar.

Uzmanlar; kemirgenlerin beynindeki bu geri çağırma işlemi bozulduğunda, bir önceki gün öğrendiklerini hatırlama yetilerinin de bozulduğu sonucuna ulaştılar. Örneğin; fare bugün yeni bir ambar keşfetti ve nerede olduğunu öğrendi, beynindeki geri çağırma işlemi bozulduğunda ertesi gün fare bu yeni ambarla ilgili bir şey hatırlayamıyor.

Araştırmacılar; fareler uykudayken beyinlerinde yeni hafızalar oluşturmak için beyindeki bu geri çağırma işlemini kullandılar. Karim Benchenane öncülüğündeki araştırma ekibi; beyindeki düşünmeyi başlatan ya da spesifik bir yerdeki nöronları hedefledi.

hafiza-implantasyonu-bilimfilicomFare uyuyorken, araştırma ekibi canlının beyin aktivitelerinigözlemledi ve spesifik bölge hücreleri “canlandığında”, ödülle ilişkili beyin bölgeleri bir elektrotla uyarıldı.

Fareler uyandığında, hızlıca ödül hissiyle ilişkilendirilen bölgeye doğru koşuşturdukları görüldü. Bu durum da; bu yeni ödülle ilişkili hafızanın bilimciler tarafından oluşturulduğunu gösteriyor.

Bu durum; uyku sırasında gerçekleşen ilk bilinçli bellek aktarımı olurken, daha öncesinde de bilimciler uyku sırasında insanların beyinlerinde bilinçaltı ilişkiler oluşturmayı başarmıştı. Örneğin, sigara kullanan insanlar için yapılan bir çalışma neticesinde, sigara kullananlar sigarayı çürük yumurta kokusu ile ilişkilendirmişti.

Farenin ödülle ilişkilendirilen bölgeye doğru hedef odaklı bir davranış geliştirdiğini söyleyen Dr. Benchenane:

“Bu da, bu davranışın otomatik bir davranış olmadığını kanıtlıyor. Oluşturduğumuz şey; farenin ödülle ilişkilendirilen bölgeye bilinçli bir şekilde erişim sağlamasıdır” diyor.

Araştırma ekibi, tekniğin; yetenek gibi daha farklı türde hafızaların aktarımını yapabilecek duruma gelmesinin yıllar alacağını düşünüyorlar, ancak tekniğin insanlarda travmatik olaylarla ilgili hafızaları değiştirme noktasında geliştirilebileceğini ümit ediyorlar.

Eğer insan beynindeki korku-ilişkili tecrübelerin tekrar aktive olduğu yer tam olarak saptanabilirse, burada pozitif bir ilişki geliştirilebilir. Böylelikle travmatik olayların etkisiyle sürekli kabuslar gören insanlarda kötü hafızalar pozitif düşünceler ile eşleştirilebilir.


Araştırmanın Makalesi İçin: Naure Neuroscience, http://www.nature.com/doifinder/10.1038/nn.3970
Kaynaklar: Bilimfili, Jessica Hamzelou, “New memories implanted in mice while they sleep”, http://www.newscientist.com/article/dn27115-new-memories-implanted-in-mice-while-they-sleep.html#.VSLzQfmsUYO

Hematom

“Hematom” kelimesinin etimolojisi Yunanca kökenlidir; burada “haima” yine kan anlamına gelir ve “oma” bir şişlik veya tümör anlamına gelir ve durumun kan dolu bir şişlik olarak doğasını vurgular.

This content is available to members only. Please login or register to view this area.

Hematomların Kök Nedeni

Hematomlar temel olarak damar yapılarının hasar görmesinden kaynaklanır ve kanın damarların dışına sızmasına neden olur. Altta yatan nedenler farklı olabilir:

  • Travma: Fiziksel yaralanma en yaygın nedendir ve kan damarlarının yırtılmasına neden olur.
  • Dejeneratif Süreçler: Damar sertliği gibi durumlar kan damarlarını zayıflatarak onları yırtılmaya daha duyarlı hale getirebilir.
  • Tümörler: Neoplazmalar kan damarlarını aşındırabilir veya dokulardaki basıncı artırarak kanamayı hızlandırabilir.

Hematom Çeşitleri

Hematomlar vücudun çeşitli yerlerinde meydana gelebilir ve genellikle anatomik konumlarına göre sınıflandırılır:

  • Cilt (Subkutan Hematom): Bunlar yaygındır ve sıklıkla küçük yaralanmalardan kaynaklanır. Bunlar yüzeysel morluklar veya eziklerdir.
  • Eklem (Hemarthrosis): Bunlar genellikle travma veya hemofili gibi altta yatan durumlar nedeniyle eklem boşluğunda meydana gelir.
  • Yumuşak Doku, Kas (Kas İçi Hematom): Bunlar, özellikle antikoagülasyon tedavisi alan bireylerde, kas dokularındaki travma veya spontan kanamadan kaynaklanır.

Koronarangiografi Sonrası Hematom Oluşumu

Koronaanjiyografi sonrası hematom oluşumu, kateterin yerleştirme yeri ile ilişkili yaygın bir vasküler komplikasyondur. Bu, kateter çıkarıldıktan sonra arterden çevre dokulara kan sızdığında ve lokalize kan toplanmasına yol açtığında meydana gelir. Hematom riskini artıran faktörler arasında kullanılan kateterin boyutu, kılıfın çıkarılma tekniği, hastanın pıhtılaşma durumu ve antikoagülan veya antitrombosit ilaç kullanımı yer alır.

Arteriyovenöz Fistül (AV Fistül)

Koronaanjiyografi sonrası arteriyovenöz fistül (AV fistül), bir arter ile bir damar arasında anormal bir bağlantının olduğu daha az yaygın ancak ciddi bir komplikasyondur. Bu, işlem sırasında yapılan arteriyel ve venöz delikler hizalandığında meydana gelir ve kanın kılcal damarlardan geçmeden doğrudan arterden damara akabileceği yeni bir geçiş yolunun oluşmasına izin verir. Bu, kan basıncındaki değişiklikler ve kalp yetmezliği potansiyeli dahil olmak üzere çeşitli sorunlara yol açabilir.

Anevrizma Spurium (Psödoanevrizma)

Psödoanevrizma veya anevrizma spurium, kanın bir arterden kaçması ve arter duvarının kendisinden ziyade çevredeki doku tarafından tutulması durumunda ortaya çıkar. Koronaanjiyografi sonrasında bu durum, arteriyel duvarın kazara yaralanması durumunda kateter yerleştirme bölgesinde meydana gelebilir ve bu durum kendi kendine iyileşmeyen zonklayan bir hematoma yol açar. Yırtılma ve şiddetli kanamayı önlemek için ultrason eşliğinde kompresyon veya cerrahi onarım gibi tıbbi müdahaleler gerekebilir.

This content is available to members only. Please login or register to view this area.

Tarih

Hematomların incelenmesi, özellikle vasküler patofizyoloji, travma ve pıhtılaşma bozukluklarının anlaşılmasında tıp ve cerrahi alanlarına önemli katkılarda bulunmuştur. Hematomla ilgili bilginin tarihsel gelişimi tıp bilimindeki daha geniş gelişmeleri yansıtmaktadır.

Antik ve Ortaçağ Tıbbı

Antik ve orta çağda hematomlar öncelikle travmaya bağlı morluklar veya iç kanamalar olarak kabul ediliyordu. Hipokrat ve Galen gibi eski Yunan ve Romalı doktorlar travmanın sonuçlarını tartıştılar ve hematomlardan kaynaklanan komplikasyonları hafifletmek için kanamayı ve şişliği azaltmak için baskı ve soğuk uygulamak gibi yöntemleri anlattılar.

19. Yüzyıla Rönesans

Rönesans sırasında anatomik bilgi, daha sistematik diseksiyonların ortaya çıkmasıyla gelişti ve hematomlar da dahil olmak üzere kan dolaşımı ve travma etkilerinin anlaşılmasını önemli ölçüde etkiledi. 16. yüzyıl Fransız cerrahı Ambroise Paré, yenilikçi cerrahi tekniklerle savaş yaralarının ve hematomların tedavisini geliştirdi ve amputasyonlardan sonra hematomları önlemek için ligatürleri tanıttı.

20. Yüzyıl Gelişmeleri

20. yüzyıl görüntüleme teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde hematomların daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır. Bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntülemenin (MRI) geliştirilmesi, iç hematomların hassas bir şekilde görüntülenmesine olanak tanıdı ve özellikle nöroloji ve travma cerrahisinde tanı ve tedavide devrim yarattı. Bu dönemde aynı zamanda pıhtılaşma mekanizmalarının anlaşılmasında da bir artış görüldü ve bu durum sıklıkla komplike olan veya hematomlara neden olan kanama bozukluklarının daha iyi yönetilmesine yol açtı.

Günümüzde hematomların incelenmesi nöroloji, kardiyoloji ve ortopedi gibi bir dizi uzmanlık alanını kapsamaktadır. Nörolojide intrakraniyal hematomların yönetimi felç ve travmatik beyin yaralanmalarının tedavisinde çok önemlidir. Kardiyolojide hematomları anlamak, anjiyografi gibi invaziv prosedürlerin komplikasyonlarını ele almak için hayati öneme sahiptir.

  • Dr. Julio Garcia ve Dr. Thomas Stavros – Özellikle ultrason ve MRI teknolojilerinin kullanımında, hematomların radyolojik görüntüleme ve teşhisi konusundaki çalışmalarıyla dikkat çekiyor.
  • Dr. Alex Berenstein – Girişimsel radyoloji tekniklerinin geliştirilmesinde öncü olan Dr. Berenstein’ın çalışması, hematom oluşumuna yol açanlar da dahil olmak üzere vasküler komplikasyonların minimal invazif yöntemlerle tedavi edilmesinde etkili olmuştur.
  • Dr. Charles Pollack – Birçok önemli çalışmanın baş araştırmacısı olan Dr. Pollack, antikoagülan ilaçları kullanan hastalarda kanamanın yönetilmesi ve hematomun önlenmesi açısından hayati öneme sahip olan antikoagülan ilaçları tersine çeviren ajanların geliştirilmesinde çok önemli rol oynamıştır.
  • Dr. Stephan Achenbach – Kardiyak görüntüleme ve koroner anjiyografiye yaptığı katkılarla tanınan Dr. Achenbach’ın çalışmaları, kalp prosedürleri sırasında hematomlara yol açabilecek arteriyel yaralanmaların erken tespitine ve tedavisine yardımcı oluyor.
  • Dr. Gregory Albers – Nörolojiye, özellikle de felç tedavisindeki katkılarıyla tanınan Dr. Albers’in kan akışını onarma teknikleri üzerine çalışması, felç sonrası intrakranyal hematomların önlenmesine yardımcı oluyor.
  • Dr. M. Sean Freeman – Yüz plastik cerrahisi ve ameliyat sonrası iyileşmede hematomların yönetimi üzerine yaptığı araştırma, cerrahi uygulamalarda daha güvenli sonuçlara ve daha az komplikasyona katkıda bulunmuştur.

İleri Okuma

  1. Gabbe, S. G., Niebyl, J. R., Simpson, J. L. (2007). “Obstetrics: Normal and Problem Pregnancies“, 5th ed., Churchill Livingstone, pp. 409-411.
  2. Kumar, V., Abbas, A. K., Fausto, N. (2004). “Robbins and Cotran Pathologic Basis of Disease“, 7th ed., Elsevier Saunders, pp. 127-128.
  3. Kliegman, R. M., Stanton, B., St. Geme, J. W., Schor, N. F. (2011). “Nelson Textbook of Pediatrics“, 19th ed., Elsevier Saunders, pp. 639-640.
  4. Ellis, S. G., Bhatt, D., Kapadia, S., Lee, D., Yen, M., Whitlow, P. L. (2006). “Coronary angiographic and interventional complications“, Circulation, 114(17), 1865-1873.
  5. Schwartz, R. S., Burke, A., Farb, A., Kaye, D., Lesser, J. R., Henry, T. D., Virmani, R. (2009). “Microvascular complications of coronary artery angiography: A clinical review“, Journal of the American College of Cardiology: Cardiovascular Interventions, 2(6), 549-555.
  6. Katzenschlager, R., Ugurluoglu, A., Ahmadi, A., Hülsmann, M., Koppensteiner, R. (1997). “Incidence of pseudoaneurysm after diagnostic and therapeutic angiography“, Radiology, 203(1), 85-89.
  7. Vlachou, P. A., Karkos, C. D., Bains, M., McCarthy, M. J., Fishwick, G., Bolia, A. (2009). “Ultrasound-guided compression repair of pseudoaneurysms complicating cardiac catheterization and peripheral vascular interventions“, Diagnostic and Interventional Radiology, 15(2), 154-159.
  8. Magner, L. N. (1992). “A History of Medicine“, Marcel Dekker Inc., pp. 87-102.
  9. Porter, R. (1997). “The Greatest Benefit to Mankind: A Medical History of Humanity“, W.W. Norton & Company, pp. 244-246.
  10. Kumar, V., Abbas, A. K., Fausto, N., & Mitchell, R. N. (2007). “Robbins Basic Pathology”, 8th ed., Saunders Elsevier, pp. 85-87.
  11. Adams, R. D., Victor, M., & Ropper, A. H. (1997). “Principles of Neurology“, 6th ed., McGraw-Hill, pp. 831-833.
  12. Albers, G. W., et al. (2018). “Thrombectomy for Stroke at 6 to 16 Hours with Selection by Perfusion Imaging“, New England Journal of Medicine.
  13. Achenbach, S., et al. (2009). “CT angiography for the detection of coronary artery stenoses“, New England Journal of Medicine.
  14. Pollack, C. V., et al. (2017). “Idarucizumab for Dabigatran Reversal — Full Cohort Analysis“, New England Journal of Medicine.
  15. Berenstein, A., et al. (2010). “Endovascular Treatment of Spine Diseases“, Back Pain and Spinal Disorders.
  16. Freeman, M. S. (2000). “Rejuvenation of the brow and midface without a face-lift“, Clinics in Plastic Surgery.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.