Saponin

“Saponin” terimi, Latince sabun anlamına gelen “sapo” kelimesinden türetilmiştir. Bu isim, saponinlerin sulu çözeltilerde çalkalandığında sergilediği sabun benzeri köpüklenme özelliklerini yansıtmaktadır.

Saponinler, geleneksel tıpta kullanılan çeşitli bitkilerde bulunmaları ve karakteristik köpürme özellikleri nedeniyle yüzyıllardır bilinmektedir. Farklı kültürler tarihsel olarak saponin açısından zengin bitkileri gıdadan ilaca kadar çeşitli amaçlar için kullanmıştır.

Özellikler:

Kimyasal Yapı: Saponinler çok çeşitli kimyasal bileşiklerdir. Bunlar sapogenin olarak adlandırılan, şeker içermeyen bir kısma (aglikon) sahip glikozitlerdir. Sapogeninler steroid veya triterpenoid olabilir, bu da saponinlerin steroid veya triterpenoid saponinler olarak sınıflandırılmasını sağlar.

Çözünürlük: Saponinler suda çözünürler ve sulu çözeltilerde çalkalandıklarında sabun benzeri stabil bir köpük üretirler.

Biyolojik Etkiler: Saponinlerin çok çeşitli biyolojik etkileri vardır. Soğukkanlı hayvanlar için toksik olabilirler ve intravenöz olarak enjekte edildiklerinde memelilerde hemolize (kırmızı kan hücrelerinin yırtılması) neden olabilirler. Ayrıca antimikrobiyal özellikler de sergilerler ve bağırsak duvarının geçirgenliğini etkileyebilirler.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Kullanım Alanları:

Tıp: Birçok geleneksel ilaç, saponinlerin sağlık açısından yararlı özelliklere sahip olduğu inancından dolayı saponin açısından zengin bitkiler içerir. Önerilen bazı faydalar arasında bağışıklık sistemini güçlendirme, kolesterol düşürücü ve kanser önleyici etkiler yer alır. Ancak bu iddialardan bazılarını destekleyen klinik kanıtlar henüz başlangıç aşamasındadır.

Yiyecek: Bazı yiyecekler doğal olarak kinoa, fasulye ve ıspanak gibi saponinler içerir. Örneğin kinoanın acı tadı içeriğindeki saponinden kaynaklanmaktadır. Genellikle kinoa, saponin içeren dış tabakasını çıkarmak için pişirmeden önce durulanır, böylece acılığı azalır.

Gıda katkı maddeleri: Saponinler bira ve şarap gibi içeceklerde köpük oluşturucu madde olarak kullanılır. Ayrıca mayonez ve salata soslarında emülgatör olarak da kullanılırlar.

Aşılar: Saponinler aşılarda adjuvan olarak incelenmiştir. Adjuvan, vücudun bir antijene karşı bağışıklık tepkisini artıran bir maddedir.

Doğal Deterjan: Sabuna benzer özelliklerinden dolayı saponinler bazı kültürlerde doğal deterjan olarak kullanılmıştır.

Kozmetik: Saponinler şampuan ve sabunlarda cildi ve saçları temizlemek için kullanılır. Ayrıca cildi nemlendirmek için cilt kremleri ve losyonlarda da kullanılırlar.

Endüstriyel ürünler: Saponinler yangın söndürücülerde, yağlayıcılarda ve deterjanlarda kullanılır. Ayrıca ilaç ve kozmetik üretiminde de kullanılırlar.


Tarih

Antik Yunan ve Roma’da sabun yapımında saponinler kullanılıyordu. Ayrıca deterjan ve şampuan olarak da kullanıldılar. Çin’de saponinler, ateş, öksürük ve ishal gibi çeşitli durumların tedavisinde kullanılan, huanglian adı verilen geleneksel bir ilacın yapımında kullanıldı.

  1. yüzyılda saponinler bilim adamları tarafından potansiyel tıbbi özellikleri açısından araştırıldı. 1875 yılında Alman kimyager Adolf von Baeyer, yüksük otu bitkisinden (Digitalis purpurea) ilk saponin olandigitonini izole etti. Digitoninin güçlü bir kalp uyarıcı etkiye sahip olduğu bulundu ve bugün hala kalp yetmezliğini tedavi etmek için kullanılıyor.
  2. yüzyılda saponinlerin gıda katkı maddeleri, kozmetik ve endüstriyel ürünler gibi diğer alanlardaki potansiyel kullanımları araştırıldı. Saponinler artık aşağıdakiler de dahil olmak üzere çeşitli uygulamalarda kullanılmaktadır:

Saponin tarihindeki bazı önemli olaylar şunlardır:

1930: Meksika yamının (Dioscorea spp.), steroid hormonları progesteron ve testosteronun öncüsü olan diosgenin içerdiği bulundu.
1940’lar: Saponinler, kanser karşıtı ilaç etoposid de dahil olmak üzere yeni ilaçların geliştirilmesinde kullanıldı.
1980’ler: Saponinlerin kolesterol seviyelerini düşürmedeki potansiyel kullanımları araştırıldı.
2000’ler: Saponinlerin obezite ve diğer metabolik bozuklukların tedavisindeki potansiyel kullanımları araştırıldı.
Saponinler umut verici bir araştırma alanıdır ve gelecekte çok daha fazla kullanıma sahip olabilirler.

Kaynak:

  1. Francis, G., Kerem, Z., Makkar, H. P. S., & Becker, K. (2002). The biological action of saponins in animal systems: a review. British journal of nutrition, 88(6), 587-605.
  2. Oleszek, W. (2002). Chromatographic determination of plant saponins. Journal of chromatography A, 967(1), 147-162.

Gerçek Kahraman James Harrison: Kanı Sayesinde 2 Milyondan Fazla İnsanın Hayatını Kurtardı!

Avusturalyalı James Harrison, sıradışı bir kan karışımına sahip olmasından ötürü “altın kollu adam” olarak anılıyor. Harrison’ın kanında Rho(D) İmmün-globülin adı verilen bir antikor bulunuyor. Bu antikor, Rhesus hastalığı denen ve hamile annelerin kanındaki antikorların rahimdeki yavrunun kan hücrelerini parçalaması olarak bilinen hastalığın tedavisinde kullanılıyor.

James Harrison eğer ki 1949 yılında 13 yaşındayken ciddi bir göğüs ameliyatı geçirmek zorunda kalmasaydı, belki de kanındaki bu önemli unsurdan asla haberdar olmayacaktı. Bu ameliyat yaklaşık 13 litre kan transferi gerektiriyordu. Hastanede iyileşmek için geçirdiği 3 ay boyunca kendisine kan verenlere minnet duydu ve yasal yaş olan 18 yaşına eriştiği andan itibaren o da kan bağışında bulunmaya karar verdi. Böylece kendisinin kullandığın kanı bağışlayan yabancıların iyiliğini geri ödeyebilecekti.
1954 yılında Harrison 18 yaşına girdi ve kan vermeye başladı ve kısa sürede kanında çok nadir ve çok değerli, Rhesus hastalığına faydalı olması bakımından yaşam kurtarabilecek bir antikorun olduğu fark edildi.
O zamanlarda Rhesus hastalığı her yıl on binlerce bebeği öldürüyordu (sadece ABD’de bile yılda 10.000 çocuğu öldürüyordu). Öldürmediklerinin de ciddi doğum sorunlarına sahip olmasına neden oluyordu. Birçok insanın (insanların yaklaşık %85’inin) kanında Rh faktörü denen özel bir protein bulunur. Bu şekilde kana sahip olanlara Rh+ deniyor. Geri kalan insanlardaysa Rh proteini yoktur ve bu insanlara Rh- deniyor. Eğer okurlarımız arasında hamilelik geçirmiş olanlar varsa, Rh kan testini hatırlıyor olabilirler. Bu test, bebekle anne arasındaki uyumsuzluğu test eder ve tanımı şöyledir:
“Eğer anne Rh- ise ve bebek de Rh+ ise, annenin vücudu çocuğun kanındaki Rh faktörü isimli yabancı maddeye tepki gösterecektir. Annenin vücudu bebeğin Rh+ kanına karşı antikor proteinler üretecektir. Rh uyumsuzluğu genellikle 2. ve daha sonraki hamileliklerde sorun yaratır. Çünkü Rh antikorları plasentayı geçerek bebeğin kırmızı kan hücrelerine hücum edebilir. Bu da, bebekte hemolitik anemiye neden olur.”
 
Neyse ki eğer ki bu uyumsuzluk erken fark edilirse, doğum öncesi tedaviler mümkündür. Bu tedavilerde Rh imün-globülin kullanılır ve problemler başlamadan önüne geçilir. Bu yöntem, Rh+ kırmızı kan hücrelerine takılacak antikorların vücuda sunulmasıyla çalışır. Böylece annenin savunma sistemi bebeğin Rh faktörlerini hiç fark edemez ve yok etmeye çalışamaz.
Harrison’ın kanıyla ilgili keşif yapıldığında, detaylı testlerden ve deneylerden geçmeyi kabul etti. Böylece bugün Anti-D adı verilen aşı icat edilebildi. Harrison yardım etmeye çok istekli olsa da, testler sırasında başına bir şey gelmesin diye hastanede bazı önlemler de alındı. Harrison, 2010’da yapılan bir röportajda şöyle söylüyor:
“Bana 1 milyon dolar değerinde sigorta yaptılar; böylece eşim Barbara’ya iyi bakılacağını biliyordum. Korkmuyordum. Yardım edebildiğime mutluydum.”
 
Anti-D’nin üretiminde araştırmaların deneği olmayı kabul etmesi bir yana, Harrison inanılmaz miktarda plazma bağışında bulundu. 6 haftada 1 defa verilmesi tavsiye edilen tüm kanın aksine plazma 2-3 haftada 1 defa verilebilir. Bu sayede Harrison, 2011 senesine kadar 1000 defa plazma bağışında bulunabildi ve bu plazmaları 2-2.5 milyon insanın yaşamını kurtardı. Bu sayı içerisinde kendi kızı Tracey de, kendi oğlunu doğururken bu aşıyla aşılanabildi.
 
Teşekkür: AA (Evrim Ağacı)
 
Kaynak: Gizmodo