Öfke Patlamalarına Karşı En İyi Panzehir: Sosyal Yaşam

Kaynak: https://s-media-cache-ak0.pinimg.com/originals/1a/ce/22/1ace222cd1f868220795a830a4951d55.jpg

Stanford Üniversitesi’nden bir grup bilim insanı, fareleri aynada kendi görüntüleriyle karşılaştıklarında bile saldırganlaşmalarına neden olacak kadar öfkelendirdiler. Küçük bir nöron grubunun, fareleri şiddet dolu varlıklara dönüştürebildiğini gördüler.

Stanford Üniversitesinden araştırmacılar öfke ataklarının ve kontrolsüz şiddet patlamalarının kökenini anlayabilmek için, beyinde bu davranışlardan sorumlu küçük bir nöron grubunu harekete geçirdiler. Nöron grubu harekete geçirildikten sonra erkek farelerin kendi alanlarını korumak için saldırganlaştıklarını gördüler. Bilim insanlarının yol açtığı öfke beklenmedik şekilde oldukça yüksek seviyelere ulaştı. Araştırmacılar, farelerin daha önce hiç öfkeli davranışlar göstermedikleri dişi farelere, aynadaki yansımalarına ve laboratuvar eldivenine saldırdıklarını gördüler.

Deneyin yürütücüsü Nirao Shah, olanlardan beslenme, korku ve cinsel aktivite gibi pek çok aktiviteden sorumlu olan hipotalamustaki 5.000 kadar az sayıda bir nöron grubunun sorumlu olduğunu söylüyor. Shah aynı zamanda fare beyninde bulunan 80 milyon nöronla kıyasladığında bu nöron grubunu “samanlıktaki bir iğne” olarak tanımlıyor. Bu merkezi uyarmak, erkeklerde saldırgan davranış gözlenmesi için yeterliyken dişilerde aynı durum söz konusu değil. Shah, ayrıca beyindeki bu merkezin erkeklerde bölgesel saldırganlık için gerekli olduğunu söylüyor.

Araştırmacılar, farelerin içlerindeki yoğun öfkeyi ortaya çıkaran bu mekanizmanın anlaşılması için biraz daha ileri giderek başka deneyler yaptılar. Öfke merkezi üzerinde yapılan deneyler, ilk olarak kafeslerinde yalnız yaşayan erkek fareler üzerinde gerçekleştirildi. Ancak aynı deneyi diğer farelerle birlikte büyüyen fareler üzerinde gerçekleştirmek istediklerinde her şey değişti.

Öfke Öğreniliyor mu?

Sosyal birliktelik yaşayan erkek fareler, kendi alanlarına yabancı bir erkek fare geldiğinde öfkelerini bastırdılar ve saldırganlık göstermediler. Ayrıca birlikte yaşamaya alışmış fareler daha uysal davranışlar gösterirken kendi türlerinden salgılanan feromonları (aynı türün üyeleri arasındaki sosyal ilişkileri düzenleyen kimyasal madde) algılama kapasiteleri bloke edildiğinde tekrar şiddetli davranışlar göstermeye başladılar. Bu çalışmanın ana bulgusu, sosyal bağlam ve deneyimin öfke patlamasını etkisiz hale getirebilecek olması. Diğer bir deyişle, erkeklerdeki öfkenin doğuştan mı olduğu yoksa sonradan mı öğrenildiği sorusunun cevabı, Shah ve ekibinin çalışmasına göre sonradan öğrenildiği yönünde. Bu bakış açısı, öfkeyi frenlemek için nöron devresinin doğasını yönlendirebileceğimizi söylüyor.

Araştırma ekibi, bu küçük buluşun insanlar için de geçerli olabileceğine inanıyor. Shah, “Aralıklı taşkınlık rahatsızlığı, hastanın başka insanların aynı durumda göstermediği şiddet ve öfke davranışlarını gösterdiği psikiyatrik bir rahatsızlıktır ve insanların %5’ini etkilemektedir.” diyor. Ayrıca, “Bu çalışmanın olası sonuçlarından biri de beynimizde öfkeye ayrılmış olan bir bölümün anormal aktivasyonunun bu hastalığın başlamasına neden olabilme ihtimali.” diye ekliyor.  Sosyal bağlamın öfkeyi nasıl bastırdığı ise bilim insanları için hala bir merak konusu.

Makale:

  • Taehong Yang, Cindy F. Yang, M. Delara Chizari, Niru Maheswaranathan, Kenneth J. Burke, Maxim Borius, Sayaka Inoue, Michael C. Chiang, Kevin J. Bender, Surya Ganguli, Nirao M. Shah. Social Control of Hypothalamus-Mediated Male AggressionNeuron, 2017; DOI: 10.1016/j.neuron.2017.06.046

Orjinal yazı: nBeyin

İnsan Feromonları Gerçek Mi?

Koltukaltı kokusu yeterince iğrençtir, ancak bazı bilim insanları koltuk altının; günlük kur yapmadan, uyarıya kadar her türlü sinyali gönderiyor olabileceğinden şüpheleniyorlar. Bunun nedeni de; bazıları kötü kokulu, bazıları da burnumuzun koku saptama eşiğinin altında kalan vücut salgılarının feromon isimli kimyasal mesajlarla dolu olma ihtimali olabilir. Yarım yüzyıldan beridir süren bu ince ipuçlarına dair araştırmalar yürütülse de, bunların insanlarda var olduğuna dair doğrudan bir kanıt henüz bulunmuş değil.

Feromon Nedir?

İnsanlar ve diğer hayvanlar binlerce kimyasal bileşen arasında ayrım ve saptama yapabilme yetisi olan koku duyusu sistemine sahiptirler. 50 yıldan fazla bir süredir, bilim insanları belirli böceklerin ve hayvanların kimyasal bileşimler -genellikle yağ ya da ter şeklinde– salabildikleri ve diğer canlıların da bu bileşenleri saptayabilme ve ona göre tepki üretebilmelerine olanak sunan sessiz bir kimyasal iletişim sisteminin varlığı üzerine çalışmalar yürütüyorlar.

Her ne kadar tam tanımı üzerinde tartışmalar sürse de, feromonlar; genellikle aynı türün organizmaları arasında sinyal alış verişini sağlayan tek ya da küçük setler halindeki kimyasal bileşenler olarak tanımlanır. Bunlar sıklıkla bir böcek ya da hayvan tarafından yayılan geniş çaptaki koku karışımının yalnızca bir parçasıdırlar ve bazı feromonlar farkedilebilir bir kokuya sahip değildir.

İlk kez 1959 yılında tanımlanmasından bugüne, bilim insanları feromon temelli iletişime dair birçok örnek bulmuşlardır. Bu sinyallerin en göze çarpıcısı, anlık bir davranışsal tepkiyi ortaya çıkarır. Örneğin, dişi ipek güveleri, erkek güvelerin rastladıkları anda takip etmesine olanak sunan bombykol isimli molekül izi salarlar. Öte yandan, yavaş hareketli feromonlar alıcının üreme fizyolojisini etkileyebilir, örneğin; erkek fare idrarındaki alfa-farnesenemolekülü genç dişi farelerdeki ergenliği hızlandırır.

Bazı bilim insanları “işaretçi” olarak isimlendirilen bir üçüncü grup feromonların bireyin sosyal statüsü ya da sağlığı hakkındaki bilgiyi taşıdığını ileri sürüyorlar. Fareler, kalıtımla alakalı özgün proteinlere dair kısmen bilgi veren kokuya bağlı ipuçlarına dayanarak uygun eşi seçebilir.

 İnsanlardaki Sorun

Bugüne kadar, bilim insanları; insan vücudunun saldığı kokuya maruz kalmanın diğer insanlarda birtakım tepkilere sebep olabildiğini gösteren bazı başarılı çalışmalara imza attılar. Kemirgenlerde yürütülen araştırmalarda olduğu gibi, insan teri ve salgıları diğer insanların üremeyle ilgili hazır bulunuşluklarını etkileyebiliyor. 1970’lerden beri araştırmacılar; bi başka kadının terine maruz kalan kadınlardaki adet döngüsündeki değişimleri izlediler. 2011 yılında, Florida State University’den bir araştırma ekibi yumurta dönemindeki kadınların kokusunun erkeklerdeki testosteron seviyelerinin artırma yönünde uyarıda bulunabildiği bulgusuna ulaştılar.

Fakat insanda herhangi bir kimyasal üretiminin sebep olduğu tutarlı ve güçlü bir tepkiye dair delil yok. Görünen o ki; bizim tepkilerimizi bir ipek larvasındakine kıyasla saptaması oldukça zor. Açıklanması güç olan bu durum araştırmacıların bir başka kimyasal mesaj türü olan ve alıcının duygu durum ya da mental halini etkileyen“modülatör (düzenleyici)” feromonunu ileri sürmelerine sebep oldu. Bu türe ait bir örnekte, 2009 yılında Stony Brook University’den araştırmacılar; ilk kez paraşüt atlayışı yapan birisinin ter kokusunu koklamanın kişinin belirsiz duygusal ifadeler arasında ayrım yapabilme yetisini artırabileceği bulgusuna ulaşıldı. Yani atlayıcının terindeki kimyasallar, alıcıda yüksek bir uyarım ve ayrıntılara daha dikkat edici bir hali ortaya çıkaran bir alarm sinyali oluşturmuş olabilir.

Feromonların gerçekten etkili olduğunu gösterebilmek için; araştırmacılar, sorumlu molekülleri belirlemek zorundalar ancak bu henüz başarılabilmiş değil. Bugüne kadar, bilim insanları muhtemel feromonların etkilerine dair deliller topladılar, ancak tam olarak hangi insan feromonunun olduğunu belirleyemediler.

İşaret Kokusu

İnsan feromonlarını saptamak için sürdürülen av devam ederken, bilim insanları; kokunun bu derin etkilerine dair muhtemel diğer açıklamalar üzerindeki araştırmalarını da sürdürüyorlar. Örneğin, bebeklerin anne sütünün kokusuna doğru emeklemelerini düşünün. Yavru fareler, süt veren anne farenin belirli bir feromonuna maruz kaldıklarında emmeye başladıkları biliniyor. Buna göre, bebekler de basit olarak annenin eşsiz kişisel kokusuna bağlılık duyabilirler. Koku izi, beslenme biçiminden, çevreden, sağlıktan ve genetikten etkilenir. Dolayısıyla, onları feromon olarak tanımlayabilecek kadar fazla bileşenden oluşuyorlar.

Öte yandan insan feromonlarının belirlenememiş olması, bazı girişimcileri “aşk iksiri” üretimine dair kâr sağlama işinden alıkoymuş değil. Gerçekte ise, bu ürünlerde genellikle domuz feromonları kullanılır. Biyomedikal literatüre dair herhangi bir fikri olmayan bu “uyanık” girişimciler, atıp-tutmakta bir beis görmüyorlar. Bilimin henüz böyle bir bulgusu olmamasına rağmen, insan feromonları temelli bir iletişime dayanan parfüm üretme fikri de basit bir tüketici yanıltmasından başka bir şey değil.

Kaynak:

  • Bilimfili,
  • Are Human Pheromones Real? ScientificAmerican. (2014, May 1)
  • P. KARLSON & M. LÜSCHER ‘Pheromones’: a New Term for a Class of Biologically Active Substances Nature 183, 55 – 56 (03 January 1959); doi:10.1038/183055a0
  • Lilianne R. Mujica-Parodi , Helmut H. Strey , Blaise Frederick , Robert Savoy , David Cox , Yevgeny Botanov , Denis Tolkunov , Denis Rubin , Jochen Weber Chemosensory Cues to Conspecific Emotional Stress Activate Amygdala in Humans PLOS One Published: July 29, 2009DOI: 10.1371/journal.pone.0006415

Vajina Hakkında Bilgiler

This content is available to members only. Please login or register to view this area.

İnsan vajinası, üreme organları arasında onu benzersiz kılan çok sayıda işlevi ve özelliği olan büyüleyici ve karmaşık bir organdır. Fibromüsküler yapısından feromon salgılayan tüylerine kadar vajina, insan üremesinde ve cinsel sağlığında çok önemli bir rol oynar. Bu yazıda, insan vajinası hakkında 11 ilginç gerçeği keşfedeceğiz.

“Vajina” kelimesi Latince “kılıf” veya “kın” anlamına gelen “vāgīna” kelimesinden gelmektedir. Vajina, lifli ve kaslı bir yapıya sahip olan dişilerin üreme organının bilimsel adıdır. Canlı organizmalarda cinsel ilişki ve doğum işlevlerine sahiptir. İnsanlarda uterus (rahim) adı verilen boşluğa bağlıdır, ancak vajinal tüp servikste sonlanır.

Erkeklerden farklı olarak dişilerde iki açıklık vardır: üretra ve vajina. Vajinal açıklık üretradan çok daha geniştir ve her iki yapı da koruyucu bir örtü görevi gören etli yanaklar (labia) tarafından korunur.

Vajinal kılların varlığı, kadınların “güzel görünmek” adı altında sürekli kesmeleri gereken bir yapı oluşturmakla ilgili değildir. Bu kılların üç önemli işlevi vardır: vajinayı mikropartiküllerden korumak, erkeklere “cinsel ilişkiye hazır” olduklarının ya da “üreme çağına geldiklerinin” sinyalini vermek ve erkekleri daha uzun süre etkisi altında tutmak için yavaş yavaş feromon salgılamak.

Vajinanın klitoris olarak adlandırılan bölgesinde toplam 8000 sinir ucu bulunmaktadır ki bu sayının peniste 4000 civarında olduğu bilinmektedir.

Ortalama bir vajina 7,5-10 santimetre uzunluğundadır. Cinsel ilişki sırasında bu uzunluk herhangi bir sorun olmadan %200 oranında artabilir. Bu esnekliğin nedeni doğum sırasında bebeğin çıkışına izin vermektir.

Vajina vücut boşluğuna değil, karmaşık bir yapısı olmayan kapalı bir boru gibi düşünülebilecek rahim içine açılır. Bu nedenle vajinaya giren herhangi bir cisim orada kaybolmaz. Prezervatif ve benzeri nesneler vajinaya düşerse kolayca geri alınabilir.

Vajinanın yapısında aşırı bir çeşitlilik vardır ve bu da vahşi doğada yaşayan insanlar için cinsel seçilimin ne kadar önemli olduğunu gösterir. “Vajinal yanaklar” olarak bilinen etli doku, her kadında farklı uzunluk, kalınlık ve şişkinlikte olabilir.

Kadınların sadece %30’u cinsel ilişki sırasında orgazm olabilmektedir. Bunun cinsel ilişkiye bir adaptasyon olduğu düşünülmektedir. İnsanlar vahşi doğadayken bu oranın çok daha düşük olduğu düşünülmektedir.

Çok az kadın, erkeklerdeki boşalmaya benzer bir sıvı atılımı yaşar. Bu, üretradaki paraüretral bezler tarafından salgılanan bir sıvıdır. Bazen idrarla karışabilir. Cinsel ilişki sırasında aşırı uyarılma bu bezleri harekete geçirir.

G noktası klitoristen ayrı bir organ değildir. Klitorisin en derin ve en çok sinir içeren kısmıdır. G noktası her kadında orgazma neden olmaz, bu yaygın bir yanılgıdır. Sadece bazı raporlarda bu bölgenin aşırı uyarılmasının orgazma neden olduğu bilinmektedir. 1940 yılından beri bu yapının varlığından hala emin değiliz. Farklı raporlarda farklı sonuçlar var. Bazı çalışmalar da G noktasının kadın prostat bezinin bir kalıntısı olabileceğini gösteriyor.

Seksin kadınlar üzerinde çok sayıda faydası keşfedilmiştir. Bunlar arasında daha düşük kalp krizi oranları, daha az felç, daha az meme kanseri, daha iyi savunma sistemi, daha iyi uyku sağlığı, daha iyi cilt gerginliği (genç görünüm), daha iyi genel vücut sağlığı (artan zindelik), daha az adet ağrısı, daha az kronik ağrı, daha az depresyon riski, daha az stres ve daha fazla benlik

Kaynaklar ve İleri Okuma:
  1. Clinical pediatric urology: A. Barry Belman, Lowell R. King, Stephen Alan Kramer (2002)
  2. “Health and Wellness for Life”. Google Books.
  3. Psychology Today

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.