Anne sütü ve bebek bağırsak mikrobiyotası: Eski bir ortak yaşam

anne sütü ve bebek mikrobiyotası

Görsel açıklaması: Anne sütü, çocuğa besin sağlayan ve onu koruyan çok spesifik bir bakteri popülasyonuna besin sağlayarak, yeni doğanların bağırsak mikrobiyotasının gelişimini yönlendirmektedir.

 

Emzirilen bebeklerin gastrointestinal sistemleri, belli koruyucu mikroplarla zenginleştirilir. Anne sütü tek başına, sırasıyla önce besin sağlayan, ardından çocuğu koruyan belli başlı bakteri popülasyonlarını destekleyerek, yeni doğan bağırsak mikrobiyotasının gelişimini yönlendirmektedir. Kaliforniya Üniversitesi’nden bir ekip, sütten bu besini temin edip içindeki bileşeni tanımladılar ve bu bileşiklerin sığır sütünden elde edilebileceğini gösterdiler. Bu çalışma, bebekler için bir prebiyotik bileşiği sağlayan sığır sütü kullanımıyla sonuçlanmıştır. Araştırma, Amerikan Mikrobiyoloji Topluluğunun bir dergisi olanApplied and Environmental Microbiology’de yayımlandı.

Daha önceki çalışmalarda David A. Mills’in öncülük ettiği araştırmacılar, hem proteinleri hem de oligosakkarit moleküllerini içeren sütteki glikoproteinlerin, bu besinin ana kaynağı olduğunu göstermişlerdi. Ekip ayrıca, Bifidobacterium longum subsp. infantis (B. infantis) bakterinin bebeklikle ilişkili alttürlerinin, süt glikoproteinlerindeki oligosakkaritleri kesebilen bir enzimi ürettiğini bulup bu enzimi tanımlamıştı.

Prof. Mills ve meslektaşları, son çalışmalarında oligosakkaritlerin B. infantis için besin kaynağı olduğunu belirttiler ve sonrasında enzimin hem anne sütündeki hem de sığır sütündeki glikoproteinleri parçalayıp oligosakkaritleri serbest bıraktığını gösterdiler.

Mills, “Serbest kalan oligosakkaritlerin, B. infantis’in büyümesi için akıl almaz birer substrat oldukları anlaşılmaktadır”  diye açıklıyor. Aynı zamanda, Mills ve arkadaşları, oligosakkaritlerin yetişkinler ile ilişkili bifidobakterileri beslemediğini gösterdiler.

Mills, “Bunların tamamı, bebek reçetesi içerisine biyoaktif oligosakkaritlerin alınmasının bebeği destekleyebildiğini öneriyor. Benim için şaşırtıcı olan şey, serbest kalan seçici oligosakkaritlerin, büyüme amaçlı bir substrat olarak nasıl kullanıldığıdır” açıklamasında bulunuyor.

Mills, B. infantis’in oligosakkaritleri serbest bırakmak için anne sütündeki glikoproteinlerin parçalanmasında rol oynayan birçok gene sahip olduğunu kaydediyor. Anne sütü, memelilerle ve büyümeye yardımcı olan yararlı bağırsak mikrobiyotası ile milyonlarca yıl boyunca birlikte evrimleşmiştir. Mills, “Bizi sağlıklı kılan, yalnızca insanlarla birlikte evrimleşmiş besinlerdir” diye ekliyor.

 

Çeviren: Yusuf Sürmeli (Bilim ve Gelecek)

İTÜ Moleküler Biyoloji ve Genetik Blm Doktora Öğr.

 

Kaynak:

  • ScienceDaily
  • Sercan Karav et al. Oligosaccharides released from milk glycoproteins are selective growth substrates for infant-associated bifidobacteria. Applied and Environmental Microbiology, April 2016 DOI:10.1128/AEM.00547-16

Annenin Mikrobiyomu Yavrunun Bağışıklık Sistemini Etkiliyor

Gebelik süresince, bir annenin vücut mikrobiyomu (vücudunda barındırdığı tüm mikrobik canlılar ve genetik bilgileri), yavrunun bağışıklık sistemini şekillendiriyor. Bu tahmin edilebilir bilgi, yeni yayımlanan bir fare çalışması sonucu ileri sürüldü. Yeni doğanların, sindirim sistemi içerisindeki mikrobiyotanın kendi bağışıklık sistemini etkileyebildiği bilinirken, daha önce annenin mikrobiyotasının yavrusu üzerindeki etkisi detaylı biçimde incelenmemişti.

Bu yeni araştırmada Mercedes Gomez de Agüero ve çalışmada emeği geçen diğer bilimciler, hamile farelerin sindirim sistemlerini, genetik olarak zamanla sayıları azalmaya programlanmış E. coli bakterileri ile enfekte etti ve böylelikle doğum zamanı geldiğinde yine bakterilerden kurtulmuş olmalarını sağladılar. Bunun yapılmasının sebebi ise, yalnızca hamilelik sırasındaki mikrobiyomun yavrunun bağışıklık sistemi üzerindeki etkisinin araştırılmak istenmesiydi.

Annedeki bu geçici E. coli kolonizasyonunun, doğumdan sonra yavrudaki doğuştan gelen lenfoidlerin ve bağırsaklarındaki tek çekirdekli miktarına  bakıldığında mikropsuz anneden doğan fare yavrularına göre daha fazlasını barındırdıklarına dayanarak, bağışıklık sistemlerini birinci derecen etkilediği tespit edildi. Benzer sonuçlar, sekiz farklı mikrop çeşidi ile enfekte edilen annelerden doğan yavrularda da gözlemlendi.

Yalnızca hamilelik sırasında bakteriyel kolonizasyona mahrum bırakılan annelerden doğan yavrular üzerinde yapılan RNA analizi, normal annelerden doğan yavrulara göre birçok geni daha fazla ekspres ettiklerini gösteriyor. Bu genlerin içinde hücre bölünmesi, hücre farklılaşması, mukus, iyon kanalları, metabolizma ve bağışıklık fonksiyonları ile ilgili genler bulunuyor.

Bakteriler ile enfekte edilmiş annelerden elde edilen serumların, enfekte olmamış annelere transfer edilmesi ise, anneden yavruya mikrobiyal moleküllerin geçişini kolaylaştıran antibodilerin tespit edilmesini sağladı.

Tüm bu sonuçlar, vücut gelişimi ve embriyonik gelişim konularına şaşırtıcı bilgiler eklenmesini sağladı. Mikrobiyotanın bağışıklık sistemi üzerindeki etkisi hakkındaki bilgiler ile birleştirildiğinde buradan elde edilen bilgilerin anne-çocuk sağlığı için önemli gelişmeler, tedaviler ve yöntemler üretilmesinin önünü açacağı düşünülüyor.


Kaynak :

  • Bilimfili,
  • Mercedes Gomez De Agüero, Stephanie C. Ganal-Vonarburg, Tobias Fuhrer, Sandra Rupp, Yasuhiro Uchimura, Hai Li, Anna Steinert, Mathias Heikenwalder, Siegfried Hapfelmeier, Uwe Sauer, Kathy D. Mccoy, Andrew J. Macpherson. The maternal microbiota drives early postnatal innate immune development.Science, 2016 DOI:10.1126/science.aad2571

Aşırı Yağ Tüketimi Beyin Sağlığını Etkiliyor!

Yüksek yağ içerikli besin düzenlerinin felç ve kalp hastalıkları gibi tıbbi problemler riskini arttırdığı uzun süredir biliniyordu. Yeni bulgular, bu tıbbi problemlerin yanısıra yüksek besin diyetlerinin depresyon ve diğer psikiyatrik bozuklukların oluşum riskini arttırdığını gösteriyor.
 
Biological Psychiatry dergisinde yayınlanan ve Lousiana Eyalet Üniversitesi araştırmacıları tarafından yapılan yeni bir araştırma, yüksek yağ tüketiminin felç ve kalp hastalıkları gibi hastalıklara sebep olmasının yanı sıra, davranışlar üzerinde de etkiye sahip olduğunu gözler önüne seriyor. Daha önceden, Biological Psychiatry dergisinde yayınlanan bir diğer araştırma, yüksek yağlı besin diyetlerinin bağırsak mikrobiyomu olarak da bilinen bağırsak bakterileri karışımını değiştirerek sağlık ve davranış alanlarında değişim gözlemenin olanaklı olduğunu göstermişti.
Araştırmacılar, yürüttükleri deneyde normal bir diyetle beslenmiş yetişkin fare grubuna, yüksek yağ içerikli yiyeceklerle beslenmiş obez bir fare grubunun bağırsak bakterilerini naklettiler. Normal beslenmiş grup, nakilden sonra artmış anksiyete, hafıza bozuklukları ve sürekli tekrar eden hareketler gibi semptomlar geliştirdi. Bunların yanı sıra farelerin vücutlarında zararlı birtakım komplikasyonlara ve beyin dâhil olmak üzere çeşitli organlarda iltihap bulgularına rastlandı. Beyinde görülen iltihap bulgularının davranış değişikliklerine katkı sağlamış olabileceği düşünülüyor. Konu hakkında Biological Psychiatry dergisi editörü Dr. John Krystal şunları söylüyor:
“Bu araştırma, yüksek yağ diyetlerinin insanlar ve sindirim sistemi mikroorganizmaları arasındaki uyumlu ilişkiyi bozarak beyin sağlığına zarar verdiğini gösteriyor.”
İnsan mikrobiyomu, çoğunluğu bağırsaklarda bulunan trilyonlarca mikroorganizmadan oluşur. Bu mikrobiyota, normal fizyolojik fonksiyonlar için gereklidir. Fakat araştırma, mikrobiyomda yapılan değişiklikliklerin öznenin, nöropsikiyatrik bozukluklar dahil, hastalıklara duyarlılığı üzerinde etkisi olduğunu kanıtladı.
Bu araştırmaya öncül olmuş, bağırsak mikrobiyomu ve birçok psikiyatrik sorunu birbirine bağlayan fazla sayıda araştırma yapılmış olsa da bağırsağın davranışlarımızı nasıl etkilediği hâlâ iyi anlaşılabilmiş değil. Konu üzerinde ileri araştırmanın gerekli olduğunu düşünen araştırmacılar, bağırsağın nöropsikiyatrik bozuklukları tedavi etmede fayda sağlayabileceğini belirtiyorlar.
Bu bulgu, Lousiana Eyalet Üniversitesindeki araştırmacıları obezite geçiren bir bağırsak mikrobiyomunun, obez olmayan bir mikrobiyomda bile davranışları değiştirip değiştirmeyeceğini test etme fikrine götürdü.
Normal yaşamlarına ve normal diyetlerine devam eden, obez olmayan yetişkin farelere, yüksek yağ temelli beslenen donör farelerden bağırsak mikrobiyotaları nakledildi. Ardından nakil görmüş fareler, davranışsal ve bilişsel alanlarda değişiklikleri saptamak adına değerlendirmeye alındı.
Yüksek yağ temelli diyet ile şekillendirilmiş mikrobiyotayı nakil alan farelerin davranışlarında artmış anksiyete, bozuk hafıza ve tekrarlı hareketler dahil birden çok aksama gözlendi. Bunların yanısıra farelerin vücutlarında zararlı birtakım komplikasyonlar oluştu ve iltihap bulgularına rastlandı. Beyinde iltihaba işaret eden bulgular da mevcuttu; bu bulguların davranışsal değişikliklere sebep olduğu düşünülüyor.
Bu araştırma her ne kadar bağırsak mikrobiyomunun maruz kaldığı diyet tabanlı değişimlerin beyin fonksiyonlarını değiştirmekte yeterli olduğunu gösterse de bağırsak mikrobiyomunun davranışları nasıl etkileyebildiği sorusu hala cevaplandırılamamıştır.
Bulgular, bağırsak biyomunun nöropsikiyatrik bozuklukları tedavi etmek yönünde potansiyel gösteren bir alan olduğunu gösteriyor.
Kaynak:
  1. Elsevier
  2. Obese-type Gut Microbiota Induce Neurobehavioral Changes in the Absence of Obesity by Annadora J. Bruce-Keller, J. Michael Salbaum, Meng Luo, Eugene Blanchard IV, Christopher M. Taylor, David A. Welsh, and Hans-Rudolf Berthoud (doi: 10.1016/j.biopsych.2014. 07.012). The article appears in Biological Psychiatry, Volume 77, Issue 7 (April 1, 2015), published by Elsevier.

Bağırsak Bakterileri Kanserle Mücadelede Önemli Bir Müttefik!

Bağışıklık sisteminin gücünü tümörlerin üzerine salmayı amaçlayan kontrol noktası inhibitörleri (kanserin hayatta kalma numaralarını önleyen ilaçlar), yeni kanser tedavilerinin en etkileyicilerinden biri. Fakat uygulandıkları hastaların çoğu herhangi bir fayda görmüyor. Farelerle yapılan iki yeni çalışma şaşırtıcı bir sebep ortaya koyuyor: Bu insanların bağırsaklarındaki mikrop karışımı doğru olmayabilir. İki çalışma da bağırsak mikrobiyomunun niteliğinin kanser immünoterapilerinde belirleyici olduğunu gösteriyor.
Bu çalışmalar kontrol noktası inhibitörlerinin etkisinin bağırsaklarımızdaki canlılarla bağlantısını göstermek konusunda ilk. Bağışık hücreler, doku hücrelerine saldırıları yavaşlatmak için aktivitesini azaltan reseptörler taşıyor. Fakat tümör hücreleri bu reseptörleri uyararak bağışıklık sisteminin kendilerine saldırmasını önleyebilir. Nivomulab, pembrolizumab ve 2011’den beri piyasada olan ipilimumab gibi kontrol noktası inhibitörleri tümör hücrelerinin reseptörleri uyarmasını engelliyor.
Yapılan yeni çalışmalar doktorların bu ilaçları kullanma şeklini değiştirebilir. Bethesda, Maryland’deki Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalık Enstitüsü’nden Yasmine Belkaid’in düşünceleri şöyle:
“İki makale de mikropların tedavilerde etkili olabileceğini ikna edici biçimde gösteriyor.”
Kuzey Carolina Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden moleküler biyolog Scott Bultman, eski tedavi yöntemlerini şöyle açıklıyor:
“Hastada bir kontrol noktası inhibitörü işe yaramıyorsa, araştırmacılar genellikle hastanın genomunda bunu açıklayacak bir mutasyon arardı. Yeni sonuçlar cesaret verici, çünkü bağırsak mikrobiyotlarınızı değiştirmek genomunuzu değiştirmekten daha kolay.”
Kontrol noktası inhibitörleri tümörleri küçültebilir ve hastaların ömrünü aylarca, hatta bazı durumlarda yıllarca uzatabilir. Buna rağmen hastaların yalnızca küçük bir kısmı gelişme gösteriyor. Örneğin, ipilimumab uygulanan melanoma hastalarının yaklaşık %20’si daha uzun yaşıyor. Araştırmacılar onları kalan %80’den neyin ayırdığını henüz bilmiyor.
İlacın bir yan etkisi, Villejuif’de (Fransa) bulunan Gustave Roussy Kanser Kampüsü’nden onkoimmünolog Laurence Zitvogel ve çalışma arkadaşlarının mikrobiyoma yönelmesine sebep oldu. İpilimumab, sıklıkla mikrobiyomumuzun bir kısmının yaşadığı kalın bağırsakta iltihaplanmaya sebep oluyor. Bu yan etki kontrol noktası inhibitörlerinin mikrobiyom ile etkileştiği fikrini veriyor. Araştırmacılar bu ihtimalden yola çıkarak bağırsak bakterileri olmayan farelere yerleştirilmiş tümörlerin büyümesini gözlemledi. Deneyde kullandıkları kontrol noktası inhibitörü hayvanlarda daha güçsüzdü.
Zitvogel ve meslektaşlarının derin analizi mikrobiyomdaki antitümör etkisinden Bacteriodes ve Burkholderia cinsi bakterilerin sorumlu olduğunu öne sürdü. Bu ihtimali doğrulamak için araştırmacılar bakterileri bağırsak mikrobiyomu olmayan farelere transfer etti. Bu iki yolla yapıldı; bakterileri farelere enjekte ederek veya onlara İpilimumab tedavisi uygulanmış hastaların Bacteriodes yönünden zengin dışkılarını vererek. İki durumda da, bakteri sayısındaki artış hayvanların kontrol noktası inhibitörüne tepkisini güçlendirdi. Zitvogel bu konuda şöyle diyor:
“Bağırsaklarımızdaki trilyonlarca bakteri bağışıklık sistemimizi harekete geçirmek için seferber olabilir.”
Chicago Üniversitesi’nden immünolog Thomas Gajewski ve meslektaşları iki farklı tedarikçiden edindikleri farelerdeki uyuşmazlığı fark edince benzer bir sonuca vardı. Melanoma tümörleri Jackson laboratuvarından gelen farelerde, Taconic çiftliklerinden gelenlere kıyasla daha yavaş büyüyordu. Aynı kafeste yaşayan kemirgenlerin mikrobiyomları hayvanlar birbirlerinin dışkılarını yediği için zamanla homojenize oluyor. Araştırmacılar buradan yola çıkarak iki tedarikçiden gelen fareleri aynı kafese koydu. Aynı ortamda yaşam tümör gelişimindeki farkları ortadan kaldırdı.
Araştırmacılar farelerin mikrobiyomlarını analiz ettiklerinde Bifidobacterium adlı bir bakteri cinsi saptadılar. Araştırma takımının bulgularına göre Taconic çiftliklerinden gelen farelere birkaç Bifidobacterium türü içeren bir probiyotik vermek, kontrol noktası inhibitörünün tümörlere karşı verimini artırıyordu. Araştırma yürütüldüğü sırada Chicago Üniversitesi’nde doktora öğrencisi olan ve sonradan makalelerin bir tanesinde ortak yazar olarak görev alan Ayelet Sivan şöyle söylüyor:
“Endojen antitümör tepkisi ortakçı bakterileriniz tarafından gözle görülür biçimde etkilenir.”
İki araştırma grubu da elde ettikleri sonuçlar Science dergisinin internet sitesinde yayınladı. Takımlar farklı bakteri grupları kullandı, fakat bu Florida Üniversitesi Tıp Okulundan Christian Jobin’e göre endişe verici değil. Jobin’in yorumu şöyle:
“İlaçlar farklı, bakteriler farklı, ama varılan nokta aynı. Yeni çalışmalar 2013’te yapılan ve kemoterapinin ne kadar iyi işlediğine mikrobiyomun etkisini gösteren bir çift çalışmayı tamamlayıcı nitelikte.”
Johns Hopkins Tıp Okulundan Cynthia Sears’a göre bu keşif terapileri geliştirmek için yeni yollar açabilir. Örneğin, bir hastanın antitümör tepkisini probiyotikler yardımıyla güçlendirmek mümkün olabilir. Fakat araştırmacıların karşısında muhtemel engeller de var. Zitvogel’in belirttiği üzere, Avrupa ve ABD’deki düzenleyici kuruluşlar kanser hastalarında probiyotik kullanımını onaylamadı. Ayrıca mikropların bağışıklık tepkisini güçlendirme mekanizması açıklığa kavuşmuş değil; bağırsak bakterileri bağışıklık sisteminin gelişiminde ahahtar rol oynuyor, ama araştırmacılar erişkin hayvanlarda fonksiyonunu nasıl değiştirdiğinden emin değil. Bilim insanları mikrobiyomu nasıl değiştirebileceklerini daha yeni öğreniyor. Sears’ın bu konuda görüşleri şöyle:
“Mikrobiyotları işe yarar biçimde yönlendirip sağlığa faydalı etkiler oluşturabileceğimiz şu an için kesin değil.”
Araştırmacılar her şeye rağmen kansere karşı savaşta güçlü müttefiklerimiz olduğunu belirtiyor.
Düzenleyen: Osman Öztürk (Evrim Ağacı)
Kaynak:
  1. Science
  2. Marie Vétizou, Jonathan M. Pitt, Romain Daillère, Patricia Lepage, Nadine Waldschmitt5, Caroline Flament, Sylvie Rusakiewicz, Bertrand Routy, Maria P. Roberti, Connie P. M. Duong, Vichnou Poirier-Colame, Antoine Roux, Sonia Becharef, Silvia Formenti, Marie Vétizou, Anticancer immunotherapy by CTLA-4 blockade relies on the gut microbiota Science 27 November 2015:  Vol. 350 no. 6264 pp. 1079-1084   DOI: 10.1126/science.aad1329
  3. Ayelet Sivan1, Leticia Corrales, Nathaniel Hubert, Jason B. Williams, Keston Aquino-Michaels, Zachary M. Earley, Franco W. Benyamin, Yuk Man Lei, Bana Jabri, Maria-Luisa Alegre, Eugene B. Chang, Thomas F. Gajewski Commensal Bifidobacterium promotes antitumor immunity and facilitates anti–PD-L1 efficacy  Science 27 November 2015:  Vol. 350 no. 6264 pp. 1084-1089  DOI: 10.1126/science.aac4255