Tatil sezonun bitimine yaklaştıkça, önceden sarışın olan birçok insanın artık etrafta esmer dolaşmaya başladığına daha da çok şahit oluruz. Bunun sebebinin ne olduğunu tabii ki biliyoruz, güneşlenerek ya da bir şekilde güneş ışığına maruz kalarak bronzlaşıyorlar. Yalnızca çevrenizle de sınırlı değil; eğer tatile gidebilen şanslı kişilerdenseniz ve güneşlenmeyi seviyorsanız, teninizdeki bu renk değişimine doğrudan tanıklık etmişsinizdir. Peki nasıl oluyor da güneş ışığına maruz kaldığımızda tenimizin renginde değişim meydana geliyor?
Konuya geçmeden önce, güneş ışığının ne olduğunu detaylandırmak gerekiyor.
Güneş ışığı, Dünya’ya 3 farklı formda ulaşır: kızılötesi, görünür ışık ve morötesi ışık. Morötesi ışık da 3 kategoriye ayrılır.
315-400 nm aralığında olan, bronzlaşma ile ilişkili olan ve siyah ışık olarak da bilinen UVA.
280-315 nm aralığında olan, güneş yanıklarına sebep olabilecek UVB.
100-280 nm aralığında olan ve bize hiç ulaşamadan Dünya’nın atmosferi tarafından filtrelenen UVC.
Deniz seviyesindeki morötesi ışımanın %99’u aslında UVA’dır. Genellikle UVB’nin güneş ışığına maruz kalındığında meydana gelebilecek tehlikelerden sorumlu olduğunu görüşü yaygın olsa da; kırışıklıklar, kanser ve yaşlanma gibi bu tehlikeli sonuçları yaratmada UVA’nın da etkili olabileceği düşünülüyor. Morötesi ışıma ile ilgili ilginç şeylerden birisi de, değişik yüzeyler tarafından yansıtılabiliyor olması. Bu yansımalar, morötesi ışığa maruz kalındığında ortaya çıkacak etkileri artırıyor. Mesela kar, morötesi ışığı %90’a kadar yansıtabiliyor. Güneşli bir günde kayak yapanların vücutlarında oluşan güneş yanıklarının ve kar körlüğünün sebebi de bu. Kum da UVB ışığı %20’ye kadar yansıtabiliyor. Yani deniz kenarındayken daha çok morötesi ışığa maruz kalıyorsunuz.
Diğer bir taraftan da, bazı maddeler morötesi ışımayı kısmen ya da tamamen absorbe edebiliyorlar. Cam da bu maddelerden birisi. Cam çeşitlerinin birçoğu, morötesi ışığı iyi absorbe eder. Cam sera içerisinde güneş yanığı olmamanın sebebi de budur. Birçok güneş kremi içerisinde de, güneş ışığını absorbe eden kimyasallar kullanılır.
Güneş ışığı ile ilgili bilgilerin yer aldığı bu kısa girişin ardından, neden bronzlaştığımız sorusunun cevabına geçebiliriz. Çünkü bronzlaşma, derimizin morötesi ışığa verdiği tepkiden kaynaklanıyor. Güneş ışığına ışığa maruz kalan melanositler, bu ışığın içerisindeki morötesi ışığa tepki olarak melanin pigmenti üretiyor. Yani morötesi ışığın melanin üretimini tetiklediğini söyleyebiliriz. Vücudumuzun tepki olarak ürettiği melanin pigmenti, güneş ışığı içerisindeki morötesi ışığı absorbe edebiliyor ve hücreleri morötesi ışığın zararlarından koruyor.
Melanin üretimi de tabii ki bir anda gerçekleşmiyor ve belirli bir zaman alıyor. Bu sebeple, insanların çok büyük bir çoğunluğu tek günde bronzlaşamaz. Yani melanositleri aktifleştirmeniz için kendinizi morötesi ışığa kısa bir süre maruz bırakırsınız ve melanositlerin melanin üretimi saatler sürer. Bu süreci 5 ila 7 gün arasında tekrar ettiğinizde, hücrelerinizin içerisindeki pigment sayısı koruyucu seviyeye gelir.
Bir önceki paragrafın genel olarak beyaz ırk için geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Fakat, farklı birçok ırkta, melanin üretimi devamlıdır. Bundan dolayı, deride her zaman bir ölçüye kadar pigment bulunur. Bu ırklarda deri kanseri riski de oldukça düşüktür. Çünkü hücrelerdeki melanin seviyesi, morötesi ışığa karşı sürekli bir koruma sağlar.
Melanositler aslında iki farklı pigment üretirler, eumelanin(kahverengi) ve phaeomelanin(sarı ve kırmızı). Kızıl saçlılar daha çok phaeomelanin ve daha az eumelanin üretmeye yatkındırlar. Bu sebeple, iyi bronzlaşamadıklarını söyleyebilir. Aynı zamanda albinolarda da, tirozinaz enzimi olmadığından melanin üretiminin kimyasal yolu işlemez. Albinoların saçlarında, derilerinde ya da irislerinde melanin bulunmaz.
Melanosit uyarıcı hormon da(MSH) hipofiz bezi tarafından üretilir. MSH kan dolaşımı boyunca akıp melanositlere ulaşarak melanin üretiminin gerçekleşmesi için uyarımda bulunur. Örneğin eğer bir insana yüksek dozda MSH enjekte ederseniz, esmerleşmeye başladığına şahit olabilirsiniz.
Bu soru ile ulaşmaya çalıştığımız cevap, neden gerçekte bazı hayvan gruplarında veya sınıflarında bir takım renklerin çok daha az görüldüğü veya hiç görülmediğidir. İçinde insanların da bulunduğu hayvanlar alemi, çok geniş bir renk kartelasına sahiptir. Yaygın olarak bulunan bir takım renklere karşın bazı sınıflarda bazı renkler oldukça az görülür veya hiç görülmez. Ucu açık bir açıklama gibi görünse de, genel anlamına bakıldığında çoğunlukla ağaçların üzerinde yaşayan kuşlar sınıfının, genellikle toprağın üzerinde, suda ve bazılarının da toprağın altında yaşadığı memeliler sınıfına göre çok daha renkli olabildiği hemen göze çarpacaktır.
Canlı ve cansız hayatın tümünde renkler; pigmentlerin belli dalga boyundaki ışıkları absorbe edip diğerlerini geri yansıtması ve eğer varsa aynı yerde bulunan birbirinden farklı pigmentlerin kombine olarak işlemesi veya yüzey moleküllerinin organizasyonundan dolayı yüzeye çarpan ışık ışınlarının saçılması sonucu oluşmaktadır. İkinci renk oluşum biçimi aynı zamanda yüzeye bakış açımıza da bağlıdır. Çünkü yüzeyin farklı noktalarına çarpan ışıklar, moleküler organizasyona bağlı olarak pürüzlere çarpabilir, moleküllerin farklı kısımları ile karşılaşabilir ve doğal olarak farklı yönlere farklı dalga boylarındaki ışıklar olarak saçılır.
Solda yukarıdan aşağıya doğru, keratin üst yüzey, melanin pigment rodülleri ve keratin alt yüzeyler, katmanlar olarak isimlendirilmiş. Gelen ışığın yüzeye göre saçılımının değişimi aynı zamanda renklerin algılanmasında görüş açısındaki değişimin etkisi gösteriliyor. Telif : Andrew Leach
Kuşlarda Renkler
Kuşların renkli bir hayvan sınıfı olması, yoğun tüylü oldukları için ışığın çok değişken olarak saçılmasına bağlı olduğu gibi aynı zamanda vücutlarında bulunan veya bulunabilen melanin, karotenoid ve porfirin pigmentlerine de bağlıdır. Tam da bu noktada hayvanların yaşadıkları bölgeye, beslenme, barınma ve hayatta kalma parametreleri ile evrimsel olarak bağlı olduğunu söylemek gerekir. Buna örnek olarak kuşların, yalnızca bitkilerde sentezlenen karotenoid pigmentini besinlerinden aldığı ve bu pigmentlerin yüzeydeki hücrelere ulaşması ile de sarı-turuncu renklere büründükleri gösterilebilir.
Besinlerden alınan pigmentlerin dışında memelilerin de melanosit adı verilen hücrelerde çokça; diğer tüm hücrelerde de bir noktaya kadar sentezlenen melanin pigmenti, sentezlendiği veya ulaştığı bölgeye koyu sarı, açık kahverengiden, siyaha kadar renkler verebilmektedir. Porfirinler ise, aminoasitlerin modifiye edilmesi sonucu farklı özelliklerde oluşan pigment grubudur. Ancak bilinen büyük çoğunluğu, ultraviyole (mor ötesi) ışınlara maruz kaldığında koyu kırmızı renk vermekle birlikte, yeşilin birçok tonu, mor, pembe ve kırmızı tonları yine porfirinler ile elde edilir.
Pigment Karışımı
Tüm bu pigmentlerin kombinasyonu, deri ve tüylerdeki yüzey moleküllerinin organizasyonu ile birleştiğinde hayvanlar aleminin mevcut renkli dünyası ortaya çıkmaktadır. Eğer sorumuza dönecek olursak; neden mor, mavi veya yeşil renklerde memeli bulunmadığına birden fazla cevap vermek mümkündür.
Öncelikle, ‘memelilerde bu renklere asla rastlanmaz’ demenin doğru olmayacağını belirtmek gerekir. Örneğin köpeksi maymunlar ailesinden bir primat olan mandriller, özellikle genital bölgelerinde ve arkalarında çoğunlukla mavi olmak üzere pembe, mor, açık kırmızı renkli tüyler bulundurmaktadır. Esasında, hayatta kalma, kamuflaj ve eş bulma (veya eş olarak tercih edilme) gibi güdüler dolayısıyla yaygın olan hakim renklerin içinde aynı sebeplerden ötürü bahsi geçen renklerin oluşması, gelişmesi ve kullanılması da anlaşılabilirdir.
Çoğunlukla kahverengi, siyah, beyaz ve toprak tonları renklerden oluşan memelilerin iyi kamufle oldukları kabul edilebilir ancak bu renklerin arasına farklı tüy veya deri rengi serpiştirildiğinde de ne kadar dikkat çekeceği de görülecektir. Dikkat çekmek vahşi doğada çok fazla tercih edilen bir unsur olmasa da, kendi türü içinde de bir o kadar istenen bir durum olabilir.
Canlıların yaşadıkları coğrafyaya göre, evrimsel süreçte işlemekte olan doğal seçilim ile bir takım deri, tüy ve kıl renklerini kazanarak adapte olduklarını ve böylelikle daha kolay hayatta kaldıklarını söylemek mümkündür. Temelde görme süreci kalitesi, kontrast kuvvetine bağlıdır. Örneğin siyah bir yüzeyin üzerindeki siyah bir noktayı tespit etmek herhangi bir ton veya doku farklılığı olmadan mümkün değildir. Görme yetenekleri ciddi değişiklikler gösteren avcılar için de, yaşadıkları ortamın hakim rengi ile oluşturacakları kontrastı geliştirdikleri renk ile azaltmayı başaran hayvanlar zor birere av olacak, dolayısıyla ortam ile zıt renkli canlılar uzun zaman süreleri içinde elenecek, zamanla türün coğrafyaya bağlı olan bir rengi hakim olarak oluşacaktır. Zaman içinde genetik mutasyonlar veya başka bir takım hatalar sonucunda ortaya çıkacak olan kontrast renkli bireyler ise zaman içinde elenecek ve popülasyonun gen havuzu kamuflaj rengi yönünde artış görecektir.
Mavi (Gri) Balina, Pembe Yunus
Çoğunlukla kahverengi, siyah, beyaz ve toprak tonları renklerden oluşan memelilerin iyi kamufle oldukları kabul edilebilir ancak bu renklerin arasına farklı tüy veya deri rengi serpiştirildiğinde de ne kadar dikkat çekeceği de görülecektir.
Bu örneklerden birisi Amazon Nehri Yunusu veya Boto olarak bilinen pembe yunus türü olabilir. Ancak bu tür gerçekten pembe renkte olmamakla birlikte, yalnızca albinodur. Melanin pigmenti sentezleyen genlerin mutasyona uğramış veya bir biçimde inaktive olmuş olması veya resesif olarak aktarılan bir fenotip olan albinoluk, nispeten transparan bir derisi olan bu türün deri altı kan damarlarında dolaşan kırmızı kan dolayısıyla pembe bir görüntü oluşturmaktadır. Bir memeli olarak kanlarındaki hemoglobin ve bu molekülün de yoğun yüzdesi dolayısıyla 2007’de keşfedilen bu tür sıradışı görüntülerin oluşmasını sağlamaktadır.
Keza mavi balina olarak bildiğimiz 30 metreden daha uzun boylara ulaşabilen Balaenoptera musculus türü de, aslında mavi olmaktan çok gri bir tüy rengine sahiptir. Tonların yaşanılan bölgeye göre değişim göstermesi, koyuluk ve açıklık gibi etmenler dolayısıyla görece maviye yakın üyeleri olduğu gibi siyaha yakın koyu gri renkte ‘mavi balinalar’ da mevcuttur. Bu farklılık aslında gerçek bir renk farklılığından çok algısaldır ve isimlendirme gereği diğer balina türlerinden ayrılmasını sağlamaktadır.
Peki Neden Mor Memeli Yok?
Öyleyse sormamız gereken soru şu oluyor: Mor renk veya benzer tonların üretimi memelilerde neden çok düşük? Bu sorunun cevabı da başlı başına bir çalışma alanı olan pigmentasyonda yatmaktadır. Örneğin insanı ele alacak olursak, mor rengin oluşmasından (bilinen anlamda büyük çoğunlukla) sorumlu olan porfirinleri üretecek mekanizmadan yoksun olduklarını söylemek mümkündür. Şöyle ki; porfirin biyosentezi çok fazla enzimatik reaksiyon sonucunda ortaya çıkan bir son ürün ve bu son ürünün pigment olarak işlev görmesi dolayısıyla deri, tüy ve kıl rengi için -özellikle de fotosentetik olmayan canlıların tamamında- büyük önem arz etmektedir. Bu noktada son ürün değiştikçe, çok nadirde olsa görülen farklı renklerdeki (elbetteki beslenme alışkanlıkları ve yaşadıkları ortam gibi faktörlerin de etkisi dahilinde ve/veya haricinde) kuş, memeli, sürüngen, böcek, yumuşakça ve protozoa oluşabilmektedir.
Ne var ki, memeliler porfirinlere yabancı da değildir. Örneğin, kanımıza kırmızı rengini veren hemoglobin bir porfirin olmakla birlikte doğal olarak bulundururuz. Aminoasitlerin deaminasyonu ve takip eden karmaşık birbiyosentez sürecinin son ürünü insanlarda, protoporfirin IX olarak bilinen bir moleküldür ve demir ile birleşerek ‘heme’ (hemoglobin bileşeni) yapısını oluşturur. Burada bahsettiğimiz biyosentez, vücutlarımızda bulunan bakterilerden tüm ileri canlıların sıradan hücrelerine kadar birçok hücre tipi içinde – genetik olarak izin verdikleri ve sentezledikleri enzimlere göre- farklı biçimlerde ve sıklıklarda gerçekleşmekte (veya gerçekleşmemekte) ve sonucunda mor, pembe, mavi ve parlak yeşil gibi bir takım renklerin oluşmasına (veya oluşamamasına) sebep olmaktadır.
Elbette farklı renkler için söylediğimiz bu duruma karşın, memeliler sınıfı için yaygın olan pigment melanin (eumelanin ve pheomelanin) pigmentidir. Bu pigmentin de farklı yüzdelerde, sıklıklarda ve miktarlarda sentezlenmesi, fazlalığı veya eksikliği çok farklı renklerin oluşabilmesine sebep olmaktadır. Albino olarak bildiğimiz beyaz tenli, beyaz kıllı insanlardan, sarıya yakın deriye, kahverengiden, siyaha varana kadar birçok deri ve saç renginin; mavi, yeşil veya eladan, siyaha kadar oluşan göz renklerinin sorumlusu da memeliler için bu pigmenttir.
Hem porfirin biyosentezini çok değişken biçimde işletememek, hem kamuflaj gibi yaşamsal unsurlar hem de genetik olarak hakim pigmentin melanin olması (diğer pigmentlerin inaktif de olsa genomumuz içinde bulunup bulunmadığı, hangilerinden kaç kopyanın nerelerde bulunabileceği net olarak bilinmemektedir) memelilerde tüy, kıl veya deri rengi olarak mor, yeşil ve mavi gibi soğuk renklerin hakim olarak görülmemesine veya bir takım hayvanlarda sadece bölgesel olarak görülmesine sebep olmaktadır.
Cornell Lab, Bird Academy, (2010) How Birds Make Colorful Feathers, https://academy.allaboutbirds.org/how-birds-make-colorful-feathers/
Richard O. Prum, and Rodolfo H. Torres, (2004) Structural colouration of mammalian skin: convergent evolution of coherently scattering dermal collagen arrays, jeb.biologists.org/content/207/12/2157.full.pdf+html
Saçlarınızın neden beyazladığını hiç merak ettiniz mi? Araştırmacılar uzun zamandır, saçlardaki beyazlamanın temel sebebinin, kıl folikülleri olarak bilinen köklerdeki melanin üretiminin azalması veya durması olduğunu biliyorlar. Melanin pigmenti, derimize de, saçımıza da, gözlerimize de rengini veren pigmenttir. Dolayısıyla da ilk dikkati çeken bu proteinin sentezlenmesi ve mekanizmaları olmaktadır.
Yine de bilim insanları üretimdeki bu azalmanın asıl sebebini veya popülasyonlar arasındaki farklılıkların ardında yatan mekanizmaları tam olarak tespit edebilmiş değil. Ancak şimdi Nature Communications’da yayımlanan yeni bir çalışmada, Latin Amerika’dan 6000’den fazla bireyin genomları incelendi, ve 18 ayrı genin saç özelliklerini ve fenotiplerini etkilediği tespit edildi. Bu genlerden birisi de saçların beyazlaması ile ilgili olarak keşfedilen ilk gen olma özelliğini taşıyor.
Saç beyazlaması ile ilişkilendirilen gen, yalnızca Avrupalı atalardan gelen bireylerde bulunuyor ve genin daha önceki verilere dayanarak açık saç rengi ile de ilişkili olduğu biliniyor. Tespit edilen diğer genlerin içinde tek kaşlılık, sakal kalınlığı, kaş kalınlığı ile ilişkili genler de bulunuyor.
Araştırmaya dahil edilen katılımcıların içerisinde ise, Afrikalı, Avrupalı ve Yerli Amerikalı ataları olan , dolayısıyla birbirinden farklı genetik miraslara sahip insanlar bulunuyor. Bu çeşitlilik sayesinde genler ile saç özellikleri arasındaki, popülasyondan popülasyona değişebilen bağıntıların keşfini gerçekleştirmek mümkün oldu.
Araştırmacılara göre buradaki genetik keşiflerin, olay mahallerinde bulunan DNA’lardan şüphelilerin tahmin edilmesi noktasında çok önemli rol oynayabilir. Ayrıca yapılacak kök hücre müdahaleleri ve genetik modifikasyonlar ile saç beyazlamasını geciktirmek de mümkün olacaktır.
Not : Araştırmada saç beyazlaması ile ilgili olarak keşfedilen gen PRSS53 kodu ile biliniyor. İleri okuma yapmak okuyucularımız için genin açılımı Protease Serine S1 family member 53’nin özel olarak Q30R substition formu.
Kaustubh Adhikari, Tania Fontanil, Santiago Cal, Javier Mendoza-Revilla, Macarena Fuentes-Guajardo, Juan-Camilo Chacón-Duque, Farah Al-Saadi, Jeanette A. Johansson, Mirsha Quinto-Sanchez, Victor Acuña-Alonzo, Claudia Jaramillo, William Arias, Rodrigo Barquera Lozano, Gastón Macín Pérez, Jorge Gómez-Valdés, Hugo Villamil-Ramírez, Tábita Hunemeier, Virginia Ramallo, Caio C. Silva de Cerqueira, Malena Hurtado A genome-wide association scan in admixed Latin Americans identifies loci influencing facial and scalp hair features Nature Communications 7, Article number: 10815 doi:10.1038/ncomms10815 Received 13 July 2015 Accepted 25 January 2016 Published 01 March 2016
Yeni yapılan bir araştırmaya göre, mavi gözlü insanlar tek bir ortak ataya sahip. University of Copenhagen’dan bir araştırma ekibi 10.000 ila 6.000 yıl önce ortaya çıkmış olan ve bugün yaşamakta olan mavi gözlü insanların göz renginden sorumlu olan bir genetik mutasyonun izini sürdü.
Genetik Mutasyon
Aynı üniversitede moleküler ve hücresel tıp profesörü olan Hans Eiberg şöyle açıklıyor : “Orijinalinde hepimiz kahverengi gözlüyüz. OCA2 genini etkileyen bir genetik mutasyon sonucunda bir ‘geçiş’ yaşandı ve bu da kahverengi göz üretebilme özelliğini durdurdu.”
OCA2 geni, P proteini olarak bilinen ve melanin üretiminde rol alan bir proteini kodlar. Melanin proteini ise derimize ve gözlerimize rengini veren pigmenttir. Burada bahsedilen ‘geçiş’ kavramı ile kastedilen OCA2 ile bitişik komşu olan bir gende meydana gelen mutasyonun OCA2 genini etkilemesidir, ancak tamamen geni durdurması değil. Bitişik gende olan mutasyon daha çok, gözün iris katmanında veya bölgesinde melanin proteininin üretim aktivitesini düşürüyor ve böylelikle gözün renginin seyrelip mavileşmesine sebep oluyor. Buradan da anlayacağımız üzere buradaki kayma veya geçiş aktivitesi son derece spesifik sonuçlar doğuruyor. Çünkü mavi gözlü de olsa insanlar koyu bir tene, koyu saçlara sahip olabiliyorlar veya başka bir deyişle tüm mavi gözlüler ‘albino’ olmuyor.
Sınırlı Genetik Varyasyon
Göz rengindeki çeşitlilik (tam kahverengiden yeşile kadar) irisdeki melanin miktarı ile açıklanabilirken, mavi gözlü insanlarda durum biraz farklı çünkü mavi gözlü insanlar arasında gözlerindeki melanin miktarı açısından çok büyük farklılıklar bulunmuyor. Buradan çıkan sonuca göre araştırmacılar tüm mavi gözlü insanların bir şekilde aynı ortak ataya bağlandığını öne sürüyorlar. Bu insanların tamamı DNA’larının tam olarak aynı noktasında aynı ‘geçiş’ özelliğini taşıyor ve bunu genetik miras olarak taşıyor. Buna karşılık kahverengi gözlü olan insanlar melanin üretiminin farklı aşamalarında görev alan veya kontrol eden tüm genler için DNA’larında farklı ve hatta çeşitli bireysel özellikler taşıyabiliyorlar.
Profesör Eiberg ve araştırma ekibi, içinde Ürdün, Danimarka ve Türkiye’nin de bulunduğu çok farklı ülkelerden mavi gözlü bireylerin göz rengini karşılaştırdı ve mitokondriyal DNA’larını inceledi. Yine aynı profesör tarafından 1996’da ortaya koyulan OCA2 geninin göz renginden sorumlu olduğu bulunmuştu.
7.000 Yıllık Mavi Gözlü Bir İnsanın Betimlenmesi
La Brana 1 adı verilen bu avcı toplayıcı insanda hem Avrupa hem de Afrika genlerinin bir kombinasyonunun bulunması heyecan verici olarak karşılandı. Bununla birlikte kafatasından yola çıkılarak yüz şekli ve görünüşü tekrar yapılandırıldı.
Bugünkü İspanya’da bulunan kalıntılardaki DNA, bireyin koyu bir tene, koyu renk saçlara ve bununla birlikte mavi gözlere sahip olduğunu gösteriyor.
Kalıntılar, Kuzey-doğu İspanya’daki Kantabriyan Dağları’nda deniz seviyesinin 1,5 km altında bulundu. Bu da DNA’nın iyi korunmuş olmasını açıklıyor.
Araştırmanın yapıldığı neredeyse tam durumdaki DNA bireyin dişlerinden elde edildi.
Siyah saçları, esmer bir teni olan La Brana 1, aynı zamanda da çarpıcı mavi gözlere sahipti.
Doğa Genlerimizi Karıştırıyor
Kahverengi gözden maviye geçiren mutasyonlar herhangi bir şekilde pozitif veya negatif mutasyon olarak sınıflandırılamıyor. Bu da aynı saç rengi, kellik, deride çillerin olması gibi bireyin hayatta kalma şansına etki etmeyen bir mutasyon olduğunu gösteriyor. Belli ki doğa sürekli canlıların genleri ile oynuyor ve kromozomlarımızın envai çeşidi oluşurken birbirinden yaşam şansı daha fazla olan/ olmayan bir karışım oluşuyor.
Kaynak : Bilimfili, Hans Eiberg, Jesper Troelsen, Mette Nielsen, Annemette Mikkelsen, Jonas Mengel-From, Klaus W. Kjaer, Lars Hansen. Blue eye color in humans may be caused by a perfectly associated founder mutation in a regulatory element located within the HERC2 gene inhibiting OCA2 expression. Human Genetics, 2008; 123 (2): 177 DOI:10.1007/s00439-007-0460-x
Yeryüzü, farklı deri renkleri ve tonlarına sahip milyarlarca insana ev sahipliği yapıyor. Dahası aynı iklimlerde yaşamasına rağmen oldukça farklı deri renklerine sahip insanlar görebiliyoruz. Peki bu deri renkleri nasıl evrimleşti? Neden bazı deri renkleri diğerlerine göre daha baskın haldedir?
Renginiz ne olursa olsun, bu farklılık Asya ve Afrika’da yaşamış atalarımıza işaret ediyor. Göç ve doğal seçilimaracılığıyla, bu deri renkleri değişti ve zamanla bugün gördüğümüz hale adapte oldular.
Yeryüzündeki deri pigmenti dağılımı – bkz. Encylopedia Brittanica
Neden farklı bireylerde farklı deri renkleri görülüyor sorusunun cevabı ise DNA’nızda yatıyor. Bilim insanları,mitokondriyal (mtDNA) izlerini takip ederek, ilkel atalarımızın Afrika’dan diğer iklimlere ne zaman göç etmeye başladıklarını ortaya çıkarabiliyorlar. Çünkü, mitokondriyal DNA, çiftleşmeyle anneden yavruya geçer. Daha fazla dişi yavru demek, daha fazla belirli mitokondriyal DNA hatlarının gözükeceği anlamına gelir. Afrika’dan bu DNA’nın çok eski tiplerini izleyerek, paleontologlar insansı ataların farklı türlerinin ne zaman evrimleştiğini ve ne zaman diğer bölgelere göç ettiğini görebiliyorlar.
Göçlerin başlamasıyla, Neandertaller gibi insansı atalar diğer bölgelere, iklimlere ve bazen daha soğuk iklimlere adapte oldular. Dünya’nın eğikliği, yeryüzüne ne kadar Güneş ışınının düşeceğini, dolayısıyla da sıcaklığı ve yere çarpan ultraviyole ışınları belirler. Ultraviyole (UV) ışınlar, mutajen (mutasyona yol açabilen kimyasal ya da fiziksel etken) olarak bilinirler ve türün DNA’sını zamanla değiştirebilirler.
Bildiğiniz gibi; ekvatora yakın bölgeler, Güneş’ten gelen ultraviyole ışınları tüm yıl boyunca doğrudan alırlar. Bu durum; ultraviyole ışınları engelleyen koyu renk pigmenti olan melanin üretmesi noktasında DNA’mızı uyarır. Böylece de, ekvatora yakın bölgelerde yaşayan sağlıklı bireyler tamamen koyu renk deriye sahipken, daha büyük enlemlerde yaşayan bireyler yalnızca ultraviyole ışınların daha doğrudan geldiği yaz aylarında kaydadeğer miktarlarda melanin üretirler.
Ultraviyole Işın Yoğunluğu – bkz. Jablonski and Chaplin 2010
Bireyin DNA yapısı, anneden ve babadan kalıtılan DNA karışımı ile belirlenir. Birçok çocuk, anne ve babasının deri renginin karışımı bir tonda deri rengine sahip olurlar, ancak yalnızca annenin ya da yalnızca babanın deri renginin baskın olduğu durumların görülmesi de mümkündür. Hangi deri renginin daha uygun olacağı ise daha sonra doğal seçilim tarafından belirlenir ve böylece de lehte olmayan deri renkleri zamanla ayıklanmış olur.
Farklılıklara neyin sebep olduğunu bilimsel düzeyde öğrenmek, cehaletin bir yaklaşımı olan ırkçılığın da önüne geçecektir.
Kaynaklar: Bilimfili
1- Jablonski, N. G. and G. Chaplin. 2010. Human skin pigmentation as an adaptation to UV radiation. Proc. Nat. Acad. Sci. USA 107(supp.):8962-8968.
2- Jablonski, N. G. and G. Chaplin. 2000. The evolution of human skin coloration. J. Human Evolution 39:57-106.
3- Heather S. “How Did Skin Color Evolve?”, http://evolution.about.com/od/humans/a/How-Did-Skin-Color-Evolve.htm
4- Smithsonian National Museum of Natural History, “Human Skin Color Variation”, http://humanorigins.si.edu/evidence/genetics/skin-color
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.