İnsan neden toprak yer?

Jeofaji veya toprak yeme uygulaması, insanlık tarihinde derin kökleri olan ve çeşitli kültürel, beslenme ve tıbbi perspektiflere sahip bir olgudur. “Jeofaji” terimi Yunanca “geo” (toprak) ve “phagein” (yemek) kelimelerinden türemiştir ve kelimenin tam anlamıyla “toprak yemek” anlamına gelmektedir. Bu uygulama, tropikal bölgelerde, özellikle de çocuklar ve hamile kadınlar gibi belirli demografik gruplar arasında önemli bir yaygınlığa sahip olmakla birlikte, küresel olarak belgelenmiştir.

Tarihsel olarak, jeofaji çeşitli kültürlerde ve kıtalarda gözlemlenmiştir. Kamerun ve Tanzanya gibi birçok Afrika ülkesinde toprak tüketimi kültürel olarak kabul görmekte ve anormal olarak görülmemektedir. Buna karşılık, Batı bağlamlarında, genellikle gıda dışı maddelere yönelik anormal istek altında kategorize edilen bir bozukluk olan pika alanı içinde sınıflandırılır. Bu ikilem, diyet uygulamalarının kültürel göreceliliğini ve çevresel faktörlerin diyet alışkanlıkları üzerindeki etkisini vurgulamaktadır.

Beslenme ve Tıbbi Perspektifler

Bazı kil türlerinin, özellikle de kaolinin, mineral içeriği ve toksinleri bağlama kabiliyeti nedeniyle tıbbi faydalar sağladığı varsayılmıştır. Bu uygulama hem insan hem de hayvan davranışlarında görülmektedir; çeşitli türlerin toksinlere karşı koymak veya mineral alımını desteklemek için toprak tükettiği gözlemlenmiştir. İnsanlarda jeofaji bazen demir eksikliği ve anemi ile ilişkilendirilir; demir açısından zengin killerin tüketimi ek bir mineral kaynağı olarak işlev görür.

Bilimsel Araştırma ve Gözlemler

Sera Young’ın yirmi yılı aşkın bir süreyi kapsayan araştırması, Arjantin’den İran ve Namibya’ya kadar farklı coğrafyalarda jeofajinin yaygınlığının altını çiziyor ve tropik bölgelerdeki yaygınlığını vurguluyor. Young’ın bulguları, bu uygulamanın, özellikle ek minerallerin hastalıklara karşı koruyucu faydalar sağlayabileceği patojen bakımından zengin ortamlara sahip bölgelerde beslenme motivasyonlarına sahip olabileceğini düşündürmektedir.

Tartışmalar ve Zorluklar

Bazı potansiyel faydalarına rağmen, toprak yeme uygulaması zararlı patojenlerin veya kirleticilerin yutulması da dahil olmak üzere risksiz değildir. Jeofajinin kültürel bir uygulama ya da tıbbi bir hastalık olarak sınıflandırılması farklılık göstermekte ve bu davranışın küresel olarak anlaşılmasını ve kabul edilmesini zorlaştırmaktadır.

İleri Okuma

Toprak veya toprak benzeri maddeleri yeme pratiği olan jeofaji, kültürler, bölgeler ve zaman dilimlerine yayılan zengin ve karmaşık bir tarihe sahiptir. Besin takviyesi, tıbbi amaçlar ve kültürel ritüeller de dahil olmak üzere çeşitli nedenlerle uygulanmıştır.

1. Antik Başlangıçlar: Jeofajinin Erken Dönem Kanıtları

  • Hayvanlar ve İnsanlarda Tarihsel Kanıtlar (Tarih Öncesi Zamanlar)**:
    Jeofajinin kanıtları eski çağlara kadar uzanmaktadır; arkeolojik buluntular ilk insanların ve hatta hayvanların toprak tükettiğini göstermektedir. Eski hominidler beslenme nedenleriyle jeofaji uygulamış, kil veya topraktaki mineralleri doğal bir besin takviyesi olarak tüketmiş olabilir. Afrika’daki fosil kayıtları, kil tüketiminin izlerini ortaya çıkarmıştır; bu da kilin detoksifikasyon veya bitki bazlı diyetlerin sindirimine yardımcı olmak için kullanılmış olabileceğini düşündürmektedir.
  • Erken Kültürel Uygulamalar (MÖ 1000 – MS 500)**:
    Jeofaji birçok eski uygarlık tarafından uygulanmıştır. Eski Mısır’da jeofaji tedavi edici bir yöntem olarak belgelenmiştir. Mısırlılar belirli kil türlerini tüketmenin hastalıkları iyileştirebileceğine inanıyorlardı. Mide rahatsızlıklarını tedavi etmek için kilin tıbbi kullanımı Yunanlılar ve Romalılar arasında da iyi belgelenmiştir. Genellikle tıbbın babası olarak anılan Hipokrat, toprağın terapötik tüketimi hakkında yazmıştır.

2. 16. ve 17. Yüzyıllar: Keşif ve Küreselleşme

  • Yerli Halklar Arasında Jeofaji**:
    Avrupalı kaşifler ve misyonerler 16. yüzyılda Afrika ve Amerika’ya geldiklerinde, yerli halkların toprak ve kil tükettiğini gözlemlediler. Örneğin Batı Afrika’da jeofaji, sabah bulantılarını hafifletmek ve mineral alımını desteklemek için toprak tüketen özellikle hamile kadınlar arasında olmak üzere çeşitli kabileler arasında yaygındı. Bu uygulamalar Avrupalılar tarafından genellikle medeniyetsiz veya tuhaf olarak yanlış yorumlanmıştır.
  • Sömürge Amerikası ve Köleleştirilmiş Nüfus**:
    1. ve 18. yüzyıllarda Amerika’ya getirilen köleleştirilmiş Afrikalılar jeofaji uygulamasına devam etmiştir. Bu uygulama özellikle köleleştirilmiş insanların kil ve toprak tükettiği güney Amerika Birleşik Devletleri’nde yaygınlaşmıştır. Bazı tarihçiler bu bağlamda jeofajinin, gıda kıtlığı zamanlarında bir tür besin takviyesi ve Afrika geleneklerinden aktarılan kültürel bir uygulama olarak hizmet ettiğini savunmaktadır. Ayrıca köleleştirilmiş bireylerin jeofajiyi bir direniş biçimi olarak kullandıklarına, hastalık yaratmak ve zorla çalıştırılmaktan kaçınmak için toprak yuttuklarına dair anlatılar da vardır.

3. 19. Yüzyılda Bilimsel Söylemde Jeofaji

  • Jeofajiye Avrupa’da Bilimsel İlgi (1800’ler)**:
    1. yüzyıla gelindiğinde Avrupalı doğa bilimciler ve kaşifler jeofajiye daha bilimsel bir ilgi duymaya başladı. Alman coğrafyacı ve doğa bilimci Alexander von Humboldt, Güney Amerika’nın yerli halkı arasında, özellikle de kıtlık zamanlarında kil tüketiminin uygulandığı Amazon havzasında jeofajiyi belgelemiştir. Humboldt’un gözlemleri bu konudaki bilgi birikiminin artmasına katkıda bulunmuş olsa da, pek çok Avrupalı hala bu konuya şüpheci bir gözle bakıyordu.
  • Charles Darwin ve Hayvan Davranışında Jeofaji**:
    1830’larda Charles Darwin, HMS *Beagle* gemisiyle yaptığı yolculuklar sırasında hayvanlar arasında jeofajiyi gözlemledi. Amazon’daki papağanların ve diğer hayvanların, muhtemelen beslenmelerindeki toksinleri nötralize etmek için kil tükettiklerini fark etti. Bu gözlem, jeofajinin hem hayvanlarda hem de insanlarda doğal bir temeli olduğu, potansiyel olarak sindirime yardımcı olduğu veya detoksifiye edici bir işlev gördüğü fikrini güçlendirdi.

4. 20. Yüzyılın Başları: Amerika Birleşik Devletleri’nde Jeofaji ve Tıbbi Çalışmalar

  • Güney Amerika Birleşik Devletleri’nde Jeofaji (1900’ler – 1940’lar):
    1. yüzyılın başlarında, kil yeme uygulaması Amerika Birleşik Devletleri’nin güneyinde, özellikle de kırsal ve yoksul Afro-Amerikan topluluklarda yaygındı. “Kaolin” adı verilen özel bir beyaz kil türü sıklıkla tüketiliyordu. Kaolin aynı zamanda gastrointestinal sorunları tedavi etmek için kullanılan tıbbi bir ürün olarak da pazarlanıyordu. İnsanlar bu kili genellikle mide rahatsızlıklarını hafifletmek için ya da demir ve kalsiyum gibi besinlerin kaynağı olarak tüketiyordu.
  • Jeofaji Üzerine Bilimsel Çalışmalar (1930’lar – 1940’lar)**:
    Tıbbi araştırmalar bu dönemde jeofajinin potansiyel nedenlerini ve sağlık üzerindeki etkilerini ciddi bir şekilde incelemeye başladı. Araştırmacılar, özellikle demir, kalsiyum ve diğer eser minerallerdeki beslenme eksiklikleriyle bağlantısını araştırdılar. Bazı çalışmalar jeofaji yapan insanların demir eksikliği anemisi gibi altta yatan sağlık ihtiyaçlarına yanıt verdiğini öne sürerken, diğerleri toprak kaynaklı hastalıkların potansiyel risklerini vurgulamıştır.

5. 20. Yüzyılın Sonları: Jeofaji ve Beslenme Eksiklikleri

  • Jeofaji ve Hamilelik (1970’ler – 1990’lar)**:
    Yirminci yüzyılın ikinci yarısında önemli bir araştırma alanı hamile kadınlar arasındaki jeofajiye odaklanmıştır. Sahra altı Afrika, Amerika Birleşik Devletleri ve Latin Amerika’da yapılan çalışmalar, birçok hamile kadının mide bulantısı, mide ekşimesi ve mineral eksiklikleriyle başa çıkmak için toprak tükettiğini ortaya koymuştur. Araştırmacılar, jeofaji ve pika (gıda dışı maddelere duyulan istekle karakterize edilen bir durum) arasındaki bağlantıları araştırmış ve bunun anne ve fetüs sağlığı üzerindeki etkilerini incelemiştir.
  • Halk Sağlığı Endişelerinin Yükselişi (1990’lar)**:
    1990’lara gelindiğinde, halk sağlığı yetkilileri jeofajinin potansiyel sağlık riskleri, özellikle de kirlenmiş topraktan zararlı patojenlerin veya toksinlerin alınması riski konusunda endişelerini dile getirmiştir. Bazı araştırmacılar jeofajinin kültürel ve tarihi önemini kabul ederken, diğerleri toprak kaynaklı hastalıkları önlemeye yönelik müdahalelere duyulan ihtiyacı vurgulamıştır. Çalışmalar ayrıca jeofaji yapan popülasyonlarda toksikolojik yönlere, özellikle de ağır metal zehirlenmesine (kurşun, arsenik) odaklanmaya başladı.

6. 21. Yüzyıl: Kültürel, Tıbbi ve Bilimsel Yeniden Değerlendirme

  • Kültürel Süreklilik ve Yeniden Değerlendirme (2000’ler – Günümüz):
    1. yüzyılda jeofaji, dünyanın birçok yerinde, genellikle kültürel geleneklerin bir parçası olarak veya beslenme ihtiyaçlarını karşılamak için uygulanmaya devam etmektedir. Uygulama bazen damgalanmış olsa da, giderek artan sayıda antropolog, tıp araştırmacısı ve halk sağlığı uzmanı, jeofajiyi potansiyel sağlık yararlarının yanı sıra riskleri ışığında yeniden incelemektedir. Bazı durumlarda kil tabletleri sağlık takviyesi olarak satılmaktadır ve kilin gastrointestinal sağlık için terapötik kullanımına olan ilgi yenilenmiştir.
  • Modern Tıbbi Araştırma**:
    Mevcut çalışmalar, jeofajide tüketilen toprakların biyokimyasal özelliklerine odaklanmakta, mineral içeriğine ve insan beslenmesindeki rolüne bakmaktadır. Bazı araştırmacılar, 19. yüzyılda Darwin ve diğerleri tarafından yapılan gözlemleri yineleyerek, bazı killerin detoksifiye edici özelliklere sahip olduğunu ve diyetteki toksinleri nötralize etmeye yardımcı olabileceğini savunmuşlardır. Bununla birlikte, kirlenme potansiyeline ilişkin endişeler devam etmekte ve halk sağlığı müdahaleleri, yaygın olduğu yerlerde insanları jeofajinin güvenli bir şekilde uygulanması konusunda eğitmeyi amaçlamaktadır.

İleri Okuma
  1. BBC
  2. Royal Anthropological Institute of Great Britain and Ireland Notes on the People of Batanga. Notes on the People of Batanga. The Journal of the Anthropological Institute of Great Britain and Ireland Vol. 10 (1881), pp. 463-470 DOI: 10.2307/2841552 Stable URL: http://www.jstor.org/stable/2841552 Page Count: 8
  3. Hunter, J.M. (1973). “Geophagy in Africa and in the United States: A Culture-Nutrition Hypothesis.” Geographical Review, 63(2), 170-195.
  4. Denis Mitchell, Claudia Wells, Neil Hoch, Karen Lind, Stephen C. Woods, Linda K. Mitchell Poison induced pica in rats Physiology & Behavior Volume 17, Issue 4, October 1976, Pages 691–697 doi:10.1016/0031-9384(76)90171-2
  5. Timothy Johns Detoxification function of geophagy and domestication of the potato Journal of Chemical Ecology March 1986, Volume 12, Issue 3, pp 635-646
  6. Johns, T., & Duquette, M. (1991). “Detoxification and Mineral Supplementation as Functions of Geophagy.” American Journal of Clinical Nutrition, 53(2), 448-456.
  7. Aufreiter, S., Hancock, R.G.V., & Mahaney, W.C. (1997). “Mineralogical and Geochemical Aspects of Geophagy with Special Reference to East Africa.” Environmental Geochemistry and Health, 19(1), 19-34.
  8. Thomas T. Struhsaker, David O. Cooney, Kirstin S. Siex Charcoal Consumption by Zanzibar Red Colobus Monkeys: Its Function and Its Ecological and Demographic Consequences International Journal of Primatology February 1997, Volume 18, Issue 1, pp 61-72 DOI10.1023/A:1026341207045
  9. William C. Mahaney, Maximiliano Bezada, R. G. V. Hancock, Susan Aufreiter and Francisco L. Pérez Geophagy of Holstein Hybrid Cattle in the Northern Andes, Venezuela Mountain Research and Development Vol. 16, No. 2 (May, 1996), pp. 177-180 Published by: International Mountain Society DOI: 10.2307/3674011 Stable URL: http://www.jstor.org/stable/3674011 Page Count: 4
  10. Geissler PW, Mwaniki D, Thiong F, Friis H. Geophagy as a risk factor for geohelminth infections: a longitudinal study of Kenyan primary schoolchildren. Trans R Soc Trop Med Hyg. 1998 Jan-Feb;92(1):7-11. PMID: 9692137
  11. Geissler PW, Prince RJ, Levene M, Poda C, Beckerleg SE, Mutemi W, Shulman CE. Perceptions of soil-eating and anaemia among pregnant women on the Kenyan coast. Soc Sci Med. 1999 Apr;48(8):1069-79. PMID: 10390045
  12. Geissler, P. W., et al. (1999). “The role of earth eating in protecting the body and improving fertility among the Luo of Kenya.” East African Medical Journal, 76(6), 346-350.
  13. R. Krishnamani, William C. Mahaney Geophagy among primates: adaptive significance and ecological consequences Animal Behaviour Volume 59, Issue 5, May 2000, Pages 899–915 doi:10.1006/anbe.1999.1376
  14. Ricardo M. Holdø, Joseph P. Dudley and Lee R. McDowell Geophagy in the African Elephant in Relation to Availability of Dietary Sodium Journal of Mammalogy Vol. 83, No. 3 (Aug., 2002), pp. 652-664 Published by: American Society of Mammalogists Stable URL: http://www.jstor.org/stable/1383529 Page Count: 13
  15. Callahan, G. N. (2003). “Eating Dirt.” Emerging Infectious Diseases, 9(8), 1016-1021. DOI: 10.3201/eid0908.030033
  16. Hooda PS, Henry CJ, Seyoum TA, Armstrong LD, Fowler MB. The potential impact of soil ingestion on human mineral nutrition. Sci Total Environ. 2004 Oct 15;333(1-3):75-87. PMID: 15364520
  17. Allan MeeI; Rebecca DennyII; Keith FaircloughIII; Dave M. PullanIV; Will Boyd-Wallis Observations of parrots at a geophagy site in Bolivia Biota Neotrop. vol.5 no.2 Campinas 2005 http://dx.doi.org/10.1590/S1676-06032005000300023
  18. Voigt CC, Capps KA, Dechmann DKN, Michener RH, Kunz TH (2008) Nutrition or Detoxification: Why Bats Visit Mineral Licks of the Amazonian Rainforest. PLoS ONE 3(4): e2011. doi:10.1371/journal.pone.0002011
  19. Kawai K, Saathoff E, Antelman G, Msamanga G, Fawzi WW. Geophagy (Soil-eating) in relation to Anemia and Helminth infection among HIV-infected pregnant women in Tanzania. Am J Trop Med Hyg. 2009 Jan;80(1):36-43. PMID: 19141837
  20. Sera L. Young Pica in Pregnancy: New Ideas About an Old Condition Annual Review of Nutrition Vol. 30: 403-422 (Volume publication date August 2010) First published online as a Review in Advance on April 26, 2010 DOI: 10.1146/annurev.nutr.012809.104713
  21. Sera L. Young, Paul W. Sherman, Julius B. Lucks and Gretel H. Pelto Why On Earth?: Evaluating Hypotheses About The Physiological Functions Of Human Geophagy The Quarterly Review of Biology Vol. 86, No. 2 (June 2011), pp. 97-120 Published by: The University of Chicago Press DOI: 10.1086/659884 Stable URL: http://www.jstor.org/stable/10.1086/659884 Page Count: 24
  22. Young, S. L. (2011). “Craving Earth: Understanding Pica—the Urge to Eat Clay, Starch, Ice, and Chalk.” Columbia University Press.
  23. J.N. Bonglaisin, C.M.F. Mbofung and D.N. Lantum, 2011. Intake of Lead, Cadmium and Mercury in Kaolin-eating: A Quality Assessment. Journal of Medical Sciences, 11: 267-273. DOI: 10.3923/jms.2011.267.273 URL: http://scialert.net/abstract/?doi=jms.2011.267.273
  24. Abrahams, P.W. (2012). “Soil, Food, and Health: The Role of Earth-Eating (Geophagy) in Human Nutrition and Health.” Environmental Geochemistry and Health, 34(6), 609-623.
  25. Natalia C. Orloff and Julia M. Hormes Pickles and ice cream! Food cravings in pregnancy: hypotheses, preliminary evidence, and directions for future research Front Psychol. 2014; 5: 1076. Published online 2014 Sep 23. Prepublished online 2014 Aug 6. doi: 10.3389/fpsyg.2014.01076
  26. Young, S.L., & Wilson, M.J. (2021). “Clay Consumption and Geophagy: A Biocultural Perspective.” The Quarterly Review of Biology, 96(3), 241-264.

Laboratuvarda İşlevsel Canlı Deri Üretildi

Programlanmış iPS hücreleri — kullanarak, Japonya’da bulunan RIKEN Center for Developmental Biology’den  (RIKEN Gelişim Biyolojisi Merkezi) bilimciler Tokyo Üniversitesi ve başka enstitülerden araştırmacılarla birlikte, karmaşık deri dokusunu üretmeyi başardılar. Laboratuvar ortamında geliştirilen bu deri dokusu kıl kökleri ve yağ bezleri gibi yapıları da bulunduruyor. Gelişimi gerçekleştirdikten sonra eldeki bu üç boyutlu canlı deriyi yaşayan farelere implant eden araştırmacılar, yapılan gözlemlerde yapay dokunun kas lifleri ve sinirler gibi sistemlerle uyumlu bağlantılar kurduğunu tespit etti.

Biyomühendislik ürünü dokular üretmek üzere gerçekleştirilen ve bu konuyu irdeleyen teorik-pratik araştırmalar son yıllarda hem sayıca artmaya hem de önemli ve başarılı sonuçlar üretmeye başladı. Bununla birlikte aşılması gereken sorunlar da mevcut ve çözüm odaklı  incelemeler devam ediyor. Araştırmacılar tarafından nakil edilebilir düzlemlerin üzerinde epitel hücrelerden üretilen deri dokuları da, normal doku fonksiyonlarına sahip olmalarını engelleyecek biçimde, yağ-salgılayan bezler ve ter bezlerinden mahrum olarak gelişiyor.

Science Advances dergisinde yayımlanan çalışmada, araştırmacılar farelerin diş eti köklerinden hücreler alarak, bu hücrelere müdahale etti ve böylelikle kök hücre benzeri iPS hücrelerini üretmeyi başardı. Kültür ortamında, birbirine tutunmuş hücre kümesi haline gelen ve ’embryoid body’ şeklinde anılan yapı canlı bir vücutta gelişen embriyoyu kısmi olarak andıran bir oluşum haline geliyor. Araştırmacılar iPS’leri kullanarak belirli sinyal yollarını (Wnt10b) kullanarak ürettikleri bu yapılardan çok sayıda alarak bağışıklık sistemi hasarlı olan farelere naklederek bu canlılarda dokulara doğru farklılaşmalarını sağladı. Bu süreç, gerçek bir embriyonun izlediği biyolojik safhalarla benzer şekilde gerçekleşirken, bu farklılaşmanın ardından dokular bu farelerden alınarak başka farelere nakledildi ve burada dokular gerçek deri dokularına dönüşerek son halini aldı. Burada bahsedilen deri dokusu, asıl deri fonksiyonlarından sorumlu olan orta katmandır ve bu katmanda -yani üst ve alt deri katmanı arasında- yağ salgılama ve kıl folikülü yerleşimi gerçekleşmektedir. Araştırmanın olumlu sonuçlarından birisi olarak, yapay derinin fonksiyonlarını gerçekleştirmesini sağlayan uyumlu bağlantıları kurmayı başardığı kaydedildi.

Yukarıda parantez içinde bahsi geçen Wnt10b molekülü, bir sinyal proteindir ve gelişim biyolojisi çalışmalarında uyarıcı ve doğru gelişimi sağlayıcı unsur olarak sıklıkla kullanılmaktadır. Mevcut çalışmada ise çok sayıda kıl folikülü oluşmasını sağlayarak doğal dokuya daha fazla benzemesini sağlamıştır.

RIKEN Center for Developmental Biology’den Takashi Tsuji; bu yeni doku aktarımı tekniği ile yapay derinin zorunlu bir takım organlardan (kıl folikülü ve salgı bezleri) yoksun olarak gelişmesi sorununun üstesinden gelebildiklerini ve böylelikle kontrol ve regülasyon aşamalarının daha iyi işlev kazandığını açıkladı.

Keşfin en önemli uygulama alanlarından birisi olarak, yaralanmalar ve yanmalar sonucunda deri hasarı bulunan insanlar için kendi dokuları ile uyumlu yapay canlı deriler üretilmesi gösteriliyor.

Araştırma dahilinde oluşturulan ve elde edilen görseller için : http://www.riken.jp/en/pr/press/2016/20160402_1/


Kaynak :

  • Bilimfili,
  • Ryoji Takagi, Junko Ishimaru, Ayaka Sugawara, Koh-ei Toyoshima, Kentaro Ishida, Miho Ogawa, Kei Sakakibara, Kyosuke Asakawa, Akitoshi Kashiwakura, Masamitsu Oshima, Ryohei Minamide, Akio Sato, Toshihiro Yoshitake, Akira Takeda, Hiroshi Egusa & Takashi Tsuji. Bioengineering a 3D integumentary organ system from iPS cells using an in vivo transplantation model. Science Advances, March 2016 DOI:10.1126/sciadv.1500887

Tek Kaşlılık, Sakal Kalınlığı ve Saç Beyazlaması Genetiğe Bağlı

Saçlarınızın neden beyazladığını hiç merak ettiniz mi? Araştırmacılar uzun zamandır, saçlardaki beyazlamanın temel sebebinin, kıl folikülleri olarak bilinen köklerdeki melanin üretiminin azalması veya durması olduğunu biliyorlar. Melanin pigmenti, derimize de, saçımıza da, gözlerimize de rengini veren pigmenttir. Dolayısıyla da ilk dikkati çeken bu proteinin sentezlenmesi ve mekanizmaları olmaktadır.

Yine de bilim insanları üretimdeki bu azalmanın asıl sebebini veya popülasyonlar arasındaki farklılıkların ardında yatan mekanizmaları tam olarak tespit edebilmiş değil. Ancak şimdi Nature Communications’da yayımlanan yeni bir çalışmada, Latin Amerika’dan 6000’den fazla bireyin genomları incelendi, ve 18 ayrı genin saç özelliklerini ve fenotiplerini etkilediği tespit edildi. Bu genlerden birisi de saçların beyazlaması ile ilgili olarak keşfedilen ilk gen olma özelliğini taşıyor.

Saç beyazlaması ile ilişkilendirilen gen, yalnızca Avrupalı atalardan gelen bireylerde bulunuyor ve genin daha önceki verilere dayanarak açık saç rengi ile de ilişkili olduğu biliniyor. Tespit edilen diğer genlerin içinde tek kaşlılık, sakal kalınlığı, kaş kalınlığı ile ilişkili genler de bulunuyor.

Araştırmaya dahil edilen katılımcıların içerisinde ise, Afrikalı, Avrupalı ve Yerli Amerikalı ataları olan , dolayısıyla birbirinden farklı genetik miraslara sahip insanlar bulunuyor. Bu çeşitlilik sayesinde genler ile saç özellikleri arasındaki, popülasyondan popülasyona değişebilen bağıntıların keşfini gerçekleştirmek mümkün oldu.

Araştırmacılara göre buradaki genetik keşiflerin, olay mahallerinde bulunan DNA’lardan şüphelilerin tahmin edilmesi noktasında çok önemli rol oynayabilir. Ayrıca yapılacak kök hücre müdahaleleri ve genetik modifikasyonlar ile saç beyazlamasını geciktirmek de mümkün olacaktır.

Not : Araştırmada saç beyazlaması ile ilgili olarak keşfedilen gen PRSS53 kodu ile biliniyor. İleri okuma yapmak okuyucularımız için genin açılımı Protease Serine S1 family member 53’nin özel olarak Q30R substition formu.


Kaynak :

  • Bilimfili,
  • Science magazine, http://www.sciencemag.org/news/2016/03/study-finds-first-genetic-links-gray-hair-beard-thickness-and-unibrows
  • Kaustubh Adhikari, Tania Fontanil, Santiago Cal, Javier Mendoza-Revilla, Macarena Fuentes-Guajardo, Juan-Camilo Chacón-Duque, Farah Al-Saadi, Jeanette A. Johansson, Mirsha Quinto-Sanchez, Victor Acuña-Alonzo, Claudia Jaramillo, William Arias, Rodrigo Barquera Lozano, Gastón Macín Pérez, Jorge Gómez-Valdés, Hugo Villamil-Ramírez, Tábita Hunemeier, Virginia Ramallo, Caio C. Silva de Cerqueira, Malena Hurtado A genome-wide association scan in admixed Latin Americans identifies loci influencing facial and scalp hair features Nature Communications 7, Article number: 10815 doi:10.1038/ncomms10815 Received 13 July 2015 Accepted 25 January 2016 Published 01 March 2016