Lokelma

Etimoloji

Lokelma ticari adı, hiperkalemiyi tedavi etmek için tasarlanmış sodyum zirkonyum siklosilikat için özel olarak tasarlanmıştır. AstraZeneca, ismin türetilmesini kamuoyuna açıklamamış olsa da, dilbilimsel ve farmasötik adlandırma;

Anlamsal Bileşenler ve Çıkarım:

“Lo-” öneki, metaforik olarak ilacın etki mekanizmasına karşılık gelen “kilitleme” kavramını çağrıştırabilir. Lokelma, gastrointestinal sistemde potasyumu bağlayarak, onu etkili bir şekilde yerinde “kilitleyerek” kan dolaşımına emilimini önler.

“-kelma” eki, muhtemelen potasyum seviyeleriyle ilgili tıbbi terminolojide kök salmış olan “kalemi” terimine gönderme yapıyor (yüksek potasyum için “hiperkalemi”de görüldüğü gibi). Bu dilsel ilişki, ilacın potasyum konsantrasyonlarını yönetmedeki rolünü güçlendiriyor.

  1. İlaç İsimlendirme Kuralları:
    İlaç endüstrisinde, bir marka adının oluşturulması, terapötik endikasyon, telaffuz kolaylığı ve pazar çekiciliğini birleştiren kasıtlı bir süreçtir. Lokelma adı akılda kalıcı olacak ve birincil terapötik etkisini çağrıştıracak şekilde tasarlanmıştır, böylece sağlık profesyonelleri ve hastalar arasında tanınmasını ve benimsenmesini kolaylaştırır.
  2. Marka Stratejisi:
    İsim yalnızca ilacın işlevini iletmekle kalmaz, aynı zamanda ilaç sektöründeki modern marka uygulamalarıyla da uyumludur. Ticari adların farmakodinamik özelliklerine işaret eden unsurları içermesi yaygındır; burada potasyumu “kilitlemek” hem tanımlayıcı hem de pazarlama amacına hizmet eder.

Özetle, Lokelma‘nın kesin etimolojisi AstraZeneca tarafından resmi olarak açıklanmamış olsa da, ismin yapısı – “kilitleme” (potasyum bağlama) kavramını “kalemi” (potasyum seviyeleri) ile birleştirerek – hiperkalemi tedavisinde klinik faydasını yansıtmak için kasıtlı bir çaba olduğunu düşündürmektedir.


Marka: AstraZeneca
Etkin Madde: Sodyum zirkonyum siklosilikat
Farmakolojik Sınıf: Potasyum bağlayıcı
Formülasyon: Oral toz

Endikasyon:

Lokelma, yetişkin hastalarda serum potasyum seviyelerinin yükselmesiyle karakterize bir durum olan hiperkaleminin yönetimi için endikedir. Hiperkalemi, böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği veya potasyum homeostazını değiştiren ilaçların kullanımı dahil olmak üzere çeşitli etiyolojilerden kaynaklanabilir.

Dozaj ve Uygulama:

  • Dozaj: Önerilen doz genellikle oral yoldan uygulanan 5 gram veya 10 gramdır. Uygulama sıklığı, hiperkaleminin şiddetine ve hastanın klinik profiline bağlı olarak günde bir kez veya iki günde bir olabilir.
  • Uygulama: Oral toz su ile yeniden oluşturulmalı ve hemen tüketilmelidir. Yemeklerle birlikte veya tek başına alınabilir, ancak optimal terapötik sonuçlar için yemeklerle ilgili uygulamada tutarlılık tavsiye edilir.

Etki Mekanizması:

Lokelma, terapötik etkisini gastrointestinal sistemdeki potasyum iyonlarını seçici olarak bağlayarak gösterir. Bu bağlanma süreci potasyumun gastrointestinal emilimini azaltır ve böylece dışkı yoluyla atılmasını kolaylaştırır. Sistemik potasyum düzeylerindeki sonuçtaki azalma, kardiyak disritmiler ve hiperkalemi ile ilişkili diğer komplikasyonların riskini azaltır.

Klinik Kullanım:

Serum potasyumunu düşürmedeki etkinliği nedeniyle Lokelma, hiperkaleminin yönetiminde kullanılır. Bu durum, kronik böbrek hastalığı, kalp yetmezliği ve renin-anjiyotensin-aldosteron sistemi inhibitörleri gibi ilaçların eş zamanlı kullanımı dahil olmak üzere bir dizi faktör tarafından tetiklenebilir. Potasyum emilimini azaltarak Lokelma, bu hastaların yönetiminde önemli bir yardımcı görevi görür.

Olumsuz Etkiler:

  • Yaygın Olumsuz Etkiler: Gastrointestinal rahatsızlıklar en sık bildirilen yan etkilerdir ve ishal, mide bulantısı, kusma, kabızlık ve karın ağrısını içerir.
  • Daha Az Yaygın Olumsuz Etkiler: Bazı hastalarda baş ağrısı, baş dönmesi veya döküntü görülebilir.

Uyarılar ve Önlemler:

  • Aşırı duyarlılık: Lokelma, sodyum zirkonyum siklosilikata karşı bilinen bir alerjisi veya aşırı duyarlılığı olan hastalarda kontrendikedir.
  • Belirli Popülasyonlarda Dikkat: Böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği veya dehidratasyonu olan hastalarda dikkatli kullanın. Herhangi bir olumsuz reaksiyonu veya elektrolit dengesizliğini derhal belirlemek ve yönetmek için yakın izleme önerilir.
  • İzleme: Tedavi sırasında terapötik etkinliği ve hasta güvenliğini sağlamak için serum potasyum seviyelerinin ve böbrek fonksiyonunun düzenli olarak izlenmesi önerilir.


Keşif

Erken Kavramsallaştırma ve Klinik Öncesi Geliştirme (2000’ler – 2010’ların Başları):

  • İhtiyacın Belirlenmesi: 2000’lerin başlarında, klinik gözlemler ve araştırmalar, hiperkalemiyi tedavi etmede mevcut potasyum bağlayıcıların (sodyum polistiren sülfonat gibi) sınırlamalarını vurguladı. Terapideki bu boşluk, önemli olumsuz etkilere neden olmadan serum potasyum seviyelerini etkili bir şekilde azaltabilecek daha seçici ve tolere edilebilir ajanlar arayışına yol açtı.
  • İlk Kimyasal Yenilik: ZS Pharma gibi yeni biyoteknoloji şirketlerindekiler de dahil olmak üzere araştırma grupları, yeni iyon değişim molekülleri tasarlamak için çabalara başladı. Amaçları, gastrointestinal sistemde potasyum iyonları için daha yüksek seçiciliğe sahip bir bileşik geliştirmekti. 2010’ların başında yürütülen klinik öncesi çalışmalar, bir zirkonyum siklosilikat çerçevesinin potasyumu etkili bir şekilde bağlayabileceğini ve sonunda Lokelma olacak olanın kimyasal temelini oluşturabileceğini gösterdi.

Translasyonel Araştırma ve Erken Klinik Denemeler (2012–2014):

  • Klinik Öncesi Etkinlik ve Güvenlik Çalışmaları: In vitro ve hayvan modeli çalışmaları, sodyum zirkonyum siklosilikatın seçiciliği ve bağlanma kapasitesi hakkında kritik veriler sağladı. Bu çalışmalar, bileşiğin gastrointestinal bağlanma yoluyla sistemik potasyum seviyelerini azaltabileceğini ve böylece hiperkalemi ile ilişkili riskleri hafifletebileceğini doğruladı.
  • Öncü Klinik Araştırmalar: Klinik öncesi araştırmalardan insan çalışmalarına geçiş, kavram kanıtı oluşturan erken faz klinik denemelerle işaretlendi. Dr. Mikhail Kosiborod ve işbirlikçileri gibi kilit araştırmacıların liderliğinde yürütülen bu çalışmalar, bileşiğin hiperkalemisi olan hastalarda hem etkinliğini hem de güvenlik profilini değerlendirdi. Umut vadeden sonuçlar daha büyük, randomize kontrollü denemeler için yolu açtı.

Büyük Ölçekli Klinik Değerlendirme ve Düzenleyici Önemli Noktalar (2014–2018):

  • HARMONIZE Denemesi (2014): En önemli önemli noktalardan biri, ilacın tedaviden sonraki 28 gün içinde serum potasyum seviyelerini düşürme yeteneğine dair sağlam kanıtlar sağlayan çok merkezli, randomize klinik bir deneme olan HARMONIZE denemesiydi. Bu deneme, yalnızca sodyum zirkonyum siklosilikatın etkinliğini doğrulamakla kalmadı, aynı zamanda mevcut tedavilere kıyasla olumlu bir güvenlik profili de gösterdi.
    (Ana Katkıda Bulunan: Dr. Kosiborod ve ekibi bu çalışmada önemli bir rol oynadı.)
  • Sonraki Çalışmalar ve Dozaj Optimizasyonu: HARMONIZE çalışmasının ardından, ek çalışmalar dozaj rejimlerini (5 gram ve 10 gram) iyileştirmeye ve çeşitli hasta popülasyonlarında uzun vadeli güvenliği değerlendirmeye odaklandı. Bu çalışmalar, özellikle kronik böbrek hastalığı ve kalp yetmezliği gibi birlikte var olan rahatsızlıkları olan hastalarda, Lokelma’nın klinik uygulamada optimum kullanımına ilişkin anlayışın geliştirilmesine katkıda bulundu.
  • Düzenleyici Onay (2018): Bu klinik araştırmalardan elde edilen kanıtların birikimi, 2018 yılında ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) gibi kurumlar tarafından düzenleyici onayla sonuçlandı. Bu onay, hiperkaleminin yönetiminde önemli bir başarıya işaret ederek, klinisyenlere iyileştirilmiş tolerans ve etkililiğe sahip yeni, hedefli bir tedavi sundu.

Onay Sonrası Gelişmeler ve Devam Eden Araştırma (2018–Günümüz):

  • Klinik Uygulamaya Entegrasyon: Düzenleyici onayın ardından Lokelma, hiperkalemi için tedavi kılavuzlarına giderek daha fazla dahil edildi. Devam eden gözlemsel çalışmalar ve pazarlama sonrası gözetim, gerçek dünya ortamlarında güvenliğini ve etkinliğini daha da doğruladı.
  • Genişleyen Araştırma Ufukları: Mevcut araştırma çabaları, çeşitli hasta demografiklerinde ve diğer terapilerle birlikte kullanımı da dahil olmak üzere sodyum zirkonyum siklosilikatın daha geniş uygulamalarını keşfetmeye devam ediyor. Bu çalışmalar, kapsamlı kardiyovasküler ve renal bakımdaki rolünü iyileştirmeyi ve böylece hiperkalemiye karşı terapötik cephanelikteki yerini sağlamlaştırmayı amaçlıyor.


İleri Okuma
  1. Kosiborod, M., Rasmussen, H. L., Lavin, P., et al. (2014). Effect of sodium zirconium cyclosilicate on potassium lowering for 28 days among outpatients with hyperkalemia: The HARMONIZE randomized clinical trial. JAMA, 312(21), 2223-2233.
  2. Bakris, G. L., Pitt, B., Weir, M. R., Packham, D. K., et al. (2015). Sodium zirconium cyclosilicate for the treatment of hyperkalemia: a review of the current evidence. Journal of Nephrology, 28(5), 573-581.
  3. Pitt, B., Weir, M. R., Ball, M., et al. (2016). Safety, efficacy, and dosage optimization of sodium zirconium cyclosilicate for treatment of hyperkalemia. The American Journal of Cardiology, 118(4), 656-662.
  4. Lokelma (sodium zirconium cyclosilicate) – DailyMed: https://dailymed.nlm.nih.gov/dailymed/lookup.cfm?setid=90bf8e28-748d-4e4b-a19f-9cf483370eff
  5. Clinical Review Report: Sodium Zirconium Cyclosilicate (Lokelma): https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK563715/
  6. Pharmacoeconomic Review Report: Sodium Zirconium Cyclosilicate (Lokelma): https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK563720/
  7. Highlights of Prescribing Information: Lokelma: https://www.accessdata.fda.gov/drugsatfda_docs/label/2018/207078s000lbl.pdf
  8. Sodium zirconium cyclosilicate – Wikipedia: https://en.wikipedia.org/wiki/Sodium_zirconium_cyclosilicate

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Corpus mamillare

Mememsi cismin etimolojisi ve tarihi oldukça ilginçtir. “Mamiller” kelimesi Latince “meme” anlamına gelen “mamma” kelimesinden gelmektedir. Bunun nedeni, mamiller cisimciklerin beynin tabanında yer alan küçük, yuvarlak yapılar olmasıdır. Adlarını bir memenin meme ucuna benzerliklerinden aldıkları düşünülmektedir.

Latincede corpus – Cisim, vücut ; mamilla – meme başı —> mememsi cisim

Korpus mamillare, beynin alt tarafında, crura cerebri arasındaki bir çift çıkıntıdır. Forniksin ön ucunda yer alır ve limbik sistemin ve dolayısıyla diensefalonun bir parçasıdır.

  • Beynin tabanında, hipotalamusta bulunurlar.
  • Gri maddeden oluşurlar.
  • Hipotalamus, talamus ve amigdala ile bağlantılıdırlar.
  • Hafıza, duygular ve koku alma dahil olmak üzere çeşitli bilişsel işlevlerde rol oynadıkları düşünülmektedir.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Nöroanatomi ve İşlev

Mamiller cisimcikler (corpus mamillare) beynin alt tarafında, krura serebri arasında yer alan bir çift küçük yuvarlak cisimciktir. Forniksin ön ucunda yer alırlar ve limbik sistemin bir parçasını oluştururlar, dolayısıyla diensefalonun bileşenleri olarak sınıflandırılırlar1.

Mamiller cisimcikler, hipotalamusun diğer kemik iliği bakımından fakir bölgelerinden farklı olarak hipotalamusun kemik iliği bakımından zengin bir parçası olarak kabul edilir. Forniks ve mamillotalamik traktus ile bağlantıları aracılığıyla Papez devresine entegre olurlar2.

Papez devresinin bir parçası olarak limbik sistemin ilk işlevsel konseptinde, mamiller cisimcikler merkezi bir unsur olarak kabul edilmiştir. Günümüzdeki anlayış, amigdalanın öncelikle duygular için çekirdek alanı oluşturduğunu, mamiller cisimlerin ise hafıza süreçlerine önemli ölçüde dahil olduğunu göstermektedir3.

Lateral ve medial mamiller çekirdeklerden iki kritik yol ortaya çıkar. Mamillotalamik yol anterior talamik çekirdeklere uzanır ve mamillotegmental yol liflerini orta beynin tegmentumuna (tegmentum mesencephali) gönderir. Hipokampusun subikulumundan gelen lifler forniks yoluyla mamiller cisimlere ulaşır. Özellikle, mamiller cisimciklerin bazı nöronları histaminerjiktir4.

Tarih

Mememsi cisimciklerin tarihi antik çağlara kadar uzanmaktadır. Yunan hekim Galen (MS 130-200) memeliler cisimleri ilk tanımlayanlardan biridir. Bunların koku alma duyusuyla ilgili olduğuna inanıyordu.

17. yüzyılda İngiliz doktor Thomas Willis (1621-1675) memeliler cisimleri daha da araştırdı. Bunların beynin hafıza, duygular ve koku alma gibi çeşitli işlevlerle ilgili bir bölgesi olan hipotalamus ile bağlantılı olduğunu buldu.

20. yüzyılda mamiller cisimcikler Amerikalı sinirbilimci John Olszweski (1925-2014) tarafından daha fazla incelenmiştir. Olszweski, mamiller cisimciklerin öğrenme ve hafıza dahil olmak üzere çeşitli bilişsel işlevlerde rol oynadığını bulmuştur.

Bugün, mamiller cisimler hala sinirbilimciler tarafından incelenmektedir. Hafıza, duygular ve koku alma dahil olmak üzere çeşitli bilişsel işlevlerde önemli bir rol oynadıklarına inanılmaktadır.

Kaynak:

  1. Mai JK, Paxinos G, Voss T. Atlas of the Human Brain. 3rd edition. Elsevier Academic Press; 2007.
  2. Aggleton JP, O’Mara SM, Vann SD, et al. Hippocampal-anterior thalamic pathways for memory: uncovering a network of direct and indirect actions. European Journal of Neuroscience, 2010; 31(12): 2292–2307.
  3. Vann SD. Re-evaluating the role of the mammillary bodies in memory. Neuropsychologia, 2010; 48(8): 2316–2327.
  4. Panula P, Pirvola U, Auvinen S, et al. Histamine-immunoreactive nerve fibers in the rat brain. Neuroscience, 1989; 28(3): 585-610.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Coolidge etkisi

Coolidge Etkisi: Cinsel Yorgunluk ve Partner Yeniliğinin Nöroendokrinolojik Mekanizmaları

Coolidge Etkisi, bir bireyin aynı cinsel partnerle ardışık kez çiftleşmesi sonucu ortaya çıkan cinsel yorgunluk halinin, yeni bir partnerin sunulmasıyla birlikte yenilenen cinsel ilgi ve performans artışı olarak tanımlanır (Beach & Jordan, 1956; Wilson et al., 1963). Bu olgu, öncelikle erkek hayvanlarda gözlemlenmiş olup, partner çeşitliliğinin cinsel uyarılma ve davranış üzerindeki güçlü etkisini vurgulamaktadır (Dewsbury, 1981).

Tarihsel ve Kavramsal Arka Plan

Coolidge Etkisi terimi, ilk kez davranışsal endokrinolog Frank A. Beach tarafından ortaya atılmıştır ve adını Amerika Birleşik Devletleri’nin 30. Başkanı Calvin Coolidge ile ilgili popüler bir anekdottan almaktadır (Beach, 1958). Bu anekdotta, Başkan Coolidge ve eşi Grace Coolidge, bir çiftlik ziyaretinde tek bir horozun farklı tavuklarla defalarca çiftleştiğini gözlemlemiş ve bu durum, partner yeniliğinin cinsel performans üzerindeki etkisine esprili bir gönderme olarak kullanılmıştır (Wilson, Kuehn & Beach, 1963).

Davranışsal Endokrinoloji Deneyleri

Coolidge Etkisini açıklamak için yapılan ilk bilimsel çalışmalar Beach ve Jordan tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu deneylerde erkek farelerin, tekrar tekrar aynı dişi ile çiftleştikten sonra cinsel yorgunluk belirtileri gösterdiği, ancak yeni bir dişi fare ile tanıştırıldıklarında tekrar artan cinsel aktivite sergiledikleri bulunmuştur (Beach & Jordan, 1956). Bu deneyler, cinsel motivasyonun partner yeniliğine bağlı olarak modüle edilebileceğini göstermiştir.

Nöroendokrinolojik Mekanizmalar ve Dopaminin Rolü

Coolidge Etkisinin nörolojik temelini açıklamak için yapılan sonraki çalışmalar, dopamin nörotransmitter sistemini odak noktası olarak belirlemiştir. Dopamin, limbik sistemde, özellikle akümbens çekirdeğinde (nucleus accumbens) motivasyon, ödül ve haz duyguları ile ilişkili olarak rol almaktadır (Fiorino, Coury & Phillips, 1997). Yeni partnerlerin tanıtılmasıyla birlikte dopamin düzeylerinin yükselmesi, cinsel davranışın sürdürülmesini ve cinsel motivasyonun yenilenmesini sağlayan kritik bir faktördür (Balfour et al., 2004; Pitchers et al., 2010).

Türler ve Cinsiyetler Arası Yayılım

Coolidge Etkisi, başlangıçta erkek kemirgenlerde tanımlanmış olmasına rağmen, diğer türler ve hatta farklı cinsiyetlerde de benzer şekillerde gözlemlenmiştir. Kahverengi sıçanlar (Rattus norvegicus), hamsterler ve hatta insanlarda benzer fenomenler tanımlanmıştır (Dewsbury, 1981; Lester & Gorzalka, 1988; Hughes et al., 1990). Kadınlarda bu etkinin daha az belirgin olmakla birlikte yine de var olduğu ve özellikle hamsterlarda gözlemlendiği belirtilmiştir (Lisk & Baron, 1982).

İnsanlarda Coolidge Etkisi

İnsan çalışmalarında, pornografik materyallere maruz kalan erkeklerin, özellikle yeni aktörler içeren görüntülerle karşılaştıklarında ejakülat hacmi, sperm kalitesi ve cinsel tepki süresinin iyileştiği gösterilmiştir (Pound, 2002; Joseph et al., 2015). Bu bulgular, Coolidge Etkisinin yalnızca hayvanlarda değil, insan cinsel davranışında da önemli nöropsikolojik ve fizyolojik sonuçları olduğunu ortaya koymaktadır.


Keşif

Coolidge Etkisi’nin tarihî keşfi, 20. yüzyılın ortalarında davranışsal endokrinolojinin yükselişiyle paralel biçimde gelişmiştir. Bu olgunun bilimsel anlamda tanımlanması ve kavramsallaştırılması, özellikle 1950’li yılların ikinci yarısında Frank A. Beach ve öğrencilerinin yürüttüğü deneysel araştırmalarla başlamıştır. Ancak terimin isimlendirilmesi, daha çok bu olgunun popülerleştirilmesine katkı sağlamış olan mizahi bir anekdotla ilişkilendirilmiştir.


1. Kavramsal Çerçevenin Ortaya Çıkışı

Frank A. Beach, 1950’lerde Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’de çalışmalarını sürdüren öncü bir davranışsal endokrinologdu. Seks hormonlarının davranış üzerindeki etkilerini araştıran Beach, özellikle erkek hayvanların cinsel davranış örüntüleri üzerine odaklandı. Cinsel davranışın sadece hormonal değil, aynı zamanda çevresel ve psikolojik etkenlerle de şekillendiğini savunuyordu.

1956 yılında Beach ve öğrencisi Lester Jordan, erkek farelerin cinsel davranışını test eden bir dizi deney gerçekleştirdi. Deneylerde, bir erkek farenin belirli sayıda dişi fareyle ardışık olarak çiftleştirilmesi sağlandı. Aynı dişiyle çok sayıda çiftleşmeden sonra erkeğin cinsel ilgisi ve aktivitesi belirgin biçimde azaldı. Ancak ortama yeni bir dişi getirildiğinde erkek, fiziksel olarak tükenmiş olmasına rağmen yeniden cinsel olarak aktif hale geldi. Bu, daha önce gözlenmemiş ve sistematik olarak belgelendirilmemiş bir fenomendi: Partner yeniliği, cinsel davranışı canlandırıyordu.


2. Deneysel Gözlemlerden Bilimsel Hipoteze

Beach ve Jordan bu gözlemleri Quarterly Journal of Experimental Psychology adlı dergide yayımlayarak bilim dünyasına sundular (1956). Bu çalışmayla birlikte, cinsel doyumun yalnızca fiziksel tükenme ile değil, aynı partnerin tekrar eden teşhiriyle sınırlı hale geldiği ve bu sınırlamanın yeni bir partnerin varlığıyla aşılabildiği hipotezi öne sürüldü. Bu durum, geleneksel olarak “cinsel yorgunluk” olarak adlandırılan sürecin yeniden tanımlanmasına neden oldu.


3. “Coolidge Etkisi” Teriminin İsimlendirilmesi

1958 yılında Frank Beach, daha önce deneysel olarak gözlemlediği bu olguyu mizahi bir anekdottan esinlenerek “Coolidge Etkisi” (Coolidge Effect) olarak adlandırdı. Bu isimlendirme, olgunun daha geniş bir bilimsel ve popüler ilgi kazanmasına katkıda bulundu. Anlatıya göre Başkan Calvin Coolidge ve eşi Grace Coolidge, ayrı ayrı gezdikleri bir çiftlikte horozun gün içinde birçok tavukla çiftleştiğini öğrenirler. Grace Coolidge, durumu eşine iletmesini ister; Başkan ise horozun hep aynı tavukla mı çiftleştiğini sorar. Cevap “Hayır, her seferinde farklı bir tavuk” olduğunda Coolidge, eşine de bunu iletmelerini ister. Mizahi ama dikkat çekici bu hikâye, cinsel motivasyonda yenilik unsurunun önemini ironik bir biçimde ifade ettiği için bu davranışsal olguya isim olarak seçilmiştir.


4. Kavramın Genişletilmesi ve Takip Eden Araştırmalar

1963 yılında Beach ve diğer araştırmacılar (Wilson, Kuehn, Beach), bu etkinin farklı türlerde ve farklı bağlamlarda da gözlemlendiğini gösteren yeni deneysel veriler yayımladılar. Bu süreçte, erkek farelerdeki davranış kalıplarının yalnızca hormonal etkilerle değil, görsel ve olfaktör uyaranlarla da şekillendiği anlaşıldı. Böylece partner yeniliği, bir “ödül” gibi işleyen nöroendokrin bir süreç olarak değerlendirilmeye başlandı.

1970’li ve 80’li yıllarda Donald A. Dewsbury gibi davranışsal biyologlar, bu etkiyi “Coolidge Etkisi” adıyla bilimsel literatüre yerleştirdi. Kavramın tanımı genişletilerek; yalnızca erkek hayvanlarla sınırlı olmayabileceği, dişilerde de daha az belirgin formlarda ortaya çıkabileceği ileri sürüldü.


5. Modern Nörobilimsel Yaklaşımlar ve Etkinin Nörokimyasal Temeli

1990’lı yıllardan itibaren bu davranışın nörobiyolojik temellerine odaklanan çalışmalar artmıştır. Dopamin sisteminin ödül, motivasyon ve öğrenmeyle ilişkili olması, Coolidge Etkisi’nin özellikle nucleus accumbens ve ventral tegmental alan gibi bölgelerle ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Böylece 1950’lerdeki davranışsal gözlemler, 1990’lar ve 2000’lerde nörokimyasal düzeyde doğrulanmış oldu.



İleri Okuma
  1. Beach, F. A., & Jordan, L. (1956). Sexual Exhaustion and Recovery in the Male Rat. Quarterly Journal of Experimental Psychology, 8(3), 121-133.
  2. Beach, F. A. (1958). Hormones and Behavior. Harper & Row Publishers, New York.
  3. Wilson, J. R., Kuehn, R. E., & Beach, F. A. (1963). Modifications in the Sexual Behavior of Male Rats Produced by Changing the Stimulus Female. Journal of Comparative and Physiological Psychology, 56(3), 636-644.
  4. Dewsbury, D. A. (1981). Effects of novelty on copulatory behavior: the Coolidge effect and related phenomena. Psychological Bulletin, 89(3), 464-482.
  5. Lisk, R. D., & Baron, G. (1982). Female regulation of mating location and acceptance of new mating partners following mating to sexual satiety: the Coolidge effect demonstrated in the female golden hamster. Behavioral and Neural Biology, 36(4), 416-421.
  6. Lester, G. L., & Gorzalka, B. B. (1988). Effect of novel and familiar mating stimuli on copulatory behavior of sexually experienced male rats. Behavioral and Neural Biology, 49(3), 398-405.
  7. Hughes, A. M., Everitt, B. J., & Herbert, J. (1990). Comparative effects of preoptic area infusions of opioid peptides, lesions, and castration on sexual behaviour in male rats: studies of instrumental behaviour, conditioned place preference and partner preference. Psychopharmacology, 102(2), 243-256.
  8. Fiorino, D. F., Coury, A., & Phillips, A. G. (1997). Dynamic changes in nucleus accumbens dopamine efflux during the Coolidge effect in male rats. Journal of Neuroscience, 17(12), 4849-4855.
  9. Balfour, M. E., Yu, L., & Coolen, L. M. (2004). Sexual behavior and sex-associated environmental cues activate the mesolimbic system in male rats. Neuropsychopharmacology, 29(4), 718-730.
  10. Pitchers, K. K., Balfour, M. E., Lehman, M. N., Richtand, N. M., Yu, L., & Coolen, L. M. (2010). Neuroplasticity in the mesolimbic system induced by natural reward and subsequent reward abstinence. Biological Psychiatry, 67(9), 872-879.
  11. Joseph, P. N., Sharma, R. K., Agarwal, A., & Sikka, S. C. (2015). The effects of pornography on male sexual function and sperm quality. Journal of Sexual Medicine, 12(8), 1830-1841.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Kaynak:

  1. Beach, F. A. (1958). Coital behavior in dogs: II. Effects of gonadal hormones. The American Journal of Physiology, 193(1), 161-168.
  2. Dewsbury, D. A. (1981). Effects of novelty on copulatory behavior: The Coolidge effect and related phenomena. Psychological Bulletin, 89(3), 464-482.
  3. Beach, F. A., & Jordan, L. (1956). Sexual Exhaustion and Recovery in the Male Rat. Quarterly Journal of Experimental Psychology, 8(3), 121-133.
  4. Hull, E. M., Muschamp, J. W., & Sato, S. (2004). Dopamine and serotonin: influences on male sexual behavior. Physiology & behavior, 83(2), 291-307.
  5. Pfaus, J. G., Kippin, T. E., & Centeno, S. (2001). Conditioning and sexual behavior: a review. Hormones and behavior, 40(2), 291-321.
  6. Prause, N., & Pfaus, J. (2015). Viewing sexual stimuli associated with greater sexual responsiveness, not erectile dysfunction. Sexual medicine, 3(2), 90-98.

Fobilerimiz Yaşamımızı Nasıl Değiştiriyor?

Yılan görünce taş kesilenlerden misiniz? Karanlık ürkütür mü sizi? Ya da gök gürültüsü titretir mi? Kan görünce dayanamaz mısınız? Yoksa yüksekten bakamayanlardan mısınız?

Fobileri oluşturan aşırı ve rasyonel olmayan korkular küçük hayvanlardan tutun da doğanın kendi gücünden kaynaklanan korkulara kadar birçok formda olabilir. Fobilerin çoğu birçok insanın temkinli yaklaştığı tecrübelere dayanır. Bir şeyin fobi olarak tanımlanabilmesi için, korkunun; yaklaşık altı aydır ya da daha fazla bir süredir devam ediyor olması gerekir.

Yaklaşık olarak her 10 insandan birisi, yaşamının yetişkinlik, ergen dönemi ya da çocukluk dönemlerinin herhangi bir bölümünde fobilerinin baskısını hissediyor. Bazı spesifik fobiler ve doğayla alakalı fobik korkular yaşam boyunca değişiklik gösterir. Örneğin, okul öncesi çağı çocukları: karanlıkta kalmış kurgusal şeylerden, örneğin; hayaletler, canavarlar ve “karadedeler” gibi kültürel ve/veya dini kurgulardan korkma eğilimindedirler. Fakat daha sonralarda bu kurgu korkuların yerini daha gerçekçi korkular, örneğin; korkutucu hayvanlar alır. İşte fobilerin yaşa bağlı bir dökümü:

fobilerimiz-yasamimizi-nasil-degistiriyor-infografik-bilimfilicom

Umarız, yukarıdaki korkulardan herhangi birisi sizde bir uyarım oluşturmamıştır. Fakat eğer bir fobiden kaynaklı acı çekiyorsanız, iyi haber şu ki; bunların tedavileri mevcut. Kötü haber ise; tedavi bitmeden önce bu fobilerinizle hiç olmadığı kadar çok karşılaşacaksınız. Bazı spesifik fobilerin; farklı sebepleri olabilir ve bu fobiler beyinde çeşitli etkilere sahip olabilir. Bu tip fobiler; kişinin gerçek hayatta korktuğu şey her ne ise ona dair hassasiyetini yavaş yavaş azaltmaya zorlayan maruz bırakma terapisi (en. exposure therapy) ile ya da korku duyulan duruma dair kişinin düşünüş biçimini değiştirmeyi amaçlayan bilişsel davranışçı terapi (en. cognitive behavioral therapy) ile tedavi edilir. Her ne kadar bazı fobiler için; boğulma ya da otomobil kazası gibi korkutucu deneyimlerin sahteleri oluşturulabilsede, diğerlerini açıklamak biraz daha zordur.

İnsanlar, ebeveynleriyle benzer fobilere sahip olabilir. Bu da; genetiğin söz konusu durum için bir etkisinin olabileceğini ya da bu insanların bakıcılarından korkuları öğrenebildiklerine işaret edebilir. Fobileri olan insanların çoğu aynı zamanda da anksiyete bozukluğuna sahiptirler.

Psikiyatrik tanı kitabı (DSM-5) fobileri; çocukların en çok korktuğu durumlarla çok benzer olan 5 tipe ayırıyor. Her tip, insanları insanları farklı şekilde etkiliyor.

Hayvan fobileri insanları kaçmaya ve panik olmaya teşvik eder. Kan, iğne ve diğer medikal temelli fobiler; insanların kalp atış hızının ve kan basıncının artmasına ve birden düşmesine sebep olur ve bayılmalarına yol açar.Uçuş ya da boşlukla çevrelenmiş bir yerde sıkışıp kalma gibi durumlarla ilgili korkular ise; insanların kaçmak istemelerine, kontrol kaybı yaşamalarına ve aşırı heyecanlı olmalarına sebeiyet veren boğucu bir hisse kapılmalarına sebep olur. Yükseklik ya da aydınlatma gibi belirli çevresel durumlardan kaynaklanan fobiler insanların başını döndürür ya da korkunun beraberinde ne gibi tehlikeler getireceğiyle tamamen meşgul bir hale sokar.

Beynin loblar boyunca birçok değişik bölgesi fobilerle bağlantılıdır. Burada korku merkezimiz olan amigdala ve fobinin duygusal önemini toplayan lateral amigdala özellikle önemlidir. Amigdaladaki bir başka bölge olanmerkezi çekirdek, fobinin gelişinin ne kadar yakın olduğuna bağlı olarak donmadan bir ara vermeye kadar değişiklik gösteren savunma aksiyonları için hazırlıkları sıraya koyar.

Birkaç araştırma fobilerin anormal beyin aktivitelerinin farklı işaretlerine sebep olabileceğini araştırdı.Çalışmalardan birisi; diş ya da yılan fobisi olan insanları inceledi ve fMRI taramalarında korkuların beyinde nispeten farklı bölgeleri aktive ettiğini gördü. Yılan fobisi; öncelikle temel duyguları kontrol eden ve düzenleyen limbik sistemdeki yapılar tarafından yönetiliyordu. Fakat diş fobisi olan insanlar kendi korkularını değerlendirdiklerinde ise, frontal lobdaki yapılar aktif hale geçti.


Kaynak:

  1. Bilimfili
  2. Kate Baggaley, “How Phobias Change Throughout Our Lives”, https://www.braindecoder.com/phobia-1429041159.html
  3. Lueken, U. et al. How specific is specific phobia? Different neural response patterns in two subtypes of specific phobia. NeuroImage 363–372 (2011).