Kardit

Sinonim: Karditis, Carditis

Kalp dokusunun tabakalarının iltihaplanmasıdır. Bkz; kardit

Bilim İnsanları Kök Hücreden Gerçek Boyutlarda Atabilen Bir Kalp Ürettiler!

Yaklaşık 4000 Amerikalı kalp nakli için sırada bekliyor ve bunların yalnızca 2500’ü gelecek yıl yeni bir kalbe kavuşabilecek. Nakil gerçekleştikten sonra da maalesef riskler sona ermiyor. Yeni kalbe ait dokunun vücut tarafından reddedilme olasılığı da mevcut. Hastanın dokuyu reddetme olasılığını en aza indirmek isteyen uzmanlar hastanın kendi dokusundan alınan hücrelerle sentetik organlar üretmeye çalışıyor.  Massachusetts General Hospital ve Harvard Medical School’dan ekipler yetişkin bir insandan alınan deri hücrelerini çalışabilen kalp dokusuna dönüştürme hedefine bir adım daha yaklaşmış durumdalar. Ekibin çalışması Circulation Research dergisinde yayınlandı.

Teorik olarak hastadan alınan doku ile çalışan bir kalp üretilebilmesi mümkün fakat araştırmacılar henüz bu hedefi gerçekleştirebilmiş değil. Bunun sebebi organların çok özel yapıda olmaları. Hücrelerin üzerinde büyüyebilecekleri ana hatlar olduğu sürece laboratuvarda üretim daha kolay hale geliyor.

Bilim insanları önceki çalışmalarında donörün organında bulunan ve naklin gerçekleştiği hastanın bağışıklığı tarafından reddedilebilecek hücreleri özel bir solüsyon ile temizlemeyi hedefleyen bir teknik geliştirdi. Daha önceki çalışma fare kalbi ile yapılsa da bu deneyde insan kalbi kullanıldı. Transplantasyon için uygun olmadığı öngürülen 73 donörün hücreleri bu teknik ile temizlendi daha sonra özel bir mRNA tekniği ile deri hücrelerinden vücuttaki her hücre tipine dönüşebilen pluripotent kök hücreler elde edildi. Daha sonra bunların iki farklı kalp hücresi tipi olmaları sağlandı.

Koşulların yeni hücrelerin büyümesi için elverişli olduğu tespit edildikten sonra bu hücreler dokuya yerleştirildi. Araştırmacılar, iki hafta boyunca yeni hücrelerin doğal bir şekilde büyümeleri için kalbe besi karışımları verdiler. Bu iki haftanın sonunda kalp olgunlaşmamış bir kalbin yapısal özelliklerini taşır hale geldi. Araştırmacılar bu kalbe elektrik verdiklerinde ise kalp atmaya başladı.

Elbette daha önce laboratuvar koşullarında kalp dokusu üretilmişti. Fakat tam bir şekilde çalışan insan kalbi üretimine en çok yaklaşan çalışma bu oldu. Araştırmacılar buna hala hazır olmadıklarını söylüyor. Bir sonraki planları ürettikleri kalbin daha hızlı bir şekilde olgunlaşmasını sağlamak ve vücuda uyumu kusursuz hale getirmek. Araştırmacılar tüm bu çalışmaların sonunda hastalara vücutlarının reddetmeyeceği kişiselleştirilmiş kalpler üretebilmeyi umuyor.

Kaynak:

  • Popsci
  • Jacques P. Guyette, Jonathan M. Charest, Robert W. Mills, Bernhard J. Jank, Philipp T. Moser, Sarah E. Gilpin, Joshua R. Gershlak, Tatsuya Okamoto, Gabriel Gonzalez, David J. Milan, Glenn R. Gaudette, Harald C. Ott. Bioengineering Human Myocardium on Native Extracellular MatrixNovelty and Significance. Circulation Research, 2016; 118 (1): 56 DOI: 10.1161/CIRCRESAHA.115.306874

Diyabet hastalığı önlenebilir mi?

Diyabete yakalanan hasta sayısı tüm dünyada giderek artan bir hızla çoğalıyor. Diyabet hastalarındaysa hastalığın gelişimine de neden olan sağlıksız beslenme koşulları, hareketsiz yaşam tarzı, eğitim eksikliği gibi faktörlerin devamlılığı da diyabete bağlı komplikasyonları, kalp damar hastalıkları, böbrek yetmezliği, görme kaybı, enfeksiyonlar ve ölüm oranını artırıyor.

Uluslararası Diyabet Federasyonu tahminlerine göre tüm dünyada 2015’te,

  • 11 yetişkinden 1’i diyabetli. (415 milyon) %9
  • 2 diyabetli yetişkinden 1’ine (%46,5) teşhis konulmamış yani diyabetli olduğunu bilmiyor.
  • 7 doğumdan 1’i gebelik diyabetinden etkileniyor.
  • Diyabet hastalarının dörtte üçü (%75) düşük ve orta gelir ve eğitim düzeyindeki ülkelerde yaşıyor.
  • 542,000 çocuk tip 1 diyabet hastası.
  • Her 6 saniyede 1 kişi diyabet hastalığından hayatını kaybediyor. (hayatını kaybedenlerin sayısı 5 milyon)
  • Küresel sağlık harcamalarının %12’si, diyabete harcanıyor. (673 milyar ABD Doları)

2015-2040 yılları arasındaki tahmini prevelansın % 8,8 (%7,2-11,4) ‘den %10,4 (%8,5- 12,5)’e çıkması bekleniyor.

Türkiye’de kötüye gidiş

Türkiye’deyse diyabetli hasta sayılarındaki kötüye gidişin ilk bulguları 2010 yılında açıklanan TURDEP-II çalışması (Türkiye Diyabet, Hipertansiyon, Obezite ve Endokrinolojik Hastalıklar Prevalans Çalışması) ile ortaya çıkmış ve 12 yılda diyabet sıklığının %90 artarak, %7.7’den %13.7’e çıktığı saptanmıştı. İlki 2006’da yapılan ve toplam 5 yıllık dönemdeki değişim oranlarını gösteren CREDIT İnsidans çalışmasına göre, 2006’da %12,7 olan diyabet sıklığı, 2011 yılında CREDIT-2 çalışmasında %18,3’e yükseldiği gözlenmiş. Türkiye obezite ve diyabet gelişiminin hızlı olduğu ülkeler arasında yer aldığından diyabet prevelansının artışının da küresel tahminlerin üzerinde olması söz konusudur.

Orta, ileri yaşta ortaya çıkan şeker hastalığı genetik mirasımızdan etkilendiği gibi beslenme şeklimize, yeterince hareket edip etmememize ve obeziteye bağlı gelişir. Ailede özellikle birinci derece akrabalarda 2.tip şeker hastalığı olması kişide şeker hastalığı gelişmesini olası kılmaktadır.

Ancak genetik olarak şeker hastalığına yakalanma olasılığınız çok düşük olsa bile sağlıksız beslenme, aşırı karbonhidrat tüketimi, hareketsiz yaşam tarzı ve akabinde gelişen obezite şeker hastalığı gelişimi için asıl risk faktörüdür. Bu bağlamda genetik mirasımızı değiştirmek şu an için uygulanbilir olmasa da şeker hastalığına yakalanma riskini azaltmak, şeker hastalığı gelişen hastalar için hastalığın yol açtığı yıkıcı sonuçları en aza indirmek hatta ortadan kaldırmak olasıdır.

Temel bir hormon

İnsülin, pankreastan salınıp alınan besinlerin dokular tarafından kullanılmasını sağlayan temel hormonlardan biridir. Yiyeceklerle aldığımız şekerin dokulara alınıp kandaki şeker oranının düşürülmesi insülinin temel işlevidir. Şeker hastalığı temel olarak iki gruba ayrılır. 1.tip, genellikle çocuk ve gençlerde görülen pankreasın insülin üretemediği durumda ortaya çıkar. Kanda yeterince hatta fazlaca insülin bulunmasına rağmen insülinin işlev göremediği 2. Tip şeker hastalığı ne yazık ki artık genç hastalarda da görülmekteyse de daha ileri yaşlarda beklenen şeklidir. Gerek insülin yokluğunda gerekse insülinin işlevselliğini yitirmesinde ortaya çıkan sonuç besinlerle alınan şekerin dokular tarafından kullanılamadan kan düzeyinin yükselmesidir. Kan şekerindeki yükseklik ise şeker hastalığının böbrekler üzerinde, kalp damar sistemi üzerinde, sinirler üzerindeki hasar yaratıcı etkilerinden sorumludur.

İnsülin salınımı iki fazlıdır. Süreli olarak düşük miktarda salınımı besin alımıyla gerçekleşen artışlar izler. Aldığımızın besinlerin yapı taşları olan karbonhidrat ve yağ asitlerinin hücrelere, dokulara girmesi ancak insülinle hücre arasındaki sağlıklı iletişimle mümkündür. Bu bağlamda insülini depo yapıcı hormon olarak tanımlamak mümkündür.

Uzun süreli yokluğunun yaşamla bağdaşmadığı aşikar olan bu hormonun vücutta fazla salınması, kanda yüksek miktarda bulunması da insülinin hücre düzeyinde dirençle karşılaşması ve insülin direnci dediğimiz diyabet öncüsü duruma yol açmaktadır. Hipoglisemi olarak tanımlanan, kanda şeker miktarının olması gereken sınırların altına düşmesi de kanda insülin düzeyinin yüksek olmasıyla gelişir. Ani gelişen ileri hipoglisemi sürekli şeker yüksekliğinden daha da tehlikeli sonuçlara yol açabilir.

Farklı yiyeceklerde farklı salınım

İnsülin yediğimiz her yiyecekle aynı miktarda salınmaz. İnsülinin aşırı miktarda salınmasına sebep olan yiyecekler olduğu gibi sağlıklı yiyecekler daha yavaş, daha düşük oranda ve daha kararlı insülin salınımı sağlar. İnsülinin yavaş ve yeterli düzeyde salgılanması alınan karbonhidrat ve yağların kararlı bir şekilde kullanılmasını sağlar, kan şeker düzeyinde ani düşüş ve yükselmeler gözlenmez, daha uzun süreli tokluk hissedilir. Sürekli insülin salınımında ani artışa sebep olacak yiyecekler tüketmek kanda insülin artışına ve akabinde dokuların insüline duyarsızlaşmasına sebep olur. Önlem alınmazsa prediyabet olarak adlandırılan, insülinin işlevselliğini yitirmeye başladığı bu aşama 2.tip diyabet hastalığına ilerler.

Ani gelişen kan şekeri düşmesini, vücutta yaşanan panik hali olarak tanımlayabileceğimiz kan şekerini yükseltici hormonların salınması sonucu aşırı şeker yükselmesi takip eder. Kanda aniden yükselen insülin seviyesi hızla kan şekeri düşüklüğüne neden olup kısa sürede tekrar yeme isteği yaratması nedeniyle de istenmeyen, sağlıksız bir durumdur. Reaktif hipoglisemi denilen, özellikle ağır yemeklerden sonra gelişen şeker düşmeleri 2.tip diyabet hastalığının başlangıç aşamasında sık izlenir. Yemekten sonra gelişen baş ağrısı, halsizlik,aşırı tatlı yeme isteği gibi şeker düşmesi belirtilerinin varlığında kan şekeri ölçümü yapılmalı ve doktora başvurulmalıdır.

Bu dönemde yapılacak beslenme ve yaşam tarzı değişiklikleri ve laboratuvar sonuçlarına göre gerektiğinde ilaç desteği şeker hastalığı gelişiminin önlenmesinde katkı sağlar. Ağız kuruluğu, çok su içme, sık idrara çıkma, anormal kilo verme gibi yakınmalarsa şeker hastalığı gelişmiş olabileceğini düşündüren bulgulardır.

Glisemik indeks nedir?

Yiyeceklerin kandaki insülin seviyesini yükseltme özelliklerine glisemik indeks denir. İnsülin seviyesinde ani yükselmeye sebep olan yiyecekler yüksek glisemik indeksli, daha kararlı,düşük seviyede insülin salınımına yol açan yiyecekler düşük glisemik indeksli yiyeceklerdir. Düşük glisemik indeksli yiyeceklerin tüketilmesi alınan besinlerin kararlı bir şekilde kullanılmasına, daha uzun süreli tokluk hissine sebep olur. Yüksek glisemik indeksli yiyeceklerse kan şeker seviyesinde ani değişikliklere neden olur. Alınan karbonhidrat ve yağların yeterince kullanılamayıp doğrudan depolanmasına yol açar.

Yemek sonrası kısa sürede tekrar yeme isteği gelişir. İnsülin seviyesinde ani yükselmeye sebep olan yüksek glisemik indeksli yiyecekler tüketmek sürekli açlık hissi, tatlı, karbonhidratlı yiyecekler yeme isteği yaratarak obezite gelişimini kolaylaştırır. Biliyoruz ki obezite şeker hastalığının olduğu kadar hipertansiyon, kolesterol yüksekliği, kalp ve damar hastalıklarının da önemli bir sebebidir.

Kanda insülinin aşırı salınmasına sebep olan, diyabet ve obezite için risk oluşturan yiyecekler nelerdir ?

Obezite ve diyabetin son yıllarda gerek ülkemizde gerekse tüm dünyada hızla artış gösterdiği göz önüne alınırsa bu sorunun yanıtını toplumun beslenme alışkanlıklarındaki değişikliklerde aramak gerekir. Bu artışın yanında orta ve ileri yaşlarda görülmesi gereken bir hastalık olmasına rağmen daha genç yaşlarda hatta çocuklarda dahi 2.tip diyabet görülmesi beslenme alışkanlıklarımızda kötü yönde değişiklikler olduğunu göstermektedir.

Besinlerin içerdiği lif miktarı arttıkça kan şekerinde ani yükselmelere sebep olma özellikleri yani glisemik indeksleri azalır. Gerek glisemik indeks düşüklüğü gerekse protein ve lif içeriği bakımından tüketilmesi en çok tavsiye edilecek yiyecek türü kuru baklagillerdir.

Özellikle çocuk ve gençlerin yoğun olarak tükettiği fast-food beslenme tarzını oluşturan patates kızartması, şeker içeriği yüksek, beyaz undan yapılan, kızartılarak pişirilen tatlılar, glisemik indeksi çok yüksek, şeker hastalığı ve obeziteye sebep olan yiyecekler listesinin ilk sıralarında yer almaktadır. Aynı zamanda bu yiyecekler aşırı tuz ve yağiçerdiğinden hipertansiyon ,kalp ve damar hastalıklarına yakalanmayı kolaylaştırmaktadır. Her ne kadar reklamlar, yiyeceklerin yanında verilen oyuncaklar gibi promosyonlarla fast-food beslenme çocuk ve gençler için çekici hale getirilmeye çalışılsa da çocuklarımızı bu tür beslenmeden mümkün olduğunca uzak tutmaya çalışmak gerekiyor. Bugün biliyoruz ki gerek şişmanlık gerekse diyabet, hipertansiyon, kalp hastalıkları çocukluk çağında atılan temellere dayanmaktadır.

Ağır diyetler

Glisemik indeks değerleri, yiyecekler doğal hallerinden uzaklaştıkça artmaktadır. Rafine gıdalardan, beyaz, işlenmiş un ve şekerden uzak durmak, öğünlerde liften zengin yiyeceklere ağırlık vermek, tam buğday unundan yapılmış ekmeği tercih etmek sağlıklı bir beslenme biçimi olacaktır.

Üzerinde durulması gereken önemli bir konu da ağır diyetlerin, aşırı kalori kısıtlamanın ve öğün atlamanın, özellikel kahvaltısız başlanan bir günün son derece sağlıksız bir beslenme tarzı olduğudur. Vücudunuzun günlük olarak ihtiyaç duyduğu kalori miktarını aşırı derece kısıtlarsanız bazal metabolik hızınız yavaşlamakta, uyku halinde, istirahatte temel vücut ihtiyaçları için harcanan kalori azalmaktadır.

Bu durumun başka bir açıklaması da aldığımız kaloriyi harcamamızın zorlaşmasıdır. Bunun aksi düşünüldüğündeinsülin salgılatma özelliği düşük besinlerden oluşan doyurucu bir diyetin sık öğünlere bölünerek alınması metabolizmanızın sağlıklı bir şekilde çalışmasını, fazla kilolarınızdan daha kolay kurtulmanızı sağlayacaktır.

Düşük glisemik indeksli besinlerin faydaları

  • Kilo vermeyi ve zayıf kalmayı sağlar.
  • Açlığı azaltır ve uzun süre tok hissetmeyi sağlar.
  • Vücudun insülin duyarlılığını arttırır.
  • Kan kolesterol seviyelerini düşürür.
  • Diyabet tedavisini kolaylaştırır.
  • Kalp damar hastalığı,kalp krizi riskini azaltır.

Sağlıklı beslenme notları

Yağlı yiyeceklerden uzak durulmalı: Tam yağlı ürünler yerine, az yağlı ürünleri tercih etmeniz daha az kalori almanızı sağlayacaktır. Yağı azaltılmış ürünleri tercih ederek kolesterolünüzün, kan yağlarınızın normal sınırlarda kalmasını sağlayabilirsiniz. Light ürünler kalorisiz değildir. Bu ürünleri normalden fazla tüketmek de kilo vermek yerine daha fazla kilo almanıza neden olabilir.

Beyaz ekmek yerine tam tahıl ekmeği tüketilmeli: Tam tahıl ekmeğinin kalori miktarı, beyaz ekmekten çok farklı olmasa da lif içeriğinin fazla olması ve sağlamış olduğu tokluk süresinin uzun olması en önemli avantajdır.

Sabah kahvaltıyı atlamayın: Kahvaltısız başlanılan günü kaybedilmiş bir gün olarak düşünebiliriz. Özellikle uyandıktan sonra bir saat içerisinde kahvaltı yapmak metabolizmanızın düzenli olarak çalışmasını sağlar.

Lifli besinleri tercih edin: Lif içeriği yüksek olan besinleri tüketmek daha uzun süre tokluk sağlayacağı için daha az besin tüketimini sağlayacaktır. Sebze, kuru baklagil, salata, tam tahıllı ekmek, meyve gibi lifli gıdaların tüketimine özen göstermelisiniz.Öğünlerde protein içeren gıdaların bulunması da metabolizmanızı hızlandıracaktır.

Ara öğünleri unutmayın: Gerek metabolizmanızın hızlanması gerekse çok acıkıp ardından fazla yenen öğünlerden kaçınmanız açısından ara öğün almalısınız. Önemli olan doğru zamanda doğru ara öğün seçimleridir. Şekerli besinler, kek, pasta, çikolata gibi besinler yerine ölçülü kuruyemiş, kuru meyve, yoğurt, ayran ve taze meyveleri ara öğünlerinizde tercih edebilirsiniz. Özellikle yemeklerden hemen sonra meyve ve tatlı tüketiminden kaçınılmalı.

Etiket bilgisi edinin: Hazır besin tüketimimiz her geçen gün artmaktadır. Bu kadar çok çeşit arasından kendiniz için doğru olan ürünü seçebilmek için ürünlerin üzerinde yer alan light, yarım yağlı, yağsız, şekersiz, gerektiğinde glutensiz gibi ibarelere dikkat etmek, besinlerin içeriğindeki yağ, protein, karbonhidrat, şeker, tuz miktarlarını incelemek önemlidir.

Egzersiz yaşam biçimi haline getirilmeli : Sağlıklı beslenme gibi egzersiz de bir yaşam biçimi olmalıdır. Hayatın her anında olması gereken egzersiz için ayırabilecek zamanınız yoksa en mantıklı seçim daha fazla yürümektir.

Düzenli uyuyun: Belirli saatte uyumak ve uyanmak, vücut saatinizin düzenli çalışmasını sağlayacaktır. Bu durum metabolizma hızınızın yavaşlamasına engel olur. Gün içerisinde uyumak (özellikle dolu bir mide ile) ise metabolizma hızınızda yavaşlamaya neden olabilir.

Fazla kilolu olmamanızın kalp damar hastalıkları, felç gibi ölümcül durumlarla karşı karşıya kalma riskinizi önemli oranda azalttığını, özellikle ileri yaşlarda eklenen eklem sorunlarını da düşündüğümüzde yürüyebilme, merdiven inip çıkabilme, başkalarına bağımlı olmadan hareket edebilme imkanı vereceğini hatırlayın.

Sağlıklı günler dilerim…

Dr. Emel Bayrak(Herkese Bilim ve Teknoloji)

Hipotermi Hastalarında Görülen Tuhaf Psikolojik Etkiler: ”Soyun ve Sığınak Ara”!

Soğuk havalarda dışarıda ya da soğuk suyun içinde uzun süre kaldıysanız, titreme veya parmak uçlarınızı hissetmeme gibi soğuğun o içinize işleyen etkisini hissetmişsinizdir. Peki, soğuktan donma noktasına gelen insanlar acaba gerçekte tam olarak ne deneyimliyorlar? Dilerseniz bu sorunun yanıtına geçmeden önce, beden ısısının düşmesi anlamına gelen “hipotermi” teriminin kısa bir açıklamasını yapalım.
Hipotermi; soğuk havaya veya soğuk suya maruz kalma sonucu 37°C olan normal vücut sıcaklığının 35°C’nin altına düşmesiyle meydana gelen tıbbi bir durumdur. Beden ısısı bu derecenin altına indiğinde kalbiniz, sinir sisteminiz ve diğer organlarınız düzgün bir şekilde çalışamaz. Eğer müdahale edilmezse kalp atışı ve solunum tehlikeli boyutlara varacak kadar yavaşlayarak bilinç kaybı yaşanır ve sonunda ölüme sebebiyet verir.
Hipotermi ile ilgili bu genel bilgilerden sonra, ısı kaybı nedeniyle hayatını kaybetmiş ya da ölümle burun buruna gelmiş kişilerin “can havliyle” sergilemiş oldukları o tuhaf davranışlardan biraz bahsedelim.
 
“Nihai Sığınak” Arayışı
Sincaplar, yarasalar veya ayılar gibi kış uykusuna yatan bazı hayvanların kışı geçirmek için yere küçük bir delik açtıkları, ağaç kovuklarına ya da mağaralara sığındıklarını biliyoruz. Vücutlarını saran ya da kapalı olan bu mekanlar ısı kaybını en aza indirmeye yardımcı olurlar.
Hipoterminin son demlerini yaşayan insanlar da, kış uykusuna yatan hayvanların sergilediği bu eylemlere benzer bir davranış sergilerler: nihai sığınma (terminal burrowing). Alman araştırmacıların 1995’te Uluslararası Adli Tıp Dergisi’nde (The International Journal of Legal Medicine) yayınlamış oldukları bir makalede, hipotermi kurbanlarının kendini koruma içgüdüsüyle bir yatağın altına veya gardırobun arkasına sığındıkları anlatılmıştır. Alman araştırmacılara göre hipoterminin son aşamasında ortaya çıkan ve kış uykusuna yatan hayvanlarda da gözlenen bu ilkel ve içgüdüsel korunma tarzı, görünüşe göre, beyin sapının özerk işleyişinden ileri geliyor olabilir.
Paradoksal Soyunma
Uç hipotermi vakalarında en az “nihai sığınma” davranışı kadar ilginç diğer bir durum da “paradoksal soyunma”dır. Paradoksal soyunma, daha fazla beden ısısı kaybına yol açacak şekilde kurbanların üzerlerindeki kıyafetlerin çoğunu ya da tamamını çıkartmasıdır. Soğuktan ölmek üzere olan biri için hayli tezat bir durum, öyle değil mi?
Kollar ve bacaklardaki aşırı ısı kaybının önünü kesmek için bedenimiz, kan damarlarının büzülmesi demek olan “vazokonstriksiyon” sürecini başlatır. Ancak vazokonstriksiyon esnasında kaslar, zamanla bitkin düşerek görevlerini gerektiği gibi yerine getirememeye başlarlar. Bu da ısı kaybını azaltmak amacıyla vücudun merkez bölgelerine çekilmiş olan sıcak kanın, tekrar kollara ve bacaklara hücum etmesine neden olur. Aşırı hipotermi sonucu zaten zihin bulanıklığı yaşayan kurbanlar bu durumu “sıcak basması” olarak algılarlar ve böylelikle üzerlerindeki kıyafetleri çıkarırlar.
Paradoksal soyunma, nihai sığınma davranışından hemen önce meydana gelir. Alman araştırmacılar makalelerinde bu konuyla ilgili şunları söylüyorlar:
“Polislerin cesetleri buldukları pozisyon, ancak kurban dört ayak üzerinde ya da yüzükoyun sürünmüşse meydana gelebilir. Bu da dizler, bilekler gibi yere temas halinde olan bölgeler üzerinde sıyrıklara yol açar. Aşınmaların kıyafetler üzerinde olmayıp deri üzerinde sıyrıkların görülmesi, yerde sürünmenin soyunduktan sonra gerçekleştiğini gösteriyor.” 
İşte bu durum, (üst görselde de görüldüğü gibi) hipotermi sonucu meydana gelen bazı ölümlü vakalarda polislerin olayı yanlış değerlendirmelerine neden olmuştur. Çıplak halde bulunan bedenin, tecavüze uğramış ve arkasından da cinayete kurban gitmiş olduğu şeklinde yorumlanmış; kurbanın yatak altı gibi dar ve kapalı bir yerde bulunması ise tecavüzden sonra suçlunun, cesedi saklama çabası olarak görülmüştür.
Hipotermi Vakalarında İlk Yardım 
Hipotermi, bir tıp uzmanı tarafından acilen tedavi sürecinin başlatılması gereken bir durumdur. Tıbbi yardım gelene kadar ise ilk yardım tedavisini siz başlatabilirsiniz. Bunun için şu adımları takip etmelisiniz:
• Hipotermisi olan bir kişiyi nazik bir şekilde tutun. Kuvvetli ve sarsıcı hareketler kalp krizine neden olabileceğinden sert ve ani hareketler yapmaktan kaçının. Kişiye masaj yapmayın ya da bedenini ovalamayın.
• Eğer mümkünse kişiyi ılık ve kuru bir ortama alın. Şayet bunu yapamıyorsanız onu soğuktan ve rüzgardan mümkün olduğunca koruyun.
• Islak kıyafetlerini çıkarın. Başı da dahil olmak üzere (sadece yüzü açık olacak şekilde) bedenini kuru battaniyelerle ya da paltolarla sarın.
• Ilık içecekler verin. Şayet hastanın bilinci açık ve yutkunabiliyorsa ılık, şekerli ve alkol veya kafein içermeyen içecekler içmesini sağlayın.
• Ilık ve kuru kompresler uygulayın. İçi ılık suyla dolu plastik bir şişe ya da saç kurutma makinesiyle ısıtılmış bir havlu ile hastanın boyun bölgesine, göğüs duvarına veya kasığına kompres yapın. Kollarına ya da bacaklarına uygulamayın çünkü bu bölgelere uygulanan ısı, soğuk kanın tekrar kalbe, akciğerlere ve beyne ulaşmasına yol açacağından vücudun merkez ısısının düşmesine neden olur. Bu sebeple, tehlikeli ve ölümcüldür.
• Bedenini ısıtmak için sıcağı doğrudan uygulamayın. Sıcak su veya ısıtıcıyı kişinin vücudu üzerine direkt kullanmayın. Aşırı sıcak deriye zarar verebilir. Hatta daha da kötüsü, şiddetli ve düzensiz kalp atışlarına sebep olabileceğinden kalbin durmasına yol açabilir.
Düzenleyen: Şule Ölez (Evrim Ağacı)
Kaynaklar ve İleri Okuma: