Soğandan Kas Üretildi

Soğandan Kas Üretildi

Saldığı sülfürik asit ile gözlerimizi yaşartan, soslarımızın ve yemeklerimizin vazgeçilmezi olan soğanın zarından şimdiye kadar yapılan yapay kasların en güçlüsü üretildi. Applied Physics Letters‘da online olarak yayımlanan çalışmada araştırmanın tüm detayları açıklandı.

Uyarıldığında kasılan, genleşen ve bükülen kısacası şekli değişen tüm araç ve cihazların ve hatta robotların yapımında kullanılabilecek bir teknoloji soğandan üretildi. Bu uyarı elektrikle veya ısı ile sağlanabilir. Çoğu yapay kas, bir şekilde sınırlı yeteneğe sahiptir. Bazıları eğilebilir, bazıları kasılabilir ancak çok azı, soğan kası da dahil olmak üzere ikisini de yapabilir.

Ulusal Tayvan Üniversitesi Makine ve Mekanik Laboratuarı kapsamında araştırmalarını yürüten bir grup bilimci, soğanın her katmanının üzerinde bulunan zarların yani –epidermis-in üretilen malzemelerin yapısına benzediğini farkettiler.

Araştırmacılar altınla kaplanmış soğan zarlarını bir pile bağladıklarında, değişen voltaj ile bükülen cihaz boyunca kasılıp gevşediğini gözlemledi.

Diğer yapay kas malzemelerine nazaran soğan ile üretilenleri yapmak çok daha kolay. Tam bir zar çıkarıldıktan sonra, (bunun için bir şef bıçağı ve kabuk soyacağı kullanılıyor ? ), ve daha sonra epidermis sıcak sülfürik asit banyosuna yatırılıyor ve hemiselülozlarından ayrılıyor. Deri saha sonra 25 milimetrelerik uzun şeritler halinde parçalanıyor, üst kısmı 24 nanometre, alt kısmı 50 nanometre kalınlığında altın ile kaplanıyor. Böylelikle daha kolay bükülebiliyor.

Daha sonra 50 voltta hücrelerin kasılmasını sağlayan bir pile takılarak voltaj kontrol ediliyor. Değişen voltajlarda bu yapay kas yapısı farklı uzunluklarda kasılıp gevşeyerek bükülebiliyor. Üst kısımdaki ince altın tabakası sayesinde 30 mikrometre uzunluğunda kasılıp gevşemeler kolaylıkla gerçekleşiyor.

Şimdiye kadar sağlamlıkları ve çoklu yetenekleri dışında çok fazla özellikleri keşfedilmese de, çok ucuz ve çevreye neredeyse hiç zararlı olmadığından kullanıma açık hale geliyor. Ne var ki, yüzde dörtlük bir bükülme oranı ve yüksek ağırlıkları kaldıramaması durumu başka teknoloji ve uygulamalarla geliştirilmeye çok müsait.

 


Referans :
  • Bilimfili,
  • psmag.com, Muscles Made of Onions, www.psmag.com/nature-and-technology/onion-arms-so-good-they-make-you-want-to-cry
  • Chien-Chun Chen, Wen-Pin Shih, Pei-Zen Chang, Hsi-Mei Lai, Shing-Yun Chang, Pin-Chun Huang and Huai-An Jeng Onion artificial muscles Appl. Phys. Lett. 106, 183702 (2015); http://dx.doi.org/10.1063/1.4917498

Murmansk Işığından D Vitaminine

Murman, Saami dilinde yeryüzünün kenarı demektir. Evet, orada kendi halinde bir şehir var; adı Murmansk. Sovyetler Birliği’nin kahraman şehirlerinden biri, I. Dünya Savaşı’nda müttefik ülkelerden gelen yardımı karşılamak amacıyla bir liman şehri olarak kurulmuş. 1942’de Alman bombardımanıyla neredeyse yok edilmiş ancak destekle yeniden toparlanmış. Daha da ileri giderek ilk buzlanmaya karşı dayanıklı petrol platformuna ev sahipliği yapmaya başlamış. Rusya’nın en güçlü dönemlerinde de şehir unutulmamış. Öyle ki bugün şehirde atom enerjisi kullanan denizaltı ve buzkıran filoları bulunmakta. Kendi adıyla anılan oblastın (idari bölgenin) merkezi olan şehir, Rusya’nın kuzeybatı ucunda, Barents Denizi’ne 50 km uzaklıkta. Kuzey Kutup Dairesindeki en büyük şehir olan Murmansk’ta 2010 yılında yapılan nüfus sayıma göre 307.257 kişi yaşıyor.

Gelelim bu liman-şehrin iklimine. Yıllık sıcaklık ortalaması 0°C olan şehirde kuzey ışıklarını görmek de mümkün. Karların mayıs ayında tamamen kalkmasıyla ağustos sonuna kadar süren yaz aylarında Güneş ışınlarının şehir ile yaptığı maksimum açının 44° olması sebebiyle sıcaklık 13°-8°C arasında değişiyor. Tabi burada yaz ayları olarak geçen günler Türkiye’dekilerden biraz farklı. Güneş, ışınlarının gün sonunda yeryüzü ile yaptığı 0,5 derecelik açıdan sonra batmak yerine tekrar yükseliyor.

murmansk2

Fotoğraf: Dave Nicoll, Flickr

Ekim ayında geri gelen kar yağışı ile giderek gün ışığını kaybeden halk, yılın en zor dönemine giriyor. Aralık ve Ocak aylarını neredeyse karanlıkta geçiren halk Mayıs ayına kadar psikolojik açıdan baş etmesi oldukça güç, güneşsiz, yarı aydınlık bir havada yaşamak zorunda kalıyor.

Yirmi dört saatten uzun bu geceler coğrafi literatürde Kutup Gecesi olarak adlandırılıyor. Kutup bölgelerinde bu durumun yol açtığı bir sağlık sorunu olan Kutup Gecesi Stresi kilo kaybı, metabolizma aksaklıkları gibi fizyolojik, depresyon gibi psikolojik sorunlara yol açıyor. Vücudun biyolojik saatini dengeleyen ve ritmini kontrol edenmelatonin hormonu normal şartlarda gece saatlerinde salgılanır. Kutup bölgelerindeki fizyolojik stresin önemli sebeplerinden biri de bu sürekli gece durumudur.

Sürekli geceler halkı çeşitli önlemler alarak yaşamaya sevk ediyor. Yoğun kış döneminde okullar eğitime kısa sürelerle devam ediyor. Bu sırada çocuk yaştaki öğrenciler gün içinde özel egzersizler yapıyor ve özel bir diyete göre besleniyor. Konuyla ilgili olarak National Geographic 2013 Nisan sayısında bir fotoğraf görüyorum. Fotoğrafı telif hakları sebebiyle yayınlayamıyorum ancak fotoğrafın altında şöyle yazıyor:

“1977, Rus kenti Murmansk’ta yaşanan uzun kış sırasında D vitamini eksikliğini bertaraf etmek için ultraviyole lambası etrafında toplanmış çocuklar.”

Sovyetler döneminde gelişme çağındaki çocuklara devlet tarafından normal günün sabah saatlerine denk gelecek şekilde rutin bir şekilde bu kuvars lamba terapileri uygulanırmış. Kısılan eğitim bütçesi ve değişen yönetimler bu terapileri halk kliniklerinde reçeteli seanslara çevirmiş. Zamanla çeşitli sebeplerden bu terapileri bitirmek zorunda kalmışlar. Bunu telafi etmesi ümidiyle bugün hâlâ sürdürülen özel spor kompleksleri ve medikal tedavi yöntemleri kullanımına geçilmiş. O günden sonra bazı aileler ve özel kurumlar kendi imkanları doğrultusunda bu elzem terapileri de sürdürmüş.

Norveç’in kuzeyinde çekilmiş bir fotoğraf. Benzer bir uygulamada genç erkekler yapay güneş ışığı altında vakit geçiriyor.

Norveç’in kuzeyinde çekilmiş bir fotoğraf. Benzer bir uygulamada genç erkekler yapay güneş ışığı altında vakit geçiriyor. (Fotoğraf: Perspektivet Museum, Flickr)

Murmansk’taki bu uygulama aslında tıbbi alanlarda yaygın olarak kullanılan bir tür ışık terapisi. İhtiyaca göre uygulanan bu çeşitli fototerapilerin yaygın kullanım alanı deri dokusundaki eksikleri dolayısıyla vücudun eksikliklerini gidermek. Ayrıca psikolojik olarak stresi ya da depresyonu tedavi etmek için de kullanıyor. Uyku düzeni oluşturmak, biyolojik zamanlamayı düzenlemek gibi bir çok amaç için kullanılan bu yöntemin bitkisel kullanımları da var. Bu yönteme özellikle uyuşturucu üreticileri, uyuşturucu maddeleri elde ettikleri bitkileri kapalı alanlarda yetiştirebilmek adına başvuruyor.

Epidermis (Fotoğraf: Wikimedia Commons)

Murmansk halkı bir yana dursun; hepimizin ihtiyacı olan şeylerden biridir D vitamini. Balık, yumurta, tereyağı gibi kaynaklardan alabildiğimiz gibi D vitamininin büyük bir kısmı deride UVB ışınları yardımı ile sentezlenir; bu sentez ise vücuda gene besinlerden alınan bir tür molekül olan provitamin D varlığında mümkün olur. Güneşli ülkelerde bu en son akla gelen şeylerden biri olsa da kutup dairelerindeki insanlar için hayati öneme sahiptir.

Prohormon olan, kalsiyum ve fosfat metabolizmasının işleyişini düzenleyen D vitamini iki çeşittir. Bunlar bitkisel kaynaklı D2 ve hayvansal kaynaklı D3’tür. Karaciğerin ve kemiklerin D vitamini depolama kapasitesi oldukça sınırlıdır. Tek seferde alınan 600.000 IU* miktarın ancak %15’i depolanır, bu stok ise sadece 1 hafta tedavi edici etki gösterebilir. O yüzden derideki üretimle desteklenmelidir.

Derideki üretim -Murmansk’taki uygulamada olduğu gibi- ışık yardımı ile olmakta. Gözümüzle göremediğimiz morötesi –ultraviyole– ışık UVA, UVB ve yeryüzüne pek uğrayamayan UVC ışınlarından oluşur. UVC, ozon tabakası tarafından tutulur ve bunun bize kadar çok az bir miktarı ulaşır. UVA ışınları –ki tehlikelidir– derinin en üst tabakası olan epidermisi geçerek bir sonraki kısım olan dermisin derinlerine kadar ilerleyebilir. UVB ise epidermiste tutulur. Melanin salgısını artırarak derinin koyu renk almasını yani bronzlaşmayı sağlar; ayrıca D vitamini sentezini de uyaran bu ışındır. UVA’dan ne kadar korunursak o kadar iyi, ancak uygun miktarda UVB ışınlarına sağlıklı bir yaşam için ihtiyacımız vardır.

Derimize yeterince ayrıntılı bakarsak en dıştaki koruyucu deri, epidermis, beş katmandan oluşur ve UVB uyaranlı D vitamini en alt iki katmanda sentezlenir. Bunlar Stratum spinusum ve dokunma hissini algılayan Merkel hücrelerini barındıran Stratum basale’dir.

Vücuda provitamin olarak giren -besinlerden alınan- bu D vitamininin hayvansal formu 7-dehidrokolesterol, bitkisel formu ise ergosterol’dür. İki form da eş güçtedir ve eğer bu provitaminler alınmadan önce kaynak canlıda D vitaminine dönüşmüş ise direkt emilimi gerçekleşerek etki gösterir. Bu amaçla bitkilerden ticari olarak da üretilir. Bazı D vitamini destek hapları bu yöntemle üretilir.

UVB ışını her iki provitamin formundaki B halkasını kırar.

cholesterol_ergosterol

B halkası kırılarak, UV yardımı ile oluşan D3 vitamini (kolekalsiferol) karaciğer tarafından alınır ve endoplazmik retikulum üzerinde sırasını bekleyen 25-hidroksilaz enzimi ile 25-hidroksivitamin D3’e dönüşür. Bu formu karaciğerdeki temel depo formudur. Bir miktarı enterohepatik dolaşım denilen, kolesterol, safra tuzları ve diğer bazı moleküllerin bağırsak tarafından emilip kapı toplar damarı ile karaciğere geri döndüğü dolaşıma katılır, bir miktarı da böbreklere geçerek kalsitriol hormonuna dönüşür Bu çeşitli formlardaki moleküller ilgili yerlerde gerekli görevleri üstlenmek üzere kullanılır. Kemik yapısı, kemik ve dişlere kalsiyumun mineralizasyonu, kalp ritminin düzenlenmesi ve hücresel metabolizma görev aldığı yerlerden temel olanlarıdır.

Peki eksikliğinde veya aşırı alımda neler olur? D vitamini eksikliğinin yaygın olarak yol açtığı hastalık gençlerde raşitizmdir, Bu, bozulan kalsiyum ve fosfat metabolizması nedeni ile kemiklerin mineralizasyonunun aksaması sonucu kemiklerde yumuşamaların görüldüğü hastalıktır. Yetişkinlerde ise raşitizmin çok benzeri olan osteomalazi hastalığı görülebilir.

Gene D vitamininin eksikliğinde aksayan diğer önemli metabolik fonsiyonlar, yaşamı tehdit edebilir. Yüksek toksik özellik gösteren bir vitamin olması aşırı alımlarda zehirleyici, istenmeyen etkilere neden olur örneğin kalp ve damar kireçlenmeleri, yumuşak olması gereken dokularda sertleşme, verimsizleşme ve daha da kötüsü kandaki artan kalsiyum miktarı ile bağlantılı nörolojik etkiler görülebilir.

Son olarak… Malum yaz ayları geliyor; güneş fazlasıyla bizimle olacak. Güneşten korunmanın güneş görmeden geçmesi gereken bir yaz demek olmadığını biliyoruz. Aşırı güneşlenmenin kötü sonuçları olabilir ancak güneş, sağlıklı bir yaşam için temel gereksinimlerimizdendir. Gerektiği kadar güneşi tenimizde hissetmek hepimizin yararına olacaktır.

Nina Simone’un sözleriyle:

Kuşlar yükseklerde uçuşuyor, ne hissettiğimi biliyorsun
Gökte güneş, ne hissettiğimi biliyorsun
Kiraz kuşları süzülüyor, ne hissettiğimi biliyorsun
Yeni şafak
Yeni gün
Yeni hayat, benim için
Ve güzel hissediyorum…

*IU: Enternasyonel Ünite, 1 IU = 0,025 µg D vitamini

 

Kaynaklar

● Harper’ın Biyokimyası, 25. Baskı, Nobel Tıp Kitabevleri, 2004.
● Biyokimya, 5.Baskı, Nobel Akademik Yayıncılık, Ocak 2013.
● Lipoproteins: Lipid Digestion & Transport / Joyce J. Diwan, Rensselaer Politeknik Esntitüsü, 2012
● UV Radiation, World Health Organization, 2013
● Dark Nights of The Soul, The Nation, 5 Nisan 1998 / Google News
● http://en.wikipedia.org/wiki/Light_Therapy
● There will be darkness: Polar nights in Murmansk, Russia Beyond The Headlines, 2013
● http://www.murmantourism.ru/eng/
● Soviet Era Photo Chronicles, #58, http://englishrussia.com

Kronik İnflamasyon ile Göz Hücrelerinin Deriye Dönüşümü

EPFL (Ecole Polytechnique Fédérale de Lausanne – İsviçre)’den araştırmacılar kronik inflamasyon (iltihap, yangı) sebebiyle kök hücrelerin yeni (o bölge veya doku için) ve anormal hücre tiplerine dönüşebildiğini keşfetti. Metaplazi olarak bilinen bu fenomen, uzun süreli veya sürekli inflamasyon durumunda hastalık biçiminde kendini gösterebiliyor. Araştırma ile ortaya çıkan sonuçlar, daha yararlı ve verimli tedavi yöntemlerin geliştirilmesinin önünü açabilir.

Kronik inflamasyon, bağışıklık sistemini uzun süreler boyunca ‘açık’ veya ‘aktif’ konumda tutabilir. Bunun sonucunda da kanserden anormal yara iyileşmelerine kadar sayısız hastalığa sebep olabilmektedir. EPFL’den bilim insanları da bu listeye yeni bir sorunu keşfederek ekleme yaptı : kronik inflamasyon hücre tipini değiştirebilir; bu araştırma için göz hücreleri deri hücrelerine dönüştü. Araştırma tüm ayrıntıları ile Nature Cell Biology’de yayımlandı.

Birçok doku kendisi için bir kök hücre yatağı veya başka bir deyişle kaynağı bulundurur. Bu kök hücreler yeniden yapılanma, iyleşme, kendini iyileştirme gibi süreçlerde aktif olarak kullanılır. Bununla ilişkili olarak kronik inflamasyon durumunda ne olduğunu anlamak için EPFL’nin deneysel kanser araştırmaları merkezi olan enstitüsü Swiss Institute for Experimental Cancer Research (ISREC)’den Freddy Radtke önderliğindeki bir araştırma ekibi, farelerin korneasındaki kök hücreler üzerinde çalıştı. Bunun için de kronik inflamasyonu simüle edecek metotlar kullanılarak, flüoresan boyalar ile boyanan hücrelerden elde edilen verileri analiz edildi.

Araştırmacılar, korneada kök hücrelerin yakın çevresinin (komşu doku parçaları ve hücrelerin) katılaşarak sertliğin arttığını keşfetti. Bunun sebebi ise hem bağışıklık hücrelerinin varlığı hem de hücrelerin birbirine tutunmalarını ve yapıları, organları oluşturmalarını sağlayan madde miktarının artışı olarak kaydedildi.

Göz Hücreleri Deri Hücrelerine Dönüşüyor

Kornea kök hücreleri, diğer birçok hücre tipi gibi çevrelerindeki dokunun veya diğer hücrelerin sertliğini algılayabilecek ve kendisini buna uygun şekilde adapte edebilmesini sağlayan sensörlere sahiptir. Lafın kısası, eğer sertlikte değişme olursa hücreler buna tepki verir. Korneada ise araştırmacıların bulgularına göre; hücrelerin çevresinde sertliğin seviyesi bu kök hücrelerin farklı ve hatta yanlış yönde farklılaşarak olmamaları gereken hücre tiplerine dönüşmelerine sebep oluyor : normalde hücrelerin genetik yazılımları onların hangi hücre grubunu oluşturacaklarını veya bireysel olarak hangi hücre tipine dönüşeceklerini belirler.

Canlı yaşamındaki sınırsız sayıdaki eksik ve hatadan birisi olarak kök hücreler bu bölgede bölünerek kornea yerine deri hücrelerini oluşturuyorlar ve bu duruma maruz kalan farelerin kör olmasına sebep oluyor. İnsanlarda ise bu tip anormal doku değişimlerine ‘metaplazi’ denmektedir ve kronik inflamasyon ile ilişkilendirilmektedir. Radtke’nin açıklaması ise şöyle : “Çalışmamız, kronik inflamasyonun anormal kök hücre davranışlarını tetiklemesi ile ilgili önemli bir mekanizmayı ortaya çıkarıyor. Bu durum da kronik inflamasyon ile ilişkisi olan birçok hastalık açısından büyük tutarlılık gösteriyor. Yine buradan yola çıkarak yeni tedavi ve ilaçlar geliştirmek de mümkün.”


Kaynak :  Bilimfili, Craig S. Nowell, Pascal D. Odermatt, Luca Azzolin, Sylke Hohnel, Erwin F. Wagner, Georg E. Fantner, Matthias P. Lutolf, Yann Barrandon, Stefano Piccolo, Freddy Radtke. Chronic inflammation imposes aberrant cell fate in regenerating epithelia through mechanotransduction. Nature Cell Biology, 2015; DOI:10.1038/ncb3290