Linezolid

“Linezolid” kelimesi iki kelimenin birleşiminden oluşur: “morfolin” ve “oksazolo”.

Morfolin, C4H9NO formülüne sahip heterosiklik bir organik bileşiktir. Güçlü amonyak benzeri bir kokuya sahip, renksiz, higroskopik bir sıvıdır. Morfolin, solvent, yağlayıcı ve reaktif olarak çeşitli endüstriyel uygulamalarda kullanılır.
Oksazolidinon, C3H3NO2 formülüne sahip bir heterosiklik organik bileşiktir. Renksiz, kristalimsi bir katıdır. Oksazolidinonlar, antimikrobiyal aktivite de dahil olmak üzere çeşitli biyolojik aktivitelere sahiptir.

“Linezolid” adı bileşiğin kimyasal yapısından türetilmiştir. İsminin “morfo” kısmı morfolin halkasından, “oksazolo” kısmı ise oksazolidinon halkasından gelmektedir.

Linezolid sentetik bir antibiyotik olup ismini kimyasal yapısından almaktadır. Oksazolidinon antibiyotik sınıfına aittir.

Linezolid, klinik uygulamaya giren ilk oksazolidinon antibiyotiktir. 1990’ların ortasında keşfedildi ve metisiline dirençli Staphylococcus aureus (MRSA) ve vankomisine dirençli enterokoklar (VRE) dahil olmak üzere Gram pozitif bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların tedavisi için 2000 yılında ABD FDA tarafından onaylandı. Bu bir atılımı temsil ediyordu çünkü onlarca yıldır Gram pozitif enfeksiyonlara yönelik olarak tanıtılan ilk yeni antibiyotik sınıfıydı ve artan antibiyotik direnci sorununu ele alıyordu.

Kimya

Farmakodinamik:

Etki Şekli: Linezolid bakteriyel protein sentezini inhibe ederek çalışır. 50S ribozomal alt biriminin 23S kısmına bağlanarak fonksiyonel 70S başlatma kompleksinin oluşumunu engeller. Bu, diğer antibiyotiklerle karşılaştırıldığında benzersiz bir etki mekanizmasıdır.

Aktivite Spektrumu: Linezolid öncelikle aşağıdakiler dahil Gram-pozitif bakterilere karşı aktiftir:

Staphylococcus aureus (MRSA dahil)
Streptococcus pneumoniae
Enterokoklar (VRE dahil)
Diğer Gram pozitif patojenler.
Direnç: Linezolide karşı bakteriyel direnç nispeten nadirdir ancak ortaya çıkabilir. Direnç mekanizmaları, ribozomal bağlanma bölgesindeki mutasyonları ve ilacın hedef bölgesini değiştiren enzimlerin üretimini içerir.

Farmakokinetik:

Emilim: Linezolid hem oral hem de intravenöz olarak uygulanabilir. Gastrointestinal sistemden iyi emilir ve oral biyoyararlanımı %100’e yakındır.

Dağılım: Vücutta yaygın olarak dağılır ve çeşitli dokulara iyi bir şekilde nüfuz eder; bu da onu cilt, akciğerler ve kan dolaşımı dahil olmak üzere farklı enfeksiyon türleri için faydalı kılar.

Metabolizma: Linezolid karaciğerde metabolize olur ancak diğer birçok ilaca göre daha az oranda metabolize olur. Başlıca metabolik yolları morfolin halkasının oksidasyonu ve asetamid kısmının hidroksilasyonudur.

Atılım: Hem ana ilaç hem de metabolitleri öncelikle idrarla atılır.

Yarı ömür: Linezolidin ortalama yarı ömrü yaklaşık 5 ila 7 saattir.

Yan Etkiler ve Hususlar:

Linezolid çeşitli yan etkilere neden olabilir. Bunlardan en önemlilerinden biri, özellikle uzun süre kullanıldığında kan hücresi sayısında azalmaya yol açan kemik iliği baskılanmasıdır. Ayrıca periferik nöropatiye neden olabilir ve serotonin sistemini etkileyen ilaçlarla etkileşime girerek serotonin sendromuna yol açabilir.

Tarih

Linezolid, 1990’ların sonlarında Upjohn Company tarafından geliştirilen sentetik bir antibiyotiktir. 2000 yılında ABD Gıda ve İlaç İdaresi (FDA) tarafından onaylanmıştır ve şu anda dünyanın en çok satan antibiyotiklerinden biridir.

Linezolidin keşfi, oksazolidinonların potansiyel monoamin oksidaz inhibitörleri (MAOI’ler) olarak araştırılmasıyla başladı. MAOI’ler depresyon ve diğer durumların tedavisinde kullanılan bir ilaç sınıfıdır. 1950’lerin sonlarında E.I.’deki araştırmacılar. du Pont de Nemours ve Company, oksazolidinonların MAOI aktivitesine sahip olduğunu keşfetti. Ancak bu bileşiklerin antimikrobiyal aktiviteye sahip olduğunu da buldular.

1990’larda Pharmacia & Upjohn (şu anda Pfizer’in bir parçası) kendi oksazolidinon araştırma programını başlattı. Bileşiklerin yapı-aktivite ilişkileri üzerine yapılan çalışmalar, değişen güvenlik profilleri ve antimikrobiyal aktiviteye sahip çeşitli oksazolidinon türevleri alt sınıflarının geliştirilmesine yol açtı. Linezolid, iyi bir güvenlik profiline sahip olması ve çok çeşitli Gram-pozitif bakterilere karşı etkili olması nedeniyle daha da geliştirilmek üzere seçildi.

Linezolid, komplike cilt ve cilt yapısı enfeksiyonları, toplum kökenli pnömoni ve vankomisine dirençli enterokok (VRE) enfeksiyonlarının tedavisi için 2000 yılında FDA tarafından onaylandı. O zamandan beri metisiline dirençli Staphylococcus aureus (MRSA) enfeksiyonları ve çoklu ilaca dirençli Streptococcus pneumoniae’nin neden olduğu zatürre dahil diğer enfeksiyonların tedavisi için onaylandı.

Linezolid nispeten güvenli bir antibiyotiktir ancak bulantı, kusma ve ishal gibi bazı yan etkilere neden olabilir. Ayrıca, MAOI’leri serotonin düzeylerini artıran diğer ilaçlar veya takviyelerle birlikte aldığınızda ortaya çıkabilen bir reaksiyon olan serotonin sendromu adı verilen nadir fakat ciddi bir duruma da neden olabilir.

Güvenlik kaygılarına rağmen linezolid, Gram pozitif bakterilerin neden olduğu ciddi enfeksiyonların tedavisinde önemli bir antibiyotiktir. Artan antibiyotik direnci sorunuyla mücadelede değerli bir araçtır.

Kaynak:

  1. Brickner, S. J., Barbachyn, M. R., Hutchinson, D. K., & Manninen, P. R. (2008). Linezolid (ZYVOX), the first member of a completely new class of antibacterial agents for treatment of serious gram-positive infections. Journal of medicinal chemistry, 51(7), 1981-1990.
  2. Stalker, D. J., & Jungbluth, G. L. (2003). Clinical pharmacokinetics of linezolid, a novel oxazolidinone antibacterial. Clinical pharmacokinetics, 42(13), 1129-1140.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

1000 YAŞINDAKİ ALMANYALININ AĞZINDAKİ GENOMLAR

Zaman: 2013 Nisanı. Amerikan Fiziksel Antropoloji yıllık toplantısı. Akşam.
Yer: Tennessee eyaletinin Knoxville şehrinde bir salaş bar.
Kim: Yeni yetme genetik antropologlar.

Hepimiz Tina’nın (Christina Warinner) etrafında toplanmış, onu sabırla cevap verdiği bir soru yağmuruna tutmuştuk. Bir-iki saat önce Tina, eski kemiklerde çok iyi korunan bir yapı olan diş plağından hem kemiğin ait olduğu insanın, hem de o plakta hapsolmuş bakterilerin DNA’sını çok iyi bir kalitede elde ettiğini iddia eden bir konuşma vermişti. Bu bulgular çok yeni idi ve de daha sonuçları analiz etmeye fırsat bulamamıştı Tina. Ancak, son yılda yaptıkları replikasyon ve kalite kontrol deneyleri, çıkarılan DNA’ların otantik (yani gerçekten eski örneklernden çıkmış) ve kapsamlı (yani eskiyi genel anlamda temsil eden bir yapıda) olduğunu ortaya koyuyordu. Eğer bulgular tekrarlanabilirse, binlerce yıl önce yaşayan insanların, hayvanların ve hatta belki Neandertallerin hangi hastalıklarla cebelleştiklerini, ağızlarında hangi bakterilerin yaşadığını,neler yediklerini öğrenebilecek ve belki daha bir çok başka bilgiye ulaşabilecektik. Hepimiz çok heyecanlanmıştık. Ancak Tina’nınki gibi çok şey vaadeden ancak sonrasında fos çıkan bir çok çalışmadan dilimiz yandığından kafamızda kuşkular vardı. O yüzden ardı arkası kesilmeyen bir soru yağmuruna tutmuştuk Oklohama Üniversitesi’nde kendi laboratuvarını kurmaya hazırlanan Tina’yı.

Click here to display content from TED.
Learn more in TED’s privacy policy.

Gerçekten de yaklaşık 1 sene kadar sonra Tina’nın makalesi en prestijli genetik dergisi olan Nature Genetics’te yayınlanmıştı. Makalenin içeriği Tina’nın önceki sene anlattıklarını ve hatta daha fazlasını içeriyordu. Fakat size bu içeriği anlatmadan önce mikrobiom ve metagenom kavramlarını biraz irdelemek istiyorum.

 

Metagenom ve mikrobiom

Metagenom bir örnekte bulunan tüm DNA moleküllerinin, özel bir zenginleştirme veya filtre yapılmadan dizilenmesi olarak tanımlanabilir. Örneğin bir insanın tükürüğünden örnek aldığımızda, o insanın DNA’sı ile birlikte, binlerce (evet binlerce) değişik tür mikroorganizmanın (mikrobiom) ve çiğnenmiş yemeklerden kalmış hayvan ve bitkilerin DNA’ları da örneklenmiş oluyor. Yeni nesil DNA dizileme yöntemleri ile bu DNA’ların temsil ettiği değişik organizmaları, bu organizmaların hangi oranda bulunduğunu ve bu organizmalar arasındaki genetik ilişkileri bulmak mümkün.

Şekil 2. İnsan bağırsağında yaşayan mikroorganizmalardan Enterococcus faecalis. (Fotoğraf: ABD Tarım Bakanlığı)

Şekil 2. İnsan bağırsağında yaşayan mikroorganizmalardan Enterococcus faecalis. (Fotoğraf: ABD Tarım Bakanlığı)

İnsan metagenomunu inceleyen yeni çalışmalar karşımıza inanılması güç, muazzam bir bir tablo ortaya çıkarıyor. Bugün biliyoruz ki, örneğin, vücudumuzda insan hücrelerinin sayısından on kat daha fazla, trilyonlarca mikroorganizma yaşamakta (Şekil 2). Bu küçük hücreleri toparlayıp tartabilsek, kilolarca biyokütle oluşturacaklar. Yine artık açık olarak görmekteyiz ki, insan evrimi le bu küçücük organizmaların evrimi birbiri ile bağlantılı. Çoğu bize zarar vermeden ve hatta hayat döngümüzün vazgeçilmez parçaları olarak bağırsaklarımızda, midemizde, derimizde, ağzımızda ve bir çok başka organımızda yaşamakta. Bu muazzam çeşitliliğe ev sahibi olan bizlerle birlikte, bu mikroorganizmalar karmaşık, dinamik bir ekosistem oluşturmakta. Bugün yine biliyoruz ki doğumumuzda bizimle olan bu mikroorganizma ekosistemini ve hayatımızın sonuna kadar, değişerek bizimle kalıyor.

Yeni çalışmalar gösteriyor ki, bu ekosistemin dengesi sağlığımız için çok önemli. Bu ekosistem, sindirim ve bağışıklık sistemimizin vazgeçilmez parçaları. O kadar ki, bu mikroorganizmaları kaybetmemiz, ölüme götürüyor. İçtiğimiz sigara, yediğimiz yemekler, içteğimiz suya göre insandan insana değişiyorlar. Ekosistemdeki dinamikler obeziteden, kansere kadar bir çok hastalıkta değişiklik gösteriyor, daha tam anlamadığımız ama gözlemleyebildiğimiz bir rol oynuyorlar. Bu önemli ekosistemin içinde, çok önemli hastalıklar yaratabilecek mikroplar da olabiliyor. Bağışıklık sistemimizin ve bu vücudumuzda yaşayan ekosistemin dinamiklerinin değiştiği zamanlarda ortaya çıkıp çok önemli hastalıklara yol açabiliyorlar. Kısaca bu ekosistem biyolojimizin bir çok katmanında etkili. Dolayısı ile metagenom çalışmaları, genomik biliminin en önemli alt-dallarından biri olma yolunda hızla ilerliyor.

 

Ortaçağda ağız metagenomu

Tina’nın çalışmasına gelince, aslında normal bir mikrobiom çalışması. Tek farkı, bu çalışmanın 10.000 senelik bir örnek üzerinde yapılması. Bunu mümkün kılan ise genelde fiziksel antropologların hiç ilgilenmedikleri ve de dişçilerden her ziyaretimizde bir araba laf işitmemize neden olan tartar. Tartar tükürükteki minarellerin diş diplerinde birikmesinden oluşan yapıya denmekte. Son yıllardaki çalışmalar gösteriyor ki, tartar oluşumu sırasında o anda ağız içinde olan parçacıkların bir kısmı bu yapının içinde hapsolmakta. Tartar bir anlamda, ağız içindeki bakterilerin, yemek parçalarının ve ağız içinde dolaşan insan hücrelerinin binlerce yıl korunduğu bir sığınak (Şekil 3). İşte Tina ve birlikte çalıştığı arkadaşları tartarda hapsolan hücrelerin DNA’sını çıkarmayı ve dizilemeyi başarmış, bin sene önce yaşamış insanların metagenomu elde etmişlerdi.

Şekil 3. (A) Bir Ortaçağ Avrupalısının çene kemiği, dişleri ve tartar, (B) soldaki resimdeki dikdörtgen içinde kalan dişin büyütülmüş hali.

Şekil 3. (A) Bir Ortaçağ Avrupalısının çene kemiği, dişleri ve tartar. (B) soldaki resimdeki dikdörtgen içinde kalan dişin büyütülmüş hali. (Christina Warinner Laboratuvarı sitesinden izinle alınmıştır.)

Bu geç Ortaçağ Almanyalıları, Kutsal Germen İmparatorluğu’nun tebaası olmalıydılar. O zamanın günümüze göre çok daha kötü olan hijyen koşullarını gözününe aldığımızda, ağız sağlıklarının çok kötü olması beklemekteydi. Gerçekten, metagenom çalışması bugünde dişeti hastalıklarının baş sebebi olan ve ‘kırmızı kompleks’ olarak bilinen, bakteri gruplarının Ortaçağ Avrupalılarında bol miktarda ve sağlıklı modern insan ağzından daha fazla miktarda olduğunu ortaya çıkarmıştı. Bu beklenen sonuç dışında, bugünkü ağız mikrobiomu ile uyuşan ve uyuşmayan binlerce başka tür bakteri de ortaya çıkarılmıştı bu antik ağızlardan.

Dahası, Tina ve arkadaşları, bir adım daha atıp, diş tartarlarında hapsolan proteinleri kütle spektrometrisi’ tekniği ile incelemişler ve antik ağızlarda günümüzü insanı ağzından çok daha fazla bir şekilde iltihaplanma ile ilişkili bir çok proteinin salgılandığını gözlemlemişlerdi. Ancak, en enteresan ve beklenmeyen bulgulardan birisi, antibiotiğe dayanaklı bakteri genlerinin gözlemlenmesi olmuştu. Görünüşe göre, antibiyotiğe dayanıklılık gösteren genetik özellikler, bu ilaçların yaygın bir şekilde kullanılmasından önce ortaya çıkmıştı ve bu çalışmada Ortaçağ Avrupalılarında bu özelliklerin bir kısmını saptayabilmişlerdi.

Tina ve arkadaşlarının, 1000 senelik metagenomdan çıkardıkları bir başka bilgi de, bu insanların yedikleri yemeklerden kalan genetik parçalardı. Bu genetik parçalar domuz, koyun, lahana ve buğdayınkine tekabül ediyor ve Almanya’da yaşayan insanların son bin senedir yemek kültürlerinde (ne yazık ki!) bir değişiklik olmadığına işaret ediyordu.

Bu çalışma 1000 sene öncesinin hayatına açılan bir pencere olmuş, bir çok enteresan bilgi vermiş ama daha önemlisi, diğer benzer çalışmalarla beraber metodoloji olarak yepyeni bir genetik antropoloji alt dalı ortaya çıkarmıştı.

 

Daha zengin bir genetik antropoloji

2013 yılı genetik antropoloji için sönük bir yıldı. Genetik antropoloji, 90’lar ve 2000’lerde anneden (mitokondri) ve babadan (Y kromozomu) geçen genetik işaretleri çalışan, benim de dahil olduğum bir akademik grup tarafından domine edilmişti. Bu çalışmalar bahsedilen genetik işaretleri kullanarak toplumların birbiri ile olan tarihsel ilişkilerini, olası göç yollarını ve geçmişteki nüfus küçülmelerini ve patlamalarını ortaya çıkarmaya çalışmakta. Daha önemlisi, bulunan genetik çeşitliliğin ve tarihsel dinamiklerin dillerde, arkeolojik kalıntılarda ve kültürel öğelerde diğer antropologlar tarafından gözlemlenen farklılıklarla bağdaştırmak üzerine yoğunlaşmaktaydı. Ancak, 2005’ten başlayarak anneden ve babadan geçen genetik işaretler üzerinden yapılan çalışmaların önemli eksiklikleri, çoğunluğu antropolog olmayan, daha çok tıbbi veya matematiksel genetikle ilgili ekipler tarafından bulunmuştu. Konuştuğum ünlü bir genetik antropolog olan Anne Stone, antropologların durumunun parazitlerinkine benzediğini ve medikal genetiğin evrimsel, kültürel ve tarihsel bağlamdan yoksun olarak üretilen verilerini kullanarak önemli işler yapılabileceğinden dem vurmuştu. Anne parazitler üzerine çalıştığından ve onların evrimsel olarak çok başarılı ve enteresan varlıklar olarak gördüğünden, aslında kötü bir şey demek istememişti. Ancak, bu parazit benzetmesi bana yine de dokunmuştu.

2014 yılında, Kanada’nın Calgary şehrinde gerçekleşen Fiziksel Antropoloji Kongresi, geleneksel yöntemlerin ötesine geçen onlarca heyecanlı konuşmaya ev sahipliği yapmıştı içinde barındırıyordu. Anlaşılan, Tina ve arkadaşlarının çalışması genetik antropolojinin bir rönasansın eşiğinde olduğuna bir alametti. Geleneksel genetik metodların ve işaretlerin bir adım ötesine gitmeye cesaret eden bilim insanları, yepyeni heyecanlı yolculuklara çıkmaktalar. Önümüzdeki on yıl bizi şaşırtacak bir çok antropolojik buluşa gebe.

 

Kaynaklar ve ek okumalar

  • AçıkBilim
  • C. Warinner vd., 2014. Pathogens and host immunity in the ancient human oral cavity. Nature Genetics 46:336. (Araştırma makalesi)
  • I. Cho, M. Blaser, 2012. The human microbiome: at the interface of health and disease. Nature Reviews Genetics 13:260. (Metagenom ile ilgili derleme makalesi)
  • V. M. D’Costa vd., 2011. Antibiotic resistance is ancient. Nature 477:457. (Antik anibiyotik direncine dair makale)

Antibiyotik Dirençli Bakterilerle Savaşa Yeni Bir Antimikrobiyal Madde Katıldı

Yeni bulunan bakteri E.coli’yi sadece 30 saniyede öldürebiliyor. Gün geçtikçe antibiyotik direncin artmasıyla süper bakterilerden kaynaklı endişe büyüyor. Bu nedenle antibiyotiklere direnç kazanan güçlenmesi nedeniyle , başa gelebilecek en kötü senaryoyu engellemek için daha fazla araştırma yaparak yeni ilaçların geliştirilmesi gerekiyor. Neyse ki, Singapur’dan bilim insanlarının katkılarıyla geçtiğimi yıllarda umut vadeden gelişimler yaşanıyor. Yeni geliştirilen madde sadece mikropları çabucak öldürmekle kalmıyor, aynı zamanda antibiyotik  dirençli bakteri üremesini engelliyor.

İmidazolyum oligomerleri olarak adlandırılan madde, Singapur Fen Teknoloji ve Araştırma Ajansı’nın bir kolu olan Biyomühendislik ve Nanoteknoloji Enstitüsü’nden bilim insanları tarafından geliştirildi.

Zincirimsi moleküler yapısı sayesinde mikropları hızla öldürmüyor , onları sepetlemekte de oldukça etkili. İmidazolyum oligomerleri bakterinin hücre membranını engelleyerek , yeni antibiyotik dirençli suşların türemesini engelliyor. Diğer antibiyotik mikropları öldürebilse de , onları temizlemeyi ihmal ediyor.

Staphylococcus aureus, Pseudomonas aeruginosa ve Candida albicans gibi antibiyotik dirençli bakterilerin % 99,9’unu 2 dakikanın altında öldürebiliyor.

“Eşsiz maddemiz bakteriyi hızla öldürebilir ve antibiyotik dirençli bakteri gelişimini inhibe edebilir. Bilgisayar destekli kimya çalışmalarının desteklediği zincir benzeri bileşik hücre membranına saldırıyor. Ayrıca bu maddenin kullanımı güvenli çünkü, pozitif yük taşıdığından, kırmızı kan hücrelerine hasar vermeden daha fazla negatif yüklü bakteriyi hedefliyor,” diyor IBN Grup Lideri Dr Yugen Zhang. Ekibin geliştirdiği bu madde sabun ve diş macunu gibi hijyen ürünlerinde kullanılan triklosan antibiyotik direnci geliştirdiğinden,onun yerine kullanılabilir.

Ekibin geliştirdiği bu beyaz tozumsu madde, suda çözünerek evlerin ve hastanelerin sterilizasyonundan kullanılan alkollü spreylerde kullanılabilir.

Bu yeni madde sayesinde antibiyotik dirençli bakterilerin yayılması engellenebilir.

Ekibin araştırması Small dergisinde yayınlandı. Sağlıklı E.coli İmidazolyum oligomerine maruz kalan bakterileri zarları parçalanıyor.

Kaynak:

  • GerçekBilim
  • Siti Nurhanna Riduan, Yuan Yuan, Feng Zhou, Jiayu Leong, Haibin Su, Yugen Zhang, Ultrafast Killing and Self-Gelling Antimicrobial Imidazolium Oligomers First published: 17 February 2016 DOI: 10.1002/smll.201600006

Yatay Gen Aktarımı: Evrim Ağacı Üzerinde Gezinen Antibakteriyel Genler!

Yatay gen transferi, bir tür içinde gerçekleşen ve atalardan yavrulara doğru gerçekleşen ‘dikey’ (anne-babadan yeni nesile doğru olan) gen aktarımından farklı bir DNA aktarım mekanizmasıdır. DNA’nın, aynı veya farklı türler arasında atasal olmayan biçimde, bir bireyden bir diğerine ya da bir türden bir diğerine geçişine ‘yatay gen aktarımı’ adı verilmektedir. Evrim mekanizmalarından biri kabul edilen Yatay Gen Aktarımı sayesinde, örneğin bir bakterinin DNA’sı, yakınındaki bir bitki hücresine geçerek bitkinin DNA’sı içine yerleşebilir. Bitki kendi DNA’sını kopyalayıp yeni nesillere aktarırken, bakteriden yatay olarak aktarılmış gen bölgesini de kopyalayarak, yeni nesil bitkilere aktarabilir. Eğer bakteriden bitkiye aktarılmış bir gen, bitki için “faydalı” ise, Doğal Seçilim tarafından ayıklanmadan korunabilir. Bu araştırmada da, bu mekanizmanın ilginç örneklerinden birisi görülüyor.
Bilim insanları, antibakteriyel bir gen ailesinin, yaşam ağacının tüm dalları arasında yatay gen aktarımı/transferi yoluyla “dolaştığını” gösterdiler. Çalışma, yeni antibiyotik ilaçların keşfi için, yaşam ağacının gözardı edilmiş mikropları olan arkelerden yararlanılabileceğini öneriyor.
Zararlı bakterilerin, antibiyotiklere dirençli soylara evrimleşeceğini dikkate almadan, sürekli ve dikkatsiz antibiyotik kullanımı nedeniyle, insanların yakın gelecekte büyük sorunlarla karşılaşacağından endişe ediliyor. Doğa ile iç içe olan farklı canlı türleri ise, görünüşe bakılırsa, antibiyotikleri, türümüzden çok daha tutarlı bir strateji ile kullanıyorlar.
eLife dergisinde 2014 Kasım ayında yayınlanan bir çalışmada, antibiyotik etki gösteren bir gen/enzim ailesinin, bakterilerden, Evrim Ağacı’nın diğer iki dalına sıçradığı gösterilmişti.
Yatay gen aktarımı, günümüzde oldukça iyi tanınan moleküler bir olaydır. Bu çalışma ise, bir gen ailesinin, Evrim Ağacı’nın bir dalından diğer iki dalına ilgili genin antibiyotik işlevi korunarak atladığını göstermesi bakımından önemli bir ilk örnek.
Bakteriden Bitki ve Böceklere “Atlayan” Genler
Bakteride bulunan lizozim ailesine ait bir enzim, bakteri bölünürken hücre duvarında aktif olup, yeni nesil bakteri hücrelerini ayırmakla görevli. Fakat ilgili genin ürünü olan enzim yüksek miktarda ortamda bulunursa, bakteri hücre duvarını parçalayıp bakterileri öldürmekte – yani antibakteriyel özellik göstermekte.
İlgili antibakteriyel gen, evrimsel tarih içinde, bakteri kaynağından, bitkilere, böcek türlerine, ve tek hücreli bir mikrop alemi olan arkelerden geçmiş (ana görselde görülüyor).
Daha önce, birçok çalışmada yatay gen aktarımının izleri gösterilmiş olsa da, aktarılan genler genellikle yeni evsahibi türde işlevsiz hale gelerek eleniyordu. Bu çalışma, ilgili genin bitki ve arkea türlerine yatay olarak aktarılmış kopyalarında, antibakteriyel işlevlerin korunduğunu gösteriyor.
Bakteriden arke türlerine aktarılmış bu genin, günümüz antibiyotiklerine dirençli olan Staphylococcus aureus ve Bacillus anthracis bakterilerini de öldürdürdüğü gösterildi.
Arkeler Yeni Antibiyotik İlaç Keşfi İçin Kaynak Olabilir Mi?
Birçok arke türü, volkanlar gibi sıradışı ortamlarda yaşadığı için, bakteriler ve arkelerin genelde birlikte yaşamadığı düşünülmekteydi. Dolayısıyla arkelerde, bakterilere karşı antibiyotik evrimleşmiş olabilecekleri hesaba katılmıyordu.
Çalışmanın pratik önemi bu noktada ortaya çıkıyor: Antibakteriyel ilaçlar araştırılırken, arkeler daha önce dikkate alınmıyordu. Bu çalışma sonrasında, arke türlerinin de bilim insanları tarafından, antibakteriyel ilaç keşfi için taranmaya başlanacağını tahmin edebiliriz.
Yine de, aşırı antibiyotik tüketimi sonucunda bizleri bekleyen tehlikeyi, sadece arkelere bakarak keşfedeceğimiz yeni antibiyotikler ile çözmemiz mümkün görünmüyor.
Antibiyotiklerin ömrü kısa: Yeni keşfedilen antibiyotiklere karşı bakterilerde direnç evrimleşmesi, sonunda bu antibiyotiklerin etkisiz hale gelmeleri, bugünün antibiyotik kullanım pratikleri ile, 5-15 yıl gibi çok kısa sürelerde gerçekleşiyor. İlaç şirketlerinin ve hastanelerin kar hırsı ile yaptığı hataları, ne yazık ki, yine insanlar, özellikle de alt-gelir grubunda bulunanlar ödemeye devam edecekler.
Sonuç olarak, doğaya bakarken, doğanın çeşitliliğini insan için bir araç olarak kullanmak yerine, doğanın işleyişini, ve arkea gibi mikropların başarılı stratejilerini, bir yöntem olarak kavramak çok daha değerli dersler verecektir.
Hazırlayan: Gönensin Ozan Bozdağ
Görsel: Antibakteriyel genler yaşam ağacının tüm dallarına işlevlerini yitirmeden aktarılmakta. Çalışmada antibakteriyel lizozim enzimini sentezleyen gen ailesinin bakterilerden -yatay gen aktarımı ile- arkelere (kırmızı), bitkiye (yeşil), mantar türlerine (turuncu), ve bir böcek türüne (lacivert) aktarıldığı gösterilmekte. Çalışma, bu derece çok yönlü ve uzak türler arasında gerçekleşen yatay gen aktarımını göstermesi bakımından bir ilk.
Yazının Orijinali: Bilimsol
Kaynak: Jason A Metcalf Lisa J Funkhouser-Jones Kristen Brileya Anna-Louise Reysenbach Seth R Bordenstein Antibacterial gene transfer across the tree of life DOI: Published November 25, 2014 Cite as eLife 2014;3:e04266 http://dx.doi.org/10.7554/eLife.04266

Bazı bakterilerin inatçılığının sebebi kolektif stratejileri mi?

bakteri kolektifi site için

Görsel açıklaması: Vermont’ta üç üniversitede yapılan ve yayımlanan yeni bir araştırmada, biliminsanları, bakteriyal bir topluluk içindeki hücrelerin kendi aralarında antibiyotik direncini ortak bir şekilde belirleyip, yani adeta ortak bir topluluk gibi davranarak, antibiyotiklere aynı direnç yanıtını verdiklerini gösterdi.

Scientific Reports dergisinde 13 Ocak 2016’da yayımlanan çalışmaya göre, bazı bakteriler kültür ortamında “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” stratejisini izleyerek, olası bir antibiyotik saldırısına karşı ortak direnç göstermeye kendilerini hazırlayabiliyor. Sonuçlar, kistik fibrozis gibi dirençli enfeksiyonların nasıl tedavi edilebileceği konusunda yardımcı olabilecek gibi duruyor.

Vermont Üniversitesi’nden üç araştırmacının ortak çalışması olarak yayımlanan çalışmada, antibiyotik tehdidi altında olmasa da, onlara az ya da çok direnç oluşturacak rastgele protein kaskadı (reaksiyonlardan birinin ürünlerinin, gelecek reaksiyonlarda yakıldığı kimyasal reaksiyonlar dizisi) oluşturan bakteri topluluğu içinden tek bir hücrenin hızlandırılmış video görüntüleri kullanıldı. Antibiyotik tedavisinden sonra çok az hücresi geriye kalsa bile, bakteriyal koloni kendini yeniden canlandırabiliyordu.

Matematik ve Mühendislik Bilimleri Üniversitesi’nde yardımcı profesör olarak çalışan ve bu araştırmada bulunan Mary Dunlop’a göre, metabolik bakış açısından, bir hücrenin kendi proteinlerini direnç geliştirecek şekilde ortaya koyması, epeyce kıymetli bir bulgudur. Bu stratejiye göre, bakteri kolonilerinin bireysel hücrelerinden bazıları “direnç geliştirme” görevini yapmaktan kaçınsa bile, diğerlerinin oluşturduğu direnç düzeyi sayesinde yeterince dirençli olabileceklerdir.

Daha önceki araştırmalarda, yoğun antibiyotiğe maruz kalan bakteriyel topluluk içindeki tüm hücrelerin MarA adı verilen mekanizma tarafından aktive edilen bir protein kaskad stratejisini kullanarak direnç oluşturdukları bulunmuştu. Ancak bu yeni çalışmada, bakteri kolonisinin, tehdit altında olmaksızın da bu stratejiyi kullanabildiği gösterildi.

Dunlop’a göre, bu geçici direnç sistemi, popülasyondaki bireysel hücreler arasında dağılıp diğer birçok bakteriyal topluluk için de örnek bir model oluşturabilir. Yine belki kistik fibrozis gibi hastalıklarda enfeksiyonun neden dirençli olduğu bununla açıklanabilir. Bu hastalıklarda MarA mekanizmasını ve direnç düzeyini uyarmadan antibiyotik verilmeyeceği klinisyenlerce bilinir. Ancak sona kalan antibiyotik direnci olan ve inatçı az sayıdaki hücre uygun antibiyotiğe rağmen hayatta kalıp enfeksiyonun yaşamasına neden olabilmektedir.

Yeni çalışma, antibiyotik tedavisinin zamanlamasını ve sıklığını değiştirerek, aralarında birlik olup direnç değiştokuşu yapan hücreleri tümüyle yok edebilecektir.

MRSA gibi bazı antibiyotiğe dirençli bakteriler genetik değişiklik gibi mutasyonlarla direnç geliştiriyor olabilir. Dunlop ve arkadaşları bu çalışmadan sonra örneğin bakterilerin genomlarını değil de protein ifadelerini değiştirerek zamanla her bir bakteride oluşan direnç düzeyini etkisizleştirmeyi sağlayabilecektir.

 

Çeviren: Dr. Ebru Oktay (Bilim ve Gelecek)

Kaynak:

  1. Sciencedaily
  2. Imane El Meouche, Yik Siu, Mary J. Dunlop. Stochastic expression of a multiple antibiotic resistance activator confers transient resistance in single cells. Scientific Reports, 2016; 6: 19538 DOI:10.1038/srep19538