Sinonim: Vena pulmonalis dextra inferior, right inferior pulmonary vein.
Sağ akciğer alt toplardamarı.(Bkz; Vena) (Bkz; pulmonalis ) (Bkz; dekstra) (Bkz; inferior)
Tıp terimleri sözlüğü
Akciğer ve akciğerle ilişkili organları ile ilgilenen bilim dalıdır. (Bkz; Pulmonoloji)
Sinonim: Vena pulmonalis dextra inferior, right inferior pulmonary vein.
Sağ akciğer alt toplardamarı.(Bkz; Vena) (Bkz; pulmonalis ) (Bkz; dekstra) (Bkz; inferior)
Sinonim: Vena pulmonalis dextra superior, right superior pulmonary vein.
Sağ üst akciğer toplardamarı. (Bkz; Vena) (Bkz; pulmonalis ) (Bkz; dekstra) (Bkz; superior)

Bronkopulmoner displazi (BPD), özellikle akut solunum sıkıntısı nedeniyle oksijen tedavisi veya mekanik ventilasyon alan prematüre bebekleri etkileyen kronik bir akciğer hastalığıdır. BPD, akciğer dokusunun anormal gelişimi ile karakterize olup akciğerlerde iltihaplanma ve skarlaşmaya yol açar. BPD’li bebekler genellikle uzun süreli solunum güçlükleri yaşar ve yenidoğan döneminden sonra sürekli solunum desteğine ihtiyaç duyabilir.
BPD’nin kesin nedeni çok faktörlüdür ve aşağıdakiler de dahil olmak üzere çeşitli faktörleri içerir:
Normal akciğer gelişiminde, alveolarizasyon (alveol oluşumu) ve vaskülarizasyon (kan damarlarının gelişimi) geç gebelik ve erken postnatal yaşam sırasında meydana gelen kritik süreçlerdir. BPD’li bebeklerde bu süreçler akciğer hasarı, inflamasyon ve mekanik solunum desteği ihtiyacı nedeniyle bozulur. Bu da daha az sayıda, daha büyük alveol, bozulmuş gaz değişimi ve anormal akciğer gelişimi ile sonuçlanır.
BPD tanısı öncelikle uzun süreli oksijen tedavisi ve/veya mekanik ventilasyon gerektiren prematüre bir bebeğin klinik geçmişine dayanarak konur. Yaygın bir tanım şunları içerir:
BPD’nin yönetimi akciğer hasarını en aza indirmeye, solunum desteğini optimize etmeye ve komplikasyonları önlemeye odaklanır.
2. Farmakolojik tedavi:
BPD’li bebeklerin uzun vadeli prognozu, durumun ciddiyetine bağlı olarak değişir. Birçok bebek sonunda solunum desteğini bıraksa da, aşağıdakiler de dahil olmak üzere uzun vadeli solunum sorunları yaşayabilirler:
1967 – İlk Tanım:
1970’ler – Mekanik Ventilasyondaki Gelişmeler:
1980’ler – Sürfaktan Tedavisinin Tanıtımı:
1990’lar – BPD’nin Yeniden Tanımlanması:
2000’ler – “Yeni BPD” Kavramı:
2006 – Güncellenmiş Konsensüs Tanımı:
2010’lar – Önleme ve Yönetim Stratejilerine Odaklanma:
2020’ler – Ortaya Çıkan Tedaviler ve Devam Eden Araştırmalar:
Dr. Stephen Porges tarafından 1994 yılında geliştirilen Polyvagal Teori, vücudun strese verdiği tepkiyi ve bu tepkilerin vagus sinirinden nasıl etkilendiğini anlamaya yönelik bir çerçevedir. “Polyvagal” terimi, birçok anlamına gelen “poly” (πολύ) ile vagus sinirini ifade eden “vagal” kelimelerini birleştirerek, teorinin bu sinirin duygusal ve fizyolojik düzenlemeyi etkilediği çoklu yollara yaptığı vurguyu göstermektedir.
Latince “dolaşan” anlamına gelen “vagus” kelimelerinden türetilmiştir. Bu, vagus sinirinin vücuttaki geniş dağılımını yansıtmaktadır. Onuncu kraniyal sinir olan vagus siniri, otonom sinir sisteminde kritik bir rol oynar ve diğer işlevlerin yanı sıra kalp atış hızını, sindirimi ve solunum hızını etkiler.
Polivagal Teori, Stephen Porges tarafından otonom sinir sistemi üzerine yaptığı çalışmaların bir parçası olarak, özellikle vagus sinirinin farklı dallarının fizyolojik durumumuzu ve psikolojik tepkilerimizi nasıl etkilediğine odaklanarak ortaya atılmıştır. Bu teoriden önce, otonom sinir sistemi esas olarak sempatik sistem (savaş ya da kaç tepkilerini harekete geçiren) ve parasempatik sistem (dinlenme ve sindirimi teşvik eden) açısından anlaşılıyordu. Porges’in teorisi, vagus sinirinin ventral dalı aracılığıyla sosyal katılım davranışlarını nasıl desteklediğini, dorsal dalının ise hareketsiz kalma veya kapanma tepkilerini nasıl tetikleyebileceğini vurgulayarak yeni bir boyut ekledi.
Teori ilk olarak Porges’in kalp atış hızı değişkenliği (HRV) ve bunun duygu ve stresle bağlantısı üzerine yaptığı araştırmadaki gözlemlerinden ortaya çıkmıştır. Zaman içinde Polyvagal Teori psikoloji, psikoterapi ve klinik araştırmalar gibi çeşitli alanlarda uygulanmış ve fizyolojik durumlar ile duygusal deneyimler arasındaki bağlantıya dair içgörüler sunmuştur.
Stephen Porges’un kalp atış hızı değişkenliği (HRV) ve bunun duygu ve stresle bağlantısı üzerine yaptığı araştırma, Polyvagal Teorisinin temel taşlarından biridir. HRV, otonom sinir sisteminden etkilenen kalp atışları arasındaki zaman aralığındaki değişimin fizyolojik olgusunu ifade eder. Porges’un HRV’ye ilişkin görüşleri, bedensel durumların duygusal ve psikolojik esenliği nasıl etkilediğine dair daha derin bir anlayış sağlamıştır.
Porges, vagus sinirinin parasempatik etkileri yoluyla kalp atış hızını yavaşlatmak için hareket ettiği “vagal fren” kavramını ortaya atmıştır. Bu mekanizma, fizyolojik durumda sosyal katılımı ve stres iyileşmesini destekleyen hızlı ayarlamalara olanak tanır. Polivagal Teorinin önemli bir yönü, HRV analizi ile değerlendirilen vagal tonun farklı durumlarının duygusal düzenleme ve stres duyarlılığı ile nasıl ilişkili olduğudur.
HRV, vagus sinirinin ve buna bağlı olarak tüm parasempatik sinir sisteminin işlevsel durumunun bir göstergesi olarak kabul edilir. Daha yüksek HRV tipik olarak sosyal olarak etkileşime girme, duygusal olarak düzenleme ve çevresel zorluklara esnek bir şekilde yanıt verme konusunda daha büyük bir yeteneğe işaret eder. Tersine, daha düşük HRV stres, anksiyete ve daha zayıf duygusal düzenleme yetenekleri ile ilişkilidir.
Porges’in HRV üzerine yaptığı çalışmalar hem klinik hem de klinik olmayan ortamlarda etkili olmuştur. Örneğin, HRV stres seviyelerini ve kardiyovasküler hastalık riskini değerlendirmek için bir teşhis aracı olarak kullanılmaktadır. Psikoterapide, HRV ölçümleri danışanın duygusal durumunu ve esnekliğini ölçmeye yardımcı olarak terapötik sonuçları iyileştirmek için bir biofeedback mekanizması sağlar.
Stephen Porges, psikoloji alanındaki doktorasını Maryland Üniversitesi’nden almıştır. Kariyeri boyunca birçok prestijli kurumda görev yapmıştır. Chapel Hill’deki Kuzey Carolina Üniversitesi’nde ve Chicago’daki Illinois Üniversitesi’nde eski bir psikiyatri profesörüdür. Porges ayrıca Chicago’daki Illinois Üniversitesi’nde Beyin-Beden Merkezi’ni kurmuştur. Halen Kinsey Enstitüsü’nde Seçkin Üniversite Bilim İnsanı ve Chapel Hill’deki North Carolina Üniversitesi’nde emeritus profesör olarak görev yapmaktadır.
Hapşırığı Tutmanın Tıbbi Sonuçları: Ciddi Riskler ve Olası Komplikasyonlar
Hapşırma, solunum yollarındaki irritanlara karşı organizmanın doğal bir savunma mekanizmasıdır. Ancak sosyal ortamlarda özellikle bastırılmaya çalışılan bu refleks, nadiren de olsa ciddi tıbbi sonuçlara yol açabilir. Hapşırığı tutmak; yani ağzı ve/veya burnu kapatarak hava çıkışını engellemek, vücutta yüksek basınç oluşmasına neden olur. Bu durum başta kulak, sinüs ve damar sistemleri olmak üzere çeşitli organ sistemlerini olumsuz etkileyebilir.
Basınç ve Kulak Yaralanmaları
Hapşırık sırasında oluşan ani hava basıncı yaklaşık 100 mil/saat (yaklaşık 160 km/saat) hızla dışarı atılmak istenir. Eğer bu çıkış yolu engellenirse, bu basınç başta östaki borusu olmak üzere kulak yapıları üzerine yönlenebilir. Tıbbi literatürde hapşırığın bastırılması sonucunda timpanik membranın (kulak zarı) rüptüre (yırtılma) uğradığı vakalar belgelenmiştir. Bu durum ani ve şiddetli kulak ağrısı, işitme kaybı ve vertigo (baş dönmesi) gibi şikâyetlerle kendini gösterebilir.
Kardiyovasküler ve Nörovasküler Riskler
Hapşırığı tutmak, intratorasik (göğüs içi) ve intrakraniyal (kafaiçi) basınçları artırabilir. Bu artış, özellikle arteriyel tansiyonda ani yükselmelere neden olabilir. Bu durum, beyin damarlarında mikrokanamalara, hatta nadiren de olsa damar rüptürüne bağlı inmelere sebebiyet verebilir. Ayrıca bu basınç artışı, sinüs ameliyatı geçirmiş bireylerde orbita (göz çukuru) içine hava kaçışına neden olabilir. Bu durum göz çevresinde ağrı, ödem ve geçici görme bozukluklarına yol açabilir.
Kas-İskelet Sistemi ve Diyafram Hasarları
Hapşırığın engellenmesi, özellikle boyun ve göğüs bölgesindeki ani kas kasılmaları nedeniyle servikal omurga üzerinde anormal kuvvetlerin oluşmasına neden olabilir. Literatürde, bastırılmış hapşırık nedeniyle boyun omurlarında kas zorlanmaları ve hatta servikal disk hernisi vakaları bildirilmiştir. Ayrıca diyaframa binen ani basınç, karın içi organlarda da geçici travmalara yol açabilir.
Ekstrem Durumlar: Kalp Krizi Riski
Hapşırık bastırıldığında vagus sinirinin ani uyarılması sonucu kalp ritminde bozulmalar yaşanabilir. Bu durum bradikardi (kalp hızının yavaşlaması) ya da nadiren kardiyak arrest (kalp durması) ile sonuçlanabilir. Özellikle altta yatan kardiyovasküler hastalıkları olan bireylerde bu risk daha da artmaktadır.

Barbara Marder’a üç yıl önce akciğer kanseri teşhisi konulduktan sonra, sağ ciğeri alındı. Barbara kemoterapiye başlayarak hayatına devam etmeye çalıştı.

73 yaşındaki Marder:
” Her şeyin düzeleceğini umuyordum; çocuklarım için zorluk oluşturmayacak ve torunlarımın büyümelerini görebilecektim “dedi.
Fakat bir yıl sonra kötü haber geldi: Kanser geri dönmüştü ve bu kez diğer ciğerinde ortaya çıkmıştı. Hastalığının amansız olduğunu bilen Marder; hayal kırıklığına uğradığını söylüyor.
Ancak Marder asla vazgeçmedi. Derhal araştırmaya başladı. Ve Baltimore’deki John Hopkins Kanser Merkezi’nde yeni bir kanser tedavi yöntemi olan “bağışıklık artırıcı terapi”nin test edildiğini gördü.
Bilim insanları yıllardır bu yöntemi deniyorlardı. Sonuç olarak da; kendi bağışıklık sistemimiz sağlığımıza yönelik her türden tehditle savaşabilir kanısına ulaşıyorlardı. O halde neden kanserle de savaşamasın? Fakat hiçbir şey çalışır gözükmüyordu.
Brahmer bunun bugüne kadar tamamen boşa bir çaba olarak kaldığını söylüyor. Ancak bilim insanları artık bir yol bulmuşlardı. Brahmer bulunan bu yolu şöyle tanımladı: “Buluş; “kontrol noktası inhibörleri” olarak adlandırılan bir terapidir.”
“Kontrol noktası inhibitörleri” kanseri aktifleştiren “anahtarı” engelleyerek kanserin “görünmezlik pelerinini” ortadan kaldıran ilaçlardır. Brahmer kontrol noktası inhibitörlerinin bu görünmezlik pelerinini engelleyen ya da hastalığın kalkanına karşı mücadele eden ilaçlar olduğunu ve dolayısıyla da kanserin bağışıklık sisteminden gizlenemediğini söylüyor. Ve işin sevindirici yanı ise; bu ilaçlar deri kanserinin ölümcül bir türü olan kara tümörler gibi tümörleri yokederek bazı hastalarda gerçekten de işe yarıyordu.

Brahmer, ilaçların; böbrek kanseri, mesane kanseri, baş ve boyun kanseri, lenfoma ve hatta göğüs ve akciğer kanseri gibi birçok kanser türünün tedavisinde işe yarıyor.
Kanser hastası Marder, Brahmer’in akciğer kanseri için kontrol noktası inhibitörlerinin test aşamasına gönüllü oldu. İnfüzyonun başlamasından haftalar içerisinde Marder’in sol akciğerindeki tümör yokolmaya başladı. Ancak kontrol noktası inhibitörleri; bağışıklık sistemi sağlıklı hücrelere saldırdığında ciddi yan etkilere sebep olur; ki bu durum oldukça tehlikelidir ve bazen organlarda hayati tehlikeler oluşmasına sebep olabilir. Fakat şimdiye kadar bu durum pek nadir gözüktü. Tedavi, çoğu hastada biraz yorgunluğa sebep oluyor, bazılarında ise kaşıntılı dökülmeye sebep oluyor. Fakat kemoterapi ile kıyaslandığında birçok durum için daha hafif geçiyor.
diyor Brahmer…
Fakat önemli bir soru da kafaları kurcalıyor; bu ilaçlar ne kadar süre boyunca işe yarayacak? Geleneksel kemoterapi zaman içerisinde sık sık olarak işe yaramaz hale geliyor. Tedavi süreci hastaya, kanser tipine ve tanı aşamasına bağlı olarak değişiklik gösteriyor. Fakat şimdiye kadar; kontrol noktası inhibitörlerinin çok uzun bir süre boyunca işe yarar bir durumda olduğu gözlendi, hatta standart kemoterapiye artık cevap vermeyen hastalarda bile. Yine de ne kadar uzun bir süre boyunca işlevsel olacağı ise henüz bilinmiyor. Fakat Brahmer; şimdiye kadar ki durumun oldukça umut verici olduğunu söylüyor. Marder tedaviye başladığı tarihten bir yıl sonra “check-up” için geri gittiğinde, kansere dair hala hiçbir işaret yoktu. Fakat bir başka büyük sorun ise bu ilaçların fiyatına dairdi. İlaçların fiyatı oldukça pahalı; her sefer için 120.000 dolardan daha fazla bir fiyat ödenmesi gerekiyor. New York’taki Memorial Sloan Kettering Canser Merkezi’nde bulunan Sağlık Plan ve Sonuç Merkezi Müdürü Dr. Peter Bach; kanser bağışıklık artırıcı terapinin oldukça heyecan verici bir çalışma olduğunu söylüyor.

Öte yandan Brahmer; bağışıklık sistemimizin zamanla bir hafıza geliştirebildiğini söylüyor. Belirli bir süre sonra -eğer başarılabilirse-, hastalar ilacı bıraksalar dahi bağışıklık sisteminin geliştirdiği hafıza neticesinde, T- hücreleri tümörlerle nasıl savaşacaklarını hatırlayabilecek ve kanserin yayılmasını durdurabilecekler. Brahmer; böylelikle de T-hücreleri tedavi olmadan da kanseri kontrol altında tutabilecek diyor. Brahmer bu durumu Marder için deneyebilir. Fakat şimdilik Marder her 2 haftada bir tedavi için Brahmer’in yanına geliyor ve çalışmanın gönüllüsü olduğu için de para ödemiyor.
Araştırmacılar tedaviyi daha da kişiye özgü hale getirmeye çalışıyorlar. Kimin yalnızca bir kontrol noktası inhibitörüne ihtiyacı var? Kimin bir kombinasyona ihtiyacı var? Bunlar cevaplandırılmaya çalışılıyor.
Kaynak:
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.