Çoğu Hayvanın Aksine İnsanlar Neden Birbirlerini Öper?

Kissing allows us to assess how compatible we are (Credit: Getty)Yeni bir çalışma insan kültürlerinin yarısında romantik dudak dudağa öpüşmenin olmadığını gösterdi. Hayvanlar ise bunu yapma zahmetine bile girmiyorlar. Peki, nasıl oldu da böyle evrildik?

Düşünüldüğünde öpme eylemi garip ve biraz da iğrenç gelebiliyor.  Bazen uzun aralıklarla salyanızı birileriyle paylaşırsınız. Bir öpücükte 80 milyon bakteri sizin vücudunuza geçebilir ve bunların hepsi iyi niyetli bakteriler değildir.

Herkes ilk öpücüğünü utanç verici veya tatlı bir şekilde hatırlar ve öpüşme romantizmde büyük rol oynamaya devam etmektedir. En azından bazı toplumlarda bu böyledir. Batılı toplumlarda bu tarz öpüşmenin evrensel bir davranış olduğu varsayılıyordu. Ancak yeni bir çalışma aslında bunun tüm kültürlerde daha az olduğunu gösterdi. Ayrıca öpüşme diğer hayvanlarda da oldukça nadir görülen bir davranıştır.

Peki, bu ‘garip’ davranışın arkasında gerçekten ne var? Eğer öpüşmek faydalı ise neden tüm hayvanlar bunu yapmıyor veya insanların hepsi öpüşmeden kaçınıyor? Hayvanların öpüşmemesi bunu bize açıklıyor olabilir.

Yeni bir araştırma öpüşme tercihlerinin seçilen 168 kültürün sadece %46’sında romantik bir anlam taşıdığını ortaya koymuştur. Önceki çalışmaları bu oranın yüzde 90 olduğunu söylüyordu. Bu yeni çalışma ailelerin çocuklarını öpmesini hesaba katmayarak  sadece romantik dudak dudağa öpüşmeler üzerinde yapılmış.

Hiçbir avcı-toplayıcı gruplarda öpüşmeye veya bunu arzulamaya dair kanıt bulunmamıştır.  Hatta bazılarının öpüşmeyi iğrenç gördükleri düşünülmektedir.  Brezilya’dan Mehinaku kabilesi öpüşmenin “müstehcen, çirkin” olduğunu söylüyorlar. Modern insanlara en yakın olan avcı toplayıcı grupların atasal yaşam tarzının verilerini göz önüne alınıp bakıldığında atalarımız da öpüşmemiş olabilirler.

Bu çalışma romantik bir öpüşmenin evrensel bir insan davranışını olduğu fikrini alt üst ettiğini söylüyor Nevada Üniversitesi’nden William Jankowiak. Ayrıca Jankowiak şunu dile getiriyor “ Bunun yerine batı toplumlarının nesilden nesile aktarılan bir ürünü gibi görünüyor”

Bu fikri destekleyen bazı tarihsel kanıtlar bulunmaktadır.

Oxford Üniversitesi’nden Rafael Wlodarski öpüşmenin oldukça yeni bir buluş olduğunu düşünüyor. Rafael Wlodarski öpüşmenin nasıl değiştiğini öğrenmek için eldeki kayıtları karıştırarak kanıtlar aradı.

En eski öpüşme davranışının kanıtı 3.500 yıl önceye dayanan Hindu Vedic Sanskritçe metinlerinde yer alıyor. Bu metinlerde öpüşmek iki kişinin ruhlarının birbirlerine teneffüs etmesi olarak nitelendirilmiş. Buna karşılık Mısır hiyerogliflerindeki resimlerde dudaklarını birbirine bastırmış birbirine yakın insan motifleri bulunmaktadır.

Peki, neler oluyor?  Öpüşmek doğal bir şey olarak mı yapıyoruz ancak bazı kültürler de bu bastırılmış mıdır?  Yoksa bu öpüşmeyi modern insanlar mı keşfetti?

Hayvanların davranışlarına bakarak bir şeyler bulabiliriz

Bizim yakın akrabalarımız şempanzeler ve bonomolarda öpüşür.  Atlanta Emory Üniversitesi ‘nden primatolog Frans de Waal şempanzelerin öpüştüklerini ve kavgalardan sonra da sarıldıklarını gözlemlemiştir. Şempanzeler için öpüşme uzlaşma biçimidir.  Bu erkeklerde kadınlara göre daha fazladır. Bir başka deyişle bu romantik bir davranış değildir.

Onların kuzenleri olan bonobolar ise daha sık öpüşürler ve dillerini kullanmayı da ihmal etmezler. Bu şaşırtıcı bir durum değil çünkü bonoboların cinsel hayatları oldukça aktiftir. İki insan buluşunca tokalaşabilir fakat  bonobo için bu tanışma ritüeli seks ile olur. Yani onların tokalaşma biçimi sekstir. Ayrıca onlar seksi bir bağlanma çeşidi olarak kullanılırlar.  Yani öpüşmek onlar için romantik bir davranış değildir.

Bu iki kuyruksuz büyük maymun istisnalar. Bildiğimiz kadarıyla diğer hayvanlar hiç öpüşmez. Onlar birbirlerinin yüzlerine burunlarını sürter veya dokunurlar. Ancak bu şekilde bile salyalarını paylaşmazlar veya dudaklarını şaplatmazlar.  Onların bunlara ihtiyacı yoktur .

Yaban domuzlarınızı ele alalım;  erkek yaban domuzları dişileri etkileyici buldukları zaman etrafa keskin bir koku bırakırlar. Bu anahtar kimyasal dişilerin çiftleşme isteğini tetikleyen “androstenone” isimli bir feromondur. Bu dişinin bakış açısından iyi bir şeydir çünkü erkekler bulunan en verimli kimyasal androstenone feromonudur. Erkeğin kokusu o kadar ağırdır ki,  dişinin erkeğe yeterince yakın olması bile gerekmez.

Bu durum birçok memeli içinde geçerlidir.  Örneğin dişi hamsterler erkekleri heyecanlandıran bir feromon salgılarlar.  Fareler benzer kimyasallar aracılığıyla kendilerine eşler bulurlar. Bu yöntem kazara ensest riskini en aza indirir.

Hayvanlar genellikle idrarları ile bu tarz feromonlar bırakılar.  Rafael Wlodarski idrarların çok keskin kimyasallar yaydığını söylüyor ve şunu ekliyor “Eğer mevcut ortama idrar bırakılmışa hayvanlar bu yolla uyumlu olup olmadıklarını değerlendirirler.

Gelişmiş koku duyusu sadece memeliler de yoktur. Eğer karadul erkek örümceği dişisi son zamanlarda bir şey yemiş ise bunun kokusunu alabilir.  Bu şekilde eğer dişinin karnının tok olduğunu anlarsa onunla çiftleşebilecek ve sonunda ona yem olmayacaktır. (Bu örümcekler erkeklerini çiftleşme sonrası yerler.)

Konunun ana noktası ise hayvanların kendilerine eş bulabilmek için bizler kadar birbirlerine yakınlaşmasına gerek olmadığıdır.

Diğer yandan insanların vahşi/cezbedici kokuları insanları birbirine yakınlaştırmak için kullanılır. Kokular, birbirimize uygunluğumuzu değerlendirmek için kullandıkları tek fikir değildir,  ancak çalışmalar kokunun eş seçiminde önemli rolü olduğunu göstermiştir.

1995 yılında yayımlanan bir çalışmada kadınlarında fareler gibi genetik farklılıkları olan erkek bireyleri seçtiğini göstermiştir. Farklı genlere sahip bireylerin daha sağlıklı yavrular üretmesi için mantıklı bir davranış olacaktır. (Çevirmen notu; ayrıca farklı genlerin olması veya melez olmak hayatta kalma açısından daha avantaj teşkil eder.)  Öpüşme bu yüzden eşinizin genlerini “koklayarak “daha yakından hissetmeniz için harika bir yoldur.

Rafael Wlodarski 2013 yılında öpüşme tercihlerini daha detaylı incelemiştir. Birkaç yüz kişiye öpüşme esnasında neyin en önemli olduğunu sordu. Kadınlar doğurganlık dönemlerinde kokunun öneminin arttığını tespit etti.

Erkek yaban domuzları da dişilerini çekici yapan bir feromon sayesinde buluyorlar. Erkek ter içerisindeki mevcut anında ve kadınlarında buna maruz kaldığında uyarılma düzeyleri hafifçe artacaktır.

Rafael Wlodarski’ye göre feromon memeliler de eş seçiminde çok önemli bir nokta da yer alıyor. “Biz memelilerin biyolojisi büyük oranda miras fakat yine de evrimsel süreçte ekstra özellikler ekleyebiliyoruz” diyor Wlodarski.

Buna göre öpüşme bir başkasına yeterince yakın olabilmek için feromonları tespit etmede kullanılan kültürel bir yöntemdir. Bazı kültürler de bu koklama davranışı fiziksel dudak temasına dönüştü.  Bunun olup olmadığını saptamak zor fakat ikisi de aynı amaca eşlik ettiğini söylüyor Wlodarski.

Eğer mükemmel bir eşleşme istiyorsak insanları öpmekten vazgeçebilir ve sadece koklayabiliriz. Böylelikle iyi bir eş bulup mikropların büyük bir kısmını da almamış olacaksınız. Ancak bunun biraz komik olduğunu da göz önüne getirmeyi unutmayın…

Kaynak;
  1. EvrimselAntropoloji
  2. http://www.bbc.com/earth/story/20150714-why-do-we-kiss
  3. William R. Jankowiak, Shelly L. Volsche, Justin R. Garcia Is the Romantic–Sexual Kiss a Near Human Universal? First published: 6 July 2015 DOI: 10.1111/aman.12286
  4. Frans B. M. de Waal Peacemaking among Primates ISBN 9780674659216 Publication: September 1990
  5. Dorries K.M.  Adkins-Regan E.  Halpern B.P. Sensitivity and Behavioral Responses to the Pheromone Androstenone Are Not Mediated by the Vomeronasal Organ in Domestic Pigs Brain Behav Evol 1997;49:53–62 (DOI:10.1159/000112981)
  6. Alan G. Singer A chemistry of mammalian pheromones The Journal of Steroid Biochemistry and Molecular Biology Volume 39, Issue 4, Part 2, October 1991, Pages 627–632
  7. Claus Wedekind, Thomas Seebeck, Florence Bettens, Alexander J. Paepke MHC-Dependent Mate Preferences in Humans Published 22 June 1995.DOI: 10.1098/rspb.1995.0087
  8. Rafael Wlodarski , Robin I. M. Dunbar Examining the Possible Functions of Kissing in Romantic Relationships Archives of Sexual Behavior November 2013, Volume 42, Issue 8, pp 1415-1423 First online: 11 October 2013
  9. J. Verhaeghe, R. Gheysen, and P. Enzlin Pheromones and their effect on women’s mood and sexuality Facts Views Vis Obgyn. 2013; 5(3): 189–195.

‘Normal’ seks diye bir şey var mı?

Aseksüellik

Aseksüellik, bireylerin başkalarına karşı çok az cinsel çekim hissettiği veya hiç hissetmediği bir cinsel yönelimdir. Kesin yaygınlık oranları değişmekle birlikte, son çalışmalar nüfusun yaklaşık %1’inin kendini aseksüel olarak tanımladığını göstermektedir. Birleşik Krallık’tan ulusal bir olasılık örnekleminde, aseksüelliğin yaygınlığının yaklaşık %1.05 olduğu tahmin edilmiştir. Bu rakam, aseksüelliği tanımlamak için kullanılan belirli kriterlere (örneğin, çekim, davranış veya kimlik) bağlı olarak farklılıklar olsa da, diğer çalışmalar tarafından desteklenmiştir. Birçok aseksüel birey hala romantik ilişkilere girmekte veya cinsel aktiviteye katılmaktadır, bu da bu yönelimin anlaşılmasını daha da karmaşık hale getirmektedir.

Kiminle Seks Yapıyorsunuz?

2009 yılında ABD’de 18-59 yaşları arasındaki 3.990 kişiyi kapsayan kapsamlı bir araştırma, cinsel ilişkilerin basmakalıp tek gecelik ilişkilerin ötesine geçtiğini ortaya koymuştur. Anket verileri, cinsel aktivitenin çoğunluğunun uzun süreli ilişkilerde gerçekleştiğini, arkadaşlarla veya geçici partnerlerle yapılanlar gibi diğer cinsel ilişki biçimlerinin ise daha az yaygın olduğunu göstermektedir. Dağılım aşağıdaki gibidir:

  • Uzun süreli ilişki: 53%
  • Geçici ilişki: %24
  • Bir arkadaşla: 12%
  • Bir tanıdıkla: %9
  • Bir seks işçisiyle: %2

Bu, uzun süreli veya daha kararlı ilişkiler içinde seksin hala norm olduğunu, gündelik karşılaşmaların ise yaygın olmasına rağmen genel cinsel davranışın daha küçük bir oranını temsil ettiğini göstermektedir.

Ne Sıklıkta Seks Yapıyorsunuz?

Cinsel aktivite sıklığı, ABD’de gerçekleştirilen ve 18 yaş ve üstü 50.000’den fazla katılımcının yanıtlarını içeren Küresel Seks Anketi gibi çeşitli büyük ölçekli anketlerde araştırılmıştır. Sonuçlar, insanların ne sıklıkta cinsel aktivitede bulunduğuna dair anlık bir görüntü sunmaktadır:

  • Geçen yıl hiç seks yapılmadı: 18%
  • Yılda bir kez: 8%
  • Ayda 1-2 kez: 28%
  • Haftada 1-3 kez: 40%
  • Haftada 4 veya daha fazla kez: 6.5%

Bu istatistikler nüfusun önemli bir kısmının (yaklaşık %40) düzenli cinsel aktivitede bulunduğunu (haftada 1-3 kez), daha küçük bir kısmının ise daha sık cinsel ilişkiye girdiğini göstermektedir. Seks sıklığı yaşla birlikte azalma eğilimindedir, ancak bu azalma genellikle algılandığı kadar keskin değildir.

Cinsel Davranış Araştırmalarında Uyarılar

Cinsel davranış üzerine yapılan araştırmalar, konunun hassas doğası nedeniyle genellikle sınırlamalarla karşılaşmaktadır. Anketler ve çalışmalar önyargılara açıktır, çünkü katılımcılar mahrem ayrıntıları açıklamaktan rahatsızlık duyabilir, bu da eksik raporlamaya veya abartmaya yol açabilir. Ayrıca, kültürel farklılıklar ve değişen sosyal normlar, farklı toplumlarda cinsel aktivitenin doğru ve kapsamlı bir resmini yakalamayı zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, veriler eğilimlerin geniş bir şekilde anlaşılmasını sağlarken, bireysel farklılıkları tam olarak yansıtmayabileceklerini kabul ederek bu rakamları dikkatle yorumlamak önemlidir.

Güncelleme 2016-2024

2016 yılından bu yana, insan cinselliği çalışmalarında birçok önemli dönüm noktası, cinsel davranış, tercih, yönelim ve eğilimlerin daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmuştur. Bu kilometre taşları, cinsel çeşitliliğe yönelik toplumsal tutumlarda süregelen değişimi, yeterince temsil edilmeyen cinsel yönelimlerin artan görünürlüğünü ve özellikle veri toplama ve analiziyle ilgili olarak araştırmalardaki gelişmiş metodolojileri yansıtmaktadır.

1. Aseksüellik Üzerine Daha Fazla Tanınma ve Araştırma

2016’yı takip eden yıllarda aseksüellik hem akademik araştırmalarda hem de kamusal söylemde giderek daha fazla kabul görmeye başladı. Çalışmalar aseksüelliğin yaygınlığını araştırmaya devam etti ve nüfusun yaklaşık %1’inin aseksüel olduğunu tahmin eden daha önceki çalışmalardan elde edilen bulguları pekiştirdi. Özellikle, araştırmacılar aseksüel deneyimlerin nüanslarına odaklanmaya başlamış, birçok aseksüel bireyin romantik ilişkiler kurduğunu ve bazılarının cinsel çekim eksikliğine rağmen cinsel faaliyetlerde bulunduğunu vurgulamıştır. Bu dönem aynı zamanda aseksüellere destek ve görünürlük sağlayan savunuculuk gruplarının ve çevrimiçi toplulukların yükselişine tanıklık etti ve bu da aseksüelliğin ayrı bir yönelim olarak meşrulaştırılmasına yardımcı oldu.

2. Değişen Cinsel Eğilimler: Cinsel Sıklıkta Düşüş

Bu dönemin en çok tartışılan eğilimlerinden biri, özellikle genç yetişkinler arasında cinsel sıklıkta bildirilen düşüştür. Aralarında 2016 Cinsel Davranış Arşivleri çalışmasının da bulunduğu bir dizi araştırma, Y kuşağı ve sonraki kuşaklar arasında cinsel aktivitenin eski kuşaklara kıyasla azaldığını belgelemiştir. Bu eğilim, ekonomik baskılar, dijital teknoloji kullanımının artması, değişen ilişki normları ve anksiyete ve depresyon gibi ruh sağlığı sorunları hakkında daha fazla farkındalık gibi çeşitli faktörlere bağlanmıştır. Cinsel aktivitedeki düşüş, değişen öncelikler, sosyal medyanın yakınlık üzerindeki etkisi ve genç nüfus arasında büyüyen bir “seks durgunluğu” potansiyeli hakkında yaygın tartışmalara yol açmıştır.

3. Veri Toplamadaki Gelişmeler: Büyük Veri ve Çevrimiçi Anketlerin Kullanımı

2016’dan itibaren insan cinselliği araştırmaları, flört uygulamaları, sosyal medya platformları ve büyük ölçekli çevrimiçi anketlerden elde edilen büyük verilerin kullanımı da dahil olmak üzere daha sofistike veri toplama tekniklerinden yararlanmaya başladı. Bu yöntemler, araştırmacıların farklı demografilerdeki insanların cinsel davranışları ve tercihleri hakkında daha dinamik ve kapsamlı bilgiler elde etmelerini sağladı. Çalışmalar ayrıca, sosyal arzu edilebilirlik önyargısının etkilerini hafifleten ve katılımcıların cinsel deneyimleri hakkında daha samimi yanıtlar vermelerine olanak tanıyan anonim çevrimiçi ortamlardan da yararlanmıştır. Metodolojideki bu değişim, ağırlıklı olarak yüz yüze görüşmelere ve daha küçük örneklem boyutlarına dayanan önceki araştırmalara kıyasla bulguların doğruluğunu önemli ölçüde artırmıştır.

4. Tek Eşli Olmayan ve Farklı İlişki Yapılarının Yükselişi

2016’dan sonra cinsellik araştırmalarındaki önemli bir gelişme, rızaya dayalı tek eşlilik dışı, çok eşlilik ve açık ilişkiler de dahil olmak üzere geleneksel olmayan ilişki yapılarının artan görünürlüğü ve kabulü olmuştur. Akademisyenler, özellikle Batı ülkelerinde rızaya dayalı tek eşlilik dışı ilişki biçimlerini açıkça uygulayan kişilerde bir artış olduğunu belgelemiş olup, araştırmalar yetişkinlerin yaklaşık %4-5’inin bir tür açık veya çok eşli ilişki içinde olduğunu bildirdiğini göstermektedir. Bu uygulamalar, tek eşli ilişkilerin geleneksel tanımlarına meydan okumakta ve hem araştırmacıları hem de klinisyenleri cinsel münhasırlık, aşk ve bağlılıkla ilgili uzun süredir devam eden varsayımları yeniden gözden geçirmeye sevk etmektedir.

5. Toplumsal Cinsiyet ve Cinsel Akışkanlık Anlayışının Genişletilmesi

2016’dan bu yana insan cinselliği çalışmalarında bir diğer önemli dönüm noktası, cinsiyet akışkanlığına artan ilgi ve cinsel yönelimin her zaman sabit olmadığının kabul edilmesi olmuştur. Genel Sosyal Anket (GSS) gibi büyük ölçekli anketler, genç nesillerin biseksüel veya panseksüel olarak tanımlanma olasılığının daha yüksek olduğunu ortaya koyarak, akışkan cinsel kimlikleri kabul etmeye yönelik daha geniş bir toplumsal değişimi yansıtmaktadır. Çalışmalar ayrıca, birçok birey ikili kategorilere tam olarak uymadığından, cinsel davranış, çekim ve kimlik arasında ayrım yapmanın önemini vurgulamıştır. Araştırmacılar, cinsel yönelimin zaman içinde değişebileceğini ve “gey” veya “heteroseksüel” gibi etiketlerin bir bireyin deneyimlerini tam olarak kapsamayabileceğini kabul ederek bu karmaşıklığı yakalamak için çalışmışlardır.

6. Cinsel Sağlık ve Refah: Zihinsel ve Duygusal Faktörlere Daha Fazla Vurgu

2016’yı takip eden dönemde cinsel sağlık ve ruhsal esenlik arasındaki kesişime giderek daha fazla odaklanıldı. Araştırmacılar ve klinisyenler, ruh sağlığının cinsel tatmin, sıklık ve davranıştaki rolü de dahil olmak üzere cinselliğin psikolojik yönlerine daha fazla dikkat etmeye başladılar. Çalışmalar depresyon, anksiyete ve stres gibi ruh sağlığı sorunlarının daha düşük cinsel istek ve tatmin düzeyleriyle bağlantılı olduğunu göstermiştir. Odak noktasındaki bu değişim, cinselliğe daha fazla önem verilmesini teşvik etmiştir.

İleri Okuma
  1. BBC
  2. Richters, J., de Visser, R. O., Rissel, C. E., Grulich, A. E., & Smith, A. M. A. (2003). Sexual practices and the duration of last heterosexual relationship: Findings from the Second Australian Study of Health and Relationships. Sexual Health, 10(6), 549-554.
  3. Durex Global Sex Survey. (2005). Global sex survey statistics, trends, and behaviors. Retrieved from Durex Website.
  4. Bogaert, A. F. (2004). Asexuality: Prevalence and associated factors in a national probability sample. Journal of Sex Research, 41(3), 279-287.
  5. Ritch C. Savin-Williams , Geoffrey L. Ream Prevalence and Stability of Sexual Orientation Components During Adolescence and Young Adulthood Archives of Sexual Behavior June 2007, Volume 36, Issue 3, pp 385-394 First online: 29 December 2006
  6. Herbenick, D., Reece, M., Schick, V., Sanders, S. A., Dodge, B., & Fortenberry, J. D. (2010). Sexual behavior in the United States: Results from a national probability sample of men and women ages 14–94. Journal of Sexual Medicine, 7(s5), 255-265.
  7. Debby Herbenick, PhD, MPH,* Michael Reece, PhD, MPH, Vanessa Schick, PhD,*Stephanie A. Sanders, PhD,Brian Dodge, PhD, and J. Dennis Fortenberry, MD, MS An Event-Level Analysis of the Sexual Characteristics andComposition Among Adults Ages 18 to 59: Results from aNational Probability Sample in the United States The Journal of Sexual Medicine Volume 7, Issue Supplement s5, Article first published online: 4 OCT 2010 DOI: 10.1111/j.1743-6109.2010.02020.x
  8. Muehlenhard CL, Shippee SK Men’s and women’s reports of pretending orgasm. J Sex Res. 2010 Nov;47(6):552-67. doi: 10.1080/00224490903171794.
  9. Aicken, Catherine R H, Mercer, Catherine H and Cassell, Jackie A (2013) Who reports absence of sexual attraction in Britain? Evidence from national probability surveys. Psychology & Sexuality, 4 (2). pp. 121-135. ISSN 1941-9899
  10. Tim Wadsworth Sex and the Pursuit of Happiness: How Other People’s Sex Lives are Related to our Sense of Well-Being Social Indicators Research March 2014, Volume 116, Issue 1, pp 115-135 First online: 28 February 2013
  11. Bogaert, A. F. (2015). Toward a conceptual understanding of asexuality. Review of General Psychology, 19(1), 1-13.
  12. GSS (General Social Survey). (2016). Trends in sexual orientation and identity. National Opinion Research Center.
  13. Twenge, J. M., Sherman, R. A., & Wells, B. E. (2017). Declines in sexual frequency among American adults, 1989–2014. Archives of Sexual Behavior, 46(8), 2389-2401.
  14. Casey E. Copen, Ph.D.; Anjani Chandra, Ph.D.; and Isaedmarie Febo-Vazquez, M.S., Division of Vital Statistics Sexual Behavior, Sexual Attraction, and Sexual Orientation Among Adults Aged 18–44 in the United States: Data From the 2011–2013 National Survey of Family Growth National Health Statistics Reports, Number 88, January 2016
  15. Haupert, M. L., Gesselman, A. N., Moors, A. C., Fisher, H. E., & Garcia, J. R. (2017). Prevalence of experiences with consensual nonmonogamous relationships: Findings from two national samples of single Americans. Journal of Sex & Marital Therapy, 43(5), 424-440.
  16. Kohut, T., Fisher, W. A., & Campbell, L. (2017). Sexual behavior and the Internet: Observations from a large-scale online survey. Journal of Sex Research, 54(1), 43-54.

Sövmenin ne tür yararları olabilir?

Image copyrightThinkstock

Araştırmalar çocukların ortalama 6 yaşından itibaren sövmeye başladığını gösteriyor.

Zamanımızın yüzde 0,5 ila 0,7’sini söverek geçirdiğimiz söyleniyor. Bu ise ne kadar konuştuğunuza bağlı olarak günde onlarca kez küfür kelimelerini kullanmak anlamına geliyor.

Sövmeye karşı olanlar onun kişiyi kaba, eğitimsiz ve güvenilmez gösterdiğini söylüyor. Fakat uzmanlar, sövmenin insanı daha inandırıcı kılma ve acı ve sıkıntıdan kurtulma gibi bazı şaşırtıcı yararları olduğunu ifade ediyor.

Bazı psikologlar söverken beynimizin dil ile ilgili bölümünden farklı bir bölgenin devreye girdiğini söylüyor.

Normalde dilin birçok unsuru kortekste ve beynin sol yarıküresinde yer alırken, sövmenin beynin çok daha eski ve ilkel bir bölümüyle ilgili olabileceği belirtiliyor.

Küfür ifadeleri

Küfür olarak kullandığımız tabu kelimeler ülkeden ülkeye değişir. İngilizcede kullanılan küfür kelimelerinin dinsel kökenleri vardır.

Image captionKüfürün beynin çok daha eski ve ilkel bir bölümüyle ilgili olabileceği belirtiliyor.

Vücudun bazı bölgeleriyle ilgili kelimeler de bugün küfür olarak kullanılıyor. Fakat bu her zaman böyle olmamış, eskiden insan vücuduna daha az tabu işlevi biçilmişti.

Sövme konusunda kitap yazan Melissa Mohr’a göre, Rönesans sırasında her şey değişti ve cinsellik ifade eden kelimeler daha güçlü hale geldi. “Protestan Devrim’in gerçekleşmediği yerlerde dini küfür kelimeleri hala güçlü” diyor Mohr.

Asya ülkelerinde birçok küfür ifadesi sosyal statüye, atalara ve itibara yöneliktir.

Mohr, Japonlarda küfür ifadelerinin olmadığı yönünde yanlış bir algı olduğunu belirtiyor. Oysa seks ve dışkıyla ilgili her tür kelimenin yanı sıra, Japoncada hakaret içeren çok sayıda ifade olduğunu söylüyor.

İşaret dilinde de buruna yönelik işaretler ‘çirkin’, ‘sıkıcı’, ‘kendini beğenmiş’ gibi anlamlar içermek üzere kullanılıyor.

İkna gücü

Image captionBir deneyde, küfür eden insanların ellerini daha uzun süre soğuk suda tutabildiği görüldü.

Fakat son araştırmalar sövmenin birçok yararı olduğunu gösteriyor.

Bunlardan en barizi sövmenin etkili iletişimi sağlaması. Sövme yoluyla bir cümlenin anlamını aktarmanın yanı sıra anlama yönelik duygusal tepkimizi de ifade etmiş oluyoruz.

Ayrıca öfke, tiksinti ya da acı gibi duygularımızı daha etkili ifade etmemizi ya da fiziksel şiddete başvurmadan karşımızdaki kişiye geri durması mesajı iletmemizi sağlıyor.

Araştırmalar sövmenin, verilmek istenen mesajın etkisini ve ikna gücünü artırdığını gösteriyor.

İnsanların internet ortamında daha fazla sövdüğü, örneğin Twitter kullanıcılarının ortalama konuşma sırasında sarf edilenden yüzde 64 daha fazla küfür ifadeleri kullandığı belirtiliyor.

Image captionİnsanların internet ortamında daha fazla küfür ettiği belirtiliyor.

Sövmenin ayrıca acıya dayanma gücünü artırdığı, ellerini buz dolu kovada bekleten deneklerin bu sırada sövmeleri halinde daha uzun süre soğuğa dayandığı görüldü.

Sövmekten ne kadar yarar sağladığınızın ölçüsü ise küfür kelimelerinin sizin için ne kadar tabu olduğuyla ilgili. Bu ise küçükken bu kelimeleri kullandığınızda ne kadar cezalandırılmış olduğunuza bağlanıyor.

Peki, sövmenin böyle yararları olabilirken, söven kişi açısından sövmek nasıl bir gösterge?

Yanlış algılar

Hakkımızda kötü bir izlenim bırakacağı kaygısıyla genellikle çekindiğimiz insanların yanında sövmekten kaçınırız.

Image captionKüfürün insanların temel bir ihtiyacını karşıladığı belirtiliyor.

1970’lerde yapılmış araştırmalar söven insanların daha az güvenilir bulunduğuna işaret ediyordu.

Fakat son araştırmalar söven kişinin alt sınıflardan, eğitimsiz, dil becerisi az gelişmiş olduğuna dair algının doğru olmadığını gösteriyor.

Yani sosyal statü yükseldikçe sövme genel olarak azalsa da, orta sınıfların üst kesimleri alt kesimlerinden daha fazla sövüyor.

Bütün bunlar bizim açımızdan ne gösteriyor?

“Tabu kelimeler evrenseldir. Sövmek, insan olarak herkesin sahip olduğu bir ihtiyacı karşılıyor” diyor Mohr.

Kaynak:

  1. BBC
  2. Kristin L. Jay and Timothy B. Jay A Child’s Garden of Curses: A Gender, Historical, and Age-Related Evaluation of the Taboo Lexicon The American Journal of Psychology Vol. 126, No. 4 (Winter 2013), pp. 459-475 DOI: 10.5406/amerjpsyc.126.4.0459
  3. Wang, W., Chen, L., Thirunarayan, K., & Sheth, A. P. (2014). Cursing in English on Twitter. Proceedings of the 17th ACM Conference on Computer Supported Cooperative Work & Social Computing, 415-424. http://corescholar.libraries.wright.edu/knoesis/590
  4. Vingerhoets, A.J.J.M.; Bylsma, L.; de Vlam, C. Swearing : A biopsychosocial perspective (2013) Psychological Topics, 22(2), 287 – 304. ISSN 1332-0742.
  5. Danette Ifert Johnson Swearing by Peers in the Work Setting: Expectancy Violation Valence, Perceptions of Message, and Perceptions of Speaker Communication Studies Volume 63, Issue 2, 2012 DOI:10.1080/10510974.2011.638411
  6. Nicoletta Cavazza Margherita Guidetti Swearing in Political Discourse Why Vulgarity Works Journal of Language and Social Psychology October 2014 vol. 33 no. 5 537-547 Published online before print May 1, 2014, doi: 10.1177/0261927X14533198
  7. Stephens R, Umland C. Swearing as a response to pain-effect of daily swearing frequency. J Pain. 2011 Dec;12(12):1274-81. doi: 10.1016/j.jpain.2011.09.004. Epub 2011 Nov 11.
  8. J. J. Tomash and Phil Reed The Relationship Between Punishment History and Skin Conductance Elicited During Swearing Anal Verbal Behav. 2013; 29(1): 109–115. PMCID: PMC3659506
  9. Nicola Daly, Janet Holmes, Jonathan Newton, Maria Stubbe Expletives as solidarity signals in FTAs on the factory floor Journal of Pragmatics 36 (2004) 945–964 Received 29 April 2003; received in revised form 2 December 2003; accepted 12 December 2003 doi:10.1016/j.pragma.2003.12.004
  10. Robert N. Bostrom, John R. Baseheart and Charles M. Rossiter Jr. The Effects of Three Types of Profane Language in Persuasive Messages Issue Journal of Communication Volume 23, Issue 4, pages 461–475, December 1973 Article first published online: 7 FEB 2006 DOI: 10.1111/j.1460-2466.1973.tb00961.x
  11. Deborah A. Cobb-Clark, Stefanie Schurer The stability of big-five personality traits Economics Letters Volume 115, Issue 1, April 2012, Pages 11–15 doi:10.1016/j.econlet.2011.11.015
  12. Kristin L. Jay, Timothy B. Jay Taboo word fluency and knowledge of slurs and general pejoratives: deconstructing the poverty-of-vocabulary myth Language Sciences Volume 52, November 2015, Pages 251–259 Slurs doi:10.1016/j.langsci.2014.12.003
  13. Anthony McEnery and Zhonghua Xiao Swearing in Modern British English: The Case of Fuck in the BNC Language and Literature August 2004 vol. 13 no. 3 235-268 doi: 10.1177/0963947004044873

 

Aşkın Evriminin Psikolojik Temelleri

Bu lir çalış, bu cıvıltı, bu bakış,
Seni bir gün tutuşturur, kül eder;
Bakarsın ki ateş bacayı sarmış.
Şaşarsın: nerede, ne zaman, nasıl?
İş işten geçtikten sonra anlarsın.
                               – Filodemos (Rifat, 1986, s. 16)
Milattan önce birinci yüzyılda yaşamış bu ozanın da şiirle dile getirdiği gibi kadın ve erkek arasındaki ilişkilerde sıklıkla merkeze oturan aşk, bağlılık, çekim gibi olgular epey çetrefilli olgulardır; böyle oldukları için de yüzyıllardan beri ozanlar, filozoflar, bilim adamları bu konuda çokça kafa yormuş, hakkında kitaplar yazmışlardır. İnsan eşleşmesinin psikolojisine ve işleyişine dair evrimsel yaklaşımın getirdiği açıklamalar ise doğal seçilim ve cinsel seçilim kavramları çerçevesinde oluşmuştur.
Eşleşme hakkında çarpıcı sonuçlar veren bir çalışmada, kadın ve erkek işbirlikçiler karşı cinsten yabancılara yaklaşmışlar, kısa bir başlangıç konuşmasının ardından onlara şu soruları sormuşlardır: “Bu gece benimle dışarı çıkar mısın?”, “Bu gece benim apartman daireme gelir misin?”, “Bu gece benimle yatar mısın?”. Verilen yanıtlar içerisinde kadın ve erkekler arasındaki farklılığın en göze çarpıcı olduğu soru üçüncü sorudur. Kadınların hiçbiri bu soruya evet demezken, erkeklerin %75’i evet cevabını vermiştir (Clark ve Hatfield, 1989; Akt. Gaulin ve McBurney, 2001). Peki böylesine büyük bir farkın sebebi nedir? Sorunun karşılığı insan fizyolojisinin şaşırtıcı yapısında gizlidir.
Bir kadın –çoklu doğumlar sayılmazsa– senede en fazla bir çocuk dünyaya getirebilir. Gebelik dönemini kapsayan bu bir yıla, yeni doğan çocuğun bakım ve emzirme süresi de eklendiğinde, bir kadının doğum yaptıktan sonra hamileliğe tekrar hazır olması yaklaşık dört veya beş yılı gerektirir. Buna karşılık bir erkeğin fizyolojik yapısı, yeterince eş bulduğunda bir kadından çok daha fazla sayıda çocuk sahibi olmaya imkân vermektedir. Öyle ki, sağlıklı bir erkeğin vücudu bir saatte milyonlarca sperm üretebilir. Yukarıda bahsedilen araştırmada kadınların ve erkeklerin tanımadıkları biriyle yatmayı onaylama oranları arasındaki fark ne derece çarpıcıysa, üreme oranları arasındaki fark da o derece çarpıcıdır aslında. Kadın için ayda yalnız bir tane üretebildiği yumurta çok kıymetliyken, erkek için sahip olduğu milyonlarca spermin kıymeti pek fazla değildir. Bu yüzden erkekler için yabancı bir kadınla tek seferlik cinsel ilişkinin bedeli o kadar yüksek değilken, kadınlar için aynı durumun bedeli oldukça yüksektir.
Bu noktada insan eşleşmesiyle ilgili ilk kıymetli bilgiye ulaşmış bulunuyoruz: Bir kadının üreme hızı fizyolojik kapasitesiyle sınırlıyken, bir erkeğin üreme hızı doğurgan kadınlarla eşleşebilme başarısıyla sınırlıdır (Gaulin ve McBurney, 2001). Kadınlarla erkeklerin eşleşme stratejilerinin birbirinden farklı olmasının altında temelde işte bu ilke yatmaktadır.
Yukarıdaki bilgiler ışığında şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki, kadınlar cinsel ilişki için eş seçiminde erkeklerden çok daha titiz ve seçicidirler. Bunun sebebi, daha önce de belirtildiği gibi, kadınlar için gebelik ve bebek büyütme süreçlerinin hayli zahmetli olması, erkeklerinse bu süreçlerde fizyolojik bakımdan herhangi bir yükümlülüğünün bulunmamasıdır. Seçicilik konusundaki cinsiyet farklılıklarıyla ilgili yapılan çalışmalar bu olgunun doğruluğunu kanıtlamıştır. Örneğin Buss ve Schmitt’in (1993) bir araştırmasında katılımcılara cazip gördükleri bir kişiyle, bir saatten beş yıla kadar uzanan bir periyotta belirtilen tanışma sürelerine göre cinsel birliktelik yaşamaya ne ölçüde razı olacakları sorulmuştur. Bulgular, erkeklerin istikrarlı biçimde kadınlardan daha büyük bir isteklilik belirttiğini göstermiştir. Sözgelimi 1 aylık tanışma süresinde kadınların çoğunluğu cinsel ilişkiye rıza göstermezken, erkeklerin çoğunluğu bunu arzulamaktadır.
Kadınların eşleşme konusunda neden daha seçici davrandıklarının sebepleri elbette birçok ayrıntıya sahiptir. Bu sebepleri izah eden görüşler arasında en önemlilerinden biri olan ebeveyn yatırımı teorisi detaylı olarak incelenmeyi hak etmektedir.
Ebeveyn Yatırımı Teorisi
Trivers’ın (1972) ortaya attığı ebeveyn yatırımı teorisi (parental investment theory) cinsel yolla üreyen türler olarak erkeklerin ve kadınların, seks ve eşleşmeye ilişkin bir takım farklı psikolojik adaptasyonlara sahip olduğunu iddia etmektedir. Ebeveyn yatırımı, bebeği yetiştirme ve koruma süreçlerindeki yatırımı ifade etmektedir (Akt. Pillsworth ve Haselton, 2007).
Diğer birçok memeli türünün aksine insan yavrusu doğduğu andan itibaren yoğun bir ilgi ve itinaya ihtiyaç duymaktadır. Yaşamının ilk yıllarında fiziksel gelişimi büyük oranda anne sütüne dayanmaktadır. Tüm bu bakım işlemlerinin hemen hemen tamamı kadının sorumluluğu altındadır ve yaklaşık dört beş yıl boyunca bu sorumluluk devam eder. Öte yandan babanın sorumluluğu anne gibi fizyolojik değil ekonomik bir sorumluluktur. Çocuğun doğal tehditlerden korunmasını, anne ve çocuk için hayati gerekliliği olan besinlerin sağlanmasını ve rakip pozisyonunda bulunan diğer erkeklerden gelebilecek tehlikeleri engellemeyi kapsar. İnsan yavrusunun ilk yıllarında hayatını sürdürebilmesi için annenin varlığı olmazsa olmazken, babanın varlığı aynı ölçüde gerekli değildir.
Trivers’a göre cinsel seçilimin arkasında bulunan itici güçlerden biri, cinsiyetlerin ebeveyn yatırımları arasındaki bu farklılıktır. Tipik olarak kadınlardan daha az yatırım yapan erkekler cinsel birliktelik fırsatlarını azamiye çıkaran bir üreme stratejisi benimserken, bunun aksine kadınlar daha çok yatırım yapan cinsiyet olarak, seçim hakkını en iyi erkekle karşılaşıncaya kadar elde tutan bir üreme stratejisi benimsemiştir. Çünkü kötü bir eş tercihi üreme başarısı açısından, kadınlara erkeklerden daha pahalıya mal olacaktır (Buss, 1988).
Kadın atalarımız eşleşmelerde fark gözetmeyen bir tutum sergilediklerinde, bunun doğurduğu bazı sonuçlar yüzünden zarar görmüşlerdir. Üreme konusunda daha düşük başarı sağlamışlar ve daha az sayıdaki çocukları üreme çağına kadar hayatta kalabilmiştir; zira bu çocuklar baba yatırımından yoksun halde çevresel tehlikelere mani olamamışlardır. İnsanın evrimsel tarihindeki bir erkekse sadece birkaç saatini, hatta dakikasını feda ederek gerçekleştirebileceği gündelik çiftleşmeler peşinde daha hızlı koşabilmiştir. Evrimsel geçmişteki bir kadın hamile kalma konusunda riskli davranışlar benimsediğinde, bu kararının bedellerine yıllarca katlanmak zorunda kalmıştır (Buss, 1999).
Tüm bu sebeplerden dolayı, eş tercihleri kadın ve erkek için farklı ölçütlere göre şekillenmiştir.
Kaynaklar ve İleri Okuma:
  1. Rifat, O. (1986). Yunan antologyası ve Latin ozanlarından çeviriler. İstanbul: Adam Yayınları.
  2. Gaulin, S. J. C. & McBurney, D. H. (2001). Psychology: An evolutionary approach. NJ: Prentice Hall.
  3. Buss, D. M. & Schmitt, D. P. (1993). Sexual strategies theory: An evolutionary perspective on human mating. Psychological Review, 100 (2), 204-232.
  4. Pillsworth, E. G. & Haselton, M. G. (15 Şubat 2007). Women’s sexual strategies: The evolution of long-term bonds and extrapair sex. 26 Mart 2010, http://www.sscnet.ucla.edu/comm/haselton/webdocs/pillsworth_haseltonARSR.pdf
  5. Buss, D. M. (1988). The evolution of human intrasexual competition: Tactics of mate attraction. Journal of Personality and Social Psychology, 54 (4), 616-628.
  6. Buss, D. M. (1999). Evolutionary psychology: The new science of the mind. Boston: Allyn ve Bacon.

Kadınların Çoğu Heteroseksüel Değil: Ya Biseksüel Ya Lezbiyen!

Bizi nelerin heyecanlandırdığı ve kendimizi cinsel spektrumda nerede gördüğümüz çok kişiseldir. Yeni bir çalışma bu spektrumun varlığıyla ilgili tartışmalı kanıtlar öne sürdü. Yapılan çalışmaya göre kadınlar biseksüel veya lezbiyen ama neredeyse kesinlikle heteroseksüel değiller. Araştırma Journal of Personality and Social Psychology’de yayınlandı.
Önceki çalışmalarda cinsel uyarılmayı araştırmak için kadın ve erkeklerden oluşan gönüllüler incelenmişti. Araştırmaların pek çoğu, kadınların fizyolojik olarak kadın ve erkek olan cinsel uyarıcılardan etkilendiklerini gösteriyor. Ancak bu durum şaşırtıcı bir şekilde lezbiyenler için geçerli değil, lezbiyenler hemcinslerinden erkeklere göre çok daha büyük ölçüde etkileniyorlar.
Essex Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Dr. Gerulf Rieger’in başında bulunduğu bu yeni çalışmada farklı cinsel yönelimlere sahip 345 kadından çeşitli cinsel içeriğe sahip videolar izlenmesi istendi. Bu esnada gözbebeklerinin hareketi ve cinsel bölgelerindeki tepkiler gibi biyolojik değişimler (tansiyon ve kan akışı) ise kayda alındı.
Araştırmadaki kadınlar yaş, eğitim düzeyi ve etnik köken yönünden oldukça çeşitliydi. Çalışmaya katılanların cinsel spektrumda “heteroseksüel”, “çoğunlukla heteroseksüel”, “biseksüel eğilimli heteroseksüel”, “biseksüel”, “biseksüel eğilimli lezbiyen”, “çoğunlukla lezbiyen” ve “lezbiyen” seçeneklerinden birini seçmeleri beklendi.
Alınan sonuçlara göre “heteroseksüel” seçeneğini işaretleyen kadınlar genel olarak görüntülerde ki hem kadın hem erkeklerden güçlü bir şekilde etkileniyorlar. Ancak lezbiyen olduğunu belirtenler beklenenin aksine kadınlardan erkeklere göre çok daha güçlü bir şekilde etkileniyorlar.
Bu araştırmanın karşılaşacağı en büyük eleştiri yazarın kullandığı dil. Çünkü yazar “tahrik olmak” ile “cinsel yönelim” arasındaki farkı yansıtamıyor. Dr. Rieger Pink News’a şöyle konuşuyor:
“Kadınların çoğunluğu heteroseksüel olduklarını belirtse de nelerin tahrik ettiğine baktığımızda yaptığımız çalışma biseksüel veya lezbiyen olduklarını ama heteroseksüel olmadıklarını söylüyor.”
Çalışma, erkeklerin aksine, kadınların cinsel çekiminin partnerlerinin cinsiyetine göre daha az etkilendiğini ancak ilişkilerinin geçmişi, eğitim seviyeleri, dini inançları gibi kültürel ve sosyal faktörlerden daha çok etkilendiğini not düşüyor. Bunun sonucu olarak kadınların cinsel kimlikleri erkelere göre çok daha çeşitli olabiliyor ve bunun gibi pek çok çalışma da bu görüşü destekler nitelikte. Genç yaşlarda ki çeşitli hormon seviyeleri de cinsel uyarılmaya getirilebilecek olası başka bir açıklama.
Bu oldukça aldatıcı bir konu. Çalışmanın yazarları fizyolojik cinsel çekimde erkek ve kadın uyarıcılarda cinsiyetler arasında oldukça fazla çeşitliliğin mevcut olduğunu belirtiyor. Ayrıca çalışmalarının batılı, eğitimli, zengin ve demokratik katılımcıları baz aldığını da ekliyorlar. Bu da sonuçlarının doğru bir şekilde geniş kitlelere henüz uygulanamayacağını gösteriyor.
Kaynak:
  • IFLS
  • Rieger G, Savin-Williams RC, Chivers ML, Bailey JM. Sexual arousal and masculinity-femininity of women. J Pers Soc Psychol. 2016 Aug;111(2):265-83. doi: 10.1037/pspp0000077. Epub 2015 Oct 26.