Gaz Karbondioksit Salınımını Yakıta Çevirmek Mümkün Hale Geliyor

Her yıl insanlar 30 milyar ton karbondioksiti atmosfere enjekte ederek, insan etkisi ile iklim değişikliğinin ve küresel ısınmanın ilerlemesine sebep olmaktadır.

University of Toronto’dan araştırmacılar ise tüm bu karbondioksit salınımını, ‘karbon-nötr’ döngüsü ile yüksek enerjili bir yakıta çevirmenin yolunu keşfettiklerini öne sürüyor. Öne sürülen teknikte, karbon-nötr döngüsü içinde son derece doğal ve zararsız bir kaynak kullanılıyor: silisyum. Hali hazırda toprakta büyük oranda bulunması ve evrendeki en yaygın yedinci, dünya kabuğundaki en yaygın ikinci element olması dolayısıyla da silisyum; oldukça kolay elde edilebilir ve düşük masraflıdır diyebiliriz.

Karbondioksit emisyonundan enerji elde etme fikri yeni sayılmaz: Bu konuda güneş ışığı, karbondioksit ve su veya hisrojenden yakıt elde etmeyi sağlayacak materyal veya materyalleri bulmak için küresel bir yarış on yıllardır süregelmektedir. Ne var ki, karbondioksit molekülünün kimyasal olarak stabil yapısı bu anlamda pratik bir çözüm bulmayı da zorlaştırıyor.

Araştırmacılardan aynı üniversitede kimya profesörü olan Geoffrey Ozin konu ile ilgili olarak yaptığı açıklamada, iklim değişikliğine kimyasal bir çözüm üretmek için yüksek derecede aktif ve seçici katalizör olan bir materyal gerektiğini ifade etti. Aynı zamanda bu materyallerin düşük maliyetli, kolay bulunur veya kolay elde edilebilir ve toksik olmayan materyaller olması gerekiyor.

Nature Communications tarafından yayımlanan makalede, Ozin ve  diğer araştırmacılar silisyum nanokristallerinin bu kriterlerin tamamına uyduğunu not etti.  Hidrid bağlı silisyum nanokristalleri yaklaşık 3.5 nanometre çapında ve bu nanokristallerden oluşan yüzey infrared (kızılötesi) ışığa yakın, görünür ışık ve morötesi dalgaboylarını absorbe edebilecek optik güce de sahip oluyor. Bu hali ike Güneşten gelen ışıkları enerji kaynağı olarak kullanabilen silisyum malzeme aynu zamanda güçlü bir indirgeyici etki sahibi bir kimyasal olarak işlev görebiliyor. Bu da verimli ve seçici bir biçimde gaz karbondioksit moleküllerini yine gaz karbonmonoksite dönüştürmesini sağlıyor.

Tüm bu aktivite ve yeteneklerin potansiyel sonucu ise, zararlı salınımlara yol açmadan elde edilen enerji oluyor.

Nanoyapılı hidritin indirgeyici kuvvetinden yararlanmak ilginç ve bugüne kadarki tekniklerden farklı bir yaklaşım olarak değerlendirilirken mevcut strateji ile direk güneş ışığından yakıt elde edilmesini sağlayacak.

Araştırmacılar şimdi de aktivite, kapasite, ölçek ve üretim oranını artırmanın yollarını araştırıyor. Bununla pilot bir solar rafineri geliştirilmesi hedefleniyor.


Kaynak:

Wei Sun, Chenxi Qian, Le He, Kulbir Kaur Ghuman, Annabelle P. Y. Wong, Jia Jia, Abdinoor A. Jelle, Paul G. O’Brien, Laura M. Reyes, Thomas E. Wood, Amr S. Helmy, Charles A. Mims, Chandra Veer Singh, Geoffrey A. Ozin. Heterogeneous reduction of carbon dioxide by hydride-terminated silicon nanocrystals. Nature Communications, 2016; 7: 12553 DOI: 10.1038/ncomms12553

Orjinal yazı: Bilimfili

Karbondioksidi yakıta dönüştürme yöntemi bulundu

Bilim adamları, laboratuvar ortamında fotosenteze benzer bir süreç yaratarak karbondioksidi kullanılabilir yakıta dönüştürdü.Karbondioksidi yakıta dönüştürme yöntemi bulundu

ABD Enerji Bakanlığının Argonne Ulusal Laboratuarı ve Illinois Üniversitesinden araştırmacılar, “yapay yaprakta”, fotosentez sırasında bitkilerin katalizör olarak kullandığı enzim yerine “tungsten diselenide” denilen metal bileşiği kullandı.

Araştırmacılar fotosenteze benzer sürecin sonunda karbondioksidi karbonmonokside dönüştürmeyi başardı.

Bilim adamları, sera gazı olmasına rağmen kimyasal açıdan karbondioksitten çok daha aktif karbonmonoksidi kullanılabilir yakıt metanole dönüştürmüştü.

Araştırmayı yürüten ekipten Larry Curtiss, tek başına karbondioksidi başka bir şeye dönüştürmenin zor olduğunu, kardondioksidin karbonmonokside dönüşmesi tepkimesine doğada rastlanmadığını belirterek, “Fotosentezde ağaçlar enerji kaynağı üretmek için ışık, su ve karbondioksit kullanıyor. Deneyimizde biz de aynı girdileri kullanıyoruz ama farklı ürünler elde ediyoruz.” dedi.

Curtiss, kullandıkları “tungsten diselenide” katalizörünün 100 saatin üzerinde dayanma süresi olduğunu kaydetti.

Araştırmacılardan Peter Zapol, karbondiokside göre karbonmonoksitten yakıt yapmanın çok daha kolay olduğunu vurgulayarak, tepkimenin en az enerji kaybıyla gerçekleştiğine dikkati çekti. Zapol, “Kömür, petrol veya benzin gibi birçok farklı hidrokarbon yakıtları tüketiyoruz, bu nedenle kimyasal yakıtları güneş ışığı yardımıyla yeniden kullanılabilir hale getirmenin ekonomik bir yolunu bulmamız çok önemli.” ifadesini kullandı.

Araştırmanın sonuçları, Science Daily dergisinde yayımlandı.

Muhabir: Ayşe Aktaş (Anadolu Ajansı)

Makale:

  • M. Asadi, K. Kim, C. Liu, A. V. Addepalli, P. Abbasi, P. Yasaei, P. Phillips, A. Behranginia, J. M. Cerrato, R. Haasch, P. Zapol, B. Kumar, R. F. Klie, J. Abiade, L. A. Curtiss, A. Salehi-Khojin. Nanostructured transition metal dichalcogenide electrocatalysts for CO2 reduction in ionic liquid. Science, 2016; 353 (6298): 467 DOI: 10.1126/science.aaf4767

‘Ozon tabakasındaki delik kapanmaya başladı’

Image copyright Press Association

Bilim insanları Ozon tabakasında Antarktika üzerinde yaşanan incelmenin azalmaya başladığına dair ilk net kanıtlara ulaştıklarını açıkladı.

Eylül 2015’te yapılan ölçümlerde, ozon tabakasındaki deliğin 2000’dekine kıyasla 4 milyon kilometrekare ufaldığı gözlemlendi.

Bu yaklaşık olarak Hindistan’ın yüzölçümüne denk geliyor.

Delikteki daralmanın en azından yarısının, ozona zararlı kimyasalların kullanımının aşamalı olarak azaltılması sayesinde gerçekleştiği düşünülüyor.

Deliğin özellikle Antarktika kıtası üzerinde oluşmasının nedeni ise aşırı soğuk hava ve bölgeye düşen güneş ışınlarının yoğunluğu.

İngiliz bilim insanları Antarktika’nın yaklaşık 10 kilometre üzerindeki ozon tabakasının belirgin şekilde inceldiğini ilk olarak 1980’lerin ortalarında gözlemlemişlerdi.

1986’da ABD’li bilim insanı Susan Solomon, kloroflorokarbon (CFC) gazlarının ozon tabakasına zarar verdiğini kanıtlamıştı. Bu gazlar saç spreylerinden buzdolaplarına ve klimalara kadar birçok alanda kullanılıyor.

1987’de imzalanan Montreal protokolüyle CFC gazlarının kullanımına yönelik katı önlemler getirilmişti.

2000’lerden itibaren bu gazların üretimi ciddi şekilde düştü. CFC gazlarının atmosferdeki ömrünün 50-100 yıl olduğu tahmin ediliyor. Hali hazırda stratosferde (atmosferin 2. katmanı) bulunan CFClerin zaman içinde tamamen yok olmasıyla, ozon tabakasındaki deliğin daha da ufalacağı tahmin ediliyor.

‘Volkanik faaliyetler deliği büyütüyor’

Araştırmayı yürüten ekip, 2015’in Ekim ayında “ozon tabakasındaki deliğin rekor seviyeye ulaştığına” dair bulguların ise o dönemdeki volkanik faaliyetlerden kaynaklandığını belirtti.

Image copyright Reuters

Şili’deki Calbuco Yanardağı gçeen yıl Nisan ayında 43 yıl aradan sonra yeniden faaliyete geçmişti.

Canlıların, güneşin ultraviyole ışınlarınn zararından korunmasını sağlayan ozon tabakasının incelmesi deri kanseri ve katarakt vakalarının artmasına neden olduğu gibi, hayvanlar ve bitkiler için de tehlike oluşturuyor.

Kaynak:
  • BBC
  • Susan Solomon ,Diane J. Ivy, Doug Kinnison, Michael J. Mills, Ryan R. Neely III, Anja Schmidt Emergence of healing in the Antarctic ozone layer Science  30 Jun 2016:DOI: 10.1126/science.aae0061
  • Polar Stratospheric Clouds-Harvard

Dünya’daki Bitki Örtüsü Yoğunluğu, Son 33 Yılda Arttı

Dünya’daki Bitki Örtüsü Yoğunluğu, Son 33 Yılda Arttı

Atmosferdeki karbondioksit seviyelerinin ortalama sıcaklıkları yükseltmesi ve Dünya üzerindeki yaşamı tehdit edecek kirlilik seviyeleri oluşturması açısından oldukça tehlikeli olduğunu biliyoruz. Fakat artan karbondioksit seviyelerinin pek de bilinmeyen bir etkisi daha var.

Dünya’nın 33 yıllık uydu görüntülerini inceleyen uluslar arası bir araştırma grubunun yaptığı çalışmanın bulgularına göre; artan karbondioksit seviyelerinden dolayı Dünya aslında kayda değer bir şekilde daha yeşil bir hal alıyor. Araştırmacılara göre; karbon salınımlarının geçtiğimiz 30 yıldaki artışı, bitkilerin ve ağaçların yapraklarının sayısının ciddi şekilde artmasına neden oldu.

Araştırmayı yürüten bilim insanlarından Ranga Myneni’nin belirttiğine göre; bilim insanları Dünya’nın yeşilliğinin artmasının sebebini atmosferik karbondioksitin gübreleme etkisine, uydu verilerinde gözlemlenen bitki gelişimini  bilgisayar modellelerinde taklit ederek, bağlayabiliyorlar.

Fakat havadaki kirleticiler nasıl vejetasyon gelişimini destekliyor? Karbon gübreleme etkisi (carbon fertilisation effect) olarak adlandırılan süreç, yaprakların havadaki karbondioksiti fotosentezin bir parçası olarak absorbe etmesinden kaynaklanıyor. Atmosferdeki karbon seviyeleri arttıkça bitkiler, ağaçlar ve hatta ekinler özellikle sıcak iklimlerde daha hızlı büyüyorlar.

Atmosferdeki karbon seviyelerinin, şu anda olduğu gibi, ciddi miktarlara ulaşması da gezegen yüzeyinin daha yeşil olmasını sağlıyor.

Araştırmaya göre; geçtiğimiz 33 yılda Dünya üzerindeki yeşil alanların miktarı yaklaşık 18 milyon kilometrekare arttı. Tabii ki bunun doğal bir refleks olduğunu söyleyebiliriz. Artan kirlilik ve karbon seviyeleri karşısında, Dünya’nın daha yeşil olmasının havadaki karbondioksitin absorbe edilme miktarının artması ile olumlu etkisi olabileceğini düşünmüş olabilirsiniz. Fakat araştırmacılara göre bu durumun etkisi kalıcı olmayacak ve iklim değişikliğinin meydana getireceği sorunlara nihai çözümü sunmayacak.


Kaynak:

 

İlgili Makale: Zaichun Zhu, Shilong Piao, Ranga B. Myneni, Mengtian Huang, Zhenzhong Zeng, Josep G. Canadell, Philippe Ciais, Stephen Sitch, Pierre Friedlingstein, Almut Arneth, Chunxiang Cao, Lei Cheng, Etsushi Kato, Charles Koven, Yue Li, Xu Lian, Yongwen Liu, Ronggao Liu, Jiafu Mao, Yaozhong Pan, Shushi Peng, Josep Peñuelas, Benjamin Poulter, Thomas A. M. Pugh, Benjamin D. Stocker Greening of the Earth and its drivers Nature Climate Change (2016) doi:10.1038/nclimate3004 Received  08 June 2015  Accepted  29 March 2016  Published online  25 April 2016

Karbondioksiti kayalara hapsettiler

Carbfix ekibi miktarı ikiye katlamayı hedefliyor. [Fotoğraf: phys.org]

İzlanda’da bir jeotermal enerji santrali, karbondioksit gazını bazalt taşına hapsederek birkaç ayda kalıcı olarak atmosferden çıkaran bir tekniği başarıyla uyguladı. Çalışma, Sciencedergisinin yeni sayısında paylaşılacak.

Dünyanın en büyük jeotermal santrali Hellisheidi, ülkenin başkenti Reykjavik’e yeraltındaki volkanik aktivitelerle ısınan suyun türbinlerden geçirilmesiyle enerji sağlıyor. Fakat süreç temiz değil; havaya karbondioksit ve hidrojen sülfit gibi tehlikeli volkanik gazlar salınıyor.

Ekip üyesi Sandra Snaebjornsdottir, başarılı sonuç numunesini sergiliyor.

Yüzde 95’i hapsedildi

2012’de başlatılan proje, karbondioksiti su yardımıyla bazalt taşları içine hapsetmeyi hedefliyor. Çalışmalarda, ortaya çıkan karbondioksit gazının yüzde 95 oranında hapsedildiği ve sürecin iki yıldan az sürdüğü belirlendi.

Santral yılda 40 bin ton karbondioksit salıyor. Bu yöntemle, beklenenden kısa sürede, yılda 5 bin ton gaz hapsedildi. Yaklaşık 25 ton deniz suyu da karbonun kireçlenmesinde kullanıldı.

Volkanik kaya kütlesi bazalt; içine hapsedilen kalsiyum karbonat oldukça belirgin.

Bazalt her yerde

Araştırmacılar, deniz tabanı ve kıtaların yüzde 10’unu kaplayan gözenekli, siyah renkli bazaltın mevcut miktarı nedeniyle çözümü makul buluyor. Doğada bolca bulunan bazaltın içerisindeki kalsiyum, demir ve magnezyum maddeleri, karbondioksitin çökelmesine de yardımcı oluyor.

Hedef yılda 10 ton

Hellisheidi ekibi, hem gazı suyla karıştırarak uçuculuğunu engelledi hem de çökelme hızını beklendiği gibi 8-12 yılda değil iki yıldan az sürede gözlemledi. Proje sorumlusu Edda Aradottir, bu yaz miktarı iki katına çıkarmayı hedefliyor.

Santral karbondioksit ve hidrojen sülfit üretiyor.

Suyla daha güvenli

Daha önce de gazı hapsetmek üzere dünyanın başka yerlerinde benzer çalışmalar yapılmıştı ancak o çalışmalarda su kullanılmamış, karbondioksit saf haliyle hapsedilmeye çalışılmıştı. En büyük sorun, tektonik hareketlerle gazın hapsolduğu kayaları kırıp yeniden doğaya karışması riskiydi. Sürece suyun katılmasıyla bu risk ortadan kalktı.

1 tonu 30 dolara mâl oluyor

Yeni yöntemin önündeki en büyük engeller, maliyet ve su ihtiyacı. Önceki projelerde bir ton gazın hapsedilmesi için 130 dolar maliyet hesaplanıyordu. Bu çalışma maliyeti ton başına 30 dolara çekse de, birçok özel şirket için bu ekstra maliyet caydırıcı olabilir.

Bakteri engeli

Bir başka beklenmedik engel ise, Mayıs ayında keşfedilen karbonat mineralleriyle beslenen bakteriler oldu. Bu bakteriler, gazın hapsedildiği taşlarla beslenip ortama çok daha tehlikeli bir sera gazı olan metanı salgılıyor.

Bu mikropların sadece okyanus tabanında var olduğu sanılıyordu ancak California’da toprakta da varlıkları saptandı. Alandaki bakteri popülasyonunu incelemek üzere Paris’ten uzmanlar davet edildi.

Kaynak:

  • Al Jazeera 
  • Juerg M. Matter, Martin Stute, Sandra Ó. Snæbjörnsdottir, Eric H. Oelkers, Sigurdur R. Gislason3, Edda S. Aradottir, Bergur Sigfusson, Ingvi Gunnarsson, Holmfridur Sigurdardottir, Einar Gunnlaugsson, Gudni Axelsson, Helgi A. Alfredsson, Domenik Wolff-Boenisch, Kiflom Mesfin, Diana Fernandez de la Reguera Taya, Jennifer Hall, Knud Dideriksen, Wallace S. Broecker Rapid carbon mineralization for permanent disposal of anthropogenic carbon dioxide emissions Science 10 Jun 2016: Vol. 352, Issue 6291, pp. 1312-1314 DOI: 10.1126/science.aad8132

Sodyum karbonat kapsülleri havayı temizleyecek

Atmosferdeki sera gazlarını azaltacak teknolojiyi, belki de çok uzaklarda aramaya gerek yoktur. Yapılan araştırmalara göre, kabartma tozunun ana maddesi olan sodyum karbonattan yapılmış mikrokapsüllerle havadaki karbondioksiti hapsetmek mümkün olacak.

Illionis Üniversitesi ve Harvard Üniversitesi’nden bilim insanlarının, Lawrance Livermore Ulusal Laboratuvarı’nda çalışan bilim insanlarıyla ortaklaşa yürüttükleri bir çalışma sonucunda geliştirdikleri yüksek geçirgenlik özelliğine sahip sodyum karbonat kapsüller, karbondioksiti emme özelliğine sahip.

Bu kapsüller, daha öncesinde, ilaçların kontrollü salınımında, besinlere aroma katmakta ve kozmetik sektöründe kullanılıyordu. Karbondioksiti emme özelliği keşfedilen kapsüller, karbondioksiti atmosferden uzaklaştırmakta kullanılan diğer alternatiflerine oranla, çevreye daha az zarar veriyor.

Teknolojik açıdan hedefe yönelik olduğu düşünülen soydum karbonat kapsülleri, alternatiflerinin aksine sadece karbondioksit ile tepkimeye giriyor.

Diğer geleneksel yöntemlerin aksine kapsüllerin bir diğer özelliği de, yüzey alanı geniş olduğu için emme potansiyelinin yüksek olması. Araştırmacılar, bu yenilikçi yöntemin doğal gaz ve kömür ile çalışan tesislere uygulanarak, hava kirliliğinin önüne geçebileceğini, hatta çelik ve beton sektöründen atmosfere salınan karbondioksiti de engelleyebileceğini umut ediyor.

Kaynak:

  • GaiaDergi
  • Nature World News
  • John J. Vericella, Sarah E. Baker, Joshuah K. Stolaroff, Eric B. Duoss, James O. Hardin IV, James Lewicki, Elizabeth Glogowski, William C. Floyd, Carlos A. Valdez, William L. Smith, Joe H. Satcher Jr., William L. Bourcier, Christopher M. Spadaccini, Jennifer A. Lewis & Roger D. Aines Encapsulated liquid sorbents for carbon dioxide capture Nature Communications 6, Article number: 6124 doi:10.1038/ncomms7124 Received 07 June 2014 Accepted 17 December 2014 Published 05 February 2015

Elmas ve Yaşam, Aynı Köke mi Dayanıyor?

Johns Hopkins Üniversitesi’nin öncülük ettiği araştırma ekibinin yeni bulguları,  Dünya yüzeyinin altında dipte bulunan karbonlarla ilgili detayları ve bu yeraltı karbonlarının gezegenimizdeki yaşamın başlangıcına olan etkisini ortaya çıkarıyor. Ekip ayrıca çekirdek kabuğunda nasıl elmas oluştuğuna dair başka yeni bir teori geliştirdi.

 Bilim insanları, on yıllardır yer kabuğunda bulunan elementlerle ilgili ne kadar çok şey öğrenmiş olsalar da, Dünya yüzeyinin çok altında bulunan karbon elementinin davranışları hakkında çok az bir kavrayışa sahipler. Jeokimyacı Dimitri Sverjensky, Washington Carnegie Enstitüsü’nden Vincenzo Stagno ve Master öğrencisi Fang Huang, yerin 160 kilometre altında hangi çeşit karbondan ne kadar bulunduğunu hesaplayan ilk grup oldular. Sadece bir hatırlatma olarak şunu söyleyeyim, bu seviyelerde yaklaşık sıcaklık 1150 °C.

Nature Geoscience’da yayınlanan çalışmada, Sverjensky ve ekibi dalma kuşağı “subduction zone” dip bölgelerinden kaydedilen karbondioksit ve metan gazına ek olarak, çok çeşitli organik karbon türleri olduğunu kaydetti. Kabul edersiniz ki bu çok büyük bir buluş çünkü Dünya üzerindeki yaşamın ve elmasların oluşmasının açıklaması olabilir.
Dünya ve Gezegen Bilimleri Bölümü profesörü Sverjensky şöyle dedi: “Bu derin sıvıların sığ Dünya’ya yaşam için yapı taşları taşıyor olma ihtimali fazlasıyla heyecan verici. Bu buluş, hayatın başlangıcı için bir şifre olabilir.”

Sverjensky’nin teorik modeli, – Deep Earth Water- olarak biliniyor. Bu model ekibin çekirdek kabuğu konsantrasyonunda bulunan ve eski tektonik plakalardan gelen kimyasal  sıvıları belirlemesinde çok işe yarıyor. Bazı sıvılar, özellikle çekirdek kabuğu peridotit mineralleriyle dengede olanlar, içeriklerinde tam da beklenen miktarlarda metan ve karbondioksit barındırıyor. Fakat diğerleri, yani elmas ve eklojist mineraller yani seçme taşlarla dengede olanlar ise yapısında çözünmüş organik karbon türleri barındırıyor. Örneğin sirkede bulunan asetik asitler gibi

Yüksek konsantrasyonlu çözünmüş karbon türlerinin varlığı, bu türlerin yüksek miktarda karbonu “subduction zone” adı verilen dalma kuşağından -çekirdek kabuğunu değiştirerek elementlerin atmosphere geri dönüşümünü etkiledikleri alan olan- çekirdek kabuğu kamasına taşıdığı gerçeğini öne çıkarıyor.
Araştırma ekibi aynı zamanda organik karbon içeren bu çekirdek kabuğu sıvılarının daha önce bilmediğimiz bir yolla elmas oluşturabileceği ihtimalini de öne sürüyor. Bilim insanları uzun yıllar elmas oluşumunun karbondioksit veya metan ile başlayan kimyasal reaksiyonlar sonucu gerçekleştiğine inanmıştı; ancak bu organik türler elmas ve değerli taşların oluşumu için geniş bir skalası olan başlangıç materyalleri ihtimaline dikkat çekiyor.

Yapılan bu araştırma yeryüzündeki karbonu anlamayı hedefleyen ve dünya çapında gerçekleştirilen 10 yıllık bir proje olan “Derin Karbon Rasathanesi” nin bir parçası. Bu çalışma Alfred P. Sloan Foundation tarafından finanse ediliyor.


Kaynak: Bilimfili

Referans: Dimitri A. Sverjensky, Vincenzo Stagno, Fang Huang. Important role for organic carbon in subduction-zone fluids in the deep carbon cycle. Nature Geoscience, 2014; DOI: 10.1038/ngeo2291

Neden Bazı Yiyecekler Gaz Yapar?

İnsan vücudu gaz üreten bir makine gibidir. Hem oksijen gibi gazları direkt olarak almak hem de sindirim sırasında üretilen gazlarla insan vücudu bu işlevi gerçekleştirmektedir. Günde 13 ila 21 kez ya geğirerek ya da anüsten gaz çıkararak bu gazı vücut dışına çıkarmaktadır. Ne var ki bu sayı birtakım yiyecek ve içeceğin tüketilmesiyle artabilmektedir.

Bu yiyecek içeceklerin bazıları da herkeste gaz üretilmesine sebep olmaktadır. Örneğin bir soda , gazoz veya kola içerseniz, en azından bir kaç kez geğirerek gaz çıkaracağınız garantidir. Bazı yiyecek ve içecekler de sağlık durumlarına veya biyolojik özelliklerinin bütününe göre bazı insanlarda gaz üretilmesine sebep olmaktadır. Örneğin, laktoz intoleransı olan insanlar süt ürünleri tükettiklerinde ciddi miktarda , çoğu zaman rahatsızlık verecek kadar çok gaz üretirler.

Gazın vücut için hem üretilen hem tüketilen bir şey olduğunu biliyoruz. Bu durumda değişken ise bazı yiyecek ve içeceklerin diğerlerinden daha fazla gaz üretimine ve şiddetli türbülansa sebep olmasıdır. Karbonatlı içecekler karbondioksit gazı baloncukları içerirler dolayısıyla bu içeceklerden fazla miktarda tüketmek sindirim sistemi içinde normalden daha fazla gaz üretilmesine dolayısıyla daha şiddetli bir türbülansa sebep olmaktadır.

Bir diğer yandan da bazı gıdalar sindirilmeden herhangi bir gaz üretimi gerçekleşmemektedir. Bu noktada da klasik örnek olan ‘fasulye’yi verebiliriz. Fasulye gibi diğer yüksek lifli gıdaların sindirimi daha uzun sürdüğü için, sindirimleri bittiğinde de  daha çok gaz üretilmektedir. Kuru baklagillere ek olarak, yine bazı meyve, sebze ve karbonhidratlar da bu anlamda sorun çıkarıcı olarak sayılmaktadır. Ancak genellikle daha kısa sürede sindirildiğini bildiğimiz proteinler, aynı sebepten dolayı daha gaz üretmektedir.

Bazı insanların gaz problemi yaşarken bazılarının böyle bir sorunun olmamasındaki bir diğer faktör de sindirimde yaşanan zorluk ve buna bağlı olarak sindirimin süresidir. Sindirim zorluğu yaşadığımız her besin ve vücudumuzun duyarlı olduğu her gıda değişen oranlarda daha fazla gaz üretilmesine sebep olabilmektedir.

Tüm bu etkenler dışında trilyonlarca bakterinin bulunduğu sindirim sistemimizde, bu bakterilerin hücre içinde gerçekleştirdikleri reaksiyonların ürünleri olarak da gaz üretilmekte ve bu gaz da vücut içine dağılmakta veya benzer yöntemlerle atılmaktadır. Hepsi göz önüne alındığında gaz üretmek ve gaz çıkarmak kaçınılmaz bir gerçektir ve kabul edilmelidir.

Yine de gaz çıkarmaktan kaçınmak istiyorsanız da diyetinizi veya beslenme düzeninizi uygun şekilde düzenleyebilirsiniz. Sağlıklı kalmak şartı ile bunu gerçekleştirmek zor olduğundan, eğer bir sağlık sorunu olmadan gaz üretme ve çok fazla gaz çıkarma sorunu yaşıyorsanız ve bundan rahatsız iseniz, sindirim sistemine enzim verilerek kompleks karbonhidratların sindirimini kolaylaştıran bir takım tıbbi ürünleri doktorunuza danışarak kullanmak bu rahatsızlığınızı azaltabilir.

 


Referans :

  1. Bilimfili
  2. National Digestive Diseases Information Clearinghouse. “Gas in the Digestive Tract.” Jan. 2, 2013. (Aug. 30, 2014) 
  3. Rodriguez, Diana. “Foods that Cause Excessive Gas.” EverydayHealth, Oct. 18, 2013. (Aug. 30, 2014)