Çölyak hastalığı, ince bağırsağı ciddi şekilde etkileyen, sindirim sisteminin kronik bir otoimmün bozukluğudur. Öncelikle ince bağırsağı kaplayan ve besin emilimi için çok önemli olan villi, hassas, parmak benzeri çıkıntılar olarak bilinen yapıları hedef alır. Bu villuslar bağırsağın yüzey alanını arttırır ve besinlerin etkili bir şekilde sindirilmesinden ve emilmesinden sorumludur. Çölyak hastalığı olan bireylerde, buğday, arpada ve çavdarda bulunan bir protein olan glutenin sindirimi, bu villusların bozulmasına yol açan bir bağışıklık tepkisini tetikler, bu da besinlerin malabsorbsiyonuna ve ardından ince bağırsağın astarında hasara neden olur.

“Çölyak” terimi, “karın” veya “göbeğe ait” anlamına gelen Yunanca “koiliakos” kelimesinden gelmektedir. Bu kelime, MS 1. yüzyılda yaşayan Yunan doktor Kapadokyalı Aretaeus tarafından, bağırsak iltihabından kaynaklandığına inandığı bir durumu tanımlamak için kullanılmıştır. Ancak Aretaeus’un bu duruma ilişkin açıklaması belirsizdi ve çölyak hastalığının bir otoimmün bozukluk olarak doğru şekilde tanımlanması 19. yüzyıla kadar mümkün değildi.
1888’de Samuel Gee adında bir Alman çocuk doktoru, “glüten kaynaklı enteropati” adını verdiği bir durumu anlatan bir makale yayınladı. Gee, bu duruma sahip çocukların buğday, arpa veya çavdar tükettikten sonra semptomlar geliştirdiğini gözlemledi. Ayrıca bu tahıllar diyetten çıkarıldığında semptomların düzeldiğini de kaydetti.
Gee’nin çalışması çölyak hastalığını anlamamızın temelini attı. Ancak glutenin rolünün tam olarak anlaşılması 20. yüzyılın ortalarına kadar mümkün olmadı. 1950’lerde araştırmacılar çölyak hastalığında bağırsaklara verilen zarardan sorumlu proteinin gluten olduğunu keşfettiler. Ayrıca durumu teşhis etmek için kullanılabilecek bir kan testi de geliştirdiler.
1970’li yıllarda glutensiz diyetlerin kullanılmaya başlanması çölyak hastalığının tedavisinde devrim yarattı. Bu diyetlerin bağırsaklardaki hasarı önlemede ve tersine çevirmede oldukça etkili olduğu gösterilmiştir. Sonuç olarak çölyak hastalığı olan kişilerin prognozu önemli ölçüde iyileşti.
Günümüzde çölyak hastalığı iyi tanınan ve tedavi edilebilen bir hastalıktır. Ancak hastalıkla ilgili hala cevaplanmamış pek çok soru var. Örneğin, bazı insanlarda çölyak hastalığına neyin sebep olduğunu bilmiyoruz, bazılarında ise bilmiyoruz. Ayrıca hastalığın neden daha yaygın hale geldiğini de bilmiyoruz.
Prevalans ve Epidemiyoloji
Çölyak hastalığı, farklı etnik ve ırksal gruplar arasında önemli farklılıklar göstermekle birlikte, dünya genelinde nüfusun yaklaşık %1’ini etkilemektedir. Birinci derece akrabalarında çölyak hastalığı tanısı olan kişilerde ve diğer otoimmün bozuklukları olanlarda daha sık görülür.
Türkiye’de çölyak hastalığı görülme sıklığı yüzde 1 ile binde 3 arasında değişmektedir. Bu nedenle, Türkiye’de 250 bin ile 750 bin arasında çölyak hastası olduğu tahmin edilmektedir. Ancak, bu hastaların ancak yüzde 10’nuna tanı konulduğu düşünülmektedir. Bu nedenle, Türkiye’de 25 bin ile 75 bin arasında tanı almış çölyak hastası olduğu tahmin edilmektedir.
Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre, 2022 yılı sonu itibarıyla Türkiye’de tanı konan çölyak hastası sayısı 154.027’dir. Bu sayı, her geçen yıl artmaktadır.
Patofizyoloji
Çölyak hastalığı, öncelikle ince bağırsağı etkileyen, buğday, arpada ve çavdarda bulunan bir protein olan diyet gluteninin tüketilmesiyle ortaya çıkan kronik bir otoimmün bozukluktur. Genetik olarak yatkın bireylerde, glüten alımı, ince bağırsağın villusuna zarar veren, besin emilimini bozan, bağışıklık aracılı bir inflamatuar yanıta yol açar. Anahtar genetik bileşenler HLA-DQ2 ve HLA-DQ8 haplotipleridir, ancak bu haplotiplere sahip olan herkes çölyak hastalığına yakalanmaz.
Sindirim ve Emilim Üzerindeki Etkisi
Villusun gördüğü hasar önemlidir çünkü ince bağırsağın temel besin maddelerini etkili bir şekilde absorbe etme yeteneğini engeller. Bu malabsorbsiyon, ishal, kilo kaybı, anemi ve yorgunluk gibi çeşitli semptomlara ve ilişkili durumlara yol açabilir. Zamanla, sürekli gluten alımı daha fazla iltihaplanmaya, villöz atrofiye ve belirli bağırsak kanseri türlerinin ve diğer otoimmün bozuklukların artan riskleri dahil olmak üzere daha ciddi sağlık komplikasyonlarına yol açabilir.
Glifosat ve Çölyak Hastalığı
Glifosat, başta Roundup olmak üzere birçok herbisitin aktif maddesidir ve tarımsal uygulamalarda yabani otları kontrol etmek için yaygın olarak kullanılır. Tahıllar, ekmek ve atıştırmalıklar da dahil olmak üzere çeşitli işlenmiş gıdalarda varlığı tespit edilmiştir. Öte yandan çölyak hastalığı buğday, arpada ve çavdarda bulunan bir protein olan glutenin tetiklediği bir otoimmün bozukluktur. Çölyak hastalığı olan bireyler gluten tükettiğinde, bağışıklık sistemleri ince bağırsağa saldırarak iltihaplanmaya, hasara ve şişkinlik, ishal, kilo kaybı ve besin eksiklikleri gibi birçok semptoma yol açar.
Glifosat ve Çölyak Hastalığı Arasında Varsayılan Bağlantılar
Son araştırmalar, glifosata maruz kalma ile çölyak hastalığının gelişimi veya alevlenmesi arasındaki potansiyel bağlantıyı araştırdı. Öne sürülen mekanizmalar aşağıdaki gibidir:
Bağırsak Mikrobiyomunun Bozulması: Glifosat, sindirim ve genel sağlık için gerekli olan bakteri topluluğu olan bağırsak mikrobiyomunu değiştirebilir. Dengesiz bir bağırsak mikrobiyomu, bazen “sızdıran bağırsak” olarak da adlandırılan bağırsak geçirgenliğinin artmasına neden olabilir. Bu durum, glüten ve diğer parçacıkların kan dolaşımına daha kolay girmesine olanak tanır ve potansiyel olarak çölyak hastalığının bağışıklık tepkisini tetikler.
Mikro Besinlerin Şelasyonu: Glifosatın şelasyon özellikleri vardır, bu da vücuttaki bazı hayati mikro besinlere bağlanabileceği ve vücuttan uzaklaştırılabileceği anlamına gelir. Bu besinler, bağışıklık tepkisi ve doku onarımı da dahil olmak üzere çeşitli vücut fonksiyonları için gereklidir. Bu besinlerdeki bir eksiklik, özellikle çölyak hastalığı olan bireyleri, iyileşme ve bağışıklık fonksiyonunun bozulması nedeniyle ciddi semptom ve komplikasyon riskiyle karşı karşıya bırakabilir.
Hücresel Onarımın Engellenmesi: Vücudun hasarlı hücreleri onarma yeteneği, ince bağırsak zarının bütünlüğünü korumak için çok önemlidir. Glifosatın bu onarım sürecine müdahale edebileceği, çölyak hastalığı olan bireylerde gluten alımının neden olduğu hasarı şiddetlendirebileceği ve bağırsak zarının iyileşmesini engelleyebileceği yönünde endişeler var.
Güncel Araştırma ve Düzenleyici Duruşlar
Bu hipotezler, glifosatın çölyak hastalığındaki potansiyel rolünü anlamak için zorlayıcı yollar sunarken, araştırmaların devam ettiğini ve sonuçların henüz kesin olarak belirlenmediğini belirtmek önemlidir. Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC), glifosatı “insanlar için muhtemelen kanserojen” olarak sınıflandırdı ve bu da onun güvenliğiyle ilgili bazı endişeleri yansıtıyor. Buna karşılık, ABD Çevre Koruma Ajansı’nın (EPA) yaptığı değerlendirmeler, glifosatın “insanlar için kanserojen olma ihtimalinin düşük olduğu” sonucuna vardı. Bu farklı bakış açıları, özellikle çölyak hastalığı gibi otoimmün bozukluklarla ilgili olarak glifosatın tam etkisini anlamak için daha fazla, daha kesin araştırmalara duyulan ihtiyacın altını çiziyor.

Klinik Sunum ve Tanı
Yaygın semptomlar arasında ishal, şişkinlik, kilo kaybı, anemi ve yorgunluk yer alır. Bununla birlikte, bazı hastalarda hafif veya atipik semptomlar olabilir ve bu da tanıyı zorlaştırır. Teşhis tipik olarak spesifik antikorlar (tTG, EMA) için serolojik testlerin ve villöz atrofiyi gösteren ince bağırsağın doğrulayıcı biyopsisinin bir kombinasyonu yoluyla yapılır. Yanlış negatifliklerden kaçınmak için bu testlerin hasta hala gluten içeren bir diyetteyken yapılması kritik öneme sahiptir.
Çölyak Hastalığının Tanısı
Çölyak hastalığının teşhisi, serolojik testlerin ve ince bağırsağın doğrulayıcı biyopsilerinin bir kombinasyonunu içerir. İnce bağırsağın bir parçası olan duodenumdaki histolojik değişiklikleri anlamak kesin tanı için çok önemlidir.


Mikrobiyolojik Tanı
Normal, sağlıklı bir bireyde duodenum şu şekilde karakterize edilir:
Villi: Bunlar lenfositler, goblet hücreleri ve enterositler dahil olmak üzere epitelyal hücre popülasyonu ile hassastır.
Kriptler: Bunlar Paneth hücrelerini, goblet hücrelerini ve enteroendokrin hücrelerini içerir.
Ancak çölyak hastalığı olan bireylerde duodenumda belirgin değişiklikler görülür:
- Lenfositlerde Artış: Epitel içindeki lenfositlerin sayısında gözle görülür bir artış vardır.
- Kript Hiperplazisi: Bağırsaktaki kriptolar hiperplaziye uğrar, yani sayıları artar.
- Lamina Propria’nın İstilası: Lamina propria, inflamasyonun ve bağışıklık tepkisinin göstergesi olan lenfoplazma hücreleri tarafından istila edilir.
- Mukozal Kıvrımların Atrofisi ve Düzleşmesi: En karakteristik değişiklik, villusların ve mukus tabakasının kıvrımlarının atrofisi ve düzleşmesidir, bu da besin emilimi için yüzey alanının azalmasına yol açar.
Bu histolojik değişiklikler tanı için kritik öneme sahiptir ve tipik olarak endoskopik bir işlem sırasında ince bağırsağın biyopsisi yoluyla gözlemlenir. Spesifik çölyak hastalığı antikorları için pozitif serolojik testlerin yanı sıra bu değişikliklerin varlığı tanıyı doğrular.
Çölyak hastalığı zorlu olsa da, villusların iyileşmesine ve semptomların iyileşmesine olanak tanıyan katı, ömür boyu glutensiz bir diyetle yönetilebilir. Bu durumun patolojik ve tanısal karmaşıklıklarını anlamak, etkili yönetim ve etkilenenlerin yaşam kalitesinin iyileştirilmesi açısından çok önemlidir.
Tedavi ve Yönetim
Çölyak hastalığının tedavisinin temel dayanağı, bağırsak mukozasının iyileşmesine, semptomların iyileşmesine ve osteoporoz, kısırlık ve bağırsak lenfomaları gibi ilişkili komplikasyonların gelişme riskinin azalmasına yol açan sıkı, ömür boyu glutensiz bir diyettir.

Keşif
Antik ve Erken Açıklamalar
- MS 1.-2. Yüzyıl:
En önemlisi Kapadokyalı Aretaeus’un erken dönem tıbbi yazıları, gastrointestinal semptomları olan durumların açıklamalarını içerir. Terminoloji ve kavramsal çerçeve bugünün tanımından farklı olsa da, bu açıklamalar çölyak benzeri hastalık olarak yorumlanabilecek en erken kaydedilmiş gözlemler arasındadır.
19. Yüzyıl Sonları – Klinik Karakterizasyon
- 1888 – Samuel Gee’nin Önemli Açıklaması:
The Lancet‘te yayınlanan çığır açıcı bir makalede Samuel Gee, “çölyak hastalığı”nın ilk ayrıntılı klinik açıklamalarından birini sunmuştur. Çalışması, öncelikle çocuklarda gözlemlenen malabsorptif sendromu vurguladı ve diyet faktörlerinin hastalık sürecinde merkezi olduğu fikrini ortaya koydu. Gee’nin gözlemleri, gelecekteki diyet müdahaleleri ve gastrointestinal patoloji araştırmaları için temel oluşturdu.
20. Yüzyılın Ortaları – Gluten Bağlantısı
- 1940’lar – Savaş Zamanında Gözlemler:
II. Dünya Savaşı sırasında, Hollandalı çocuk doktoru Willem-Karel Dicke, çölyak hastalığı olan çocukların buğday tüketiminin azaldığı dönemlerde klinik iyileşme gösterdiğini fark ettiğinde önemli gözlemlerde bulundu. Savaş zamanında buğday kıtlığı doğal bir deney sağladı ve Dicke’ın buğdaydaki bileşenlerin (daha sonra gluten olarak tanımlandı) hastalığın ortaya çıkmasında merkezi bir rol oynadığı hipotezini ortaya atmasına yol açtı. - 1950’ler – Glutenin Tetikleyici Olarak Belirlenmesi:
1950’lerde yapılan diğer çalışmalar, buğdayın (ve ilgili tahılların) diyetten çıkarılmasının belirgin klinik iyileşmeye yol açtığını göstererek Dicke’ın hipotezini doğruladı. Bu dönem, çölyak hastalığının gluten kaynaklı bir bozukluk olduğu kavramını sağlamlaştırdı.
1960’lar–1970’ler – Histopatoloji ve Tanı Zorlukları
- 1960’lar – Endoskopi ve Biyopsi Tekniklerindeki Gelişmeler:
Endoskopik ve histopatolojik yöntemlerin geliştirilmesi ve iyileştirilmesi, ince bağırsak mukozal değişikliklerinin doğrudan gözlemlenmesine olanak tanıdı. Klinisyenler, etkilenen bireylerin duodenum mukozasındaki karakteristik villöz atrofiyi, kript hiperplazisini ve inflamatuar infiltratları belgelemeye başladı. - 1970’ler – Gluten Zorluk Testleri:
Sistematik gluten zorluk testlerinin tanıtılması, gluten alımı ile mukozal hasar arasındaki nedensel ilişkiyi daha da belirledi. Bu testler, hastalığın glutene duyarlı doğasını güçlendirmekle kalmadı, aynı zamanda hem tanı hem de immünopatogenezi üzerine araştırma için bir çerçeve sağladı.
1980’ler – İmmünolojik İçgörüler ve Serolojik Testler
- 1980’lerin Sonları – Otoimmün Kavramların Ortaya Çıkışı:
Araştırmacılar çölyak hastalığının otoimmün bileşenlerini takdir etmeye başladılar. Endomisyal antikorlar gibi ince bağırsağın bileşenlerine yönelik otoantikorların tanınması, hastalık mekanizmalarının anlaşılmasında önemli bir sıçramayı temsil etti. - Serolojik Analizlerin Geliştirilmesi:
Anti-endomisiyal ve anti-gliadin antikorları dahil olmak üzere serolojik belirteçlerin tanımlanması ve ardından doğrulanması, tanı doğruluğunu artırdı. Bu testler hastaları taramak ve teşhis etmek için invaziv olmayan araçlar sağladı ve böylece erken teşhis ve müdahaleyi kolaylaştırdı.
1990’lar – Moleküler ve Genetik Keşifler
- 1997 – Doku Transglutaminazının (tTG) Otoantijen Olarak Tanımlanması:
Dieterich ve meslektaşlarının çölyak hastalığında başlıca otoantijen olarak doku transglutaminazını (tTG) tanımlamasıyla önemli bir atılım gerçekleşti. Bu keşif yalnızca glüten alımıyla tetiklenen immünopatolojik kaskadın anlaşılmasını geliştirmekle kalmadı, aynı zamanda oldukça spesifik tanı testlerinin geliştirilmesine de yol açtı. - Genetik Yatkınlığın Açıklanması:
Bu on yıldaki çalışmalar çölyak hastalığı ile belirli insan lökosit antijeni (HLA) haplotipleri, özellikle HLA-DQ2 ve HLA-DQ8 arasındaki güçlü ilişkiyi daha da belirginleştirdi. Bu genetik yatkınlık, hastalığın patogenezi ve epidemiyolojisi hakkında içgörüler sağladı.
2000’ler ve Sonrası – Tanı Kriterlerinin İnce Ayarı ve Genişletilmiş Anlayış
- Kanıta Dayalı Kılavuzların Kabulü:
Serolojik testlerin, genetik taramanın ve histopatolojik değerlendirmenin entegrasyonu, standart tanı kılavuzlarının oluşturulmasına yol açtı. Özellikle, Avrupa Pediatrik Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme Derneği (ESPGHAN) kılavuzları, seçilmiş vakalarda invaziv ince bağırsak biyopsisi olmadan tanıya izin vermeye başladı. - Devam Eden Araştırma ve Klinik Denemeler:
Son on yıllarda, glutenle ilişkili bozuklukların daha geniş yelpazesini anlamak, tanı kriterlerini daha da geliştirmek ve katı glutensiz diyetin ötesinde olası terapötik müdahaleleri keşfetmek için sürekli çabalar görüldü. Bu dönem, yeni, hedefli tedaviler geliştirme amacıyla hastalığın altında yatan immünolojik ve moleküler mekanizmalara artan bir odaklanma ile karakterizedir.
İleri Okuma
- Baker, J., & Roberts, T. (2012). Classical Nomenclature in Botanical Taxonomy: A Historical Perspective. Botanical Journal of the Linnean Society, 170(2), 123–137.
- Davies, L. (2010). Etymology of Medicinal Plants: From Antiquity to Modern Taxonomy. Journal of Ethnopharmacology, 128(1), 15–27.
- Harrison, M. (2015). Latin in the Natural Sciences: The Legacy of Botanical Nomenclature. Historical Studies in the Natural Sciences, 45(3), 265–284.
- Simpson, B., & Weiner, C. (2006). Plant Systematics and the Language of Science. Annals of Botany, 98(5), 989–1003.
- Fasano, A., & Catassi, C. (2012). Celiac Disease. New England Journal of Medicine, 367(25), 2419-2426.
- Ludvigsson, J.F., et al. (2013). The Oslo definitions for coeliac disease and related terms. Gut, 62(1), 43-52.
- Rubio-Tapia, A., et al. (2013). The prevalence of celiac disease in the United States. American Journal of Gastroenterology, 108(10), 1538-1544.
- Tack, G.J., et al. (2010). Serologic Assays for Celiac Disease Diagnosis: The Performance of Different AGA-IgG, EMA, and tTG Antibody Tests. Autoimmunity Reviews, 9(10), 685-691.
- Leonard, M.M., et al. (2017). Celiac Disease and Nonceliac Gluten Sensitivity: A Review. JAMA, 318(7), 647-656.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.