Refah seviyemiz eskisine oranla artmasına rağmen pek çoğumuzun çok daha fazla çalıştığını düşünüyorum. Giderek daha da yoğunlaşan ofis programlarında, çalışanlar çoğunlukla yıllık izinlerini es geçmeyi yeğliyorlar. Türkiye gibi tatil beldesi bol olan bir ülkede bile küçük tatil kaçamaklarını dahi kendilerine çok görüyorlar. Ancak bu durum sadece bizim ülkemize mahsus değil Amerika’da yapılan yeni bir çalışmaya göre geçtiğimiz sene Amerikan vatandaşlarının yarısı tatile çıkmamış.Ancak araştırmalar bu ara vermeden çalışma durumunun sağlık açısından fazlasıyla zararlı olabileceğini gösteriyor. Evet, insanlar çoğunlukla boş zamanın ve boz zaman aktivitelerinin sağlık açısından yararlı olduğunu bilirler ancak bunun gerçekliğini neye dayandırırlar bilinmez. Bu yazı bu gerçekliği ortaya koyuyor.Başlangıç için, eğer her yıl çalışmaya en az bir kez ara vermiyorsanız uzun süren stresli dönemlerin kalp problemlerini tetiklediğini bilmelisiniz. 2012’de uzun çalışma saatleri ve koroner kalp hastalığı arasındaki ilişki üzerine yapılan çalışmada bulgular günde 8 saatten fazla çalışan insanların yüzde 40 daha fazla kalp rahatsızlığı riskine sahip olduklarını ortaya çıkardı. Bu sadece basit bir korelasyon değil, rahatsızlıkların başlıca nedenleri arasında stres, dinlenme eksikliği ve yetersiz uyku başı çekmekte.Başka bir örnek de 1948 yılından bu yana üç nesil boyunca kardiyovasküler hastalık risk faktörlerini araştıran the Framingham Heart Study. Çalışmanın bazı sonuçları tatil yapmayı birkaç yıl atlayan kişilerin kalp krizi riskinin %30 arttığını gösterdi.
“Dilimin Ucunda” Anlarını Neden Yaşarız ve Nasıl Engelleriz?

Hepimizin başına geliyordur. Konuşmanın tam ortasında, aniden sözcük hazinenizin duvarına çarparsınız. Ve “Neydi bu kelime?” diye düşünmeye başlarsınız. Aslında kelimeyi biliyorsunuzdur ancak bir türlü söyleyemezsiniz. Orada, dilinizin ucuna gelmiş ve yapışıp kalmış haldedir.
İşte bu durumun bilimsel bir ismi var; — tip of the tongue syndrome– dilimin ucunda sendromu. İlk olarak 1890 yılında psikolog William James tarafından isimlendirilen bu sendromun birçok dilde kendine has bir ifadesinin olması; sendromun birçok kültürde yaşandığının da göstergesi aslında. Örneğin; Koreliler bu durumu karşılayan ifade olarak“dilimin ucunda parlıyor” kelime grubunu kullanırken, Estonyalılar bu durum için “dilimin üstünde” ifadesini kullanırlar.
Neden “Dilimin Ucunda” Durumları Meydana Gelir?
Düşünceleri kelimelere dönüştürme işi; oldukça kolay gerçekleştirdiğimizden genellikle basite alınan fakat esasında oldukça karmaşık bir süreçtir. Beyniniz, soyut kavramlardan oluşan düşünceleri önce kelimelere dönüştürür ve ardından bunları uygun seslerle eşleştirir. İşte konuşuyorsunuz. “Dilimin Ucunda” durumlarında ise bu süreç kesintiye uğrar. Normalde kelime hatırlama işi oldukça hızlı ve kolay gerçekleşir ancak “dilimin ucunda” anlarında, sistem çöker ve sıkışıp kalırsınız.
Bu durum sözcüksel hatırlamada geçici bir bozulmanın meydana geldiği psikolinguistik bir süreç olabilir. Bazı araştırmacılar, söz konusu fenomeni; hafıza çağırma sürecini çarpıklığa uğratan bir şey olarak tanımlıyorlar. Bazıları ise “dilimin ucunda” anlarının; beyindeki hatırlama sürecinin anlık çöküntülerinde ortaya çıkan his olarak tanımlıyorlar.
Geçmişte yapılan çalışmalar; 18 ila 22 yaş aralığındaki insanların “dilimin ucunda” anlarını haftada bir veya iki defa yaşadıklarını, buna karşın daha yaşlıların (65-75 yaş arası) haftada iki veya daha fazla yaşadıklarını ortaya koyuyor. Yaşlanma, uyku eksikliği, anksiyete, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı gibi etkenler, fiziksel ve bilişsel sağlığı olumsuz etkilediğinden, “dilimin ucunda” anlarının yaşanma sıklığı da bu durumlarda daha sık görülür.
Bir şeyi hatırlamaya çalıştığınızda, beyniniz hafıza bağlantılarınızı arar ve hipokampus ve diğer beyin bölgeleri “şifrelenmiş” hafızalara erişim sağlamak üzere beraber çalışır. Uzun süreli hafıza, kısa süreli hafızaya göre daha sağlamdır. Yani iki gün önce öğle yemeğinde ne yediğinizi hatırlamak, lise mezuniyetinizi hatırlamaktan daha zordur.
Öte yandan, bir hafızanız üzerinde uzun süre düşünmezseniz, bu hafızayı sonradan hatırlamak daha güç bir hal alır. Yani beyninizde bir yerlerde bu hafıza duruyordur ancak bir süredir onunla ilgili bir bilgiyi kullanmadığınızdan biraz “tozlanmıştır”.
Beyin, etkinliğine bağlı olarak bilgiyi önem sırasına göre koyan bir oda gibidir. Bu odada da “kullan ya da kaybet” prensibi uygulanır. Örneğin telefon numaraları; onları artık hafızanızda tutmanız gerekmez çünkü artık telefonlarınızda kayıtlıdır. Dolayısıyla telefon numaraları hafızanızda önem sırasının gerilerinde bir yerde konumlandırılır. 2015’te Nature‘da yayımlanan biraraştırma; hafızamızın içerisine daha sonra belki kullanılır diye önemsiz bilgi depoladığı bir tür “ne olur ne olmaz klasörü”olduğunu ileri sürüyor. Dolayısıyla artık kullanmadığımız kelimeleri bir süre sonra neden unuttuğumuza dair bu durum bir açıklama getirebilir.
Öte yandan “dilimin ucunda” sendromu her ne kadar yaygın olsa da bu mental sürecin neden kesintiye uğradığı tam anlamıyla bilinmiyor. Ancak yapılan bir başka araştırma “dilimin ucunda” durumlarını kafein alımıyla ilişkilendiriyor. Söz konusu araştırmada katılımcılara 200 mg kafein ya da kafein için plesebo etkisi oluşturan bir madde veriliyor. Araştırma sonuçları; kafein alan grupta “dilimin ucunda” durumlarını daha fazla deneyimlediklerini ortaya koydu. Sonuçlar, kafeinin, adenozin reseptörlerinde tetikleme oluşturarak fonolojik hatırlama sistemindeki kısa süreli plastisite etkisini arttırıyor.
Öte yandan, sinir bozucu bir biçimde hatırlanmaya çalışılan kelime üzerinde daha fazla düşündükçe, ondan giderek uzaklaşırız. Ancak google’ın kelime tamamlama ya da ilişkilendirme ağı sayesinde bu kelimeyi bazen kolaylıkla da bulabiliriz. Kanada’daki McMaster University’den Doç. Dr. Karin Humphreys’in yaptığı bir araştırma ise bu kelimeyi ileride tekrar unutacağınızı ileri sürüyor.
Lisans öğrencileriyle yapılan çalışmada, araştırmacılar; katılımcılara “dilimin ucunda” durumlarını tetikleyen bir dizi tanım sunarak, katılımcılardan uygun kelimeleri üretmelerini istedi.
Örneğin; “Mağaraları keşfetme sporunun adı nedir?” (İngilizce’de bu spora verilen isim “spelunking” dir. **)
Eğer ki tanım katılımcıyı şaşkına uğratırsa ve katılımcıyı “dilimin ucunda” durumuna sokarsa, katılımcılara üzerinde biraz düşünmeleri için biraz zaman verildi. Eğer katılımcı kelimeyi hatırlamazsa, araştırmacılar kelimeyi söylüyorlardı. Deney; aynı katılımcılar, aynı tanımlama ve aynı kelimelerle çeşitli aralıklarla tekrarlandı ve katılımcıların bir sonraki seferde kelimeyi hatırlayıp hatırlamama durumları arasında bir değişiklik meydana gelip gelmediği gözlemlendi. Fakat ilginç bir biçimde bir hafta sonra da yapılsa 5 dakika sonra da yapılsa bir şeyin değişmediği görüldü. Birçok insan aynı kelimelerde tekrar tekrar “dilimin ucunda” anlarını deneyimledi.
Araştırmacılar; elde ettikleri sonuçların yapılan hataların bu hataları güçlendirme eğiliminde olduğu ve tekrar ortaya çıkmasına sebep olduğu düşüncesine destek sunuyor. Yani, ismini unuttuğunuz bir aktörün veya aktrisin ismini hatırlamak için IMDB’ye başvurduğunuzda aslında unutkanlığınınızı daha da derinleştirerek hatanızı güçlendiriyorsunuz.
“Dilimin Ucunda” Durumlarını Nasıl Engelleyebilirsiniz?
Yeni yapılan araştırmalar bu durumları engellemeye dair bazı potansiyel çözümler sunuyor. Örneğin Humphreys’in çalışmasında; katılımcılar kendi başlarına kelimeyi hatırlamakta güçlük çektiğinde katılımcılara doğrudan cevabı söylemek yerine hatırlamalarına yardımcı olmanın; bir sonraki seferde kelimenin unutulmasını engelleyebildiği sonucuna ulaşıldı. Yani katılımcıya fonolojik bir ipucu verildiğinde, örneğin; kelimenin ilk birkaç harfini söylemek gibi; bu şekilde, eğer ki katılımcılar kendi başlarına kelimeyi oluşturabilirlerse bir sonraki sefere kelimeyi hatırlamaları daha mümkün hale geliyor.
Çünkü, temel düzeyde beynimiz ağ yapısındadır ve her işlem için yeni ağlar kurulur. Söz konusu kelimenin hatırlanması için de basit anlamda ağlar kurulmalıdır. Bu durumu şöyle izah edebiliriz; örneğin, A-B-C şeklinde bir yol örgüsü olsun ve C noktası bizim çıktı noktamız olsun. Çıktı noktamız olan C noktasına ulaşmak için A, B ve C noktaları arasında yol inşa etmemiz gerekir. Kelimeyi doğrudan söylemek, C noktasındaki çıktıya sıçramalı bir erişim sağlar. Ancak hatırlamaya yardımcı olmak ise A’dan B’ye bir yol kurulmasına ve nihayetinde de B’den C’ye bir yol kurulmasına sebep olur ve böylelikle de A-B-C örgüsü tamamlanmış olur. Sıçramalı hatırlatmalar, bağlantı kopukluğuna sebep olacağından ileride hatırlamayı güç hale getirecektir, ancak hatırlatmaya yardımcı olmak ise eksik bağlantıların kurulmasını ve yol örgüsünün tamamlanmasını sağlayarak hatırlamayı bir sonraki sefer için daha muhtemel hale getirecektir.
Dolayısıyla, bir sonraki sefere, dilinizin ucundai kelimeyi yakalamakta güçlük çekerseniz, çevrenizdeki insanlardan size bu bağlantıların kurulması noktasında yardımcı olmasını isteyin. Ne söylemeye çalıştığınızı açıklayın ve onlardan ipucu isteyin.
**Günümüzde sportif anlamda mağaralara girenler kendilerini mağaracı ya da yaygın olarak kullanılmayan bir terim olan “spelunker” olarak adlandırmaktadırlar. Mağaralara ama amatör ama bilimsel açıdan gözlem, araştırma ve keşif amacıyla girenlere ise “speleolog” denilmektedir.
Kaynaklar ve İleri Okuma: Bilimfili
– Lesk, Valerie E., and Stephen P. Womble. “Caffeine, priming, and tip of the tongue: evidence for plasticity in the phonological system.” Behavioral Neuroscience 118, no. 3 (2004): 453.
– Brown, Roger, and David McNeill. “The “tip of the tongue” phenomenon.”Journal of verbal learning and verbal behavior 5, no. 4 (1966): 325-337.
– Schwartz, Bennett L., and Janet Metcalfe. “Tip-of-the-tongue (TOT) states: retrieval, behavior, and experience.” Memory & Cognition 39, no. 5 (2011): 737-749. http://www.columbia.edu/cu/psychology/metcalfe/PDFs/Schwartz_Metcalfe_inPress.pdf
– Cleary, Anne M., and Alexander B. Claxton. “The tip-of-the-tongue heuristic: How tip-of-the-tongue states confer perceptibility on inaccessible words.”Journal of Experimental Psychology: Learning, Memory, and Cognition 41, no. 5 (2015): 1533. https://www.apa.org/pubs/journals/features/xlm-0000097.pdf
Göz Altı Torbalarının Sebebi Nedir?

Aynaya bakan hiç kimse gözlerinin altında torbalar görmekten hoşlanmaz, fakat 20 yaş üstündeki hemen hemen herkes bu deneyime aşinadır. Ve yaşlandıkça da özellikle sabahları bu torbaları görme sıklığınız giderek daha da artar. Göz altlarındaki bu duruma sebep olan çeşitli faktörler vardır ve 20li yaşlarda farkettiğiniz bu göz altı torbaları 40lı yaşlarınızdakinden çok daha farklıdır. Ancak öyle ya da böyle göz altı torbaları sizi olduğunuzdan daha yaşlı ve yorgun gösterir.
Göz altı torbalarının en büyük sebeplerinden birisi; ebeveynlerinizin de onlara sahip olmasıdır, yani genlerinizle alakalıdır ve kurtulmak için plastik cerrahi dışında yapılacak pek bir şey yoktur. Öte yandan, gençliğinizdeki uyku eksiklikleri, egzersiz yapmama, tamamen tuzlu gıdalar içeren bir diyet ve ödem de göz altı torbalarının oluşmasına sebep olabilir. Ayrıca, sinüs enfeksiyonları da düzenli olarak derinizi gözlerinizin altına doğru toplar. Eğer ki; sabahın erken saatlerinde göz altlarınızda oluşan torbalar görüyorsanız ve bu torbalar öğlene doğru kayboluyorsa, muhtemelen ödemden (su tutmadan) kaynaklanıyordur. Bunu gidermek için de yatağınızdaki yastığı yükselterek başınızı biraz daha yukarıda tutmanız gerekir.
Yaşlandıkça, göz altı torbaları giderek daha kalıcı hale gelir. Bu da yaşlanmanın doğal sonuçlarından birisidir ve sebebi oldukça basittir: Hepimiz yüzümüzde yağlara sahibizdir ve bu yağlar bağlar ve kaslar tarafından tutulur. Bizler yaşlandıkça, bu bağlar ve kaslar giderek zayıflar ve her şey çökmeye başlar, bu da yağların daha görünür olmasına sebep olur. Aynı şey derimizde de meydana gelir: Yaşlanmayla birlikte kollajen seviyeleri düşer ve bu durum da derinin elastikliğini kaybetmesine, dolayısıyla yüzümüz de dahil olmak üzere vücudumuzun her yerinde sarkmalara sebep olur.
Daha fazlası için aşağıdaki videoya göz atabilirsiniz.
Kaynak: