Kalbin sağ ve sol karıncıklarını ayıran bölüme interventriküler septum denir. Bu kaslı yapı, kalpteki oksijenli ve oksijensiz kan arasındaki ayrımın korunmasında çok önemli bir rol oynar. Sağ ventrikülden gelen ve oksijenlenmek üzere akciğerlere (pulmoner arter yoluyla) yönlendirilen kanın, sol ventrikül tarafından sistemik dolaşıma (aort yoluyla) pompalanan oksijence zengin kanla karışmamasını sağlar.

İnterventriküler septum iki ana bölüme ayrılır:

  1. Membranöz kısım: Bu, kalbin tabanına yakın, aort kapağına yakın bulunan ince, lifli kısımdır.
  2. Kaslı kısım: Bu, septumun çoğunluğunu oluşturan ve kalbin apeksine doğru yer alan daha kalın, kaslı bölümdür.

Gelişimsel olarak septum, kaslı ventriküler septum ve çıkış yolu septaları dahil olmak üzere çeşitli embriyolojik yapıların birleşmesinden kaynaklanır. Oluşumundaki anormallikler, ventriküller arasında kanın anormal şekilde akmasına izin veren bir açıklıkla karakterize konjenital kalp anomalileri olan ventriküler septal defektlere (VSD’ler) yol açabilir.

Fizyolojik önemi açısından, interventriküler septum sadece iki ventrikülü ayırmakla değil, aynı zamanda kalbin kasılmasına yardımcı olmakla da görevlidir. Sistol sırasında ventrikül duvarlarıyla birlikte kasılarak kanın her iki ventrikülden etkili bir şekilde dışarı atılmasına katkıda bulunur.

Anatomik ve Klinik Önemi:

  • İnterventriküler septum kalbin iletim sistemiyle, özellikle de üst kısmı boyunca uzanan His demetiyle yakından ilişkilidir. Bu bölgedeki herhangi bir anormallik, kalp atışından sorumlu elektriksel uyarıları etkileyerek potansiyel olarak aritmilere yol açabilir.
  • Hipertrofik kardiyomiyopati** gibi durumlar septumun kalınlaşmasına neden olabilir, bu da hipertrofik obstrüktif kardiyomiyopati (HOCM) olarak bilinen bir durum olan sol ventrikülden kan akışını engelleyebilir.

Bu nedenle, interventriküler septum hem anatomik işlevi hem de klinik önemi açısından kritik bir yapıdır.

Keşif

Kalbin interventriküler septumunu anlama ve inceleme tarihindeki dönüm noktaları, hem anatomik bilimin hem de klinik tıbbın ilerlemesine bir bakış sunuyor.

Erken Anatomik Keşifler (16.-17. Yüzyıl)

İnterventriküler septumun hikayesi, Andreas Vesalius (1514-1564) gibi bilim insanlarının insan vücudunu ilk kez ayrıntılı olarak incelediği Rönesans döneminde başlar. Flaman bir anatomist olan Vesalius, uzun süredir devam eden Galenik geleneklerden ayrıldı ve anıtsal eseri De Humani Corporis Fabrica (1543)’da insan kalbinin yapısını titizlikle tanımladı. Her ne kadar interventriküler septumun spesifik işlevini tanımlamamış olsa da, yaptığı incelemeler daha sonraki anatomik anlayış için zemin hazırlamıştır.

Sonraki yüzyılda, dolaşım sistemini keşfiyle tanınan William Harvey (1578-1657) kalbin odacıklarının işlevsel olarak anlaşılmasına katkıda bulundu. Harvey’in çalışmaları kalbin pompa rolünü aydınlatmış, kanı akciğerler ve vücut arasında sürekli bir devre halinde ilerletmiş ve böylece dolaylı olarak septumun oksijenli ve oksijensiz kanı ayrı tutmadaki önemini vurgulamıştır.

Konjenital Defektlerin Keşfi (19. Yüzyıl)

19. yüzyılda tıp bilimi ilerledikçe, doktorlar birçoğu interventriküler septumu içeren doğuştan kalp kusurlarını gözlemlemeye ve belgelemeye başladı. Napolyon’un özel doktoru Jean-Nicolas Corvisart (1755-1821), kalpteki doğumsal anormallikleri ilk tanımlayanlardan biriydi. Corvisart’ın 1806’da yayınlanan gözlemleri, günümüzde ventriküler septal defekt (VSD) olarak bilinen ve septumdaki bir deliğin kanın ventriküller arasında anormal bir şekilde akmasına izin verdiği durumu da içeriyordu.

Bu döneme doktorların merakı ve yapısal kalp anomalilerini klinik semptomlarla ilişkilendirme becerilerinin artması damgasını vurdu. Septumu içeren doğuştan kalp hastalıklarının anlaşılması genişledi ve tedavide gelecekteki yeniliklerin önünü açtı.

Kalp Cerrahisinin Gelişimi (20. Yüzyıl)

  1. yüzyılda kalp cerrahisi alanı, konjenital defektleri tedavi etme ihtiyacından kaynaklanan büyük bir devrim yaşadı. Bu gelişmelerin çoğunda interventriküler septum ön plana çıkmıştır. 1954 yılında, C. Amerikalı bir kalp cerrahı olan Walton Lillehei VSD’yi onarmak için ilk açık kalp ameliyatlarından birini başarıyla gerçekleştirdi. Ameliyat, defektin doğrudan görüntülenmesini ve kapatılmasını içeriyordu ve kalp anomalilerinin tedavisinde önemli bir kilometre taşını işaret ediyordu. Lillehei’nin “kontrollü çapraz dolaşım” olarak bilinen öncü tekniği, bir ebeveyni veya akrabayı geçici bir baypas makinesi olarak kullanıyordu ve zamanına göre inanılmaz derecede cesur ve yenilikçi bir yaklaşımdı.

Bu başarı öyküsü, modern kalp cerrahisinin yanı sıra septal anatomi ve fonksiyonun daha iyi anlaşılması için bir başlangıç noktası oldu. Kısa bir süre sonra ekokardiyografi ve MR dahil olmak üzere kardiyak görüntüleme teknikleri geliştirilerek septumun invazif olmayan bir şekilde görüntülenmesi ve teşhis olanaklarının iyileştirilmesi sağlandı.

Septal Defektlerin Genetik Anlayışı (21. Yüzyıl)

Genetik ve moleküler biyolojinin yükselişiyle birlikte, 21. yüzyıldaki araştırmacılar, interventriküler septumu etkileyenler de dahil olmak üzere birçok konjenital kalp defektinin genetik temelini ortaya çıkarmaya başladılar. Kalp gelişiminden sorumlu genlerdeki NKX2-5 ve GATA4 gibi bazı mutasyonların embriyogenez sırasında septal oluşumda kritik bir rol oynadığı ortaya çıktı.

Bu genlerin keşfi, septal defektlerin kalıtsal doğasının daha iyi anlaşılmasını sağlayarak, doğuştan kalp rahatsızlıkları öyküsü olan aileler için daha etkili tarama ve potansiyel olarak önleyici stratejilere yol açmıştır. Genetik ve çevresel faktörler arasındaki etkileşim, kalbin yapısının incelenmesinde hem klinik hem de teorik ilerlemeleri yönlendiren aktif bir araştırma alanı olmaya devam etmektedir.

Modern Görüntüleme ve Tedavi Yaklaşımları

Günümüzün dönüm noktası, en son görüntüleme teknolojilerinin ve minimal invaziv prosedürlerin ortaya çıkmasıdır. 3D ekokardiyografi** ve kardiyak MRI gibi yüksek çözünürlüklü görüntüleme teknikleri, klinisyenlerin interventriküler septumu benzeri görülmemiş ayrıntılarla görüntülemesine olanak sağlamıştır. Bu gelişmeler, septal defektlerin ve septumun anormal kalınlaşmasını içeren ve sol ventrikülden kan akışını engelleyebilen hipertrofik kardiyomiyopati (HCM) gibi diğer durumların teşhisinde hassasiyeti artırmıştır.

Tedavi cephesinde, ventriküler septal defektlerin transkateter kapatılması gibi minimal invaziv teknikler tedavide devrim yaratmıştır. Septal defekti kapatmak için kan damarlarından bir kateter yerleştirilmesini içeren bu prosedürler, geleneksel açık kalp ameliyatlarıyla ilişkili iyileşme sürelerini ve riskleri önemli ölçüde azaltmıştır.

İnterventriküler septumun tarihi, ilk anatomik keşiflerinden genetik temellerinin modern anlayışına ve tedavi ilerlemelerine kadar, kalbin karmaşıklığını ve insanlığın sağlık ve yaşam beklentisinin iyileştirilmesi için sırlarını çözmeye yönelik amansız çabasını göstermektedir. Bu yolculuk, rejeneratif tıp ve doku mühendisliği üzerine yapılan yeni araştırmaların kalp onarımı ve rejenerasyonunda gelecekteki yenilikler için umut vermesiyle devam ediyor.

İleri Okuma
  1. Anderson, R. H., Becker, A. E., & Arnold, R. (1974). The morphology of the ventricular septum in the normal human heart. Chest, 65(5), 532-545.
  2. Becker, A. E., & Anderson, R. H. (1981). Ventricular septal defects: a study of the failure in closure of parts of the ventricular septum. British Heart Journal, 45(3), 367-381.
  3. Healy, D. G., Boyle, D., & Hurley, J. V. (1982). The interventricular septum: an anatomical and histological study. Journal of Anatomy, 135(Pt 4), 749-759.
  4. Maron, B. J., Gardin, J. M., Flack, J. M., Gidding, S. S., Kurosaki, T. T., & Bild, D. E. (1995). Prevalence of hypertrophic cardiomyopathy in a general population of young adults. Circulation, 92(4), 785-789.
  5. Ho, S. Y., & Nihoyannopoulos, P. (2001). Anatomy, echocardiography, and normal right ventricular dimensions. Heart, 86(Suppl 1), i3-i9.
  6. O’Rahilly, R., & Müller, F. (2006). The embryonic development of the septum of the heart. Annals of Anatomy, 188(6), 457-470.