Rekonstrüksiyon

Tıp biliminin daha geniş kapsamı içinde uzmanlaşmış bir alan olan rekonstrüktif tıp, insan vücudunun biçimini ve işlevini onarmaya odaklanır. Bu alan yıllar içinde önemli ölçüde gelişmiş, hasarlı doku ve organları onarmak veya değiştirmek için ileri teknik ve teknolojileri bir araya getirmiştir.

Tarihsel Bağlam ve Gelişim
Rekonstrüktif tıp kavramının kökeni, rekonstrüktif prosedürlerin ilkel biçimlerinin uygulandığı eski uygarlıklara kadar uzanır. Bununla birlikte, rekonstrüktif tıbbın modern çağı, karmaşık ameliyatları daha uygulanabilir ve güvenli hale getiren anestezi ve antisepsisin gelişmesiyle birlikte 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında başladı.

Kapsam ve Teknikler

Rekonstrüktif tıp, vücudun görünüşünü ve işlevini onarmayı veya eski haline getirmeyi amaçlayan çok çeşitli prosedür ve teknikleri kapsar. Bunlar şunları içerir:

Plastik Cerrahi: Deri, kas-iskelet sistemi, kraniyofasiyal yapılar, el, ekstremiteler, meme ve gövdeyi içeren fiziksel şekil veya fonksiyon kusurlarının onarılmasını veya yeniden yapılandırılmasını içerir. Travmanın iyileşmesi, hastalık tedavisi veya doğumsal durumlar için seçmeli veya gerekli olabilir.

Doku Mühendisliği: Bu, fonksiyonel dokular oluşturmak için canlı hücrelerin, yapı iskelelerinin ve biyolojik olarak aktif moleküllerin kullanılmasını içerir. Hasar görmüş organ ve dokuların yenilenmesi için büyük umut vaat eden, hızla gelişen bir alandır.

Rejeneratif Tıp: Yaş, hastalık veya travma nedeniyle hasar gören doku ve organların iyileştirilmesi veya değiştirilmesinin yanı sıra doğuştan gelen kusurların normalleştirilmesine odaklanır. Bu alanda genellikle kök hücreler, büyüme faktörleri ve biyomateryaller kullanılır.

Protez ve Ortez: Uzuv kaybı veya deformitesi olan bireylerin fonksiyonlarını ve yaşam tarzlarını iyileştirmek için yapay uzuvların (protez) ve destekleyici cihazların (ortez) tasarlanması ve uygulanması.

Klinik uygulamalar

Rekonstrüktif tıp, uygulamalarını aşağıdakiler gibi çok sayıda klinik senaryoda bulur:

  • Mastektomi sonrası meme rekonstrüksiyonu gibi kanser sonrası rekonstrüksiyon.
  • Yarık dudak ve damak gibi doğuştan anormalliklerin onarılması.
  • Yanık yaralanmalarının tedavisi, deri grefti ve diğer rekonstrüktif tekniklerin kullanılması.
  • Uzuvların yeniden bağlanması veya yüzün yeniden yapılandırılması da dahil olmak üzere travmatik yaralanmalardan sonra işlevin onarılması.
  • Osteoartritte eklem replasmanları gibi dejeneratif durumların düzeltilmesi.

Tarih

“Rekonstrüktif cerrahi” terimi Latince “reconstructio” (yeniden inşa) ve “chirurgia” (cerrahi) sözcüklerinden türetilmiştir. Hasarlı veya eksik vücut yapılarının onarılmasına veya değiştirilmesine odaklanan bir cerrahi alanıdır.

Erken Tanıma ve Kavram Yanılgıları

Rekonstrüktif cerrahi kavramı yüzyıllardır varlığını sürdürmekte olup, ilk örnekleri eski uygarlıklara kadar uzanmaktadır. Antik Hindistan’da, M.Ö. 6. yüzyıla kadar uzanan Sanskritçe bir tıbbi metin olan Sushruta Samhita, hasarlı burun ve kulakların onarılmasına yönelik prosedürleri anlatıyordu.

Benzer şekilde antik Yunan’da Hipokrat ve Galen de cilt kusurlarını onarmak için deri grefti kullanımı gibi rekonstrüktif prosedürleri tanımladılar. Ancak rekonstrüktif cerrahi konusundaki anlayışları o dönemde mevcut olan araç ve tekniklerle sınırlıydı.

Orta Çağ ve Rönesans: Bir Durgunluk Dönemi

Orta Çağ’da dini inançların etkisi ve bilimsel bilgi eksikliği nedeniyle cerrahi uygulamalarda bir düşüş yaşandı. Bu dönemde çok az ilerleme kaydedildiği için bu durgunluk rekonstrüktif cerrahi alanına da yayıldı.

Rönesans ve Rekonstrüktif Cerrahinin Yeniden Dirilişi

Rönesans rekonstrüktif cerrahi için bir dönüm noktası oldu. Anatomik bilginin yeniden canlanması ve yeni cerrahi tekniklerin ortaya çıkmasıyla birlikte cerrahlar, hasarlı vücut parçalarını onarmak için yeni yöntemler keşfetmeye başladı.

Fransız cerrah Ambroise Paré, Rönesans döneminde rekonstrüktif cerrahide öncüydü. Travmatik yaralanmaları ve diğer kusurları onarmak için, dokuyu yeniden yapılandırmak için deri grefti ve flep kullanımı da dahil olmak üzere yenilikçi teknikler geliştirdi.

17 ila 19. Yüzyıllar: Devam Eden İlerlemeler

17 ve 19. yüzyıllar arasında rekonstrüktif cerrahide devam eden gelişmeler görüldü. Cerrahlar daha hassas cerrahi aletler ve teknikler geliştirerek daha karmaşık onarımlar yapmalarını sağladı.

Dikkate değer gelişmelerden biri, vücudun bir kısmından diğerine doku naklini içeren otogreftlerin kullanılmasıydı. Bu teknik, reddedilme riskini en aza indirdiği için daha doğal görünümlü rekonstrüksiyonlara olanak sağladı.

20. Yüzyıl: Mikrocerrahinin Yükselişi

20. yüzyıl, mikrocerrahinin gelişmesiyle rekonstrüktif cerrahide devrim niteliğinde bir ilerlemeye tanık oldu. Bu teknik, küçük kan damarları ve sinirler üzerinde hassas operasyonlar gerçekleştirmek için mikroskoplardan yararlanarak cerrahların çok küçük yapıları onarmasına veya değiştirmesine olanak tanır.

Mikrocerrahi, rekonstrüktif cerrahi alanında devrim yaratarak cerrahların daha önce imkansız olan karmaşık onarımları gerçekleştirmesine olanak tanıdı. Bu, çok çeşitli rahatsızlıkları olan hastalar için daha iyi sonuçlara yol açmıştır.

Rekonstrüktif Cerrahinin Modern Uygulamaları

Günümüzde rekonstrüktif cerrahi, aşağıdakiler de dahil olmak üzere çeşitli durumlar için yaygın olarak kullanılan ve etkili bir tedavi yöntemidir:

Travmatik yaralanmalar: Rekonstrüktif cerrahi, yanıklar, kırıklar ve amputasyonlar gibi yaralanmaların ardından hasar görmüş dokuyu onarabilir.

Konjenital kusurlar: Rekonstrüktif cerrahi, yarık dudak ve damak gibi doğum kusurlarını ve uzuv deformitelerini düzeltebilir.

Dejeneratif hastalıklar: Rekonstrüktif cerrahi, kanser, artrit ve damar hastalığı gibi dejeneratif rahatsızlıkları olan hastaların işlevini geri kazanabilir ve yaşam kalitesini iyileştirebilir.

Estetik cerrahi: Rekonstrüktif cerrahi aynı zamanda yara izlerinin, doğum lekelerinin ve diğer kozmetik kusurların görünümünü iyileştirmek için de kullanılabilir.

Rekonstrüktif Cerrahinin Gelecekteki Yönleri

Tıbbi teknoloji ilerlemeye devam ettikçe rekonstrüktif cerrahi alanında daha da karmaşık tekniklerin geliştirildiğini görmeyi bekleyebiliriz. Bu ilerlemeler, hastalar için daha iyi sonuçlara yol açacak ve hasarlı vücut yapılarının onarılması veya değiştirilmesi konusunda daha geniş yeteneklere yol açacaktır.

Kaynak

  1. Mathes, S. J., & Nahai, F. (1997). Reconstructive Surgery: Principles, Anatomy, & Technique. Churchill Livingstone.
  2. Atala, A., Lanza, R., Thomson, J. A., & Nerem, R. (2010). Principles of Regenerative Medicine. Academic Press.
  3. Kneser, U., Schaefer, D. J., Polykandriotis, E., & Horch, R. E. (2006). Tissue engineering of bone: the reconstructive surgeon’s point of view. Journal of Cellular and Molecular Medicine, 10(1), 7-19.
  4. Ziegler-Graham, K., MacKenzie, E. J., Ephraim, P. L., Travison, T. G., & Brookmeyer, R. (2008). Estimating the prevalence of limb loss in the United States: 2005 to 2050. Archives of Physical Medicine and Rehabilitation, 89(3), 422-429.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

BİRAZ KÖK HÜCRE, BİRAZ SOĞAN…..

Yeni teknolojilerin yaşamlarımızın bir parçası olması sancılı bir süreçtir genellikle. En yeniliğe açık olanlarımız dahi yeni gelişmelere, değişikliklere şüphe ile yaklaşır, teknolojinin olası fayda ve zararlarını teraziye koyarlar. Sadece bireysel olarak değil toplumsal olarak da direnişle karşılaşır yeni teknolojiler; ancak sayısız tartışma sonrasında faydaları ve zararları üzerinde iyi kötü toplumsal bir fikir birliğine ulaşılır. Önümüzdeki 10 – 15 yıl bu tarz bir tartışmaya gebe: “yapay et”, “petri eti”, “test tüpünde et”, “in vitro et” gibi farklı adlarla anılan laboratuvar ortamında üretilmiş etlerin günlük hayatımıza girmesinin ahlaki, ekonomik, sağlık boyutlarını tartışacağız yakın gelecekte.

71c5eab3-fcda-4540-af2d-7d44bcda78be_Cultured-Beef-09_gesneden2

Profesör Mark Post tarafından laboratuvarda üretilmiş etten yapılan hamburger.
Fotoğraf: (C) David Parry/PA

Neden Et Alternatifleri?

Artan dünya nüfusunun insanlığın önüne getirdiği en önemli problemlerin başında hiç şüphesiz açlık, gıda güvenliği ve yetersiz beslenme problemleri geliyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) yetersiz beslenmenin küresel olarak yol açtığı sosyal ve ekonomik sorunların maliyetinin kişi başına dudak uçuklatan 500 USD civarında olduğunu tahmin ediyor[1]. Yani kaba bir hesapla 2012 Türkiye bütçe gelirlerinin 20 katı kadar[2]. FAO’nun en yeni çalışmaları dünya nüfusunun %12.5’uğunun yetersiz beslendiğini, dünya çocuklarının %26’sının gelişmelerinin aksadığını, 2 milyar kişinin ise bir ya da birden fazla besin türünden yeterli miktarda almadığına işaret ediyor[1].

İnsanlar taksonomik olarak hepçil (omnivor) olarak sınıflandırılıyorlar. Et (kas doku), bitkisel kaynaklardan alamayacağımız çeşitli temel besin maddelerini içeriyor: demir, Omega – 3 yağları, B12 vitaminleri gibi. Et, insan diyeti için önemli besin maddelerini içerirken, et tüketiminin kalp – damar problemleri ile ilişkisi biliniyor. Hemen burada not düşelim bu ilişki etin kendisinden yani kas dokusundan ya da yapısından değil etin fazla tüketiminden kaynaklanan bir ilişki[3]. Dolayısı ile küresel gıda güvenliği, açlık gibi konular gündeme geldiğinde et ve et ürünlerine artan talep, büyük ve küçükbaş hayvan besiciliğinin ölçeği, et alternatifleri mutlaka üzerlerinde konuşulması gereken konular olarak karşımıza çıkıyor. Et ihtiyacının gıda problemleri ile birlikte artması çeşitli çözüm önerilerini beraberinde getiriyor. Tarım ve hayvancılık söz konusu olduğunda en yaygın ve akla ilk gelen çözüm üretim tesislerinin ve çiftliklerin ölçeklerinin sürekli arttırılması, büyük ölçekli tarım yapılması oluyor. Ancak büyük ölçekli hayvancılık bir problemi çözmeye çalışırken beraberinde birbirinden karmaşık, dünyanın geleceğini etkileyecek çeşitli sorunları da beraberinde getiriyor.

us-factory-farm-dairies-added-nearly-650-cows-every-day-between-1997-and-2007

İnek Çiftliği – (C) http://everythingaboutstemcells.com/

Öncelikle et ve et ürünleri üretimi için yapılan hayvancılığın sera gazı emisyonları üzerinde çok önemli bir etkisi var. Hayvancılık antropojenik (insanların yol açtığı) CO2 salınımlarının %9’undan sorumlu iken, metan salınımının %39 ve azot oksit salınımlarının %65’ine yol açıyor[4]. Sadece sera gazı salınımları açısından değil su ve kullanılan yemin miktarı açısından bakıldığında da geleneksel hayvancılık yöntemlerinin verimli ve sürdürülebilir olmadığını görmek mümkün. 1 ton kırmızı et üretmek için yaklaşık 15,500 m3 yani 15.5 ton su kullanılırken, 1 ton tavuk eti için 3,918 m3 (yaklaşık 4 ton) su gerekiyor. Aynı şekilde 1 kg kırmızı et üretebilmek için yaklaşık 7 kg tahıl kullanılıyor. Sadece bu rakamlar bile insanlığın et üretimi için alternatif çözümler bulması gerektiğini, şu anki tüketim miktarlarının sürdürülebilir olmadığını açıkça gösteriyor.

Vegan, vejetaryen ve hayvan hakları savunucusu okuyucularımızın içten içe “biz et yiyeceğiz diye hayvanların çektiği acılara hala gelemedin” dediğini duyar gibiyim. Çiftliklerde, tavuk tesislerinde hayvanlara yapılan etik dışı uygulamaları gündeme getiren haberler, #etsizpazartesi gibi toplumsal bilinçlendirme çabaları vejetaryen olmayanlar arasında et tüketiminin azalmasına katkıları yadsınamaz. Ancak belki de gerçek anlamda hayvanların iyiliği konusundaki toplumsal kaygıları gidermek Sir Winston Churchill’in 1931 yılında ön gördüğü şekli ile mümkün olabilir: “Bundan 50 yıl sonra kanadını ya da göğsünü yemek için bütün bir tavuğu yetiştirme garipliğinden bu parçaları uygun ortamlarda ayrı ayrı yetiştirerek kurtulacağız[5].”

Bütün bunlara ek olarak ette bulunan bakterilerden kaynaklanan hastalıkların yarattığı sağlık riskleri ile yakın zamanlarda gündemi meşgul etmiş kuş gribi ve domuz gribi gibi hastalıkların yoğun hayvancılıkla ilişkilerinin bilinmesi alternatif çözümleri çekici kılıyor.

Problemleri Çözmek İçin

l

Bu hamburgerde hiç et yok, Tofu, mantar, japon patlıcanları ve yeşillik

Ülkemizde çok yaygın olmasa da gelişmiş ülkelerde çeşitli et alternatifleri geliştirilmiş ve tüketicilere sunulmuş durumda. Tamamen bitkisel kaynaklı et alternatifleri Avrupa ve ABD’de belli bir pazar payına ulaşmış durumda. Bitkisel kaynaklı (Tofu, Tempeh v.s. gibi) et alternatifleri hem tat hem de doku olarak her geçen gün daha başarılı bir şekilde eti taklit ediyorlar. Ancak eti bütün besin maddeleri ile bitkisel kökenli ürünlerle birebir taklit etmenin zorluğu nedeni bu ürünler çoğunlukla hamburger köfteleri, sosis, salam gibi işlenmiş etler yerine kullanılıyorlar.

Hayvansal proteinlerin elde edilebileceği başka canlılar da var elbette; dünyanın çeşitli toplumlarında tüketilmesinde sakınca görülmeyen ancak Avrupa, ABD ve Müslüman ülkelerde sıcak bakılmayan böcekler. Kültürel etkileri bir an için kenara bırakırsak çekirgeden hayvansal protein elde etmek inekten elde etmekten yaklaşık 5 kat daha verimli bir üretim şekli[3].

cricket

Henüz mutfaklarımızda protein kaynağı olarak kullanılmaya hazır olmayan bir çekirge.

Hayvancılığın yarattığı problemlere bir alternatif çözüm ise yine hayvancılık içinden geliyor: dikey çiftlikler, geri dönüşüm, enerji verimliliğin arttırılması, seçici dölleme. Dikey çiftlikler çok katlı, içerisinde onbinlerce domuz, inek ve tavuğun yetiştirildiği, kesimin yapıldığı çiftlikler. Kulağa korkunç gelse de hayvanları besi yerinden kesime taşıma gerekliliğini ortadan kaldıran, hayvanların gruplar halinde yaşayarak daha az stres içinde olacağı, hayvan dışkılarının biyoenerji hammaddesi olarak kullanıldığı ve bu enerjinin bir kısmı ile yem üretiminin yapıldığı teoride neredeyse kendi kendine sürdürülebilir çiftlikler. 300,000 domuz, 1.2 milyon tavuk yetiştirecek 6 katlı, 1 kilometre uzunluğunda olması öngörülen ilk dikey çiftlik fikri Hollanda’da uzun tartışmalar sonrasında kabul görmemiş ancak Şangay’da çevre ile dost, verimli dikey çiftlik uygulamasına başlanmış[6].

Kültür Eti, in vitro Et

Türümüzün ete olan bağımlılığının yarattığı çevresel ve sağlık problemlerinin çözümünde etin çiftliklerde değil de laboratuvarda üretilmesi fikri üzerinde çokça çalışılan bir konu. Laboratuvarda üretilmiş et, yapay et, petri eti gibi isimlerle adlandırılan bu et alternatifini ilk kez duyanlar genellikle “ıyyy” diyorlar. Ancak araştırmacılar Churchill’in 80 yıl önceki öngörüsünü gerçekleştirmeye çalışıyorlar: “yeni yiyecekler doğal ürünlerden pratik olarak farklı olmayacaklar[5].”

Günlük tüketimde kullanılabilecek yapay et bir çok farklı et hücresini içerebilecek olsa da laboratuvarda üretilen etten bahsedildiğinde araştırmacılar iskelette bulunan kas dokularından bahsediyorlar[Şekil 1]. En basit anlatımı ile kültür eti üretimi kas dokularının sıvı bir ortamda yetiştirilerek hayvan yetiştirmenin ve hayvanların kesilme zorunluluğunun ortadan kalkması olarak açıklanabilir.

kasüretimi

Şekil 1: Kasların doğum öncesi ve doğum sonrası oluşumu. Doğumöncesinde kök hücreler kas oluşumunun öncül hücreleri myoblast’lara dönüşür. Myoblast’lar önce çoğalırlar daha sonra kastüpleri oluşturmak üzere birleşerek çoğalma yeteneklerini kaybederler. Miyotüpler morfolojik değişim geçirdikleri olgunlaşma süreci sonrasında kas liflerine dönüşürler. Doğum sonrasında kas oluşumu yaralanma ya da üzerine uygulanan yük sonrasında kas kök hücrelerinin asitmetrik olarak bölünmesi ile başlar. Bu bölünmede ortaya çıkan hücrelerden biri kas kök hücresi iken diğeri kas lifi olmaya yönlenmiş hücredir.

Canlı bir hayvandan elde edilen embriyonik ya da başkalaşmış kök hücreler önce glükoz, amino asit, mineral ve büyüme faktörleri içeren uygun ortamda çoğalmaya teşvik ediliyorlar. Yeterli sayıya ulaşan myoblast adı verilen hücreler iskele yapı üzerine yerleştiriliyorlar. Daha sonra biyoreaktöre yerleştirilen iskele yapı üzerindeki hücreler mekanik ya da elektrik uyaranlar aracılığı ile kas lifleri oluşturmaya teşvik ediliyor. Yeteri kadar kas lifi oluştuğunda iskele yapı üzerindeki plaka şeklindeki et hasat edilerek işleniyor. Kıyılan kültür eti sosis, hamburger, nugget gibi ürünlerde kullanılabiliyor [Şekil 2].

possible_production

Şekil 2: Örnek bir in vitro et üretim süreci.

Kültür Etinden Beklentiler

Yapay etin toplumda kabul görmesinin ve yaygın olarak üretilmesinin önünde çeşitli engeller var. Bu engellerden en önemlisi kullanıcıların beklentileri. Kültür etinin hayvan kök hücrelerinden elde ediliyor olması bu etten beklentileri arttırıyor; ne de olsa bu yeni gıda ürünü ne tofu gibi bitkisel kaynaklı ne de çekirgeden elde ediliyor.

Kültür etinin başarısı eti ne kadar taklit edebildiği ve üretiminin verimliliği ile yakından ilişkili. Taklit dendiğinde geleneksel etin görüntüsü, tadı, kokusu ve dokusunu kast ediliyor. Eğer kültür etini bu özelliklere sahip olacak şekilde üretmek mümkün olursa bizlere “ıyy” dedirten “yapay et”, “petri eti” v.s. gibi isimler yerine laboratuvarda üretilen bu ete olması gerektiği gibi “et” diyebileceğiz. Bu hedefe ulaşılarak biftek gibi biftek yiyebilmemiz için araştırmacıların alternatif iskele yapılar, biyoreaktörlerde kas hücrelerinin uyarılması, farklı hücre tiplerinin bir arada yetiştirilmesi gibi konularda çalışmaya devam etmeleri gerekiyor.

Yapay etin özellikle hayvan hakları savunucuları arasında kabul görmesinin şartını 2008 yılında ünlü hayvan hakları örgütü PETA açıkça ortaya koymuş. PETA 4 Mart 2014 tarihine kadar “gerçek tavuk etinden farklı olmayan, üretimi sırasında hayvan testi yapılmamış, başlangıç hücreleri hariç hayvansal ürün kullanılmamış ticari olarak kabul edilebilir” ilk yapay tavuk etinin üreticisine 1 milyon dolarlık bir ödül veriyor[8]. Eğer araştırmacılar bu şartları sağlayan eti laboratuvarlarında üretmeyi başarırlarsa sadece 1 milyon dolarlık ödülü almakla kalmayacak et yemeye ahlaki olarak karşı çıkan bireylerin de etin sağladığı besin maddelerine kolayca ulaşmasına yardımcı olacaklar.

Laboratuvar ortamında üretilen in vitro etten bir diğer beklenti de geleneksel ete göre daha sağlıklı olması gerekliliği. Yapay et her ne kadar tat, doku, fiyat gibi önemli kriterleri sağlayabilecek olsa da araştırmacıların akılda tutmaları gereken bir “ıyyyy” faktörü var; her şeye rağmen tüketicilerin bazıları “ıyyy o etin içinde kim bilir neler vardır?” diyeceklerdir. Bu nedenle in vitro etin geleneksel et ile karşılaştırıldığında önemli avantajları olmalı.  Ette bulunan doymuş yağların kalp-damar problemleri ile ilişkisi biliniyor. Kök hücrelerden laboratuvar koşullarında üretilecek etin doymuş yağlarca fakir, yararlı Omega-3 yağ asitlerince zengin olacak şekilde üretilmesi ve daha az kalp-damar problemlerine yol açması yapay etin toplumca kabul edilmesinde önemli bir engelin aşılmasına yardımcı olacaktır.

Yapay Et Araştırmalarının Geleceği

Yukarıdaki bir parça üzerinde durduğum noktalar laboratuvar eti konusunda gelecekte yapılacak araştırmaların yönü konusunda fikir veriyor. En önemli konu yapay etin geleneksel et kadar besleyici olması ve içerisindeki zararlı yağların oranının azaltılıp, yararlı yağ asitlerinin arttırılması. Sadece etten alabildiğimiz B12 vitamini ve hemetik demir gibi besin maddelerinin mutlaka yapay ette bulunması gerekiyor. Ancak her vitamin ve mineralin farklı ve karmaşık metabolizmasının bilinmesi gerekliliği laboratuvar etinin besleyici olarak üretilmesinin önünde aşılması gereken önemli bir engel teşkil ediyor. Çözüm ise kültür ve besi ortamlarının daha besleyici et üretmek için nasıl modifiye edileceği bilgisi kullanılarak gelecek[7].

cultured-beef-03-7235289a98d8b857165d8d831abbc00113b30357-s40-c85

Profesör Mark Post laboratuvar’ında ürettiği kyma ile. Fotoğraf: (C) David Parry/PA

Bir diğer problem de canlı hayvanların et amaçlı kesilmesinden sonra gerçekleşen biyokimyasal süreçlerin etin dokusunu, tadını ve görünüşünü etkilemesi. Diğer bir deyişle kas hücrelerinden laboratuvarda üretilen kasın yediğimiz ete dönüşebilmesi için kesim sonrasında oluşan laktik asit birikimi, anaerobik glikoliz, protein bozunumu gibi süreçlerin kas hücrelerinin iskele yapı üzerinden hasat edilmeden önce gerçekleşmiş olması gerekiyor. Bu süreçlerin kültür ortamında gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise henüz bir muamma olarak araştırmacıların önünde duruyor.

Yapay etin önündeki en önemli engel ise büyük ölçekli üretimin makul ve rekabetçi maliyetlerle yapılıp yapılamayacağı. 2008 yılında yapılan bir ön çalışma büyük ölçekli yapay et üretiminin maliyetinin 3.5 Avro/kg yani kabaca 10 TL/kg olacağını gösteriyor[7]. Ancak bu rakamın gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini hep beraber göreceğiz.

Ağustos 2013’de ilk in vitro etten üretilen hamburgerin tadımını yapan gıda araştırmacısı Hanni Ruetzler’in yorumu kültür etinin işlenmiş gıdalarda kullanımının yaygınlaşabileceğinin sinyalini veriyor[9]:

“Gerçekten yenebilir, pembeleşmiş ve değişik bir lezzeti var. İçinde yağ olmadığını bildiğimden ne kadar yumuşak olacağını bilmiyordum. Ancak yoğun bir tadı var, ete çok yakın o kadar yumuşak değil fakat kıvamı harika. Bu benim için et…gerçekten yenebilir ve ete benziyor.”

Pişirmeye meraklı olan okuyucularımız hemen bu yeni ürünü deneyecekleri bir kök hücreden nasıl hamburger yapılır tarifi arayacaklarsa önce Ruetzler’in denediği hamburgeri yapmak için kullanılan 20,000 şeritlik kültür etini üretmek için gerekli 330,000 USD dolarını ceplerine koymaları gerekiyor. Bir de diğer malzemeleri almaları lazım tabi.

Meraklısına

İlk in vitro et’ten üretilmiş hamburgerin tadımı

[box type=”shadow”]

[/box]

 


Kaynaklar

  1. AçıkBilim
  2. FAO 2013, The State of Food & Agriculture
  3. Maliye Bakanlığı, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü Web Sitesi 6 Ekim 2013’de kontrol edildi.
  4. Cultured meat from stem cells: Challenges and prospects, Mark J. Post
  5. FAO 2006, The State of Food Insecurity in the World
  6. Winston Churchill’in yazdığı 50 Sonra isimli metin, http://teachingamericanhistory.org/library/document/fifty-years-hence/, 6 Ekim 2013’de kontrol edildi
  7. Pig towers and in vitro meat: Disclosing moral worlds by design, Clemens Driessen and Michiel Korthals, Social Studies of Science
  8. Possibilities for an in vitro meat production system, I. Datar, M. Betti, Innovative Food Science and Emerging Technologies 11 (2010) 13–22
  9. Ödüle ilişkin PETA bildirisi, 5 Ekim 2013 kontrol edildi
  10. BBC News, What does a stem cell burger taste like?, Melissa Hogenboom, 5 Ağustos 2013