Lazer İle Anıyı Geri Getirmek

5x_brain-plaques-ad-mouse

Hafıza kaybı Alzheimer hastalığının en tehlikeli sonuçlarında bir tanesi. Ancak bunun sebebinin yeni anıları kaydetme yeteneğinin kaybı mı yoksa, kayıtlı anıların hatırlama yetisinin bir kaybı mı henüz bilinmiyor. Bildiğimiz şey ise, hafızayı belirli yöntemler kullanarak geri getirebileceğimiz. Bilim insanları bunun üzerine de kafa yoruyor ve bir grup araştırmacı bunu lazer kullanarak gerçekleştirdi. Alzheimer’ın erken döneminde olan fareler üzerinde yapılan bu deneyin olumlu sonuç vermesi, birçok Alzheimer maduruna umut ışığı olacak gibi duruyor.

Ekip 3 farklı fare tipi üzerinde çalıştı. Üçünün de özelliği genetik olarak Alzheimer hastalığından muzdarip olmaları ve hafıza testlerinde başarısız olmaları. Farelerin hafıza ile ilişkilendirilen beyin bölgelerindeki hücreleri lazer ile uyaran bilim insanları, bu farelerin deney sonrasındaki hafıza testlerinde başarılı olduğunu gözlemledi. Lazer sayesinde hafızada geri kazanım gerçekleşmişti. Deneyin en dikkat çeken kısmı, Alzheimer’lı farelerin beyninde aslında anıların oluştuğunu göstermesi. Ancak hastalık nedeni ile oluşturulan anılara erişim engelleniyor. Ancak belirmekte fayda var, bu hastalık aynı zamanda uzun süreli hafızayı da etkiliyor. Deneyin ardından uygulanan test kısa süreli hafızayı test ediyor sadece.

Deney henüz insanlarda denenmedi, ancak bir zararı varmış gibi durmuyor. Alzheimer’a karşı olan savaşımızda kullanabileceğimiz en güçlü silahlarımızdan birisi olabilir. Çünkü, Alzheimer hastalarının en büyük problemi, hastalık esnasında yaşadıkları hafıza kaybı durumu.

Kaynak:
  • Popsci
  • Dheeraj S. Roy, Autumn Arons, Teryn I. Mitchell, Michele Pignatelli, Tomás J. Ryan & Susumu Tonegawa, Memory retrieval by activating engram cells in mouse models of early Alzheimer’s disease Nature 508 | NATURE | VOL 531 | 24 MARCH 2016 doi:10.1038/nature17172

“Dilimin Ucunda” Anlarını Neden Yaşarız ve Nasıl Engelleriz?

Hepimizin başına geliyordur. Konuşmanın tam ortasında, aniden sözcük hazinenizin duvarına çarparsınız. Ve “Neydi bu kelime?” diye düşünmeye başlarsınız. Aslında kelimeyi biliyorsunuzdur ancak bir türlü söyleyemezsiniz. Orada, dilinizin ucuna gelmiş ve yapışıp kalmış haldedir.

İşte bu durumun bilimsel bir ismi var; — tip of the tongue syndrome– dilimin ucunda sendromu. İlk olarak 1890 yılında psikolog William James tarafından isimlendirilen bu sendromun birçok dilde kendine has bir ifadesinin olması; sendromun birçok kültürde yaşandığının da göstergesi aslında. Örneğin; Koreliler bu durumu karşılayan ifade olarak“dilimin ucunda parlıyor” kelime grubunu kullanırken, Estonyalılar bu durum için “dilimin üstünde” ifadesini kullanırlar.

Neden “Dilimin Ucunda” Durumları Meydana Gelir?

Düşünceleri kelimelere dönüştürme işi; oldukça kolay gerçekleştirdiğimizden genellikle basite alınan fakat esasında oldukça karmaşık bir süreçtir. Beyniniz, soyut kavramlardan oluşan düşünceleri önce kelimelere dönüştürür ve ardından bunları uygun seslerle eşleştirir. İşte konuşuyorsunuz. “Dilimin Ucunda” durumlarında ise bu süreç kesintiye uğrar. Normalde kelime hatırlama işi oldukça hızlı ve kolay gerçekleşir ancak “dilimin ucunda” anlarında, sistem çöker ve sıkışıp kalırsınız.

Bu durum sözcüksel hatırlamada geçici bir bozulmanın meydana geldiği psikolinguistik bir süreç olabilir. Bazı araştırmacılar, söz konusu fenomeni;  hafıza çağırma sürecini çarpıklığa uğratan bir şey olarak tanımlıyorlar. Bazıları ise “dilimin ucunda” anlarının; beyindeki hatırlama sürecinin anlık çöküntülerinde ortaya çıkan his olarak tanımlıyorlar.

Geçmişte yapılan çalışmalar; 18 ila 22 yaş aralığındaki insanların “dilimin ucunda” anlarını haftada bir veya iki defa yaşadıklarını, buna karşın daha yaşlıların (65-75 yaş arası) haftada iki veya daha fazla yaşadıklarını ortaya koyuyor. Yaşlanma, uyku eksikliği, anksiyete, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı gibi etkenler, fiziksel ve bilişsel sağlığı olumsuz etkilediğinden, “dilimin ucunda” anlarının yaşanma sıklığı da bu durumlarda daha sık görülür.

Bir şeyi hatırlamaya çalıştığınızda, beyniniz hafıza bağlantılarınızı arar ve hipokampus ve diğer beyin bölgeleri “şifrelenmiş” hafızalara erişim sağlamak üzere beraber çalışır. Uzun süreli hafıza, kısa süreli hafızaya göre daha sağlamdır. Yani iki gün önce öğle yemeğinde ne yediğinizi hatırlamak, lise mezuniyetinizi hatırlamaktan daha zordur.

Öte yandan, bir hafızanız üzerinde uzun süre düşünmezseniz, bu hafızayı sonradan hatırlamak daha güç bir hal alır. Yani beyninizde bir yerlerde bu hafıza duruyordur ancak bir süredir onunla ilgili bir bilgiyi kullanmadığınızdan biraz “tozlanmıştır”.

Beyin, etkinliğine bağlı olarak bilgiyi önem sırasına göre koyan bir oda gibidir. Bu odada da “kullan ya da kaybet” prensibi uygulanır. Örneğin telefon numaraları; onları artık hafızanızda tutmanız gerekmez çünkü artık telefonlarınızda kayıtlıdır. Dolayısıyla telefon numaraları hafızanızda önem sırasının gerilerinde bir yerde konumlandırılır. 2015’te Nature‘da yayımlanan biraraştırma; hafızamızın içerisine daha sonra belki kullanılır diye önemsiz bilgi depoladığı bir tür “ne olur ne olmaz klasörü”olduğunu ileri sürüyor. Dolayısıyla artık kullanmadığımız kelimeleri bir süre sonra neden unuttuğumuza dair bu durum bir açıklama getirebilir.

Öte yandan “dilimin ucunda” sendromu her ne kadar yaygın olsa da bu mental sürecin neden kesintiye uğradığı tam anlamıyla bilinmiyor. Ancak yapılan bir başka araştırma “dilimin ucunda” durumlarını kafein alımıyla ilişkilendiriyor.  Söz konusu araştırmada katılımcılara 200 mg kafein ya da kafein için plesebo etkisi oluşturan bir madde veriliyor. Araştırma sonuçları; kafein alan grupta “dilimin ucunda” durumlarını daha fazla deneyimlediklerini ortaya koydu. Sonuçlar, kafeinin, adenozin reseptörlerinde tetikleme oluşturarak fonolojik hatırlama sistemindeki kısa süreli plastisite etkisini arttırıyor.

Öte yandan, sinir bozucu bir biçimde hatırlanmaya çalışılan kelime üzerinde daha fazla düşündükçe, ondan giderek uzaklaşırız. Ancak google’ın kelime tamamlama ya da ilişkilendirme ağı sayesinde bu kelimeyi bazen kolaylıkla da bulabiliriz. Kanada’daki McMaster University’den Doç. Dr. Karin Humphreys’in yaptığı bir araştırma ise bu kelimeyi ileride tekrar unutacağınızı ileri sürüyor.

Lisans öğrencileriyle yapılan çalışmada, araştırmacılar; katılımcılara “dilimin ucunda” durumlarını tetikleyen bir dizi tanım sunarak, katılımcılardan uygun kelimeleri üretmelerini istedi.

Örneğin; “Mağaraları keşfetme sporunun adı nedir?” (İngilizce’de bu spora verilen isim “spelunking” dir. **)

Eğer ki tanım katılımcıyı şaşkına uğratırsa ve katılımcıyı “dilimin ucunda” durumuna sokarsa, katılımcılara üzerinde biraz düşünmeleri için biraz zaman verildi. Eğer katılımcı kelimeyi hatırlamazsa, araştırmacılar kelimeyi söylüyorlardı. Deney; aynı katılımcılar, aynı tanımlama ve aynı kelimelerle çeşitli aralıklarla tekrarlandı ve katılımcıların bir sonraki seferde kelimeyi hatırlayıp hatırlamama durumları arasında bir değişiklik meydana gelip gelmediği gözlemlendi. Fakat ilginç bir biçimde bir hafta sonra da yapılsa 5 dakika sonra da yapılsa bir şeyin değişmediği görüldü. Birçok insan aynı kelimelerde tekrar tekrar “dilimin ucunda” anlarını deneyimledi.

Araştırmacılar; elde ettikleri sonuçların yapılan hataların bu hataları güçlendirme eğiliminde olduğu ve tekrar ortaya çıkmasına sebep olduğu düşüncesine destek sunuyor. Yani, ismini unuttuğunuz bir aktörün veya aktrisin ismini hatırlamak için IMDB’ye başvurduğunuzda aslında unutkanlığınınızı daha da derinleştirerek hatanızı güçlendiriyorsunuz.

“Dilimin Ucunda” Durumlarını Nasıl Engelleyebilirsiniz?

Yeni yapılan araştırmalar bu durumları engellemeye dair bazı potansiyel çözümler sunuyor. Örneğin Humphreys’in çalışmasında; katılımcılar kendi başlarına kelimeyi hatırlamakta güçlük çektiğinde katılımcılara doğrudan cevabı söylemek yerine hatırlamalarına yardımcı olmanın; bir sonraki seferde kelimenin unutulmasını engelleyebildiği sonucuna ulaşıldı. Yani katılımcıya fonolojik bir ipucu verildiğinde, örneğin; kelimenin ilk birkaç harfini söylemek gibi; bu şekilde, eğer ki katılımcılar kendi başlarına kelimeyi oluşturabilirlerse bir sonraki sefere kelimeyi hatırlamaları daha mümkün hale geliyor.

Çünkü, temel düzeyde beynimiz ağ yapısındadır ve her işlem için yeni ağlar kurulur. Söz konusu kelimenin hatırlanması için de basit anlamda ağlar kurulmalıdır. Bu durumu şöyle izah edebiliriz; örneğin, A-B-C şeklinde bir yol örgüsü olsun ve C noktası bizim çıktı noktamız olsun. Çıktı noktamız olan C noktasına ulaşmak için A, B ve C noktaları arasında yol inşa etmemiz gerekir. Kelimeyi doğrudan söylemek, C noktasındaki çıktıya sıçramalı bir erişim sağlar. Ancak hatırlamaya yardımcı olmak ise A’dan B’ye bir yol kurulmasına ve nihayetinde de B’den C’ye bir yol kurulmasına sebep olur ve böylelikle de A-B-C örgüsü tamamlanmış olur. Sıçramalı hatırlatmalar, bağlantı kopukluğuna sebep olacağından ileride hatırlamayı güç hale getirecektir, ancak hatırlatmaya yardımcı olmak ise eksik bağlantıların kurulmasını ve yol örgüsünün tamamlanmasını sağlayarak hatırlamayı bir sonraki sefer için daha muhtemel hale getirecektir.

Dolayısıyla, bir sonraki sefere, dilinizin ucundai kelimeyi yakalamakta güçlük çekerseniz, çevrenizdeki insanlardan size bu bağlantıların kurulması noktasında yardımcı olmasını isteyin. Ne söylemeye çalıştığınızı açıklayın ve onlardan ipucu isteyin.

**Günümüzde sportif anlamda mağaralara girenler kendilerini mağaracı ya da yaygın olarak kullanılmayan bir terim olan “spelunker” olarak adlandırmaktadırlar. Mağaralara ama amatör ama bilimsel açıdan gözlem, araştırma ve keşif amacıyla girenlere ise “speleolog” denilmektedir.


Kaynaklar ve İleri Okuma: Bilimfili
– Lesk, Valerie E., and Stephen P. Womble. “Caffeine, priming, and tip of the tongue: evidence for plasticity in the phonological system.” Behavioral Neuroscience 118, no. 3 (2004): 453.
– Brown, Roger, and David McNeill. “The “tip of the tongue” phenomenon.”Journal of verbal learning and verbal behavior 5, no. 4 (1966): 325-337.
– Schwartz, Bennett L., and Janet Metcalfe. “Tip-of-the-tongue (TOT) states: retrieval, behavior, and experience.Memory & Cognition 39, no. 5 (2011): 737-749. http://www.columbia.edu/cu/psychology/metcalfe/PDFs/Schwartz_Metcalfe_inPress.pdf
– Cleary, Anne M., and Alexander B. Claxton. “The tip-of-the-tongue heuristic: How tip-of-the-tongue states confer perceptibility on inaccessible words.Journal of Experimental Psychology: Learning, Memory, and Cognition 41, no. 5 (2015): 1533. https://www.apa.org/pubs/journals/features/xlm-0000097.pdf

Geleceğin Elektrikle Çalışan Beyinleri: Nöral İmplantların Bugünü ve Geleceği

Dünya’da 100,000’den fazla hasta hayatını beyin uyarım implantlarıyla sürdürüyor ve bu sayı her geçen gün artmakta. Peki bu cihazlar ya hastalığı tedavi etmekten fazlasını yapabiliyorsa? Bilim insanlarının araştırdığı ihtimaller arasında süper hafızadan, hızlı okumaya birçok özel kabiliyet yer alıyor.
2007’de New York Presbyterian Hastanesinde çalışan hemşire Rebecca Serdans bir gece hastane nöbetindeyken ters giden bir şeyler olduğunu fark etti. Serdans’ın distoni adlı nörolojik kökenli bir kas rahatsızlığı vardı. Bu hastalık tedavi edilmediği takdirde onu zayıf düşürecek kas ağrısı ve hareket sorunlarına yol açıyordu. Serdans hastalığı sebebiyle sürekli olarak derin beyin uyarımı (deep brain stimulation) adlı bir cihazla yaşamak zorundaydı. Bu cihaz Serdans’ın beyninde globus pallidus adlı bölgeye düzenli olarak elektriksel sinyaller göndererek çalışıyordu. Cihaz düzenli olarak çalıştırıldığında Serdans yürümesinde hiçbir sorun yaşamıyor ve herhangi bir ağrı hissetmiyordu. Ancak cihaz yıllar sonra bir gün aniden çalışmamaya başladı ve Serdans hemen o gün değişikliği hissetmişti. Serdans ağrıları tekrar başlayınca eskisinden farklı yeni bir çözüm arayışına girdi ve bu sefer karşısına nöral implant çıktı.
İmplantı aldıktan sonra ona manyetik alan, mikrodalga fırınları gibi cihazı etkisiz hale getirebilecek veya zarar verebilecek şeylerle ilgili ufak bir kitapçık verildi. Hatta bazı hastaların bildirilerine göre melez arabaların aküleri bile bu cihazları etkileyebiliyormuş. Serdans cihazı kullanmaya başlamıştı ama hala bacaklarında ağrı hissediyordu. Bu da gösteriyor ki sorun onun bile fark edemediği farklı bir şeyden kaynaklanıyordu. Serdans’ın aklına ilk olarak hastanedeki yoğun bakım ünitesi geldi. Çalıştığı odanın hemen yan odasında güçlü bir manyetik alan yaratabilecek MRI makinesi vardı ve bu muhtemelen onun implantının çalışmamasına sebep olmuştu. Serdans nöbetini acılar içinde bitirdikten sonra hemen doktoruna koştu ve cihaza gerekli müdahaleler yapıldıktan sonra ortaya çıkan ağrı ve diğer belirtiler hemen kaybolmuştu. Serdans doktorunun söylediklerine uyarak artık yoğun bakım ünitesinden uzak durmaya başladı ancak ilk 2 ay içinde cihaz üç kere daha durmuştu. Cihazın dördüncü defa çalışmamasında Serdans kendini evde baygın halde bulmuştu.
Bir hemşire olarak geçirdiği 20 yıldan sonra Serdans için hastaneler artık güvenli değildi. Değişik cihazlardan kaynaklanan çok fazla manyetik alan vardı ve hastanede Serdans’ın amirleri MRI sorununu ve onun neden yoğun bakım ünitesinde çalışmak istemediğini anlamamışlardı. Serdans amirleriyle ilgili olarak “Onlar bu yeni tip biyonik insanlarla nasıl yaşamaları gerektiğini öğrenmek zorundalar. Elimizden gelen bir şey yok” diyordu.
Dünya üzerinde 100,000’in üzerinde insan derin beyin uyarımı implantlarıyla yaşamını sürdürüyor ve bunların çoğu Parkinson hastalığına sahip kişiler. Cihaz basit bir yapıya sahip, sadece derinin altına yerleştirilen bir pile bağlı bir çift kablodan ibaret. Cihaz hastalar için bir tedavi özelliği taşımak yerine beynin yaptığı işlevi taklit ediyor. Hastanın ilgili beyin bölgesine küçük elektriksel şoklar göndererek beynin yerine getirmekte zorluk çektiği işlevi telafi ediyor. Dahasısadece bir çift kabloyla 5 yıllık motor kontrol sapması tersine döndürülebiliyor.
Her hasta ameliyata giriş anını hatırlar ve o anda uyanıktır, öyle değil mi? Hasta o anda uyuması gerektiğini bildiği halde uyanık olma ihtiyacı hisseder. İnsan beyni o kadar çok yönlüdür ki cerrahların yönlerini bulabilmelerinin tek yolu, beynin değişik bölgelerine uygulanan elektrik dalgalarının etkisini test etmektir. Örneğin, bir merkezin hasar görmesi vücudun sol kısmını felç edebilirken, bir diğeri konuşma bozukluklarına yol açabiliyor. Cerrahlar beyin ameliyatlarında kendilerine yardımcı olması amacıyla beynin farklı bölgeleri arasında bir çeşit yol haritası oluşturmaya çalışıyor.
Elde edilen sonuçlar oldukça umut vaat edici olmasına rağmen onlarca yıllık çalışmalara rağmen kimse tam olarak beynin nasıl çalıştığını keşfedebilmiş değil. Rebecca Serdans’ın beynine implantı yerleştiren doktor olan Dr. Kaplitt konuyu açıklarken beyni bir elektriksel devre ağına benzetiyor. Distoni adlı rahatsızlık da bu devre ağında oluşan bir sorundan kaynaklanıyor. Dr. Kapplit konuyu şöyle açıklıyor:
“Beyne bir uyarım cihazı yerleştirdiğinizde muhtemelen cihaz anormal bilgi akışını engelleyecek ve bu anormalliği de düzelterek hastanın beyninde normal bir sinyal iletimi olmasını sağlayacak. Ancak öngördüğümüz bu sistem henüz bir teori ve bu mekanizmanın çalışma ilkeleri henüz çok açık ve net değil”.
Araştırmacılar konuyu detaylıca incelemek için sürekli yeni sorular sorup bunların cevaplarını arıyorlar ancak bunlar nöral implantların önünü kapamıyor. Hafızayı geliştirmek, kekemeliği ve iştahsızlığı önlemek gibi pek çok konuda alınmış patentler bile var. Günümüzde yapılan bazı araştırmalar ise nöral implantları kullanarak Alzheimer hastalığını ve ilaç bağımlılığını tedavi etme üzerine yoğunlaşmış durumda. Alzheimer, Parkinson, bağımlılıklardan sorumlu nöral ağlar hareket bozukluklarında görev alan ağlar kadar iyi anlaşılabilmiş değiller. Nöral implantların uygulama alanları içinde psikiyatri de önemli bir yere sahip. Beyin uyarımı teknolojisiyle sinirsel rahatsızlıklar tedavi edilmeye başlandığında bu gelişme son 50 yıl içinde gerçekleşen bir devrim niteliği kazanabilir.
Almanya’da Bonn Üniversitesi’nde Dr. Thomas Schlaepfer implantları hastaların depresyon tedavisinde kullandıklarını açıkladı. Schlaepfer’in tedavisi hareket mekanizmaları yerine ödül mekanizmalarını hedef alarak depresyonu bu mekanizmada ki bir işlev bozukluğu olarak ele alıyor. Schlaepfer konuyla ilgili şunları söylüyor:
“İmplantlardaki umut verici gelişmelere baktığımızda beyin uyarımının psikiyatri biliminin son 50 yıldaki en büyük devrimi diyebilirim. Çünkü bu teknoloji çok az umudu kalmış hatta hayata tutunmak için hiç umudu kalmamış insanlara bile umut vaat ediyor.”
Şimdi konunun bilimsel, tıbbi kısmından çıkalım ve implantlara farklı bir gözle yaklaşalım. İmplantlar daha önce bahsettiğimiz gibi sadece bir adet pil ve bir çift kablodan oluşuyor yani çok ucuz bir maliyete sahipler. İmplantların tıp dünyasına getireceği ekonomik tasarruflar kesinlikle göz ardı edilemez. Dünya’nın en büyük beyin uyarım cihaz üreticisi Medtronic geçen yıl implantlardan 1.7 milyar dolar kazandı.  Bu derece yüksek bir miktar elbette üretici firma için acaba cihazı çeşitli amaçlar için de kullandırabilir miyiz sorusunu akıllara getiriyor. Örneğin, şu an epilepsi hastalarında hasta nöbet geçirmeden önce ilgili elektrik sinyallerini algılayıp hastanın nöbet geçirmesini engelleyebilecek bir model üstünde çalışılıyor.
Schlaepfer’in asıl odaklandığı nokta beyni tekrar normal işlevlerine kavuşturmak ancak onun çalışmalarının tümü bundan ibaret değil. Zaten kendisi de itiraf ediyor, etik konuları çok önemsemeyen bir bilim insanı cihazı beyinde devamlı bir ödül, mükâfat durumu yaratmak için kullanabilir. Schlaepfer buna elektriksel formda eroin almak diyor. Kulağa oldukça ilginç –belki güzel- geliyor, uyuşturucu hali yaşayacaksınız ama bağımlı olmayacaksınız.
Neden sadece hastalıkları tedavi ediyoruz? İnsan beynine yaptığımız müdahaleyi şimdi bir adım ileri götürelim. Eğer bir Alzheimer hastasının hafızasını tekrar yapılandırabiliyorsak, bu şekilde sağlıklı insanları da süper insan seviyelerine çıkartabilir miyiz? Araştırmacılar beyinde hafızayı ve algılamayı süper seviyelere çıkarmak için beyinde hangi merkezlerin rol oynadığını bulabiliyorlardı. Bunlar dikkat dağınıklığı, konuşma sorunları gibi rahatsızlıkları tedavi etmede yıllardır kullanılan metotlar. Son zamanlarda ortaya çıkan ‘sinirsel gelişim’ alanı (neuroenhancement) düşünmeye dayalı deneylerin ortak bir çatı altında toplandığı bir bilim dalı olmuştur.
Hafızayı yapılandırmak için tasarlanan implantlar insanlar üzerinde test edilmeden önce biraz daha geliştirilmesi gerekiyor. Hafıza mekanizmasını araştıran bilim insanları fareler ve maymunlar üzerinde başarılı sonuçlar elde ettiler ve insan deneylerine başlamadan önceki ilk aşamaları atlattılar. İnsan deneyleri de başarıyla sonuçlanırsa hafıza alanında yeni bir çağ açılabilir.
Geliştirilmeye çalışılan hafıza implantı beyinde hafızayla ilgili hasarlı kısımları onararak beyinde gerekli nöral bağlantıları oluşturuyor. Cihaz hastalarda hatırlama becerisinin zarar gördüğü hipokampüste kullanılmak üzere tasarlanıyor. Hafıza implantının ilerde kullanılabileceği diğer bir alan ise kısa dönem hafızayı uzun dönem hafızaya dönüştürmek.
Beynimiz hafıza sistemi üç aşamalı olarak işliyor. Birincisi beynin algıladığı tüm şeyleri sadece 2 saniyeliğine tutan duyusal hafıza. Her gün yüzlerce insan yüzü görüyoruz, onlarca gereksiz konuşma duyuyoruz. Tüm bunların kaydedilip 2 saniye içinde bir süzgeçten geçtikten sonra silindiği zaman dilimi duyusal hafıza olarak adlandırılıyor. İkinci aşama kısa dönem hafıza. Bu adından da anlaşılacağı üzere aldığımız tüm bilgilerin 10 dakika boyunca tutulduğu hafıza birimidir. Buradaki bilgiler zaman içinde tekrar edilmezse beyin tarafından önemsiz olarak etiketlenir ve unutulurlar. Unutulur diyoruz ama unutma eylemi beynin o bilgileri silmesi anlamına gelmiyor. Unutmak o bilgiye olan erişimin kesilmesi anlamına gelir. Beyin ilgili nöronlar arasındaki bağı güçlendirerek çok kullandığı bilgileri ön plana alıyor. Sonuncu hafıza türü uzun dönem hafızadır. Buradaki bilgiler genellikle ömür boyu hatırladığımız kalıcı bilgilerdir. Bisiklete binmeyi öğrenen biri onu bir daha unutmaz öyle değil mi?
Hafıza implantı sadece istenen zamanda kısa dönem hafızayı uzun döneme dönüştürerek bizim hayatımızı kolaylaştırabilir. Bu cihaz sayesinde hangi bilginin önemli hangisinin önemsiz olduğuna beynimiz değil biz karar verebiliriz.
Beyin uyarımının sağlıklı insanlarda da kullanılabileceği fikri ilk olarak fizyolog José Delgado’nun 1960’larda bu teknolojinin ilk versiyonlarını tanıttığında ortaya çıktı. Yıllarca yaptığı deja vu, cinsel uyarı ve bunun benzeri çeşitli düşünce deneyleriyle tanınan Delgado 1969’da yazdığı Aklın Fiziksel Kontrolü adlı kitabında beyin uyarımının içerdiği potansiyeli topluma da açıklayarak çok sayıda insanın bu alanla ilgilenmesini sağlamıştır. Delgado’nun asıl amacı beyin uyarım teknolojisini kullanarak daha mutlu, daha üretken ve çevreye daha az zarar veren bireylerden oluşan bir toplum oluşturmaktı. Araştırmalar ilerledikçe metotlar daha kesin ve bilimsel olmaya başladı ve Delgado’nun elde ettiği sonuçların çoğu bilim otoriteleri tarafından reddedildi. Zamanla Delgado beyin uyarım araştırmalarının utanç kaynağı olarak tanında ve bilim dünyasında sözüne güvenilmez biri olarak hatırlanmaya başlandı.
Delgado’nun çalışmaları çok çelişkili görünüp kabul edilmezken, sinirsel gelişim üzerine olan fikirleri günümüz bilim insanları için bir esin kaynağı olmuştur. Dr. Schlaepfer derin beyin uyarımının sadece tıp dünyasıyla sınır kalacağını düşünmüyor. Uygulama prosedürleri kişinin rızasıyla olduğu sürece etik açıdan beyin uyarımı herhangi bir soruna yol açmayacaktır. Eğer depresyon 12 aylık bir ilaç tedavisiyle değil de 12 saatlik bir implant kullanımıyla tedavi edilirse, hiçbir sağlık otoritesi buna karşı çıkmayacaktır, ilaç şirketleri için aynı şeyi söyleyemeyiz tabiki. Hastalar memnun kalmadığı sonuçlarla karşılaştığında anında implantı kapatma imkânına sahipler. İmplantlar son şeklini aldığında onlara karşı çıkmak için bir neden bulunmayacak gibi görünüyor.
Beyin uyarım teknolojisinin kullanımında en büyük sorun cihazı beyne yerleştirmek için gereken ameliyat. Uygulanacak cerrahi işlem pahalı ve göz önüne alınması gereken bir beyin ameliyatı riski mevcut. Ancak beyin uyarımı her zaman bu şekilde gerçekleşmiyor. Schlaepfer derin beyin uyarımının hala geliştirilmekte olan bir teknoloji olduğunu belirtiyor. Zaman içinde teknoloji ilerledikçe riskler elbette azalacak. Şu an geliştirilmekte olan ultrason ve elektrot tedavisi de implantların yarattığı sonucu verebiliyor.
Kronik hastalığa sahip hastalar için beyin kontrolü, süper hafıza gibi konular ilk sırada gelmiyor. Onlar daha çok rutin tedaviler, hastalık belirtilerinin takibi ve iyileşme süreçleriyle ilgileniyor. Beyin uyarımını kullanmış olan hastaların neredeyse hepsi hastalık belirtilerinin nasıl kaybolduğunu ve beyin uyarımının onlara ne kadar çok yardım ettiğini anlatıyorlar.
44 yaşında olan Joe Narciso implant kullanmadan önce günde 19 hap alarak yaşıyordu. Asıl hastalığı olan Parkinson haplarının yanında bir de vücudunda ki titremeler için haplar alıyordu. Parkinson hapları onu gergin yapmıştı ve uyumasını engelliyordu. Narciso bunun üzerne uyku hapları da almaya başladı. Hapların vücutta yarattığı kimyasal karışım onu durgun ve sürekli uykulu bir halde kalmasına neden olmuştu. Hapların dozajına bakıldığında başlarda beyin uyarımının etkisi biraz hafif kalmıştı. Narciso ayrıca implantları ilaç kullanmadığı çeşitli belirtiler için de kullanıyordu. Zaman içinde Narciso implantın etkilerini daha fazla hissetmeye başladı ve sonunda hastalığından kurtulmayı başardı.
İsmini vermek istemeyen bir Parkinson hastası ise Mirapex adlı Parkinson ilacının ağır yan etkilerini tecrübe ettikten sonra implant kullanmaya karar vermiş. Mirapex’in en büyük yan etkisi beyinde impuls kontrol bozukluğuna yol açıyor olmasıdır. Bu durumda hasta dürtülerine yenik düşerek kendine ve başkalarına zarar verebilecek duruma gelebiliyordu. Hasta beyin uyarımının bazı yan etkilerini yaşamasına rağmen hiçbiri Mirapex’in verdiği zararların yanından bile geçemezdi. Bir beyin implantı kullanma düşüncesi Mirapex gibi ilaçları kullanmaktan çok daha güvenliydi.
Dee Linde yere düştüğünde kendini kaldıramayacak kadar bir distoni hastasıydı. İmplant ona hareket yeteneğini geri kazandırdı ama aynı zamanda Linde’nin aklını kurcalayan birçok soru bıraktı. İmplant beyin ve vücut arasındaki ilişkiyi nasıl kurabiliyordu? Linde “Derinin altına implant yerleştirileceğini duyduğunuzda biraz ürkmeniz normal ama doktorlar bu konuda psikolojik olmasa bile fizyolojik olarak sizi hazırlamada çok iyiler” diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
“Doktorların beynime ne yaptığıyla ilgilenmiyorum. Eğer eski hayatımı geri kazanacaksam beynime istedikleri kadar kablo yerleştirebilirler yeter ki tekrar sağlığıma kavuşayım.”
Rebecca Serdans’ın aklında da benzer sorular var. Serdans ev temizliklerine giderek hayatını sürdürüyor ve artık tamamen hastanelerden uzak duruyor. Serdans yeni hayatını şu sözlerle açıklıyor “Derin beyin uyarımı size bazı vücut işlevlerinizi geri kazandırıyor ama her şeyi geri vermiyor. Bu aletin bazen insanları benden uzaklaştırdığından endişe ediyorum.” Serdans hala vücudunu sağa döndürürken biraz zorluk çekiyor, özellikle araba sürerken. Her şeye rağmen beyin uyarımı onun hayatında büyük bir öneme sahip. Serdans beyin uyarımının hayatında önemli yer ettiği bir günü şöyle anlatıyor “O zamanlar hemşirelik diplomamı almak için sınavlara hazırlanıyordum. Bir süre sonra ağrılarım o kadar kötüleşti ki sınava hiç çalışamıyordum. Ağrılarımı dindirmek için hemen tek çarem olan beyin uyarımı aldım ve böylece ertesi gün finallerimi başarıyla geçip diplomama kavuştum. O günden bu yana derin beyin uyarımı Serdans’ın hayatına çok fazla şey kattı.
Tuhaf değil mi? İnsan şu soruyu kendine sormadan edemiyor. Kablolarla ve derinin altında bir pille yaşamak. O pil dolu mu yoksa bitiyor mu diye sürekli kontrol etmek. 2015 yılının insanı için bunlar pek normal olmayan şeyler ama gelecek neler getirir bilemeyiz. Serdans gülümseyerek şu sözlerle konuşmasını bitiriyor “Normalin ne anlama geldiğini unuttum. Onu hatırlamıyorum bile.” Kim bilir ilerde hepimiz implantları çok sever belki onlarla yaşamaya başlarız. Kim süper hafızaya sahip olmak istemez ki?
Kaynaklar ve İleri Okuma:
  1. Cognitive Psychology and Cognitive Neuroscience, Wikibook yazarları 2004-2006
  2. Elements of Molecular Neurobiology, C. U. M. SMITH, 3. Baskı 2002
  3. The Verge
  4. DailyMail

Dikkat ve Kısa Süreli Hafıza

Bir arkadaşınız karşınıza geçse ve size sesli olarak uzunca bir sayı söylese; örneğin 1593657292759381380473, bitirdiğinde bu rakamlardan kaç tanesini anında hatırlayabilirsiniz?

“Sihirli” Sayı 

Bazı bilim insanları bu rakamlardan yaklaşık yedi tanesini hatırlayabileceğinizi söylüyor. Daha da açık ifadeyle; 1950’lerde yapılan ve “Artı-eksi iki ile sihirli sayı yedi” isimli bir araştırma makalesinde, bazı bilim insanları beynimizin işler belleğinin (kısa süreli hafıza) genellikle 5 ila 9 adet “şeyi” akılda tutabilme kapasitesinde olduğunu, hatta bazı bilim insanları da bu kapasitenin aslında 4 civarında olduğunu ileri sürüyor.

Burada “şey” ile kastedilen ise; bilginin birimleri ya da parçaları. Söz konusu sayıda ise, örneğin, bir, beş, dokuz, üç şeklinde hatırlayabilirsiniz. Yani sayıdaki her bir rakam bir birim ya da bir parça olarak tanımlanır. Ancak, eğer ki sayıyı farklı şekilde parçalarsanız –örneğin; on beş, doksan üç, altmış beş, yetmiş iki– daha fazla rakamı hatırlayabilirsiniz. Ama her iki durumda da, hatırlanan şey 4 parçadır.

Bu yüzden, bilim insanları işler belleğinizde şeylerin tam sayısını tutabileceğinizi söylediklerinde, bu tekil şeyler;büyüklük, karmaşıklık ve önem şeklinde değişiklik gösterebilir. Her iki şekilde de, işler bellek küçük ancak oldukça önemlidir.

İşler Bellek (Kısa Süreli Hafıza)

İşler bellek nedir? İşler bellek beyninizin bir nevi gösterge panosudur, ön tablosudur. Beyniniz bilginin kalıcı olup olmaması gerektiğine karar verirken, yani uzun süreli hafızaya atma kararını verirken bu bilgiyi geçici olarak beklettiğiniz yerdir.

Öte yandan, farklı duyuların farklı gösterge panosu kapasitesi vardır. Yani; bir şeyi ne kadar hatırlayabileceğiniz, örneğin birisinin size onu söylemesine ya da göstermesine dayalı olarak değişir. Bu nedenle de; işler belleği ayrı ayrı ele almak önemlidir.

Dahası, her kişinin işler bellek kapasitesi farklıdır. İşler bellek (kısa süreli hafıza) kapasitesindeki bu bireysel farklılıklar önemlidir, çünkü bu farklılıklar zekâ gibi şeylerin önemli birer göstergesidir. Yani daha işler bir işler bellek kapasitesi genellikle daha fazla zekâya eşittir.

Peki, neden bazı insanlar diğerlerine kıyasla kısa süreli hafızasında daha fazla şey tutabilir?

“Ivır Zıvırı” Dikkate Almama

Bilime teşekkür etmeliyiz, çünkü Simon Fraser University’den bir grup bilim insanının yaptığı bir araştırma, bazı insanların diğerlerine kıyasla işler belleğinde neden daha fazla şey tutabildiğine dair ışık tutuyor.

Psikoloji profesörü John McDonald öncülüğündeki araştırma ekibi, insanların beyin dalgalarını kaydederek ve ne kadar dikkat gösterdiklerini takip ederek görsel hafızadaki farklılıklara dair bilgi sahibi oldular.

Tam bu noktada; “dikkat ne alaka?” diye sorabilirsiniz. Şöyle ki; dikkat ve hafıza birbirinden ayrılmaz şekilde bağlantılıdır. Bütün dikkatinizi bir nesneye odakladığınızda, nesnenin beyninizdeki betimlemesini artırırsınız ve hatırlaması kolay hale gelir.

Fakat dikkat, bir şeyi hatırlamayı kolaylaştırmanın yalnızca bir yönüdür. Çünkü bir şeye dikkat göstermek; aynı zamanda alakasız her şeyi de dikkate almamak demektir. İşte insanların önemli ölçüde farklılaştığı nokta da burasıdır.

Yapılan araştırmada, daha düşük kapasiteli işler belleğe sahip insanlar alakasız bilgiyi ortadan kaldırmada başarısız oldular. Araştırmacılara göre bu durum; alakalı bilginin ne kadarının hatırlandığından ziyade, alakasız bilgiyi dikkate almamakta ne kadar iyi olunduğuyla alakalı.

Bu da; insan beyninin, alakalı bilgiye dikkat kilitleme ve alakasız bilgiyi dikkate almama işlemlerine dair ayrı süreçler yürüttüğünü gösteren geçmişteki araştırmalarla oldukça uyumlu.

Bu yüzden zekâ; beynimize yalnızca bir seferde ne kadar bilgi tıkabildiğimizle değil, aynı zamanda da ne kadarını dışarıda bırakabildiğimizle alakalı.

Dolayısıyla; bir dahaki sefere, kendinizi bir telefon numarasını ya da bir görüntüyü hatırlamakta zorlanırken bulduğunuzda, ıvır zıvırı dikkate alan beyninizi suçlayın.


Kaynak:

  1. Bilimfili,
  2. Ignoring Stuff Is Good for Your Memory. Scientific American MIND. (2016. February 29)
  3. Miller, George A. The magical number seven, plus or minus two: some limits on our capacity for processing information. Psychological Review, Vol 63(2), Mar 1956, 81-97. http://dx.doi.org/10.1037/h0043158
  4. Cowan N The magical number 4 in short-term memory: a reconsideration of mental storage capacity. Behav Brain Sci. 2001 Feb;24(1):87-114; discussion 114-85.
  5. Nash Unswortha, Keisuke Fukudab, Edward Awha, Edward K. Vogel Working memory and fluid intelligence: Capacity, attention control, and secondary memory retrieval Cognitive Psychology Volume 71, June 2014, Pages 1–26
  6. John M. Gaspara, Gregory J. Christiea, David J. Primeb, Pierre Jolicœurc, and John J. McDonald Inability to suppress salient distractors predicts low visual working memory capacity John M. Gaspar, doi: 10.1073/pnas.1523471113
  7. John M. Gaspar and John J. McDonald Suppression of Salient Objects Prevents Distraction in Visual Search The Journal of Neuroscience, 16 April 2014, 34(16): 5658-5666; doi: 10.1523/JNEUROSCI.4161-13.2014

Okul Çevresindeki Yeşil Alanlar Çocukların Zekalarını Geliştiriyor

Okul çevresindeki devasa yapılar, akan yoğun araç trafiği, korna sesleri, egzos dumanı… Okul çevresindeki havanın normal karbon seviyesinden daha yüksek oranda karbon içermesi… Hiç de yabancı gelmeyen bu tablo; yalnızca astım hastası çocuklar için değil, sağlıklı çocuklar için de tehlike arz ediyor.Öte yandan, doğada zaman geçirmek;mental açıdan daha sağlıklı bir vücutla, daha iyi bir dikkatle ve hem çocuklarda hem de yetişkinlerde daha iyi birduygu durum hali ile ilişkilendiriliyor. Proceedings of the National Academy of Sciences ‘da yayımlanan yeni bir araştırmaya göre; yeşil alanlar havadaki kirlilikten çocukları koruyor ve aynı zamanda da bilişsel yetilerini güçlendiriyor.

yesil-alanlar-beyni-guclendiriyor-bilimfilicom
Dik eksen: İşler bellek Yeşil alan: Okuldaki yeşilliğin fazla olması Sarı alan: Okuldaki yeşilliğin az olması

Barcelona’daki okula giden 2623 çocuk üzerinde yapılan araştırmada, araştırmacılar ilk kez çocukların evleri, okul güzergahları ve okullarının çevresindeki yeşil alan miktarlarını ölçtü. Sonrasında bir dizi test ile çocukların işler bellekleri (kısa süreli hafıza) ve dikkat süreleri ölçüldü.

Bir yılın sonunda; okullarının çevresinde daha fazla yeşil alanın bulunduğu çocukların; işler bellek ve dikkat sürelerinde daha fazla gelişim gösterdikleri görüldü. Bulgu; araştırmacıların sosyo-ekonomik statüyü kontrollü tuttuklarında bile doğruluğunu korudu. (Okula gidiş güzergahı ve ev çevrelerinin yeşil alan olmasının güçlü bir etkisi olmadığı görüldü.)Araştırmacılar; okul çevresindeki yeşilliğin yalnızca aşırı karbonu emmekle kalmadığını, yeşil alanların aynı zamanda ferah bir hareket alanına dair olanakları artırırken şehir gürültüsünü ve buna bağlı stresi de azalttığını söylüyorlar. Araştırma sonuçları; yeşil alanların okul çevreleri için önemli bir faktör olduğunu ortaya koyuyor.


Kaynak:

  1. Bilimfili,
  2. Olga Khazan, “Green Spaces Make Kids Smarter”, 
  3. Payam Dadvand, Mark J. Nieuwenhuijsen, Mikel Esnaola, Joan Forns, Xavier Basagaña, Mar Alvarez-Pedrerol, Ioar Rivas, Mónica López-Vicente, Montserrat De Castro Pascual, Jason Suf, Michael Jerrettg, Xavier Querole, and Jordi Sunyer  Green spaces and cognitive development in primary schoolchildren Proceedings of the National Academy of Sciences May 15, 2015 vol. 112 no. 26 > Payam Dadvand, 7937–7942, doi: 10.1073/pnas.1503402112