Bronkopulmoner Displazi (BPD)

Bronkopulmoner displazi (BPD), özellikle akut solunum sıkıntısı nedeniyle oksijen tedavisi veya mekanik ventilasyon alan prematüre bebekleri etkileyen kronik bir akciğer hastalığıdır. BPD, akciğer dokusunun anormal gelişimi ile karakterize olup akciğerlerde iltihaplanma ve skarlaşmaya yol açar. BPD’li bebekler genellikle uzun süreli solunum güçlükleri yaşar ve yenidoğan döneminden sonra sürekli solunum desteğine ihtiyaç duyabilir.

Etiyoloji:

BPD’nin kesin nedeni çok faktörlüdür ve aşağıdakiler de dahil olmak üzere çeşitli faktörleri içerir:

  1. Prematürite: 32. gebelik haftasından önce doğan bebekler, az gelişmiş akciğerleri nedeniyle özellikle savunmasızdır.
  2. Oksijen toksisitesi: Yüksek oksijen konsantrasyonları erken doğan bebeklerin kırılgan akciğer dokusuna zarar verebilir.
  3. Mekanik ventilasyon: Pozitif basınçlı ventilasyon kullanımı barotravma ve volütravmaya yol açarak akciğer hasarına katkıda bulunabilir.
  4. İnflamasyon: Hem doğum öncesi hem de doğum sonrası inflamasyon BPD gelişiminde önemli rol oynar. Enfeksiyonlar (hem doğum öncesi hem de doğum sonrası) bu enflamasyonun yaygın tetikleyicileridir.
  5. Genetik faktörler: Bazı bebeklerin BPD’ye genetik yatkınlığı olabilir.
  6. Pulmoner ödem: Akciğerlerdeki aşırı sıvı, akciğer fonksiyonlarını bozabilir ve BPD’nin ilerlemesine katkıda bulunabilir.
Patofizyoloji:

Normal akciğer gelişiminde, alveolarizasyon (alveol oluşumu) ve vaskülarizasyon (kan damarlarının gelişimi) geç gebelik ve erken postnatal yaşam sırasında meydana gelen kritik süreçlerdir. BPD’li bebeklerde bu süreçler akciğer hasarı, inflamasyon ve mekanik solunum desteği ihtiyacı nedeniyle bozulur. Bu da daha az sayıda, daha büyük alveol, bozulmuş gaz değişimi ve anormal akciğer gelişimi ile sonuçlanır.

  1. Alveolar hipoplazi: Akciğerlerde daha az sayıda, daha büyük alveol bulunur ve bu da gaz değişimi için yüzey alanını azaltır.
  2. Fibrozis ve skarlaşma: Kronik inflamasyon akciğer dokusunda skarlaşmaya yol açarak akciğer fonksiyonlarını daha da bozar.
  3. Vasküler anormallikler: Pulmoner vaskülatür gelişimi bozulur ve BPD’nin yaygın bir komplikasyonu olan pulmoner hipertansiyona katkıda bulunur.
Klinik Belirtiler:
  • Solunum sıkıntısı:** Takipne (hızlı solunum), retraksiyonlar, nazal flaring ve homurdanma solunum sıkıntısının yaygın belirtileridir.
  • Hipoksemi:** Kandaki düşük oksijen seviyeleri haftalar, aylar ve hatta yıllar boyunca ek oksijen gerektirebilir.
  • Kronik solunum yetmezliği:** Bazı bebekler uzun süre mekanik ventilasyona veya oksijen tedavisine bağımlı kalabilir.
  • Hışıltı ve çatırtılar:** Akciğer sesleri arasında hırıltı (hava yolunun daralması nedeniyle) ve çatırtılar (akciğerlerdeki sıvı veya yara izi nedeniyle) olabilir.
  • Tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonları:** BPD’li bebekler, durumlarını daha da kötüleştirebilecek solunum yolu enfeksiyonları açısından daha yüksek risk altındadır.
Teşhis:

BPD tanısı öncelikle uzun süreli oksijen tedavisi ve/veya mekanik ventilasyon gerektiren prematüre bir bebeğin klinik geçmişine dayanarak konur. Yaygın bir tanım şunları içerir:

  • Gebeliğin 32. haftasından önce doğan bir bebekte en az 28 gün** boyunca oksijen gereksinimi.
  • Menstrüel yaş sonrası 36. haftada (PMA) ihtiyaç duyulan oksijen veya ventilatör desteğine dayalı Seviye sınıflandırması:
    • Hafif BPD:** 36 haftalık PMA’da oda havası solumak.
    • Orta derecede BPD:** %30’dan daha az oksijen ihtiyacı.
    • Şiddetli BPD:** %30 veya daha fazla oksijen ve/veya pozitif basınçlı ventilasyon gerektiren.
Yönetim ve Tedavi:

BPD’nin yönetimi akciğer hasarını en aza indirmeye, solunum desteğini optimize etmeye ve komplikasyonları önlemeye odaklanır.

  1. Solunum desteği:
  • Oksijen tedavisi:** Bebekler yeterli kan oksijen seviyelerini korumak için ek oksijene ihtiyaç duyabilir.
  • İnvaziv olmayan ventilasyon:** İnvaziv mekanik ventilasyon ihtiyacını azaltmak için sürekli pozitif hava yolu basıncı (CPAP) veya nazal aralıklı pozitif basınçlı ventilasyon (NIPPV) kullanılır.
  • Mekanik ventilasyon:** Şiddetli vakalarda mekanik ventilasyon gerekli olabilir, ancak stratejiler ventilatör kaynaklı akciğer hasarını en aza indirmeyi amaçlar (örn. daha düşük tidal hacimler kullanmak ve oksijen maruziyetini sınırlamak).

2. Farmakolojik tedavi:

  • Diüretikler:** Akciğerlerdeki pulmoner ödemi ve aşırı sıvı yüklenmesini azaltmak için kullanılır.
  • Bronkodilatörler: Solunumu iyileştirerek hava yollarını gevşetmeye ve açmaya yardımcı olur.
  • Kortikosteroidler:** Akciğer iltihabını azaltır ve bazen, özellikle sistemik steroidlerde potansiyel yan etkiler nedeniyle dikkatli olmakla birlikte kullanılır. Sistemik etkileri en aza indirmek için inhale kortikosteroidler düşünülebilir.
  • Kafein tedavisi: Genellikle solunum sistemini uyarmak ve erken doğan bebeklerde apne ataklarını azaltmak için kullanılır.
  1. Beslenme desteği: Akciğer büyümesi ve onarımı için yeterli beslenme şarttır. BPD’li bebekler, artan solunum işi ve kronik durumları nedeniyle genellikle daha yüksek kalori alımına ihtiyaç duyarlar.
  2. Enfeksiyonların önlenmesi: Solunum sinsityal virüsü (RSV) için olanlar da dahil olmak üzere aşılar, BPD’yi kötüleştirebilecek solunum yolu enfeksiyonlarını önlemek için çok önemlidir. Yenidoğan bakım ortamlarında enfeksiyon kontrol uygulamaları esastır.
  3. Pulmoner hipertansiyon yönetimi: İlişkili pulmoner hipertansiyonu olan bebeklerde, yüksek pulmoner arter basınçlarını yönetmek için sildenafil gibi ilaçlar kullanılabilir.
Uzun Vadeli Sonuçlar:

BPD’li bebeklerin uzun vadeli prognozu, durumun ciddiyetine bağlı olarak değişir. Birçok bebek sonunda solunum desteğini bıraksa da, aşağıdakiler de dahil olmak üzere uzun vadeli solunum sorunları yaşayabilirler:

  • Kronik obstrüktif akciğer hastalığı
  • Astım benzeri semptomlar
  • Pulmoner hipertansiyon
  • Solunum yolu enfeksiyonu riskinde artış
  • Gecikmiş büyüme ve nörogelişimsel sonuçlar:** Bu bebekler prematürite, kronik hastalık ve uzun süreli hastane yatışlarının birleşimi nedeniyle gelişimsel gecikmelerle karşı karşıya kalabilir.

Önleme Stratejileri:
  1. Antenatal kortikosteroidler: Fetal akciğer gelişimini hızlandırmak için erken doğum riski taşıyan annelere uygulanır.
  2. Sürfaktan tedavisi: Prematüre bebeklere erken dönemde sürfaktan uygulanması, BPD’nin öncüsü olan solunum sıkıntısı sendromu insidansını azaltır.
  3. Mekanik ventilasyonun en aza indirilmesi: Daha az invaziv solunum destek yöntemlerinin kullanılması ve oksijen maruziyetinin azaltılması akciğer hasarı riskini azaltabilir.
  4. Enfeksiyon kontrolü: Enfeksiyonların önlenmesi ve tedavisi, akciğer iltihabının en aza indirilmesinde çok önemli bir rol oynar.

Keşif

1967 – İlk Tanım:

    • Bronkopulmoner displazi (BPD) ilk olarak Dr. William Northway ve meslektaşları tarafından 1967 yılında New England Journal of Medicine dergisinde tanımlanmıştır. BPD’yi, hiyalin membran hastalığı (günümüzde solunum sıkıntısı sendromu, RDS olarak bilinmektedir) nedeniyle mekanik ventilasyon ve yüksek oksijen konsantrasyonları ile tedavi edilen erken doğmuş bebeklerde görülen kronik bir akciğer hastalığı olarak tanımlamışlardır. Bu ilk tanım, durumun anlaşılması ve uzun süreli ventilatör kullanımı ve oksijen tedavisi ile ilişkisinin tanınması için temel oluşturmuştur.

    1970’ler – Mekanik Ventilasyondaki Gelişmeler:

      • 1970’ler**, erken doğan bebeklerde solunum sıkıntısının daha iyi yönetilmesini sağlayan *ventilatör teknolojisinde* önemli gelişmelere sahne oldu. Bununla birlikte, uzun süreli mekanik ventilasyon ve akciğer hasarı arasındaki ilişkiyi de vurgulayarak ventilatör kaynaklı akciğer hasarını en aza indirmeye yönelik stratejilerin araştırılmasına yol açmıştır.

      1980’ler – Sürfaktan Tedavisinin Tanıtımı:

        • 1980’ler** prematüre bebeklerde RDS’yi tedavi etmek için eksojen sürfaktan tedavisinin kullanılmaya başlandığı yıllardır. Sürfaktan tedavisi, akciğer uyumunu iyileştirerek ve yüksek ventilatör ayarlarına olan ihtiyacı azaltarak akciğer hasarının şiddetini azaltmış, bu da daha sonra şiddetli BPD insidansını azaltmıştır.

        1990’lar – BPD’nin Yeniden Tanımlanması:

          • 1990’larda**, BPD tanısı için klinik kriterler, *36 haftalık postmenstrüel yaşta (PMA)* gereken solunum desteği düzeyine dayalı olarak farklı şiddetleri (hafif, orta ve şiddetli) içerecek şekilde yeniden tanımlanmıştır. Bu yeniden tanımlama, yenidoğan bakımındaki ilerlemeler nedeniyle durumun sunumundaki değişiklikleri yansıtmaktadır.

          2000’ler – “Yeni BPD” Kavramı:

            • 2000’lere** gelindiğinde, daha az fibrozis ve skarlaşma vakası ve daha fazla bozulmuş alveolarizasyon ve vasküler gelişim vakası ile karakterize edilen “yeni bir BPD” fenotipi ortaya çıkmıştır. Bu değişim büyük ölçüde giderek daha erken doğan bebeklerin hayatta kalması, yenidoğan uygulamalarındaki değişiklikler ve sürfaktan tedavisinin yaygın kullanımından kaynaklanmıştır.

            2006 – Güncellenmiş Konsensüs Tanımı:

              • BPD için güncellenmiş bir konsensüs tanımı 2006 yılında yayınlanmıştır ve bu tanım BPD’yi belirli doğum sonrası yaşlarda (ör. 28 gün ve 36 hafta PMA) ihtiyaç duyulan ek oksijen ve solunum desteği miktarına göre kategorize etmiştir. Bu sınıflandırma, klinik ortamlar ve araştırma çalışmaları arasında tanıyı standartlaştırmayı amaçlamıştır.

              2010’lar – Önleme ve Yönetim Stratejilerine Odaklanma:

                • 2010’lardaki** çabalar, daha hafif ventilasyon teknikleri, invaziv olmayan solunum desteğinin erken kullanımı ve daha iyi beslenme yönetimi gibi stratejiler yoluyla BPD’nin önlenmesine yönelmiştir. Araştırmalar ayrıca hangi bebeklerin daha yüksek risk altında olduğunu tahmin etmeye yardımcı olmak için BPD ile ilişkili biyobelirteçleri ve genetik yatkınlıkları belirlemeye odaklanmıştır.

                2020’ler – Ortaya Çıkan Tedaviler ve Devam Eden Araştırmalar:

                  • 20’li yıllarda**, devam eden araştırmalar BPD için *kök hücre tedavileri*, *anti-inflamatuar ilaçlar* ve büyüme faktörü tedavileri dahil olmak üzere yeni tedaviler bulmayı amaçlamaktadır. Amaç, uzun vadeli komplikasyonları en aza indirirken akciğer onarımını ve rejenerasyonunu teşvik etmektir. Ayrıca, tanı kriterlerinin iyileştirilmesine ve perinatal faktörlerin BPD gelişimi üzerindeki etkisinin anlaşılmasına da sürekli vurgu yapılmaktadır.
                  İleri Okuma
                  1. Jobe, A. H., & Bancalari, E. (2001). Bronchopulmonary dysplasia. American Journal of Respiratory and Critical Care Medicine, 163(7), 1723-1729.
                  2. Stoll, B. J., Hansen, N. I., Bell, E. F., et al. (2010). Neonatal outcomes of extremely preterm infants from the NICHD Neonatal Research Network. Pediatrics, 126(3), 443-456.
                  3. Davidson, L. M., & Berkelhamer, S. K. (2017). Bronchopulmonary dysplasia: Chronic lung disease of infancy and long-term pulmonary outcomes. Journal of Clinical Medicine, 6(4), 4.
                  4. Northway, W. H., Rosan, R. C., & Porter, D. Y. (1967). Pulmonary disease following respiratory therapy of hyaline-membrane disease: Bronchopulmonary dysplasia. The New England Journal of Medicine, 276(7), 357-368.
                  5. Baraldi, E., & Filippone, M. (2007). Chronic lung disease after premature birth. The New England Journal of Medicine, 357(19), 1946-1955.

                  Pulmoner atrezi

                  • Pulmoner atrezi, tek ventrikül şeklinden kaynaklanan siyanotik, doğuştan bir kalp malformasyonudur.
                  • Açıkçası, ortak özelliği pulmoner kapağın kapanması olan bir grup kalp kusuru için genel bir terimdir. (Bkz; Pulmoner) (Bkz; atrezi)
                  • Pulmoner kapak, sağ ventrikül ile pulmoner arter arasındaki bağlantı olduğundan, bu kalp bölgesinin kapanmasının geniş kapsamlı klinik sonuçları vardır.

                  Polivagal Teori

                  Dr. Stephen Porges tarafından 1994 yılında geliştirilen Polyvagal Teori, vücudun strese verdiği tepkiyi ve bu tepkilerin vagus sinirinden nasıl etkilendiğini anlamaya yönelik bir çerçevedir. “Polyvagal” terimi, birçok anlamına gelen “poly” (πολύ) ile vagus sinirini ifade eden “vagal” kelimelerini birleştirerek, teorinin bu sinirin duygusal ve fizyolojik düzenlemeyi etkilediği çoklu yollara yaptığı vurguyu göstermektedir.

                  Latince “dolaşan” anlamına gelen “vagus” kelimelerinden türetilmiştir. Bu, vagus sinirinin vücuttaki geniş dağılımını yansıtmaktadır. Onuncu kraniyal sinir olan vagus siniri, otonom sinir sisteminde kritik bir rol oynar ve diğer işlevlerin yanı sıra kalp atış hızını, sindirimi ve solunum hızını etkiler.

                  Polivagal Teori, Stephen Porges tarafından otonom sinir sistemi üzerine yaptığı çalışmaların bir parçası olarak, özellikle vagus sinirinin farklı dallarının fizyolojik durumumuzu ve psikolojik tepkilerimizi nasıl etkilediğine odaklanarak ortaya atılmıştır. Bu teoriden önce, otonom sinir sistemi esas olarak sempatik sistem (savaş ya da kaç tepkilerini harekete geçiren) ve parasempatik sistem (dinlenme ve sindirimi teşvik eden) açısından anlaşılıyordu. Porges’in teorisi, vagus sinirinin ventral dalı aracılığıyla sosyal katılım davranışlarını nasıl desteklediğini, dorsal dalının ise hareketsiz kalma veya kapanma tepkilerini nasıl tetikleyebileceğini vurgulayarak yeni bir boyut ekledi.

                  Teori ilk olarak Porges’in kalp atış hızı değişkenliği (HRV) ve bunun duygu ve stresle bağlantısı üzerine yaptığı araştırmadaki gözlemlerinden ortaya çıkmıştır. Zaman içinde Polyvagal Teori psikoloji, psikoterapi ve klinik araştırmalar gibi çeşitli alanlarda uygulanmış ve fizyolojik durumlar ile duygusal deneyimler arasındaki bağlantıya dair içgörüler sunmuştur.

                  Stephen Porges’un kalp atış hızı değişkenliği (HRV) ve bunun duygu ve stresle bağlantısı üzerine yaptığı araştırma, Polyvagal Teorisinin temel taşlarından biridir. HRV, otonom sinir sisteminden etkilenen kalp atışları arasındaki zaman aralığındaki değişimin fizyolojik olgusunu ifade eder. Porges’un HRV’ye ilişkin görüşleri, bedensel durumların duygusal ve psikolojik esenliği nasıl etkilediğine dair daha derin bir anlayış sağlamıştır.

                  Teorik Temel

                  Porges, vagus sinirinin parasempatik etkileri yoluyla kalp atış hızını yavaşlatmak için hareket ettiği “vagal fren” kavramını ortaya atmıştır. Bu mekanizma, fizyolojik durumda sosyal katılımı ve stres iyileşmesini destekleyen hızlı ayarlamalara olanak tanır. Polivagal Teorinin önemli bir yönü, HRV analizi ile değerlendirilen vagal tonun farklı durumlarının duygusal düzenleme ve stres duyarlılığı ile nasıl ilişkili olduğudur.

                  HRV ve Duygusal Düzenleme

                  HRV, vagus sinirinin ve buna bağlı olarak tüm parasempatik sinir sisteminin işlevsel durumunun bir göstergesi olarak kabul edilir. Daha yüksek HRV tipik olarak sosyal olarak etkileşime girme, duygusal olarak düzenleme ve çevresel zorluklara esnek bir şekilde yanıt verme konusunda daha büyük bir yeteneğe işaret eder. Tersine, daha düşük HRV stres, anksiyete ve daha zayıf duygusal düzenleme yetenekleri ile ilişkilidir.

                  Araştırma Uygulamaları

                  Porges’in HRV üzerine yaptığı çalışmalar hem klinik hem de klinik olmayan ortamlarda etkili olmuştur. Örneğin, HRV stres seviyelerini ve kardiyovasküler hastalık riskini değerlendirmek için bir teşhis aracı olarak kullanılmaktadır. Psikoterapide, HRV ölçümleri danışanın duygusal durumunu ve esnekliğini ölçmeye yardımcı olarak terapötik sonuçları iyileştirmek için bir biofeedback mekanizması sağlar.

                  Hakkında

                  Stephen Porges, psikoloji alanındaki doktorasını Maryland Üniversitesi’nden almıştır. Kariyeri boyunca birçok prestijli kurumda görev yapmıştır. Chapel Hill’deki Kuzey Carolina Üniversitesi’nde ve Chicago’daki Illinois Üniversitesi’nde eski bir psikiyatri profesörüdür. Porges ayrıca Chicago’daki Illinois Üniversitesi’nde Beyin-Beden Merkezi’ni kurmuştur. Halen Kinsey Enstitüsü’nde Seçkin Üniversite Bilim İnsanı ve Chapel Hill’deki North Carolina Üniversitesi’nde emeritus profesör olarak görev yapmaktadır.

                  İleri Okuma

                  1. Porges, S.W. (1995). “Orienting in a Defensive World: Mammalian Modifications of Our Evolutionary Heritage. A Polyvagal Theory.” Psychophysiology, 32, 301-318.
                  2. Porges, S.W. (2007). “The Polyvagal Perspective.” Biological Psychology, 74(2), 116-143.
                  3. Porges, S.W. (2001). “The Polyvagal Theory: Phylogenetic Substrates of a Social Nervous System.” International Journal of Psychophysiology, 42, 123-146.

                  Hapşırığı Tutmak İnsanı Öldürebilir Mi?

                  Hapşırığı Tutmanın Tıbbi Sonuçları: Ciddi Riskler ve Olası Komplikasyonlar

                  Hapşırma, solunum yollarındaki irritanlara karşı organizmanın doğal bir savunma mekanizmasıdır. Ancak sosyal ortamlarda özellikle bastırılmaya çalışılan bu refleks, nadiren de olsa ciddi tıbbi sonuçlara yol açabilir. Hapşırığı tutmak; yani ağzı ve/veya burnu kapatarak hava çıkışını engellemek, vücutta yüksek basınç oluşmasına neden olur. Bu durum başta kulak, sinüs ve damar sistemleri olmak üzere çeşitli organ sistemlerini olumsuz etkileyebilir.

                  Basınç ve Kulak Yaralanmaları

                  Hapşırık sırasında oluşan ani hava basıncı yaklaşık 100 mil/saat (yaklaşık 160 km/saat) hızla dışarı atılmak istenir. Eğer bu çıkış yolu engellenirse, bu basınç başta östaki borusu olmak üzere kulak yapıları üzerine yönlenebilir. Tıbbi literatürde hapşırığın bastırılması sonucunda timpanik membranın (kulak zarı) rüptüre (yırtılma) uğradığı vakalar belgelenmiştir. Bu durum ani ve şiddetli kulak ağrısı, işitme kaybı ve vertigo (baş dönmesi) gibi şikâyetlerle kendini gösterebilir.

                  Kardiyovasküler ve Nörovasküler Riskler

                  Hapşırığı tutmak, intratorasik (göğüs içi) ve intrakraniyal (kafaiçi) basınçları artırabilir. Bu artış, özellikle arteriyel tansiyonda ani yükselmelere neden olabilir. Bu durum, beyin damarlarında mikrokanamalara, hatta nadiren de olsa damar rüptürüne bağlı inmelere sebebiyet verebilir. Ayrıca bu basınç artışı, sinüs ameliyatı geçirmiş bireylerde orbita (göz çukuru) içine hava kaçışına neden olabilir. Bu durum göz çevresinde ağrı, ödem ve geçici görme bozukluklarına yol açabilir.

                  Kas-İskelet Sistemi ve Diyafram Hasarları

                  Hapşırığın engellenmesi, özellikle boyun ve göğüs bölgesindeki ani kas kasılmaları nedeniyle servikal omurga üzerinde anormal kuvvetlerin oluşmasına neden olabilir. Literatürde, bastırılmış hapşırık nedeniyle boyun omurlarında kas zorlanmaları ve hatta servikal disk hernisi vakaları bildirilmiştir. Ayrıca diyaframa binen ani basınç, karın içi organlarda da geçici travmalara yol açabilir.

                  Ekstrem Durumlar: Kalp Krizi Riski

                  Hapşırık bastırıldığında vagus sinirinin ani uyarılması sonucu kalp ritminde bozulmalar yaşanabilir. Bu durum bradikardi (kalp hızının yavaşlaması) ya da nadiren kardiyak arrest (kalp durması) ile sonuçlanabilir. Özellikle altta yatan kardiyovasküler hastalıkları olan bireylerde bu risk daha da artmaktadır.


                  Keşif

                  İleri Okuma
                  • Kahana, L. M., & Kay, T. N. (1981). Sneezing and subarachnoid hemorrhage. Archives of Neurology, 38(9), 613-614.
                  • Clarke, R., & Sharma, R. (1993). A case of traumatic rupture of the tympanic membrane caused by suppressed sneezing. The Journal of Laryngology & Otology, 107(11), 1047-1048.
                  • Wani, A. A., & Rasool, M. (2003). Orbital emphysema following nose blowing and sneezing. British Journal of Neurosurgery, 17(6), 565-567.
                  • Brodsky, J. R., & Lemke, B. N. (2010). Orbital emphysema causing vision loss after sneezing. Ophthalmic Plastic and Reconstructive Surgery, 26(5), 386-388.
                  • Mahajan, R. P. (2014). Sneezing: more than a reflex? Journal of the Royal Society of Medicine, 107(9), 374.
                  • Tariq, M., & Ahmed, A. (2019). Sneezing-induced cervical disc herniation: a rare case. Cureus, 11(3), e4211.
                  • Toh, S. T., & Yuen, H. W. (2020). Dangerous suppression of a sneeze leading to pharyngeal perforation. BMJ Case Reports, 13(1), e232703.
                  • Binns, Corey. “Is it safe to hold in a sneeze?” LiveScience. Aug. 19, 2010. http://www.livescience.com/32776-is-it-safe-to-hold-in-a-sneeze.html
                  • Hatfield, Heather. “11 Surprising Sneezing Facts.” WebMD. http://www.webmd.com/allergies/features/11-surprising-sneezing-facts
                  • University of Arkansas Medical Services. “Can holding in a sneeze cause hearing damage?” http://www.uamshealth.com/holdinginasneeze

                  Bağışıklık Sisteminin Kanserle Savaşmasını Sağlamak

                  Barbara Marder’a üç yıl önce akciğer kanseri teşhisi konulduktan sonra, sağ ciğeri alındı. Barbara kemoterapiye başlayarak hayatına devam etmeye çalıştı.

                  barbara-marder
                  Barbara Marder

                  73 yaşındaki Marder:
                  ” Her şeyin düzeleceğini umuyordum; çocuklarım için zorluk oluşturmayacak ve torunlarımın büyümelerini görebilecektim “dedi.

                  Fakat bir yıl sonra kötü haber geldi: Kanser geri dönmüştü ve bu kez diğer ciğerinde ortaya çıkmıştı. Hastalığının amansız olduğunu bilen Marder; hayal kırıklığına uğradığını söylüyor.

                  Ancak Marder asla vazgeçmedi. Derhal araştırmaya başladı. Ve Baltimore’deki John Hopkins Kanser Merkezi’nde yeni bir kanser tedavi yöntemi olan “bağışıklık artırıcı terapi”nin test edildiğini gördü.

                  Kansere karşı bağışıklık artırıcı terapi; bağışıklık sisteminizi güçlendirmek için gelişen tedavileri içeren ve kendi bağışıklık sisteminizin kansere karşı savaşını geliştiren bir yöntemdir.Doç. Dr. Julie BRAHMER

                  Bilim insanları yıllardır bu yöntemi deniyorlardı. Sonuç olarak da; kendi bağışıklık sistemimiz sağlığımıza yönelik her türden tehditle savaşabilir kanısına ulaşıyorlardı. O halde neden kanserle de savaşamasın? Fakat hiçbir şey çalışır gözükmüyordu.

                  Brahmer bunun bugüne kadar tamamen boşa bir çaba olarak kaldığını söylüyor. Ancak bilim insanları artık bir yol bulmuşlardı. Brahmer bulunan bu yolu şöyle tanımladı: “Buluş; “kontrol noktası inhibörleri” olarak adlandırılan bir terapidir.”

                  Kontrol noktası inhibitörleri” kanseri aktifleştiren “anahtarı” engelleyerek kanserin “görünmezlik pelerinini” ortadan kaldıran ilaçlardır. Brahmer kontrol noktası inhibitörlerinin bu görünmezlik pelerinini engelleyen ya da hastalığın kalkanına karşı mücadele eden ilaçlar olduğunu ve dolayısıyla da kanserin bağışıklık sisteminden gizlenemediğini söylüyor. Ve işin sevindirici yanı ise; bu ilaçlar deri kanserinin ölümcül bir türü olan kara tümörler gibi tümörleri yokederek bazı hastalarda gerçekten de işe yarıyordu.

                  kanser

                  Brahmer, ilaçların; böbrek kanseri, mesane kanseri, baş ve boyun kanseri, lenfoma ve hatta göğüs ve akciğer kanseri gibi birçok kanser türünün tedavisinde işe yarıyor.
                  Kanser hastası Marder, Brahmer’in akciğer kanseri için kontrol noktası inhibitörlerinin test aşamasına gönüllü oldu. İnfüzyonun başlamasından haftalar içerisinde Marder’in sol akciğerindeki tümör yokolmaya başladı. Ancak kontrol noktası inhibitörleri; bağışıklık sistemi sağlıklı hücrelere saldırdığında ciddi yan etkilere sebep olur; ki bu durum oldukça tehlikelidir ve bazen organlarda hayati tehlikeler oluşmasına sebep olabilir. Fakat şimdiye kadar bu durum pek nadir gözüktü. Tedavi, çoğu hastada biraz yorgunluğa sebep oluyor, bazılarında ise kaşıntılı dökülmeye sebep oluyor. Fakat kemoterapi ile kıyaslandığında birçok durum için daha hafif geçiyor.

                  Bu yöntemle, hayatınızı olabildiğince normal yaşayabilirsiniz, kemoterapiden oldukça ayırt edici bir başka yanı da bu.

                  diyor Brahmer…

                  barbara-marder-2Fakat önemli bir soru da kafaları kurcalıyor; bu ilaçlar ne kadar süre boyunca işe yarayacak? Geleneksel kemoterapi zaman içerisinde sık sık olarak işe yaramaz hale geliyor. Tedavi süreci hastaya, kanser tipine ve tanı aşamasına bağlı olarak değişiklik gösteriyor. Fakat şimdiye kadar; kontrol noktası inhibitörlerinin çok uzun bir süre boyunca işe yarar bir durumda olduğu gözlendi, hatta standart kemoterapiye artık cevap vermeyen hastalarda bile. Yine de ne kadar uzun bir süre boyunca işlevsel olacağı ise henüz bilinmiyor. Fakat Brahmer; şimdiye kadar ki durumun oldukça umut verici olduğunu söylüyor. Marder tedaviye başladığı tarihten bir yıl sonra “check-up” için geri gittiğinde, kansere dair hala hiçbir işaret yoktu. Fakat bir başka büyük sorun ise bu ilaçların fiyatına dairdi. İlaçların fiyatı oldukça pahalı; her sefer için 120.000 dolardan daha fazla bir fiyat ödenmesi gerekiyor. New York’taki Memorial Sloan Kettering Canser Merkezi’nde bulunan Sağlık Plan ve Sonuç Merkezi Müdürü Dr. Peter Bach; kanser bağışıklık artırıcı terapinin oldukça heyecan verici bir çalışma olduğunu söylüyor.

                  brahmer
                  Doç. Dr. Julie BRAHMER

                  Öte yandan Brahmer; bağışıklık sistemimizin zamanla bir hafıza geliştirebildiğini söylüyor. Belirli bir süre sonra -eğer başarılabilirse-, hastalar ilacı bıraksalar dahi bağışıklık sisteminin geliştirdiği hafıza neticesinde, T- hücreleri tümörlerle nasıl savaşacaklarını hatırlayabilecek ve kanserin yayılmasını durdurabilecekler. Brahmer; böylelikle de T-hücreleri tedavi olmadan da kanseri kontrol altında tutabilecek diyor. Brahmer bu durumu Marder için deneyebilir. Fakat şimdilik Marder her 2 haftada bir tedavi için Brahmer’in yanına geliyor ve çalışmanın gönüllüsü olduğu için de para ödemiyor.

                  Araştırmacılar tedaviyi daha da kişiye özgü hale getirmeye çalışıyorlar. Kimin yalnızca bir kontrol noktası inhibitörüne ihtiyacı var? Kimin bir kombinasyona ihtiyacı var? Bunlar cevaplandırılmaya çalışılıyor.

                  Kaynak:

                  1. Bilimfili,
                  2. Johns Hopkins Sidney Kimmel Comprehensive Cancer Center