Total Kalça Artroplastisi

Kalça total uç protezi için kullanılan Latince terim prothesis totalis coxae‘dir. Kalça eklemini yapay bir eklemle değiştirmek için yapılan cerrahi bir prosedürdür.

“Protez” kelimesi Yunanca “ekleme” veya “yerleştirme” anlamına gelen “próthesis” kelimesinden gelmektedir. “Coxae” kelimesi ise Latince “kalça” anlamına gelen “cāxa” kelimesinden gelmektedir.

  • Ameliyat genellikle genel anestezi altında yapılır.
  • Prosedür genellikle yaklaşık 2-3 saat sürer.
  • Hastalar genellikle ameliyattan sonra 3-5 gün hastanede kalırlar.
  • Kalça total uç protezi uzun ömürlü bir ameliyattır. Protezlerin çoğu 20-30 yıl dayanır.

Kalça total uç protezi çok başarılı bir ameliyattır. Şiddetli kalça artriti olan kişilerde ağrıyı hafifletebilir ve hareketliliği artırabilir.

Genellikle total kalça protezi olarak adlandırılan total kalça artroplastisi (THA), kalça ekleminin yıpranmış veya hasar görmüş kısımlarının yapay parçalarla değiştirildiği cerrahi bir prosedürdür. Bu, ciddi kalça artriti olan hastalarda veya belirli kalça kırıklarından sonra ağrıyı hafifleterek ve işlevi iyileştirerek yaşam kalitesini büyük ölçüde artırabilir.

Prosedür:

Bir THA’da cerrah, hasarlı veya hastalıklı kıkırdak ve kemiği kalça ekleminden çıkarır. Asetabulum (kalça soketi) pürüzsüz, yuvarlak bir boşluk oluşturmak için oyulur ve sokete yarım küre şeklindeki bir kap yerleştirilir. Femur başı (uyluk kemiğinin tepesindeki top veya femur) daha sonra çıkarılır ve femurun geri kalanı yeni femoral bileşeni kabul etmeye hazırlanır. Yapay femoral gövde, femur şaftından aşağıya sokulur. Daha sonra yeni yuvaya uyan bir top femur gövdesinin tepesine yerleştirilir.

Malzemeler:

Protezde kullanılan malzemeler polietilen (plastik), metal ve seramiktir. Her birinin kendi avantajları ve dezavantajları vardır ve malzeme seçimi hastanın bireysel ihtiyaçlarına ve koşullarına bağlıdır.

İyileşmek:

Ameliyat sonrası bakım, ağrıyı yönetmeyi, komplikasyonları önlemeyi ve kalça işlevini eski haline getirmek için fizyoterapiye başlamayı içerir. Tipik hastanede kalış süresi birkaç gündür ve çoğu hasta ameliyattan sonraki gün veya aynı gün yardımla yürüyebilir. Tam iyileşme ve normal aktivitelere dönüş genellikle birkaç ay sürer.

Uzun Vadeli Sonuç:

Modern total kalça protezlerinin çoğunun 15 yıl veya daha fazla sürmesi beklenir. Şiddetli kalça eklemi hastalığı olan hastalarda yaşam kalitesini önemli ölçüde artırabilirler.

Tarih

İlk kalça protezi 1960 yılında İngiltere’de Sir John Charnley tarafından gerçekleştirilmiştir. Charnley’in protezi metal ve plastikten yapılmıştı.

O zamandan bu yana kalça protezi ameliyatlarında birçok gelişme kaydedildi. Protezler artık daha dayanıklı malzemelerden yapılmakta ve ameliyat daha az invaziv olmaktadır.

Kaynak:

  • “Total Hip Replacement.” OrthoInfo – AAOS. Link
  • “Hip Replacement.” Mayo Clinic. Link

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Sarkom

“Sarkom” kelimesi Yunanca “sarx” (et) ve “oma” (tümör) kelimelerinden türetilmiştir. Kas, kemik veya yağ gibi bağ dokusundan kaynaklanan bir kanser türüdür. Kelime anlamı “et şişklinliği”dir. Kemik, kıkırdak, yağ, kas, kan damarı, diğer destek ve bağ dokuda oluşan kötü huylu tümörlerdir. (Bkz;  Sarkom)Bildergebnis für "sarcoma"

Sarkom, mezenkimal (bağ dokusu) hücrelerden köken alan bir kanser türüdür. Bağ dokusu her yerde bulunduğundan, bu tümörler vücutta çok çeşitli yerlerde ortaya çıkabilir. Ana sarkom tipleri yumuşak doku sarkomları ve kemik sarkomlarıdır.

Yumuşak doku sarkomları kaslarda, yağda, kan damarlarında, tendonlarda, fibröz dokularda ve diğer destekleyici dokularda oluşabilir. Örnekler arasında leiomyosarkom (düz kas), liposarkom (yağ dokusu) ve anjiyosarkom (kan veya lenf damarları) bulunur.

Kemik sarkomları daha az yaygındır ve osteosarkom (kemik hücrelerinden kaynaklanır), Ewing sarkomu (tipik olarak kemikte ortaya çıkar, ancak yumuşak dokuda da ortaya çıkabilir) ve kondrosarkomu (kıkırdak hücrelerinden kaynaklanır) içerir.

Sarkomların kesin nedeni belirsizdir, ancak belirli kalıtsal sendromlar, radyasyona maruz kalma ve vücudun belirli bölgelerinde hasar veya hastalık gibi bilinen birkaç risk faktörü vardır.

Sarkomların tedavisi karmaşık olabilir ve kanserin tipine, konumuna ve evresine olduğu kadar hastanın genel sağlığına da bağlıdır. Tipik olarak cerrahi, radyasyon tedavisi ve kemoterapinin bir kombinasyonunu içerir. Daha yeni hedefe yönelik tedaviler ve immünoterapiler de geliştirilmekte ve sarkomların tedavisinde kullanılmaktadır.

Belirtiler

Sarkomun belirtileri sarkomun tipine ve tümörün yerleşim yerine göre değişir. Bazı yaygın semptomlar şunları içerir:

  • Bir yumru veya kütle
  • Ağrı
  • Şişme
  • zayıflık
  • Tükenmişlik
  • Ateş

Teşhis

Sarkomlar tipik olarak, etkilenen bölgeden küçük bir doku parçasının çıkarıldığı ve mikroskop altında incelendiği bir prosedür olan biyopsi ile teşhis edilir.

Tarih

Sarkomlar nadirdir ve tüm kanserlerin yaklaşık %1’ini oluşturur. Vücudun herhangi bir yerinde oluşabilirler, ancak en yaygın olarak uzuvlarda, kemiklerde ve retroperitonda (karın boşluğunun arkasındaki alan) görülürler.

Sarkom tedavisi, sarkomun tipine, tümörün konumuna ve kanserin evresine bağlıdır. Tedavi seçenekleri cerrahi, radyasyon tedavisi ve kemoterapiyi içerebilir.

Sarkom için prognoz, sarkomun tipine, tümörün konumuna ve kanserin evresine bağlı olarak değişir. Sarkom için 5 yıllık sağkalım oranı yaklaşık %60’tır.

Sarkomun tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Bir sarkomun bilinen ilk tanımı, MÖ 5. yüzyılda Hipokrat tarafından yapılmıştır.

  1. yüzyılda Alman doktor Rudolf Virchow, sarkomların bağ dokusundan kaynaklandığı teorisini geliştirdi. Bu teori bugün hala kabul edilmektedir.
  2. yüzyılda sarkomun tanı ve tedavisinde önemli gelişmeler olmuştur. Bu gelişmeler, sarkomlu hastalarda sağkalım oranlarının artmasına yol açmıştır.

İşte sarkom tarihindeki önemli gelişmelerden bazıları:

MÖ 5. yüzyıl: Hipokrat “Hastalıklar Üzerine” adlı kitabında bir sarkomu tanımlıyor.

  1. yüzyıl: Rudolf Virchow, sarkomların bağ dokusundan kaynaklandığı teorisini geliştirir.
  2. yüzyıl: BT taramaları ve MRI’lar gibi görüntüleme tekniklerindeki gelişmeler sarkomların teşhisini kolaylaştırıyor.
  3. yüzyıl: Kemoterapi ve radyasyon terapisindeki gelişmeler sarkomların tedavisini iyileştirmektedir.
  4. yüzyıl: Hedefe yönelik tedavi ve immünoterapideki gelişmeler sarkomlu hastalar için yeni tedavi seçenekleri sunmaktadır.
    Sarkomlar ciddi bir kanser türüdür ancak son yıllarda sarkomun tanı ve tedavisinde önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Devam eden araştırmalarla, gelecekte daha da etkili tedavilerin geliştirilmesi muhtemeldir.

Kaynak:

  • National Cancer Institute. (2021). Sarcoma, Soft Tissue. National Cancer Institute.
  • American Cancer Society. (2021). What Is a Sarcoma? American Cancer Society.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Antidepresanlar ve Kan Sulandırıcılar, Beyin Kanserine Karşı Savaşıyor!

Nane-limon gibi bilindik, halkta ve kültürümüzde yer edinmiş kombinasyonlar da gelişen bilim ile modernleşiyor. İsviçreli bilim insanları tarafından yürütülen araştırma, glioblastoma (kötü huylu merkez sinir sistemi tümörüne) sahip farelerin ömrünü 2 katına çıkardı! Konu hakkında araştırma yazarı Douglas Hanahan, şunları söylüyor:
 
“İki ciddi anlamda ucuz ve toksik olmayan genel ilacın beyin kanserinden muzdarip insanların tedavisinde kullanılıp kullanılamayacağını araştırmak gerçekten heyecan verici. Şu anda umut vaat etmesine rağmen keşfedilen tedavi yöntemi, halen değerlendirme aşamasının başlarında ve tedaviye yönelik potansiyelini değerlendirmek için ciddi takip araştırmaları gerekecek.”
Deney fareleri haftada 5 gün, 10-15 dakikalık aralarla ağız yoluyla antidepresan, enjeksiyon yoluyla kan sulandırıcı aldılar. Elde edilen bulgu, ilaçların iki ayrı yerde birbiriyle uyum içinde çalışarak otofaji isimli biyolojik olayın oranını kontrol eden sistemi engellediler.
Peki otofaji nedir? Otofaji, hücrelerin büyük bir açlık tehdidi altındayken birbirlerini yemesi biçiminde açıklanabilir. Kanser hücrelerinde bu surette bir etki yaratan keşif, alanda birçok takip araştırmasının önünü açacak. Özellikle ilaçların ayrı ayrı kullanıldığında herhangi bir etki yaratmaması, usulüne uygun kullanıldığında da kanseri tamamen durdurmaması; yalnızca süreci yavaşlatması gibi soru işareti yaratan kavramlar araştırılacağa benziyor.
 

Kaynak:

  • ScienceDaily
  • Ksenya Shchors, Aristea Massaras, Douglas Hanahan. Dual Targeting of the Autophagic Regulatory Circuitry in Gliomas with Repurposed Drugs Elicits Cell-Lethal Autophagy and Therapeutic Benefit.Cancer Cell, 2015; DOI: 10.1016/j.ccell.2015.08.012

KANSER TEDAVİSİNDE BAKTERİLER VE NANO ROBOTLAR

Kana enjekte edilen ilaçların hastalıklı hücrelere adrese teslim ve nokta atışı ulaştığı zamanların eşiğindeyiz. Bizleri gereksiz bıçakaltı işlemlerden ve ilaçların yan etkilerinden koruyacak, bakteri ve nano robotların insanların iyiliği için işbirliği yaptıkları tıbbi yöntemleri inceleyeceğiz.

Askerleri küçültüp mikro boyutlara getirebilecek teknolojinin sırrına sahip bilim adamı Jan Benes, CIA ajanlarının yardımıyla SSCB’den kaçar. Ancak bu esnada profesörü Amerika’ya götüren konvoy KGB ajanları tarafında saldırıya uğrar. Kafasına darbe alan Benes’nin beyninde ne yazık ki bir pıhtı oluşur. Bir grup bilim adamı ve teçhizatlı askerler Benes’nin beynindeki tıkanıklığı açmak için küçültülerek profesörün beynine doğru yola çıkarlar. Bu görevi başarıp tekrar eski boyutlarına dönmek için sadece bir saatleri vardır. Bir bilim kurgu filmi olan Olağanüstü Yolculuk’un (Fantastic Voyage), minik bir geminin insan vücudundaki hastalıklarla savaşmasının kurgulandığı 1966 yapımlı senaryosunu okudunuz.

Bundan neredeyse 40 yıl sonra Kanada’nın Montréal Politeknik Üniversitesi araştırmacıları aynı hedefe ulaşmak için kolları sıvadılar. Bu tarz bir gemi yaratmak için 70li ve 80li yılların klişe bilim kurgu teknolojisi olan küçültücü lazer ışınlarını kullanmadılar. İzledikleri yöntem nanoteknoloji sayesinde ürettikleri mikroskopik (bir saç telinden çok daha ince) aletleri damarlarımız içerisine vererek, doğrudan hastalığın merkezine yönlendirme üzerine kurulu. Bu sıradışı yöntemle ilaçların kanserli dokulara adrese teslim gönderilmesi ve böylece sağlıklı hücrelerin bundan zarar görmemesi mümkün. Ayrıca ameliyatsız, kesiksiz ve kansız bir işlem. Özellikle kanser tedavisi başta olmak üzere, neredeyse tüm tıbbi yöntemleri kökten değiştirebilecek olan bu yaklaşımın 2008’den 2012 yılına kadar gelişimine göz atacağız.

Makaledeki tüm gelişmelerin arkasında yatan beyin Kanada Montréal Politeknik Üniversitesi bilgisayar mühendisliği profesörü Sylvain Martel. Martel’in araştırmalarının temelinde yatan teknik aslında basit bir nakliyat işini andırıyor. Damarlarımızdaki kan içerisinde rahatça dolaşan bir bakteri kirala, ilaçları bakteriye yükle, hastalığın adresini ver ve nakliyat sonlandığında bakteriyle işin bitsin. Ancak ne yazık ki bakteriler kredi kartı kabul etmiyorlar.

Bu yüzden Profesör Martel, oldukça sıradışı bir fikir geliştiriyor. Kanda yüzebilen, canlı bakterileri alarak onlara mikroskopik boncuklar ekliyor. Bu boncuklar yük taşımak için ideal boyutlarda. Bu sayede bakterileri birer kamyonete çeviriyor. Martel’den önce de bu fikir vardı, ancak diğer bilim insanları bu bakterilerin kendi kendilerine yüzme özelliklerinden faydalanmaya çalışıyorlardı. Martel’in sıradışı fikri ise, bu minik kamyonları manyetik rezonans görüntüleme (MRI) yardımıyla kendi kontrolüyle sürüyor olmasıydı. Bunun için Martel doğal halinde manyetik zerreler (tanecikler) barındıran bakteriler kullanmayı düşündü. Doğada bu zerreler bakterilerin derin sularda oksijenden uzaklaşacakları şekilde ilerlemelerine yardımcı oluyorlar. Aynen bir pusulanın iğnesinin doğrultusunu kullanma prensibimiz gibi. İşte bu noktada MRI aleti devreye giriyor. MRI ile yaratılacak yapay manyetik alan sayesinde bu bakterilerin istenilen doğrultuda ilerlemesi sağlanıyor. Bu sebeple Martel bu bakterilerini nanobot olarak nitelendiriyor.

Bahsi geçen bakteriler flagella adındaki kuyruklara sahip ve hızlı bir şekilde kan içerisinde yüzebiliyorlar. Her bir bakteri iki mikron çapında olduğundan insan vücudundaki en küçük damara bile rahatça sığabiliyor. 2008 yılında 150 nanometre büyüklüğünde olan bu römork boncuklarıyla ilk olarak antikor hücreleri taşımak üzere tasarlandı. Doğadan esinlenmekten de öte, doğayı kullanan bu yöntemde temel amaçlardan biri de boncuk hacminin büyütülmesi. Bu boncukların boyutlarının büyümesi daha çok madde taşınabilmesi anlamına geliyor. Yani kamyondan, tıra geçiş yapmak gibi. Sonuç: Deneylerde saniyede 10 santimetre ilerleyen bakterilerle, bir domuzun şahdamarında 1.5 milimetrelik bir boncuğu taşıtmayı başardı [1].

Bu bakterilerin bir dezavantajı, geniş damarlarda kendi başlarına yüzemiyor oluşları. Debiye karşı koyabilecek kadar kuvvetli değiller. Bu yüzden araştırmacılar bakterileri de içinde taşıyacak büyüklükte manyetik olarak kontrol edilebilen bir aracı hastalıklı bölgeye kadar taşımayı önerdiler. Bir çeşit polimerden yapılan bu araç bakterileri salıverdikten sonra kanda çözünüyor. İçerdiği nano taneciklerle kontrol edilebilen bu araç saniyede yaklaşık 200 mikron hızla ilerleyebiliyor ve saniyede 30 defa yönü değiştirilebiliyor [2].

Bu araştırmaya gelen eleştiriler kanda çözünen manyetik partiküllerin nasıl kandan uzaklaştırılacakları ve bakterilerin hedefe ulaşmadan vücudun bağışıklık sistemi tarafından yok edilip edilmeyeceği üzerine. Ancak Mantel deneylerde çıkan sorunçların bu tarz bir durumu yansıtmadığı ve bakterilerin bağışıklık sistemi tarafından zaten henüz tanınmadığı için nanobotların rahatlıkla hedefe ulaşacak kadar vakitleri olduğu yönünde görüş bildiriyor.

Bakteriler illa gerekli mi?

Peki ama bu nanobotlar neden bakterilere ihtiyaç duyuyor? Neden bilim insanları kendi pervanelerine sahip robotlarla antikorları veya ilaçları hasta bölgelere taşıyacak bir düzenek tasarlamıyorlar? Aslında bu mümkün. Bu tarz robotlar zaten tasarlanmış durumda. Ancak sorun bu robotlara gerekli olan gücü sağlayacak bir düzeneğin (örn:pil) henüz keşfedilmemiş olması. Ayrıca, büyük çaplı sistemlerde (örn: denizaltı, gemi) etkin olan tahrik sistemleri ve yüzme hareketlerinin mikro çaplı sistemlerde çok daha karmaşık olması. Bu sebeple robotları kontrol etmek oldukça güçleşiyor. İşte bu yüzden işinin ehli olan ve milyonlarca yıldır en iyi bildiği işi yapan bakteriler kullanılıyor. Seçilen bakteri, MC-1 adı verilen, dönen kırbaçımsı kuyruğu sayesinde çoğu türden 10 kat daha hızlı yüzebilen, ve saniyede 200 mikrometre hızlara çıkabilen bir bakteri.

Aynı grubun 2009 yılında sıçanlar üzerinde yaptığı deneylerde 50 mikrolitrelik bakteri içeren bir çözeltiyi enjekte ettiklerini ve ne bakterilerin hayvanlara zarar verdiğini, ne de bakterilerin genel olarak zarar gördüğü gözlenmiş. Zehirlenmeye sebebiyet vermeden yaklaşık 40 dakika sonra kan içerisinde öldükleri ve daha sonra da bağışıklık sistemi tarafından temizlendiği belirtilmiş [3].

Bakterileri robota dönüştürmek

2010 yılında aynı araştırma ekibi bu sefer akıllara zarar bir demonstrasyona imza atıyorlar. Bakterileri mikro-manipülasyon işleri için kullanıp mikro-robotları sürmelerini sağlıyorlar.  Bu deneyin sonunda bize göstermek istedikleri şey, bu bakterilerin sadece basit nakliyat işleri için kullanmak zorunda olmadıkları. Eğer doğru şekilde kontrol edilebilirlerse, ilaç taşımanın yanında patojenleri algılamakta, farmakolojik ve genetik testleri bulundukları yerde ifşa edebilecek mikro laboratuvarlar inşa etmekte bakterileri kullanmanın mümkün olabileceğini kanıtlamak istiyorlar. Bunun için de bakterilere Mısır’daki Djoser piramidini örnek alan bir mikro-piramit inşa ettiriyorlar. 5000 bakterisinin bir sürü halinde çalıştıkları ve sadece minik epoksi tuğlalar kullarak 15 dakikada bir piramit oluşturdukları videoyu aşağıda seyredebilirsiniz [4]:

Her bir bakteri 4 pikoNewtonluk kuvvet uygulayabilecek kuyruk organellerine sahip. Tek başına küçük olmasına karşın 5000 tanesini birlikte çalıştırdığınız zaman bir piramit yaptırabiliyorsunuz.

Hayvanlar üzerindeki ilk klinik deneyler

2011 yılının başında Mantel ve ekibi, hazırladıkları tüm sistemi gerçek anlamda ilk kez bir canlıda denediler, tek bir farkla bu kez bakterileri es geçtiler. MRI kullanarak yönlendirdikleri bir mikro taşıyıcı sistemi karaciğerinde tümör olan bir tavşana doxorubicin adlı bir kemoterapi ilacı taşımak için kullandılar. Bu taşıyıcı sistem iddia edildiği gibi vücut içerisinde yok olacak cinste bir polimerden üretilmişti. Polimerin tasarımı, farklı hızlarda çözünecek şekilde yapılmıştı, böylece yeterli dozda ilaç iletimi sağlanıyordu. Her bir taşıyıcının yüzde otuzu manyetik nano taneciklerken kalan yüzde yetmişi ilaçtı. Mantel sadece kemoterapi değil, radyoterapi ilaçları olan radyoaktif maddelerin de iletiminin mümkün olduğunu belirtti [5].

Bazı kan damarları “Y” şeklinde çatallandıklarından geleneksel ilaç iletim sistemlerinin yaklaşık yüzde 50 ihtimalle tümörlü dokunun olduğu yöne, yüzde 50 ihtimalle de karaciğerin alakasız bir bölgesine gidip yan etkiye sebebiyet veriyorlar. İşte Mantel’in bu sistemi manyetik kontrolü sayesinde hiçbir çatallanmadan etkilenmeyecek bir özelliğe sahip olduğu için fark yaratıyor. Ayrıca hiçbir kan damarına zarar vermiyor. Geleneksel kemoterapide kateter (sonda) ile yapılan bir ilaç sevkiyatı, kateterin tümöre çok yaklaşıncaya kadar karaciğerin dibine kadar sokulması ve bu sırada da tabii ki bir çok damara zarar verilmesi anlamına geliyor. Bu sebeple de hastalar günlerce, hatta haftalarca damarlarının iyileşmesini bekliyorlar ki, yeni bir doz daha alabilsinler. Ancak manyetik mikrotaşıyıcı robotlar kullanıldığında, sondanın damarlara bu kadar yakınlaşmasına gerek kalmıyor. Zarar görmeyen damarlar sayesinde de hasta arka arkaya günler içerisinde birçok dozu az az ancak hızlı bir şekilde alabiliyor. Bu şekilde de kimyasal zehirlenmelerin önüne geçiliyor.

Ekip, 2011 yılının sonunda tekrar bakterili nanobot sisteminin testlerine yöneldi. Ancak Mantel’in görüşüne göre bu metodlar her ne kadar hayvanlar üzerinde etkili olsa da pratik hayatımızdaki uygulamalarından 4-7 yıl uzaktayız.

Not: Konuyla ilgili daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenlere Sylvian Mantel’in İngilizce altyazılı Fransızca bir TEDx sunumunu seyretmelerini öneriyorum.

Kaynaklar: AçıkBilim

[1] Sylvain Martel, Jean-Baptiste Mathieu, Ouajdi Felfoul, Arnaud Chanu, Eric Aboussouan, Samer Tamaz1, Pierre Pouponneau, L’Hocine Yahia, Gilles Beaudoin, Gilles Soulez and Martin Mankiewicz Automatic navigation of an untethered device in the artery of a living animal using a conventional clinical magnetic resonance imaging system Appl. Phys. Lett. 90, 114105 (2007); http://dx.doi.org/10.1063/1.2713229

[2] http://www.technologyreview.com/computing/21619/?a=f

[3] http://www.newscientist.com/article/dn17071-bacteria-take-fantastic-voyage-through-bloodstream.html

[4] Sylvain Martel, Mahmood Mohammadi: A robotic micro-assembly process inspired by the construction of the ancient pyramids and relying on several thousand flagellated bacteria acting as micro-workers. Intelligent Robots and Systems, pp 426-427,  2009.

[5] http://www.healthimaginghub.com/feature-articles/digital-radiography/2945

[6] Sylvain Martel Flagellated Magnetotactic Bacteria as Controlled MRI-trackable Propulsion and Steering Systems for Medical Nanorobots Operating in the Human Microvasculature doi: 10.1177/0278364908100924 The International Journal of Robotics Research April 2009 vol. 28 no. 4 571-582

Daha Verimli İlaç Taşıma Sistemleri İçin Kızılötesi Işın

Bazı ilaç rejimleri (hangi ilaç veya ilaçların ne sıklıkla ve hangi dozajda kullanılacağını öngören düzen), özellikle de tümörleri yok etmek üzere dizayn edilenler son derece zarar verici ve rahatsız edici yan etkiler üretebiliyor. İstenmeyen semptomlar çoğunlukla ilacın veya ilaçların ihtiyaç duyulmayan bölgelere de gitmesinden ve sağlıklı hücrelere zarar vermesinden kaynaklanabiliyor.

Elbette bu bir risk ve her tedavide hepimiz bu riski göze alıyoruz. Ancak bu riski de minimum etmek üzere Kanada, Quebec’ten araştırmacılar, yalnızca yakın-kızılötesi ışık etkisi altında kaldığında ilacı salabilen nanoparçacıklar geliştirdiler. Doktorlar ilacın salınmasını istedikleri bölgeye bu ışık hüzmesini yollayarak tam da istedikleri bölgede ilacın salınmasını sağlayabilecekler. Araştırmanın tüm detayları Amerikan Kimya Topluluğu’nun prestijli dergisiJournal of the American Chemical Society‘de yayımlandı.

Yıllardır bilim insanları bölgesel veya başka bir deyişle yerel tedaviler geliştirerek ilaçların yukarıda sözü geçen nedenden ötürü beraberlerinde getirdikleri yan etkilerden kurtulmak için mücadele edip duruyorlar. Bugüne kadar ışığa, sıcaklığa , ultrasona ve pH değişikliklerine tepki verebilen ilaç iletim sistemleri geliştirildi. Bu uygulamalardan gelecek vadeden bir tanesi de morötesi (ultraviyole) ışınlara duyarlı ilaç taşıma malzemeleriydi.

Işık spektrumunun bu kısmına ait olan ve malzemenin üzerine gönderilen ışın atımı malzemenin içinde bulundurduğu ilacı hedef bölgeye (tıpkı kargo taşıyan bir kurye gibi) bırakıyor. Ancak morötesi ışığın belli sınırları bulunuyor. Örneğin morötesi ışık ışınlarının kendileri de kanserojen ve vücudun iç kısımlarına ulaşabilecek güçte de değiller.

Buna karşılık yakın kızılötesi ışık bir canlı dokuya 1-2 santimetre derinliğe ulaşabilecek kadar penetre edebilir ve nispeten de daha güvenilir bir alternatif; ancak ne var ki ışığa duyarlı ilaç-taşıyıcıları bu ışık türüne tepki vermiyorlar. McGill University’den mühendis profesör Marta Cerruti ve araştırmacı arkadaşları ikisinin de iyi olan taraflarını kullanabilmeyi hedefledi ve bu iki ışığı bir araya getirerek muhtemel bir çözüm şekli yarattı .

Araştırmacılar, yakın kızılötesi ışığı ultraviyole ışığa çevirebilen nanoparçacıklarla yola çıktılar ve daha sonra bu nanoparçacıkları morötesi ışığa duyarlı hidrojel ile kaplayarak içlerine de ilaç moleküllerine refakatçi olması için flüoresan protein (bu protein çeşitleri belli ışıklar altında -rengine göre- parlayarak araştırmacılara bilgi verebilmekte, hücre içi görüntülemeyi kolaylaştırmaktadır) aşıladı. Daha sonra yakın-kızılötesi ışına maruz kalan nanoparçacıklar bu ışık ışınlarını ani olarak morötesi ışınlara çevirerek hidrojel kabuklarının açılmasını sağlıyor ve daha sonra yüklerini dışarı salıyor.

Araştırmacılar bu kargo sistemi yalnızca ilaçları bölgeye ulaştırmak için değil, aynı zamanda tanı koyabilme, bölgeyi görüntüleyebilme, hastalık teşhisi ve bölgeyle ilgili başka bilgilerin alınabilmesi için de kullanabilmek üzere dizayn etmeye çalıştıklarını belirtti.

 


Kaynak : Bilimfili, Ghulam Jalani, Rafik Naccache, Derek H. Rosenzweig, Lisbet Haglund, Fiorenzo Vetrone, Marta Cerruti.Photocleavable Hydrogel-Coated Upconverting Nanoparticles: A Multifunctional Theranostic Platform for NIR Imaging and On-Demand Macromolecular Delivery. Journal of the American Chemical Society, 2016; DOI: 10.1021/jacs.5b12357

İlaca Dirençli Akciğer Kanseri 50 Kat Düşük Doz ile Tedavi Edildi

Paklitaksel adlı kanser ilacı daha etkili olmaya başladı. İlk duyulduğunda abes bir ifade gibi gelse de University of North Carolina’dan bilimciler ilacı hastanın kendi bağışıklık sisteminden elde edilmiş taşıyıcıların içine paketleyerek, ilacın vücudun defans mekanizmaları ile bozulmasını engelledi ve böylelikle tüm tümörün üzerinde etkili olmasını sağladı.

UNC Eshelman School of Pharmacy’den Doçent Elena Batrakova: “Bu, 50 kat daha az ilaç kullanarak hala aynı sonuçları alabileceğimiz anlamına geliyor.” diyerek ekliyor: ” Bu önemli, çünkü bu yolla hastalarımızı güçlü kemoterapi ilaçlarının daha küçük ve net miktarlarıyla tedavi ederek daha az ve hafif yan etkilerin görüldüğü, daha etkili bir tedavi sağlanacak.”

Batrakova  ve UNC Eshelman School of Pharmacy’nin Nanoteknoloji Merkezindeki ekibi tarafından yürütülen çalışma, vücudu hastalıklara karşı koruyan beyaz kan hücrelerinden elde edilen küçük kürecikler şeklindeki eksozomlara dayanmakta. Eksozomlar, hücre zarı ile aynı materyalden oluşmakta ve hastanın vücudu eksozomları yabancı madde olarak görmemekte; bu,  geçtiğimiz yüzyılda vücuttaki  ilaç dağıtım sistemlerinde plastik kaynaklı nanoparçacıklar kullanılırken karşılaşılan en büyük zorluğun üstesinden gelmekte.

Bu tekniği aynı zamanda Parkinson hastalığında potansiyel tedavi olarak kullanan Batrakova: “Eksozomlar, doğada mükemmel bir taşıyıcı olarak tasarlanmıştır.” diyor. “Beyaz kan hücrelerinden eksozomlar kullanarak, ilacı görünmezlik pelerini ile kaplayıp bağışıklık sisteminden saklıyoruz. Tam olarak nasıl yaptıklarını bilmiyoruz ama eksozomlar sahip oldukları her türlü ilaç direncini aşarak ve taşıdığı yükünü gerekli yere ileterek  kanser hücrelerine akın ediyor.”

Paklitaksel, Amerika’da meme, akciğer ve pankreas kanserinin birinci (başlangıç) ve ikinci basamak tedavisinde etkili bir ilaç olarak kullanılmakta. Saç dökülmesi, kas ve kemik ağrıları ve ishal gibi ciddi ve hoş olmayan yan etkiler yaratabilmekte ve hastalarda ciddi enfeksiyon riskine sebep olabilmekte.

Batrakova’nın ekibi, araştırmalarında fare beyaz kan hücrelerinden eksozomu çıkararak içlerini paklitakselle yüklediler. Sonrasında, eksoPXT adını verdikleri ilaçlarını petri kaplarında birden fazla ilaca dirençli kanser hücrelerinde denediler. Ekip, mevcut kullanılmakta olan paklitaksel formulasyonundan 50 kat daha az eksoPXT kullanarak, aynı kanser yok edici etkiyi gözlemledi.

Araştırmacılar sonrasında tedaviyi ilaca dirençli akciğer kanserine sahip fare modellerinde test ettiler. Akciğerlere nüfuz edişini gözlemlemek için eksozomları bir boya ile yüklediler ve eksozomların kanser hücrelerini araştırıp bulmak ve işaretlemekte titiz olduklarını gördüler.  Bu da onları hem şaşırtıcı derecede iyi bir teşhis aracı hem de güçlü bir terapötik araç haline getiriyor.

 


Kaynak : Bilimfili, Myung Soo Kim, Matthew J. Haney, Yuling Zhao, Vivek Mahajan, Irina Deygen, Natalia L. Klyachko, Eli Inskoe, Aleksandr Piroyan, Marina Sokolsky, Onyi Okolie, Shawn D. Hingtgen, Alexander V. Kabanov, Elena V. Batrakova. Development of exosome-encapsulated paclitaxel to overcome MDR in cancer cells.Nanomedicine: Nanotechnology, Biology and Medicine, 2015; DOI: 10.1016/j.nano.2015.10.012

Total ekstirpasyon

“Toplam yok etme” teriminin etimolojisi nispeten basittir. “Totalis” kelimesi, “bütün” anlamına gelen Latince “totalis” kelimesinden gelir. “Ex” kelimesi, “dışarı” anlamına gelen Latince “ex” kelimesinden gelir. “Stirpare” kelimesi, “kökünü çıkarmak” anlamına gelen Latince “stirpare” kelimesinden gelir.

Toplam çıkarma, bir organın, dokunun veya tümörün tamamen çıkarılması veya yok edilmesi anlamına gelen cerrahi bir terimdir. Genellikle hastalıklı veya hasarlı vücut kısmının tamamen çıkarılmasını gerektiren kanser tedavisi veya diğer ciddi tıbbi durumlar bağlamında kullanılır.

Örneğin, uterusun tamamen çıkarılması (histerektomi olarak da bilinir), uterusun tamamının çıkarılması anlamına gelir. Benzer şekilde, bir tümörün tamamen yok edilmesi, tümörün tamamının ve muhtemelen çevredeki dokunun bir kısmının çıkarılması anlamına gelir.

Tamamen yok etmenin amacı, hastalığı veya durumu vücuttan ortadan kaldırmaktır. Bununla birlikte, spesifik prosedür ve sonuçlar, hastalığın tipine, hastanın genel sağlığına ve diğer faktörlere bağlı olarak değişebilir.

Burada, tamamen yok etmenin ne zaman kullanılabileceğine dair bazı örnekler verilmiştir:

  • Kanser: Kanserli bir tümörü çıkarmak için tamamen yok etme kullanılabilir.
  • Enflamasyon: İltihaplı bir organı veya dokuyu çıkarmak için tamamen yok etme kullanılabilir.
  • Travma: Travma nedeniyle hasar görmüş bir organı veya dokuyu çıkarmak için tamamen yok etme kullanılabilir.

Tarih

Tamamen yok olma tarihi nispeten kısadır. Terim ilk olarak 17. yüzyılda bir organın veya dokunun tamamen çıkarılmasını tanımlamak için kullanıldı.

Total ekstirpasyon, enfeksiyon, kanama ve çevredeki yapılara zarar verme gibi komplikasyon riski taşıyan büyük bir ameliyattır. Ancak bazı durumlarda hayat kurtarıcı bir işlem olabilir.

Kaynak:

  • “Cancer Surgery.” Mayo Clinic. Link
  • “Hysterectomy.” Mayo Clinic. Link