Aşk Bağımlısı Olunabilir mi?

Yemek yiyemezsiniz, uyuyamazsınız ve düşünebildiğiniz tek şey bu durumu nasıl düzeltebileceğinizdir. Belki de aşkın bağımlısı olmuşsunuzdur.

Aşırı romantizm, genellikle bağımlılık benzeri semptomlar taşır; aşırı neşe (öfori), ihtiras, bağlılık, uzaklaşım ve kötü hissetme. Öte yandan, beyin taramaları, aşırı romantizmin, beynin ödül merkezlerini uyuşturucu bağımlılığına benzer bir örgüyle uyardığını ortaya koyuyor.

Ancak, insanların aşkın bağımlısı olabilecekleri düşüncesi tartışmalıdır. Tartışmalıdır diyoruz çünkü, insanlar bağımlılık teorisinin doğru tanımı üzerinde ve özellikle de “aşk” terimi kullanıldığında, bununla neyin kastedildiği konusunda uzlaşı sağlamış değiller.

Oxford University Nöroetik merkezinden Anders Sandberg’e göre; aşık olmak istemediğinizi ancak bunun kaçınılmaz olduğunu fark ettiğinizde, bu durum istismar etme gibi kötü şeylere neden olur ve işte tam bu noktada da bağımlılık benzeri bir şeyin sınırını aşmış olursunuz.

Philosophy, Psychiatry & Psychology ‘de yayımlanan bir araştırmada, 1956 ve 2016 yılları arasında yayımlanmış aşk ve bağımlılık üzerine yapılan 64 çalışmanın yeniden gözden geçirilmesi sonucu; aşk bağımlılığının iki farklı tipi olduğu sonucuna ulaşıldı.

Kaynak: https://s3.amazonaws.com/assets.forward.com/images/cropped/potiphar-1428659489.jpg

Ödül Sinyalleri

Araştırmada, herhangi bir romantik ilişki içerisinde bulunmayan, kendisini çaresizce yalnız hisseden ve eski partnerinin yerini derhal başkasıyla değiştirmeye çalışan insanların, –ekibin tanımına göre– aşk bağımlılığının “dar” bir formuna sahip olabilecekleri bulgusuna ulaşıldı.

Bu insanlar, duygusal yatkınlıklarının nesnesine yakın olmak için ortaya çıkan güçlü arzuları görmezden gelebilmede zorluk çeker. Bütün vakitlerini bu arzularıyla geçirirler, obsesif düşünceler ve davranışlar geliştirirler. Bazı vakalarda, bu durum takip ve tacize ya da cinayete sebep olur.

Bu tarz bağımlılıklar, kontrol yetisinden ve sosyal değerlerden yoksundur. Tıpkı bağımlılığın diğer türleri gibi, bu davranış da, beyinde, ödül sinyallerinde coşmaya sebep olan anormal bir süreci tetikler.

Uyuşturucular, insanın hiçbir şekilde üretemediği kadar aşırı düzeyde bir dopamin patlamasına sebep olan uyaranlardır. Bu durum da; beyinde, alışılmadık derecede güçlü bir ödül sinyaline neden olur.  Ancak dopamin ile ilgili bir şey var ki; o da; geriye sürekli daha fazla isteyen bir beyin bırakmasıdır. Bu sinyaller, kişi, hayatında başka ilgilere doğru bir miktar geri adım attığında bile uyuşturucuyu tekrar kullanmaya yönlendirir.

Yapılan bu “review çalışmasında”, araştırmacılar, bazı aşk deneyimlerinin, kişiyi bu tecrübeyi tekrar sürdürmeye iten olağandışı güçlü bir ödül sinyali üretimine sebep olduğu bulgusuna ulaştı.

Fakat, araştırma ekibi aynı zamanda da, normal aşkın aynı spektrumunda seyreden, fakat daha güçlü –hâlâ kontrol edilebilir– istekleri olan ikinci bir “geniş” türdeki aşk bağımlılığına dair deliller elde etti.

Aşırı Mutluluk ve Depresyon

Bu kategori, yalnızca uyuşturucu bağımlılığına benzer davranışların gözlemlerine dayalıdır: Her karşılaşmanın ardından anlık ve aşırı bir mutluluk artışı, fakat ilişkilerin birden sona ermesiyle ortaya çıkan çaresizlik, keder ve depresyon hali. Bazı araştırmacılar, bu tip davranışı bir bağımlılık olarak tanımlamıyor, çünkü bu duygusal seviyeleri deneyimlemek uzun vadede kişi için aşırı düzeyde zararlı değildir.

Yayımlanan bu araştırmada ise, ekip, her iki aşk bağımlılığı türünün de insanların yaşamı üzerinde zararlı etkiler oluşturabileceğini ileri sürüyor. Bazı vakalarda, aşka bağımlılık, insanların istismar ilişkileri içerisinde bulunmalarına ya da kült bir lideri takip etmeleri gibi davranışların görülmesine neden oluyor gibi görünüyor.

Öte yandan romantik aşk, çiftin üyeleri arasıdaki bağı güçlendiren bir hayatta kalma mekanizması olarak milyonlarca yıl önce evrimleşmiş doğal bir bağımlılıktır. Bu son yapılan “review çalışmasındaki” iki tip aşk bağımlılığı bulgusundan ziyade, aşkı doğal bir şey olarak görüp daha geniş bir perspektiften bakılması gerektiği de bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor.

Kırık Kalp Tedavisi

Her şeyden önce, bir kalp kırılmasının gerçekten de acı verici olduğunu ortaya koyalım. Fonksiyonel MRI taramaları; yeni bir terk edilme vakası yaşamış insanların beyinlerinde; fiziksel acıyı kaydeden bölgedeki aktivitenin normalin üzerinde olduğunu gösteriyor. Bu durum; nefes darlığı, mide bulantısı ve bazı durumlarda ölümcül olabilen; kalp kasının zayıflaması (tıp dilinde; Takotsubo kardiyomiyopati) gibi her türlü fiziksel belirtilere yol açabilen; kortizol ve adrenalin gibi stres hormonlarının salınımını tetikler.

Kalp kırıklığı, çoğu insanda, zamanla ya da terapi veya anti-depresan desteğiyle ortadan kalkar.

2013 yılında yapılan bir araştırmada, çayır farelerinin (prairie vole) hormonlarında çeşitli yönlendirmelerde bulunuldu. Tek eşli olan bu hayvanlar, vazopressin hormonunu içeren bir süreçle eşler arasında güçlü bağlar oluşturur. Vazopressin ve oksitosin gibi hormonlar,  insanlara ve diğer memeli türlerinin neredeyse %3’ünde devam eden tek eşli bir aşkı yaşamaları noktasında yardımcı olur. Araştırma ekibi, farelerin vazopressin hormonu reseptörlerinde engellemelerde bulunarak, erkek farelerde, eşlerini koruma davranışlarının durdurulabildiği ve farelerin diğer dişilerle daha fazla vakit geçirmelerine sebep olunabildiği bulgusuna ulaştı.

Bu durum, beynimizde aşk-karşıtı bağlantıların da bulunabildiği ve geçmişte kendimize çok yakın hissettiğimiz birisine daha az bağlı bir hâle sokulabileceğimiz anlamına geliyor. Bu bağlantılara dokunmak, kişinin daha önce kendisine çok yakın gördüğü birisini unutabilmesine yardımcı olabilir, fakat ne var ki; bunun nasıl yapılacağını henüz bilmiyoruz.

Kaynaklar ve İleri Okuma:

  1. Philosophy, Psychiatry & Psychology. “Addicted to love: What is love addiction and when should it be treated?” https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC5378292/
  2. NewScientist. “Addicted to love? Craving comes in two forms, and both can hurt.” https://www.newscientist.com/article/2129208-addicted-to-love-craving-comes-in-two-forms-and-both-can-hurt/ (reached on: May 3, 2017)
  3. Bilimfili.com “Dopamin Nedir ve Bağımlılıklarımızın Sorumlusu Dopamin mi?” https://bilimfili.com/dopamin-nedir-ve-bagimliliklarimizin-sorumlusu-dopamin-mi/
  4. Bilimfili.com “Neden Aşık Oluruz?” http://bilimfili.com/neden-asik-oluruz/ –Bilimfili.com ““Romantik Aşk” Efsanesi Sağlığınızı Bozabilir.” https://bilimfili.com/romantik-ask-efsanesi-sagliginizi-bozabilir/
  5. Bilimfili.com “Aşk Sürecindeki Beynimiz.” https://bilimfili.com/ask-surecindeki-beyniniz/
  6. Bilimfili.com “Sevgiliniz Tarafından Terk Edildiğinizde Beyninizde Neler Oluyor?” https://bilimfili.com/sevgiliniz-tarafindan-terkedildiginiz-zaman-beyninizde-neler-oluyor/

Bu yazının kaynağı: https://bilimfili.com/ask-bagimlisi-olunabilir-mi/

Kalbiniz Kırıldığı Zaman Beyinde Neler Oluyor?

Don't dwell too much, but do reflect.

Daha önceden en azından bir defa terk edilmiş herkesin bildiği gibi, bu durum size ciddi şekilde acı verir, çünkü paylaşacağınız biri yoksa hiçbir şeyin anlamının olmadığını düşünürsünüz. İyi haber ise bunun sadece size olmadığı.
Aslında her şey hormonlarla ilgili. Bu hormonlar aynı zamanda âşık olduğunuz zaman sizi çok mutlu yapıyor. Peki, ayrıldığınız zaman beyninizin kimyası nasıl etkileniyor?
Kalbiniz kırıldığı zaman, beyindeki fiziksel acı bölgesinde etkinlik görülüyor. Stres hormonları salgılanıyor, hatta kalp kası zayıflayıp ölüme bile neden olabiliyor. Ayrılan insanlar, bağımlıların uyuşturucuyu bırakmasına benzer belirtiler gösteriyor. Çünkü birine âşık olduğunuz zaman beyinde iyi hissetme hormonları salgılanıyor, beyin sürekli daha fazlasını istediği için diğer kişi olmadan yapamıyorsunuz. Ve o kişi sizden ayrıldığı zaman, beyin bu hormonu kaybediyor, âşık olduğunuz zamandakinin tam tersi bir durum meydana geliyor. Burası beynimizin en ilkel bölgelerinden olduğu için, acıkma ve susama hissinde olduğu gibi, bilincimiz beynimize söz geçiremiyor. Fakat beynimiz bunu atlatmak için kendini yeniden düzenlemek zorunda kalıyor ve bu durum ortalama üç ay sürüyor. Evrimsel sürecin bize miras bıraktığı üzere, beyinlerimiz zamanla iyileşiyor ve acılar kayboluyor. Derdimizi başkalarıyla paylaşmak ise daha hızlı iyileşmemize yardım ediyor.
Michigan Üniversitesi’ndeki araştırmacılara göre ise beyin, fiziksel acıyı azaltmak için salgıladığı ağrı kesicileri duygusal acıyı azaltmak için de salgılıyor. Bu durum özellikle sevdiği birisi tarafından reddedilen kişilerde görülüyor. Çevresel değişimlere daha çabuk uyum sağlayanlar, beyinlerinde daha çok ağrı kesici salgılandığı için daha çabuk iyileşiyorlar. Opioitler, vücutta beyin tarafından salgılanan ve morfin gibi etki gösteren kimyasal maddeler olarak biliniyor. Ne kadar fazla opioid salgılanırsa insanlar kötü bir ruh haline o kadar az giriyorlar. Sosyal olarak kabul edilme durumunda ise bazı beyin bölgelerinde daha fazla opioid salgılanıyor. Bu durumda hem acı azaltılıyor hem de sevinç destekleniyor. Yapılan deneylerde katılımcılar, reddedilmelerinin gerçek olmadığını bilseler bile beyinleri bu duruma gerçek tepki verdi. Bilim insanları bu bilgilerden faydalanarak depresyon ve diğer sosyal bunalımları tedavide yeni yöntemlerin geliştirilmesini ve bunalımda olan bazı insanların nasıl farklı opioid tepkisi verdiklerini bulmayı umuyorlar.
Umarız kimse terk edilme acısı çekmek zorunda kalmaz; ama bu acıyı çekmeniz gerekirse de, biyoloji ile savaşamayacağınızı ve zaman içerisinde her şeyin yoluna gireceğini unutmayın.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Kaynaklar ve İleri Okuma: 

  1. Science Alert
  2. DailyMail
  3. Najib A, Lorberbaum JP, Kose S, Bohning DE, George MS. Regional brain activity in women grieving a romantic relationship breakup. Am J Psychiatry. 2004 Dec;161(12):2245-56.
  4. Helen E. Fisher, Lucy L. Brown, Arthur Aron, Greg Strong, Debra Mashek Reward, Addiction, and Emotion Regulation Systems Associated With Rejection in Love Journal of Neurophysiology Published 1 July 2010 Vol. 104 no. 1, 51-60 DOI: 10.1152/jn.00784.2009
  5. C. Nathan DeWall, Geoff MacDonald, Gregory D. Webster, Carrie L. Masten, Roy F. Baumeister, Caitlin Powell, David Combs, David R. Schurtz, Tyler F. Stillman, Dianne M. Tice and Naomi I. Eisenberger Acetaminophen Reduces Social Pain Behavioral and Neural Evidence doi: 10.1177/0956797610374741 Psychological Science July 2010 vol. 21 no. 7 931-937
  6. Ethan Krossa, Marc G. Bermana, Walter Mischelb, Edward E. Smith, and Tor D. Wagerd Social rejection shares somatosensory representations with physical pain PNAS vol. 108 no. 15 > Ethan Kross, 6270–6275
  7. ASHLEY E. MASON, RITA W. LAW, AMANDA E. B. BRYAN, ROBERT M. PORTLEY, DAVID A. SBARRA Facing a breakup: Electromyographic responses moderate self-concept recovery following a romantic separation Personal Relationships
  8. RENÉ M DAILEY, ABIGAIL PFIESTER, BORAE JIN, GARY BECK, GRETCHEN CLARK On-again/off-again dating relationships: How are they different from other dating relationships? Personal Relationships Volume 16, Issue 1 March 2009 Pages 23–47 First published: 30 March 2009 DOI: 10.1111/j.1475-6811.2009.01208.x
  9. D T Hsu, B J Sanford, K K Meyers, T M Love, K E Hazlett, H Wang, L Ni, S J Walker, B J Mickey, S T Korycinski, R A Koeppe, J K Crocker, S A Langenecker and J-K Zubieta Response of the μ-opioid system to social rejection and acceptance Molecular Psychiatry (2013) 18, 1211–1217; doi:10.1038/mp.2013.96; published online 20 August 2013

Aşk Sürecindeki Beyniniz

Bütün insani duyguların en heyecan verici olanı, insan türünü hayatta tutmanın en güzel yolu; adına aşk diyoruz.Neden aşık olduğumuza dair evrimsel açıklamanın sadeliğinin aksine aşık olan beynimiz ise bir o kadar karmaşık bir hale bürünüyor.

Aşk Sarhoşu

Bilim insanları, aşkın beyinde uyuşturucu ilaçlar ile aynı bölgeleri aktif ettiği bulgusuna ulaşmıştı. Yani; aşkın, uyuşturucu bağımlılığına benzetildiğini biliyoruz.

Sinirbilimci Kayo Takashi öncülüğündeki araştırma ekibi; tutkulu bir aşkı, oldukça hoşa giden, kafa karıştırıcı etkilere sahip her şeyi kapsayan bir deneyim olarak tanımlıyor. [1] Muhtemelen bir grup bilim insanının aşkın ne olduğunu anlatmasına ihtiyacınız yoktur, ancak, aşkın beyninizde tam olarak neler yaptığına dair bir açıklama yapmalarına ihtiyacınız olabilir.

Araştırma ekibi 2015 yılında, aşkın iyi hisler vermesine sebep olan belirli bir etkenin yani bir nörotransmitter olandopaminin rolünü araştırmaya başladılar. Diğer birçok etkisinin yanı sıra, dopamin; genellikle haz duymamıza sebep olur. Romantik bir ilişkinin henüz başlarında olan insanların beyinlerini gözlemlemeye başlayan ekip; katılımcılara partnerlerinin fotoğraflarını gösterdiklerinde beyinde bazı bölgelerde bir dopamin “seli” oluştuğunu gözlemlediler. Görünen o ki; beyin, uzun-süreli hafızalar depolamak için dopamin salgısı yapmaya ihtiyaç duyuyor. [2] 

Hafıza Güçlenmesi

Araştırmacılar, insanlara, beynin daha fazla dopamin üretmesine sebep olan bir bileşik enjekte ettiklerinde, daha fazla dopamin üretiminin hafıza gelişimlerine sebep olabildiği bulgusuna eriştiler. [3] Bir başka deyişle; insanlar yapay olarak daha fazla dopamin üretebilir hale sokulabilir ve böylelikle de dopamin “tetikleyicisi” almayanlara kıyasla hafıza gerektiren görevlerde daha başarılı olabilirler. O halde, gelin bu iki şeyi bir araya getirelim: Aşk sarhoşu olan siz daha fazla dopamin üretirsiniz ve daha fazla dopamin de daha iyi bir hafıza demektir.

Bu durum, partnerimizin fısıldadığı o ilk kelimeleri ya da saçlarını geriye doğru attığı o ilk buluşmadaki bakışları gibi romantik bir buluşmanın neredeyse bütün detaylarını hatırlamamızın sebebi olabilir. Bütün dikkatin yoğunlaştığı yeni deneyimler ve beraberindeki dopamin “seli”, beyinlerimizi hafızalar oluşturmada çok daha etkin yapıyor olmalı.

Ve elbette ki; her şeyde olduğu gibi burada da ölçülü olmak kilit önemdedir. Yani aşırı bir dopamin salgısı iyi sonuçlar oluşturmaz ve hafıza kayıplarına sebep olabilir. [4] İşte tam burası da aşk ve uyuştrucunun ayrıştığı yerdir. Uyuşturucular, insanın hiçbir şekilde üretemediği kadar aşırı düzeyde bir dopamin patlamasına sebep olan uyaranlardır. Örneğin; araştırma ekibi, ekstazi gibi uyuşturucu ilaç kullananların hafıza yetilerini büyük oranda kaybettiği bulgusuna ulaştı. [5] Uyuşturucu kullanımı; beynin dopamin üretim ve kullanım biçimini değiştirerek, Şizofreni ve Parkinson gibi kalıcı beyin hasarlarına sebep olur.

Hiç Silinmeyen Hatıralar?

Eğer aşık olunduğunda beyin; hafızalar oluşturmada daha iyi hale geliyorsa, bu hafızalar bozulmadan sonsuza kadar kalır mı? Tabii ki hayır.

Hafızalar asla kusursuz değildir ve tamamen imgesel olabilirler. Sahte hafızalar üzerine yapılan araştırmalar; hafıza bozulmalarının -aşk gibi- olumlu olayları da kapsayan yüksek duygusal hafızalarda da ortaya çıkabileceğini gösteriyor. [6] Örneğin; 2008 yılında yapılan bir çalışmada, araştırma ekibi; katılımcılara aslında hiç olmayan ancak Kanada medyası tarafından gösterilmiş gibi sunulan bazı olayları izleterek, katılımcıların %41.7 sinin olumlu ve hoş olan sahte hafızalar oluşturmalarını sağladı.

Aşka dair hafızalar da her hafızada olduğu gibi bu tipte bozulmalara açıktır ve hiç kimse hafıza bozulmalarına karşı bağışıklık geliştirmiş değil. [7] Herhangi bir çifte sorduğunuzda, anlaşmazlık yaşadıkları noktalara tanık olacaksınız; bir olayı birisi farklı hatırlarken, diğeri daha farklı hatırlayacak. Eğer ki; yalnızca bir tek gerçekliğin olduğunu kabul ediyorsak, bu durumda ikisinden birisi ya da her ikisi da yanlış hatırlıyor demektir.

İyi Günde ve Kötü Günde

Aşk hafızası ve aşık olduğumuz süreçte meydana gelen şeylere dair hafızalar, bir ilişki boyunca ya da bir ilişkinin sonunda ciddi anlamda bozulabilir.

Bir ilişki sürecinde, –örneğin; yapılan bir araştırmanın gösterdiğine göre– birbirine güvenen partnerler, eşlerinin yaptığı kötü şeyleri, birbirlerine daha az güvenen partnerlere kıyasla daha olumlu bir şekilde anımsıyorlar. Bir başka deyişle, partnerimize güvendiğimizde, bu kötü şeyleri daha sevecen karşılamamıza sebep olan ön yargılara sahibiz. Öte yandan, aralarında güven eksikliği olan partnerler ise partnerlerden birinin yaptığı hatayı daha olumsuz bir biçimde hatırlıyor ve istenmeyen davranışlara daha yıkıcı yaklaşıyor. Görünen o ki; güven, aşık olan beynimizin hafızaları işleme biçimini değiştiriyor.

Romantik bir ilişki sürecinde ve sonrasında aktifleşen karmaşık duygular; önyargıların, aşka dair hafızalarımızın filtrelemesini farklı şekillerde yapabileceği anlamına geliyor. Yani, aşk ve hafıza arasında karmaşık bir ilişki söz konusu.


Kaynaklar ve İleri Okuma:
[1] Takahashi, Kayo, Kei Mizuno, Akihiro T. Sasaki, Yasuhiro Wada, Masaaki Tanaka, Akira Ishii, Kanako Tajima et al. “Imaging the passionate stage of romantic love by dopamine dynamics.” Frontiers in human neuroscience 9 (2015). doi: 10.3389/fnhum.2015.00191
[2] Rossato, Janine I., Lia RM Bevilaqua, Iván Izquierdo, Jorge H. Medina, and Martín Cammarota. “Dopamine controls persistence of long-term memory storage.” Science 325, no. 5943 (2009): 1017-1020.
[3] Chowdhury, Rumana, Marc Guitart-Masip, Nico Bunzeck, Raymond J. Dolan, and Emrah Düzel. “Dopamine modulates episodic memory persistence in old age.” The Journal of Neuroscience 32, no. 41 (2012): 14193-14204.
[4] Murphy, B. L., A. F. Arnsten, P. S. Goldman-Rakic, and R. H. Roth. “Increased dopamine turnover in the prefrontal cortex impairs spatial working memory performance in rats and monkeys.” Proceedings of the National Academy of Sciences 93, no. 3 (1996): 1325-1329.
[5] Downey, Luke A., Helen Sands, Lewis Jones, Angela Clow, Phil Evans, Tobias Stalder, and Andrew C. Parrott. “Reduced memory skills and increased hair cortisol levels in recent Ecstasy/MDMA users: significant but independent neurocognitive and neurohormonal deficits.Human Psychopharmacology: Clinical and Experimental 30, no. 3 (2015): 199-207.
[6] Julia Shaw, Stephen Porter Constructing Rich False Memories of Committing Crime Psychological Science  January 14, 2015, doi: 10.1177/0956797614562862
[7] Lawrence Patihisa,1, Steven J. Frendaa, Aurora K. R. LePortb,c, Nicole Petersenb,c, Rebecca M. Nicholsa, Craig E. L. Starkb,c, James L. McGaughb,c, and Elizabeth F. Loftusa False memories in highly superior autobiographical memory individuals Proceeding of the national Academy of Sciences 29, 2013 vol. 110 no. 52 > Lawrence Patihis, 20947–20952, doi: 10.1073/pnas.1314373110

  • Bilimfili
  • Shaw, J. “This Is Your Memory on Love,” http://blogs.scientificamerican.com/mind-guest-blog/this-is-your-memory-on-love/

Birliktelik Çeşitleri, İlişkilerin Ne Kadar Süreceği Hakkında Bilgi Veriyor Olabilir

İlişki, sevgililik ya da genç neslin tabiriyle çıkma, adına her ne derseniz deyin, bir insanın başka bir insanla olan birlikteliği her zaman çözümlemesi zor bir durum olmuştur. Her birey, diğerinden oldukça farklıdır. Bu sebeple birliktelik kavramı, içerisinde yüzlerce farklı değişkeni barındırır. Bu ilginç konu üzerine yapılmış bilimsel çalışmalar da mevcut. Yakın zamanda yapılmış bir çalışmaya göre; insanlar genellikle kendileri için kötü olan insanlara aşık olma eğilimindeler. Bu yeterince kafa karıştırıcı gelmediyse, Journal of Marriage and Family’de yayımlanmış çalışmada da; bir ilişkinin ne kadar ‘güçlü’ olduğunun tahmin edilebileceği öne sürülüyor.

Journal of Marriage and Family’de yayımlanmış makale için bilim insanları, 20’li yaşlarında 376 çiftin 9 aylık ilişkilerinin her bir ayını değerlendirdiler. Çiftlere, araştırma kapsamında; partnerleriyle evlenme fikri hakkında ne düşündükleri, değişen kişilikleri ve tercihleri gibi sorular yönelttiler. İnsanlar genellikle partnerleriyle ebediyen beraber olmak istediklerini belirtiyorlar, fakat bu istek zamanla değişebiliyor. Aslında araştırmacıların da üzerinde durdukları konu tam olarak bu.

Çiftlerin; ‘’çok fazla kavga ediyoruz’’ ve ‘’düşündüğümden daha fazla ortak noktamız var’’ gibi yorumları ve tutkulu ya da arkadaşlık temelli aşk gibi bağ tipleri, araştırma kapsamında sayısal değerlere dönüştürüldü ve grafikleroluşturuldu.

Daha öncelerde yapılan ve ilişki durumlarını takip eden çalışmalar, genellikle bireylerin ve çiftlerin ortalama davranışlarına odaklanıyordu; ve bu ilişkilerin, insanların genelinde benzer işleyişlere sahip olduğu varsayımı üzerinden ilerliyordu. Yeni yapılan çalışma ise bu konsepti reddediyor ve ilişkilerde dört farklı çift tipini tanımlıyor; dramatik, anlaşmazlık dolu, sosyal olarak ilişkili, ve partner odaklı.

Dramatik grup, birbirlerine ve ilişkilerine olan tavırlarında sürekli iniş çıkışlar olan çiftleri içeriyor. Anlaşmazlık dolu olarak tanımlanan çiftler ise, isminden de anlaşılabileceği gibi birbirlerine karşı sürekli tartışmacı bir tutum içerisindeler-bu çiftlerin aralarında bağ zamanla zayıflıyor fakat yine de dramatik grubun içerisindeki çiftlere göre birbirlerine olan bağlılıkları daha fazla.

Diğer taraftan, sosyal olarak ilişkili çiftler, ilişkilerinin sosyal çevreleri ile etkileşim oranından ciddi şekildeetkileniyorlar. Son olarak da, partner odaklı grup içerisindeki çiftlerin ilişkileri, birbirleriyle geçirdikleri zamanladoğru orantılı olarak olumlu ya da ters orantılı olarak olumsuz etkileniyor.

Araştırmaya göre; 376 çiftin %34’ünü oluşturan dramatik çiftler, ilk ayrılmaya en yatkın olanlar. 376 çiftin %12’sini oluşturan, anlaşmazlık dolu çiftler de ilişkilerini bir gün evliliğe dönüştürmeye sosyal ilişkili çiftler ve partner odaklı çiftlere kıyasla daha az yatkınlar. 376 çiftin %19’unu oluşturan sosyal olarak ilişkili çiftler de, ilişkilerini evliliğe dönüştürmeye partner odaklı çiftlere göre daha az yatkınlar. 376 çiftin %30’unu oluşturan partner odaklı çitler ise, diğer çiftlere kıyasla kişisel tatmin seviyeleri ve partnerleriyle olan pozitif ilişkileri en fazla olan insanlardan oluşuyor. Bu gruptaki çiftlerin ilişkilerinin, diğer çiftlere kıyasla, yüksek oranda evlilikle sonuçlanma ihtimali var. Geri kalan %5’lik kısımdaki çiftler ise araştırmadan ayrılmış. Tabii ki, evliliğe yatkınlık durumu yalnızca bir çıkarımdan ibaret. Bu konunun daha net şekilde anlaşılması için aylar süren çalışmalardan ziyade yıllar sürecek geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç var.

Fakat, araştırmanın verilerine ve sonucuna bakıldığında; sağlıklı yürüyen birlikteliklerde insanların partnerleriyle geçirdikleri zamanın çokluğu ve dramatik özelliklerin azlığı dikkat çekiyor.


Kaynak:

  1. Bilimfili,
  2. Robin Andrews, These Four Relationship Patterns Determine If Your Relationship Will Last, IFL Science, Retrieved from http://www.iflscience.com/editors-blog/these-four-relationship-types-determine-if-your-relationship-will-last

İlgili Makale: Ogolsky, B. G., Surra, C. A. and Monk, J. K. (2015), Pathways of Commitment to Wed: The Development and Dissolution of Romantic Relationships. Journal of Marriage and Family. doi: 10.1111/jomf.12260

Aşkın Evriminin Psikolojik Temelleri

Bu lir çalış, bu cıvıltı, bu bakış,
Seni bir gün tutuşturur, kül eder;
Bakarsın ki ateş bacayı sarmış.
Şaşarsın: nerede, ne zaman, nasıl?
İş işten geçtikten sonra anlarsın.
                               – Filodemos (Rifat, 1986, s. 16)
Milattan önce birinci yüzyılda yaşamış bu ozanın da şiirle dile getirdiği gibi kadın ve erkek arasındaki ilişkilerde sıklıkla merkeze oturan aşk, bağlılık, çekim gibi olgular epey çetrefilli olgulardır; böyle oldukları için de yüzyıllardan beri ozanlar, filozoflar, bilim adamları bu konuda çokça kafa yormuş, hakkında kitaplar yazmışlardır. İnsan eşleşmesinin psikolojisine ve işleyişine dair evrimsel yaklaşımın getirdiği açıklamalar ise doğal seçilim ve cinsel seçilim kavramları çerçevesinde oluşmuştur.
Eşleşme hakkında çarpıcı sonuçlar veren bir çalışmada, kadın ve erkek işbirlikçiler karşı cinsten yabancılara yaklaşmışlar, kısa bir başlangıç konuşmasının ardından onlara şu soruları sormuşlardır: “Bu gece benimle dışarı çıkar mısın?”, “Bu gece benim apartman daireme gelir misin?”, “Bu gece benimle yatar mısın?”. Verilen yanıtlar içerisinde kadın ve erkekler arasındaki farklılığın en göze çarpıcı olduğu soru üçüncü sorudur. Kadınların hiçbiri bu soruya evet demezken, erkeklerin %75’i evet cevabını vermiştir (Clark ve Hatfield, 1989; Akt. Gaulin ve McBurney, 2001). Peki böylesine büyük bir farkın sebebi nedir? Sorunun karşılığı insan fizyolojisinin şaşırtıcı yapısında gizlidir.
Bir kadın –çoklu doğumlar sayılmazsa– senede en fazla bir çocuk dünyaya getirebilir. Gebelik dönemini kapsayan bu bir yıla, yeni doğan çocuğun bakım ve emzirme süresi de eklendiğinde, bir kadının doğum yaptıktan sonra hamileliğe tekrar hazır olması yaklaşık dört veya beş yılı gerektirir. Buna karşılık bir erkeğin fizyolojik yapısı, yeterince eş bulduğunda bir kadından çok daha fazla sayıda çocuk sahibi olmaya imkân vermektedir. Öyle ki, sağlıklı bir erkeğin vücudu bir saatte milyonlarca sperm üretebilir. Yukarıda bahsedilen araştırmada kadınların ve erkeklerin tanımadıkları biriyle yatmayı onaylama oranları arasındaki fark ne derece çarpıcıysa, üreme oranları arasındaki fark da o derece çarpıcıdır aslında. Kadın için ayda yalnız bir tane üretebildiği yumurta çok kıymetliyken, erkek için sahip olduğu milyonlarca spermin kıymeti pek fazla değildir. Bu yüzden erkekler için yabancı bir kadınla tek seferlik cinsel ilişkinin bedeli o kadar yüksek değilken, kadınlar için aynı durumun bedeli oldukça yüksektir.
Bu noktada insan eşleşmesiyle ilgili ilk kıymetli bilgiye ulaşmış bulunuyoruz: Bir kadının üreme hızı fizyolojik kapasitesiyle sınırlıyken, bir erkeğin üreme hızı doğurgan kadınlarla eşleşebilme başarısıyla sınırlıdır (Gaulin ve McBurney, 2001). Kadınlarla erkeklerin eşleşme stratejilerinin birbirinden farklı olmasının altında temelde işte bu ilke yatmaktadır.
Yukarıdaki bilgiler ışığında şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki, kadınlar cinsel ilişki için eş seçiminde erkeklerden çok daha titiz ve seçicidirler. Bunun sebebi, daha önce de belirtildiği gibi, kadınlar için gebelik ve bebek büyütme süreçlerinin hayli zahmetli olması, erkeklerinse bu süreçlerde fizyolojik bakımdan herhangi bir yükümlülüğünün bulunmamasıdır. Seçicilik konusundaki cinsiyet farklılıklarıyla ilgili yapılan çalışmalar bu olgunun doğruluğunu kanıtlamıştır. Örneğin Buss ve Schmitt’in (1993) bir araştırmasında katılımcılara cazip gördükleri bir kişiyle, bir saatten beş yıla kadar uzanan bir periyotta belirtilen tanışma sürelerine göre cinsel birliktelik yaşamaya ne ölçüde razı olacakları sorulmuştur. Bulgular, erkeklerin istikrarlı biçimde kadınlardan daha büyük bir isteklilik belirttiğini göstermiştir. Sözgelimi 1 aylık tanışma süresinde kadınların çoğunluğu cinsel ilişkiye rıza göstermezken, erkeklerin çoğunluğu bunu arzulamaktadır.
Kadınların eşleşme konusunda neden daha seçici davrandıklarının sebepleri elbette birçok ayrıntıya sahiptir. Bu sebepleri izah eden görüşler arasında en önemlilerinden biri olan ebeveyn yatırımı teorisi detaylı olarak incelenmeyi hak etmektedir.
Ebeveyn Yatırımı Teorisi
Trivers’ın (1972) ortaya attığı ebeveyn yatırımı teorisi (parental investment theory) cinsel yolla üreyen türler olarak erkeklerin ve kadınların, seks ve eşleşmeye ilişkin bir takım farklı psikolojik adaptasyonlara sahip olduğunu iddia etmektedir. Ebeveyn yatırımı, bebeği yetiştirme ve koruma süreçlerindeki yatırımı ifade etmektedir (Akt. Pillsworth ve Haselton, 2007).
Diğer birçok memeli türünün aksine insan yavrusu doğduğu andan itibaren yoğun bir ilgi ve itinaya ihtiyaç duymaktadır. Yaşamının ilk yıllarında fiziksel gelişimi büyük oranda anne sütüne dayanmaktadır. Tüm bu bakım işlemlerinin hemen hemen tamamı kadının sorumluluğu altındadır ve yaklaşık dört beş yıl boyunca bu sorumluluk devam eder. Öte yandan babanın sorumluluğu anne gibi fizyolojik değil ekonomik bir sorumluluktur. Çocuğun doğal tehditlerden korunmasını, anne ve çocuk için hayati gerekliliği olan besinlerin sağlanmasını ve rakip pozisyonunda bulunan diğer erkeklerden gelebilecek tehlikeleri engellemeyi kapsar. İnsan yavrusunun ilk yıllarında hayatını sürdürebilmesi için annenin varlığı olmazsa olmazken, babanın varlığı aynı ölçüde gerekli değildir.
Trivers’a göre cinsel seçilimin arkasında bulunan itici güçlerden biri, cinsiyetlerin ebeveyn yatırımları arasındaki bu farklılıktır. Tipik olarak kadınlardan daha az yatırım yapan erkekler cinsel birliktelik fırsatlarını azamiye çıkaran bir üreme stratejisi benimserken, bunun aksine kadınlar daha çok yatırım yapan cinsiyet olarak, seçim hakkını en iyi erkekle karşılaşıncaya kadar elde tutan bir üreme stratejisi benimsemiştir. Çünkü kötü bir eş tercihi üreme başarısı açısından, kadınlara erkeklerden daha pahalıya mal olacaktır (Buss, 1988).
Kadın atalarımız eşleşmelerde fark gözetmeyen bir tutum sergilediklerinde, bunun doğurduğu bazı sonuçlar yüzünden zarar görmüşlerdir. Üreme konusunda daha düşük başarı sağlamışlar ve daha az sayıdaki çocukları üreme çağına kadar hayatta kalabilmiştir; zira bu çocuklar baba yatırımından yoksun halde çevresel tehlikelere mani olamamışlardır. İnsanın evrimsel tarihindeki bir erkekse sadece birkaç saatini, hatta dakikasını feda ederek gerçekleştirebileceği gündelik çiftleşmeler peşinde daha hızlı koşabilmiştir. Evrimsel geçmişteki bir kadın hamile kalma konusunda riskli davranışlar benimsediğinde, bu kararının bedellerine yıllarca katlanmak zorunda kalmıştır (Buss, 1999).
Tüm bu sebeplerden dolayı, eş tercihleri kadın ve erkek için farklı ölçütlere göre şekillenmiştir.
Kaynaklar ve İleri Okuma:
  1. Rifat, O. (1986). Yunan antologyası ve Latin ozanlarından çeviriler. İstanbul: Adam Yayınları.
  2. Gaulin, S. J. C. & McBurney, D. H. (2001). Psychology: An evolutionary approach. NJ: Prentice Hall.
  3. Buss, D. M. & Schmitt, D. P. (1993). Sexual strategies theory: An evolutionary perspective on human mating. Psychological Review, 100 (2), 204-232.
  4. Pillsworth, E. G. & Haselton, M. G. (15 Şubat 2007). Women’s sexual strategies: The evolution of long-term bonds and extrapair sex. 26 Mart 2010, http://www.sscnet.ucla.edu/comm/haselton/webdocs/pillsworth_haseltonARSR.pdf
  5. Buss, D. M. (1988). The evolution of human intrasexual competition: Tactics of mate attraction. Journal of Personality and Social Psychology, 54 (4), 616-628.
  6. Buss, D. M. (1999). Evolutionary psychology: The new science of the mind. Boston: Allyn ve Bacon.

Neden Aşık Oluruz?

Her duygunun olduğu gibi aşk ın da fizyolojik ve psikolojik bir izahının olması gerekiyor kuşkusuz. Öyleyse; neden aşık oluyoruz? Bu soruya verilecek cevaplar çok çeşitli şekillerde olabilir ancak nedenleri sorguluyorsak elbette ki söz konusu durumun kökenlerini ele almalıyız. Yani aşkın evrimine bakmamız gerekiyor.

Neden aşk duygusuna sahip olduğumuz sorusu aslında evrimsel açıdan cevaplanmış bir soru. Aşık oluyoruz çünkü üremeliyiz. Çok kaba ve “düz” bir ifade gibi görünebilir ancak tarifinde bile güçlük çektiğimiz bu duygunun kökeni; üreme ve türümüzü devam ettirebilme güdüsüne dayanıyor. Evrimsel süreçte, değişen koşullara en iyi adapte olabilen canlı türünün hayatını devam ettirebildiğinden yola çıkarak, aşık olma durumumuzun aslında canlı türümüzün devamını sağlamak amacından başka bir amaç taşımadığını da söyleyelim. Yani aşkın maddeüstü bir anlamı kesinlikle yoktur ve tamamen biyokimyasal bir süreçtir. Türlerin üremeye devam etmesi ve türün devamlılığının sağlanması, evrim için başat önemdedir. Çiftleşmek ana amaç iken, aşk duygusu bu amaca giden yalnızca bir araçtır. 2005 yılında yapılan bir araştırma; beyindeki cinsel uyarının insanların aşık oldukları anlarda tamamen aktif halde olmadığını ortaya koydu.

Bu durum, aşkın üremeyi güçlendirdiği fikrini yanlışlamıyor, fakat yeni soruların da ortaya çıkmasına sebep oluyor. Mesela; üremeden sonra bile neden aşk duygumuz devam ediyor? Bu soruya mutlak cevap elbetteki evrimsel temelde oluyor: ödül ve bağlılığın kombinasyonu partnerimize duyulan tutkuyu devamlı kılıyor.

neden-aşık-oluruz-2Ödül motivasyonu ve onun yardımcı salgısı dopamin birlikteliğinden kaynaklı olarak aşkın birincil telaşı bir duygudan ziyade bir tutkuya dönüşmesidir. Zamanla, diğer nörotransmitterler ürememizin yıllarca sürdüğü uzun birlikteliklerin oluşmasında önemli roller üstleniyorlar.

 

Vazopresin ve oksitosin gibi hormonlar  insanlara ve diğer memeli türlerinin neredeyse %3’üne, devam eden tek eşli bir aşkı yaşamaları noktasında yardımcı olur. Bu iki kimyasal (vazopresin ve oksitosin); diğer insanlarla ilgili hafızalar oluşturma kabiliyetimizle ilişkilidir ve diğer insanları tanıyabilmemize yardımcı olurlar. Aynı zamanda da dopaminin yanı sıra cinsel birleşme anında da salgılanırlar.

Dopamin (haz ve mutluluk duygusuna sebep olur), oksitosin (bağlılık hissi ile ilgilidir) ve vazopresin (bağlılığı geliştirir ve sosyal anlamda ayırt edebilmeyi sağlar) birlikteliği partnerimize bağlılığımıza sebep olan öğrenilmiş bir davranışın ortaya çıkmasını sağlar.

Dopamin sinirsel bir iletim kimyasalıdır. Aşık olduğumuzda mutlu hissetmemizin sebebi dopamindir. Oksitosin ise aşk bitse dahi birlikteliklerin uzun süre devam edebilmesini sağlayan ve bağlılığa sebep olan etken kimyasaldır. Evliliklerdeki bozulmaların ve boşanmaların biyokimyasal süreçteki sebebinin oksitosin seviyesinde meydana gelen anormallikler olduğu düşünülmektedir. Cinsel birleşme sırasında da oksitosin oldukça fazla salgılanır, bu durum da bizlere aşk ile cinsel birleşmenin evrimsel açıdan ilişkili olduğu fikrini sunmaktadır. Vazopresin de tıpkı oksitosin gibi bağlılık hissinin gelişmesini ve buna ek olarak da sosyal hayatta insanları ayırt edebilmemizi ve tanıyabilmemizi sağlayan bir hormondur.

anne-bebek-babaBu kimyasallar aynı zamanda ailesel aşkta da örneğin; ebeveyn-çocuk ya da kardeşler arasındaki sevgide de rol oynuyorlar. Örneğin, oksitosinin ebeveyn bağı üzerinde önemli rolü vardır. Aynı zamanda da; annede doğum sırasında oksitosin salgılanır ve anne sütünün üretilmesinde de oksitosinin rolü vardır.

 

Sonuç olarak, ürememize götürebilecek ilişkileri güçlendirmek ve sürdürdüğümüz ilişkiler sonucu doğacak çocukları düşünerek aşık oluruz. Yani türümüzü devam ettirebilmek için.

Yukarıda anlatılan süreçlerin hepsi bütün duygularda olduğu gibi tamamen beyinde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla aşk da yalnızca beyinde gerçekleşmektedir. Elbetteki beyinde gerçekleşen algılamalar, salgılamalar ya da uyarılar vücudumuzun kalp, kaslar, bağırsaklar gibi diğer organlarında değişikliklere sebep olabilir ancak aşk kalpte oluşan bir duygu değildir. Bir diğer ifade ile kalbimizle değil, beynimizle aşık oluruz.

Yararlanılan Kaynaklar:

  1. Bilimfili
  2. University of Minesota
  3. Psychology Today
  4. LiveScience
  5. Economist

Birine Aşık Olmak İçin Sormanız Gereken 36 Soru!

Modern zamanlarda birinin kendisini bir başkasına açması giderek zorlaşmaktadır. İnsanlar birbirlerine açılamadıkları için kişiler arasında aşk gibi güçlü duyguların başlaması da zorlaşmaktadır. Ancak unutmamak gerekir ki aşk, sıradan bir biyokimyasal süreçten ve duygusal algıdan ibarettir. Dolayısıyla her biyokimyasal süreç gibi bilimsel olarak araştırılabilir ve her duygusal algı gibi psikolojik olarak yönlendirilebilir. Bu yazımızda, giderek artan “açılma ve aşık olma problemi”ni çözmeye yönelik yapılmış en ilginç araştırmalardan birini sunacağız. Bir diğer deyişle bu yazı, sizin yeni bir aşka yelken açmanızı veya var olan ilişkinizdeki aşkı canlandırmanızı sağlayan anahtar bir psikoloji araştırması olabilir!
Belki duymuşsunuzdur: Eğer iki kişi birbirinin gözlerine aralıksız olarak 2-4 dakika boyunca bakarsak, bu kişi arasında aşka benzer olarak tanımlanan duygular gelişebilmektedir. Bu yöntemin geçerliliği hiçbir zaman genel geçer olarak ispatlanmamıştır; ancak bazı kişilerde gerçekten çalıştığı gösterilmiştir. Ancak sadece bakmak, aşkı tetiklemek için yeterli değildir. Çünkü modern zamanlarda aşk, sadece fiziksel özelliklere göre değil, entelektüel birikime, çeşitli koşullar altıdna verilen tepkilere, vb. birçok faktöre göre belirlenmektedir.
İşte psikolog Arthur Aron ve diğerleri tarafından yürütülen bir çalışmada, iki yabancı arasındaki aşk gelişiminin hızlandırılabilmesi için sorulması gereken sorular araştırıldı. Bu sorular, oldukça spesifik ve kişisel sorular… Araştırma sonucunda bilim insanları 36 farklı soru ortaya çıkardılar ve bunları 12’şerden 3 gruba böldüler. Bu grupların her biri, bir öncekinden biraz daha spesifik ve kişisel.

Düşünüyor olabilirsiniz: “Sadece birkaç soru sorarak nasıl aşık olunur ki, mantığı nedir bunun?” diye… İzah edelim: Araştırmanın arkasında yatan mantık, insanların birbirine karşı savunmasız hissetmesinin, o kişiler arasında yakınlığa neden olduğu gerçeğine dayanmaktadır. Araştırmanın yazarlarını alıntılayacak olursak:
“İnsanlar arasında yakın ilişkilerin gelişimiyle ilişkilendirilen ana faktörlerden birisi, uzun süreli, giderek artan ve karşılıklı şahsi açıklamalardır.”
 
Gelelim sorulara… Bu soruları müstakbel aşkınızla veya şu andaki sevgilinizle karşılıklı oturarak aşağıda verilen sırayla birbirinize sormanız ve yine sırayla, yüksek sesle birbirinize cevaplamanız gerekiyor. Sorulara verilen cevaplara göre, karşınızdaki kişiyi çok daha iyi tanıyacak ve hatta eğer mümkünse, aşkın tetiklenmesini başarabileceksiniz. En azından öyle umuyoruz. Gelin hep birlikte deneyelim:
Soru Seti 1:
 
1) Eğer ki Dünya’da var olmuş herhangi bir insanı akşam yemeğine davet edebilecek olsaydın, bu kim olurdu?
2) Ünlü olmak ister miydin? Ne tür bir ünlü olmak isterdin?
3) Bir telefon görüşmesi yapmadan önce, neler söyleyeceğin üzerinde prova yapar mısın? Neden?
4) Senin için “kusursuz/harika” bir gün nasıl geçmelidir?
5) En son kendi kendine ne zaman şarkı söyledin? Peki ya bir başkasına en son ne zaman şarkı söyledin?
6) Eğer ki 90 yaşına kadar yaşayabilecek olsaydın ve hayatının son 60 yılında, ya 30 yaşındaki zihnini, ya 30 yaşındaki vücudunu seçmen gerekseydi, hangisini isterdin?
7) Nasıl öleceğine dair bir tahminin var mı?
8) Sen ve partnerin arasında ortak olan 3 özelliği say.
9) Hayatında en çok minnettar olduğun şey nedir?
10) Eğer ki çocukluğundaki yetiştirilme biçiminde değiştirebileceğin tek 1 şey olsaydı, bu ne olurdu?
11) 4 dakikayı dolduracak şekilde, hayat hikayeni olabildiğince detaylı bir şekilde anlat.
12) Eğer ki yarın yeni bir özellik ya da yetenek kazanmış şekilde uyanabilecek olsaydın, bu ne olurdu?
Soru Seti 2:
13) Eğer ki kristal bir top seninle, yaşamınla, geleceğinle ya da herhangi bir diğer konu hakkında sana tek 1 gerçeği söyleyebilecek olsaydı, neyi bilmek isterdin?
14) Uzun bir süredir yapmanın hayalini kurduğun herhangi bir şey var mı? Neden bugüne kadar yapmadın?
15) Hayatındaki en büyük başarı nedir?
16) Arkadaşlıkta en değer verdiğin şey nedir?
17) Geçmişinde en değer verdiğin anın nedir?
18) En kötü anın nedir?
19) Eğer ki 1 yıl içerisinde aniden öleceğini bilseydin, şu anki yaşama biçiminde herhangi bir şeyi değiştirir miydin? Neden*
20) Arkadaşlık senin için ne ifade ediyor?
21) Aşk ve şefkat hayatında nasıl bir role sahip?
22) Diyelim ki karşılıklı paylaşım senin partnerinde pozitif olarak değerlendirdiğin bir özellik. Partnerinle hangi 5 şeyi paylaşırdın?
23) Ailen birbirine ne kadar yakın ve sıcaktır? Çocukluğunun diğer birçok insandan daha mutlu geçtiğini düşünüyor musun?
24) Annenle ilişkin hakkında ne düşünüyorsun?
Soru Seti 3:
25) Birbirinize 3 adet “biz” veya “ikimiz” cümlesi kurun. Cümlelerin gerçeği yansıtması gerektiğini unutmayın. Örneğin: “İkimiz de bu oda içerisindeyken şunu hissediyoruz:…”
26) Bu cümleyi tamamlayın: “Şunu paylaşacağım biri olsun isterdim: …”
27) Eğer ki partnerinizle yakın bir arkadaş olacaksanız, lütfen onun bilmesi gerektiğini düşündüğünüz bir şeyi söyleyin.
28) Partnerinize, onda sevdiğiniz hangi özelliğin olduğunu söyleyin. Bu sefer aşırı dürüst olun. Gerçekte sevmediğiniz veya henüz yeni tanıştığınız birine söylemeyeceğiniz şeyleri sevdiğinizi söylemekten kaçının.
29) Partnerinize, hayatınızda utanç duyduğunuz bir anınızı anlatın.
30) Diğer bir insan önünde en son ne zaman ağladınız? Kendi kendinize en son ne zaman ağladınız?
31) Partnerinize, onda çoktan sevdiğiniz hangi özelliğin olduğunu söyleyin.
32) Hangi konu, hakkında şaka yapılamayacak kadar ciddidir (eğer böyle bir konu varsa)?
33) Bu akşam, hiç kimseyle irtibata geçemeden ölecek olsaydınız, birine söylemediğiniz için pişmanlık olacağını şey nedir? Bu şeyi neden o kişiye çoktan söylemediniz?
34) Eviniz, içinde sahip olduğunuz her şeyle birlikte yanıyor! Sevdiğiniz kişileri ve hayvanları (ve diğer canlıları) kurtardıktan sonra, sadece 1 objeyi kurtarabilecek kadar vaktiniz olduğunu fark ediyorsunuz. Neyi kurtarırdınız? Neden?
35) Ailenizdeki tüm kişiler arasında, kimin ölümünün fikri size en rahatsızlık verici geliyor? Neden?
36) Kişisel bir sorununuzdan bahsedin ve partnerinizin bu sorunla nasıl başa çıkacağıyla ilgili tavsiyelerde bulunmasını isteyin. Ayrıca partnerinizden, bu sorunu halletmeye çalışırken dışarıya neler yansıttığınızı (dışarıya nasıl göründüğünüzü) anlatmasını isteyin.
Sorular belki aşık olmanızı garanti etmeyecektir. Ancak potansiyel bir partneri çok daha iyi tanımanızı sağlayacağından emin olabilirsiniz. Özellikle de bu ve benzeri soruları (potansiyel) partnerinizle çoktan konuşmaya başlamadıysanız ya da hiç konuşamayacağınızı düşünüyorsanız.
Bir denemeye değer.
Kaynak:
  1. NY Times
  2. Aron, Arthur; Melinat, Edward; Aron, Elaine N.; Vallone, Robert Darrin; Bator, Renee J. The experimental generation of interpersonal closeness: A procedure and some preliminary findings. Personality and Social Psychology Bulletin, Vol 23(4), Apr 1997, 363-377. http://dx.doi.org/10.1177/0146167297234003

Aşk Hormonunun İki Yüzü…

Aşk hormonu olarak da bilinen oksitosin; sosyal bağları geliştirme, kaygıyı azaltma ve yaşamdan memnuniyet hissini arttırmaya yardımcı olan bir hormon. Northwestern Üniversitesi’nde yapılan yeni bir araştırma ise, bu antik hormonun karanlık bir yüzünün de olduğunu ve hoş olmayan anıları, korkuları ve kaygıyı güçlendirebildiğini gösteriyor. Bu Jeckyll ve Hyde davranışı, oksitosinin zıtlıklarına bakmaksızın anıları güçlendirici genel bir etkiye sahip olmasından dolayı ortaya çıkıyor.
1906’da keşfedilmesine rağmen, oksitosinin duygu değişimindeki etkilerini inceleyen araştırmalar henüz emekleme aşamasında. İnsanlar ve hayvanlar üzerinde yapılan deneyler oksitosinin; çiftlerin birbirine bağlılığı, etnosentrizm (gruba bağlılık), güven artışı, korkunun azalması ve hatta yaraların iyileşmesiyle güçlü bir ilişkisi olduğunu öne sürüyor. Bu tip etkilerin ilginç bir örneği 2012 yılında yapılan bir araştırmada görüldü. Bu araştırmada oksitosin, ilişkisi olan erkeklerde kalabalık içinde birbirlerine ve çekici kadınlara normalden 10-15 cm daha fazla mesafede durmaya sebep olurken, bekâr erkeklerde herhangi bir etkisi olmadı.
Bunun dışında oksitosin dozajının başka etkileri de keşfedildi. Örneğin, Haifa Üniversitesinde yapılan bir araştırma kıskançlığın ve başkalarının talihsizlik yaşamasından duyulan hazzın (Schadenfreude) oksitosinin burundan uygulanması sonucu arttığı tespit edildi. Başka bir araştırmadaysa, ana belirtisi sosyal ilişkilerden kaçınma eğilimi olan “borderline” kişilik bozukluğuna sahip insanların oksitosinle tedavi edildiğinde çevrelerine daha az güven sergilediği gözlendi. Bu gözlem özellikle reddetme konusunda hassas olanlarda geçerliydi. Bu araştırmalardan açıkça anlaşılacağı gibi oksitosinin insanların duygularına etkisi keşfedildiğinde tahmin edildiği kadar basit değil.
Northwestern Üniversitesi’nde yapılan yeni araştırma oksitosinin duygusal acıyla bağlantılı olduğunu gösteriyor. Oksitosinin anıların güçlenmesini arttırması, stresli sosyal durumların (zorbalık, taciz, alay) olay geçtikten uzun süre geçtikten sonra bile olayın akla kolayca gelmesinin sebebi olabilir. Böylesine anıların yoğunluğu, düşünüldüğü zaman olayı tekrar yaşamış gibi hissettirecek kadar fazla olabilir.
Nortwestern Üniversitesinden Profesör Jelena Radulovic’in araştırma grubu, stresli bir olay sırasında oksitosinin salgılandığını ve beynin anıyı yoğunlaştıran bir kısmını aktifleştirdiğini buldu. Oksitosin ayrıca stresli olay sırasında korkma ve kaygı hassasiyetini arttırıyor. Oksitosinin pozitif anıları da güçlendiriyor olması olası görünüyor ancak bu ihtimal henüz ayrıntılı bir biçimde incelenmiş değil.
Profesör Radulovic’in araştırması oksitosini sosyal stresle ilişkilendiren ve oksitosinin stresin ileriki zamanlarında kaygı ve korkuyu arttırdığını gösteren ilk çalışma. Araştırmacılar ayrıca beynin bu etkilerden sorumlu olan kısmını(lateral septum) ve oksitosinin bu bölgeyi kaygı ve korkuyu arttırmak için nasıl kullandığını keşfettiler.
Bulgular oksitosinin aşkla ve sosyal bağlarla uzun süredir ilişkilendirilmesinden dolayı bu hormonun pozitif anıları güçlendireceğini bekleyen araştırmacıları şaşırttı. Radulavic’in laboratuvarında çalışan doktora öğrencisi Yomayra Guzman şöyle diyor:
“Oksitosin yıllardır yapılan araştırmalardan dolayı stres düşürücü bir etken olarak görüldü. Biz merkezi sinir sisteminde moleküler değişikliklerle bu hormonun korkuyu azaltmak yerine nasıl arttırdığını gösterdik.”
Oksitosin artık basit “aşk hormonu” olmaktan uzakta ve diğer birçok hormon gibi insan sağlığı ve davranışıyla karmaşık etkileşime sahip. İyi bir ilerleme gerçekleşmiş olmasına rağmen oksitosinin etkilerinin tamamen anlaşılması için daha birçok araştırma yapılması gerekiyor.
Kaynak:
  1. Northwestern University
  2. Guzmán, Y. F. et al. Fear-enhancing effects of septal oxytocin receptors. Nat. Neurosci. 16, 1185–1187 (2013).