İnsanları kandırmak neden kolay?

Image copyrightGetty

Beynimiz, iyi sunulan bir hikayede ufak ayrıntı olarak algıladığı bazı olguları göz ardı edip yalanlara kolaylıkla kapıları aralayabiliyor.

İnsanın kolay kandırılabilir olmasına en iyi örneklerden biri, 2000 yılı başında yayılan et yiyen muz hikayesiydi. Zincirleme bir halde yayılan e-postalar, ithal edilen muzların “nekrotizan fasit” (et yiyen bakteri hastalığı) yaydığını iddia ediyordu. Buna göre, ithal muz yiyen insanlarda görülen bu hastalık, vücutta mor yumruların oluşmasına ve etin çürüyüp dökülmesine neden oluyordu.

Yayılan mesajlar ayrıca, paniği önlemek için ABD’de yetkili kurumların olayın üstünü kapatmaya çalıştığını bildiriyordu.

Bu söylentilerde hiç gerçek payı yoktu; ama öyle yayılmıştı ki yetkililer açıklama yaparak yalanlama ihtiyacı duymuştu.

Ama bu da işe yaramadı; tersine, söylentileri daha da körükledi. Gerçekler öylesine çarpıtılmıştı ki yalanlayan kurumlar bu iddiaların kaynağı gibi dolaşıma sokulmuştu yeniden.

Analiz değil, sezgi

Bu olaya bugün saçma bir şehir efsanesi diyerek gülüp geçebiliriz. Ama mantık süzgecimizdeki aynı çatlaklar daha tehlikeli düşüncelerin yayılmasına meydan verebiliyor.

Peki, aksi yönde kanıt olmasına rağmen neden bu kadar çok yanlış inanç ısrarla devam ediyor? Onları yalanlama çabaları neden o iddiaları daha da körüklüyor?

Bunun zekayla ilgisinin olmadığı, en zeki insanların bile bu tuzağa düşebileceği belirtiliyor.

Fakat son zamanlarda yapılan psikolojik araştırmalar, bazı söylentilerin beynin süzgecinden ne kadar kolay sızdığını göstererek konuyu bir miktar aydınlatıyor.

Bir açıklamaya göre, insanlar “bilişsel olarak cimridir”; yani beynimiz analizden çok sezgilerini kullanır.

Basit bir örnek verelim. Şu soruları hızla cevaplandırın:

“Musa Peygamber gemisine her hayvandan kaç çift almıştır?” “Margaret Thatcher hangi ülkenin başkanıdır?”

Açıkça yanlışlıkları tespit etmeleri söylendiği halde katılımcıların yüzde 10’u ila 50’sinin söz konusu peygamberin Nuh, Thatcher’in da başkan değil başbakan olduğu gerçeğini gözden kaçırdığı görüldü.

“Musa yanılsaması” olarak ifade edilen bu dalgınlık, bir ifadedeki ayrıntıları ne kadar kolay gözden kaçırabileceğimizi, spesifik bilgi yerine genel özete yoğunlaştığımızı gösteriyor.

Belirleyici 5 soru

Güney California Üniversitesi’nden Eryn Newman sezgisel tepkilerimizin beş temel soru etrafında döndüğünü söylüyor:

  • Bilgi güvenilir bir kaynaktan mı?
  • Başkaları inanıyor mu?
  • Destekleyecek çok sayıda kanıt var mı?
  • İnandığım şeyle uyumlu mu?
  • İyi bir hikaye içeriyor mu?

Bu konulara yönelik tepkilerimiz, gerçekle ilgisi olmayan küçük ve alakasız ayrıntılarla yönlendirilebiliyor.

Birinci ve ikinci soruları ele alırsak: Tanıdığımız insanlara daha fazla güveniriz; yani bir yüzü ne kadar sık görürsek onun söylediklerine daha kolay inanırız.

Newman, bu insanların uzman olmamasını, söylediklerinin ne kadar doğru olduğuna dair değerlendirmemizde hesaba bile katmadığımızı söylüyor.

Üstelik bir düşünceyi ne kadar insanın desteklediğine dair çetele tutamadığımız için, onu tekrar eden kişi haber programlarında defalarca karşımıza çıktığında, o fikrin olduğundan daha fazla popüler olduğu yanılsamasına kapılır, sonunda onu doğru olarak kabul ederiz.

Hikayenin akıcılığı

Bir de hikayenin “bilişsel akıcılığı”, insanın hayalinde canlandırmasının kolaylığı önemlidir.

İddia, bildiklerinizle alakalı olmalı, akılda kalıcı sözler içermeli ve inançlarınızı pekiştirici olmalıdır.

Bir iddiayı düzgün bir sunumla ifade etmek bilişsel akıcılığını artıracak, bu ise o iddiayı daha inandırıcı kılacaktır.

Image captionİngiliz doktor Andrew Wakefield, araştırma sonuçlarıyla oynayarak kızamık aşısı ile otizm arasında yanlış bir bağlantı kurup yaydığı için doktorluktan men edilmişti.

Bu veriler ışığında ithal muzla ilgili iddialara baktığımızda neden bu kadar kolay yayıldığını anlayabiliriz.

Öncelikle bu e-postalar tanıdığımız, güvendiğimiz insanlardan geliyor. İddianın kendisi hayalde canlandırılabilecek türden bilişsel akıcılık içeriyor. Üstelik yetkili kurumlara güvenmiyorsanız örtbas etme iddiasına inanmanız da kendi dünya görüşünüzü doğruladığı için daha kolay olacaktır.

Deneyler gösteriyor ki, bir iddiaya karşı kanıt sunmak kişinin görüşünü daha da güçlendiriyor. Bu yüzden yetkili kurumun muz iddiasını yalanlaması ters etki yaratmıştı.

Newman, sorunun kusurlu hafızamızdan kaynaklandığını söylüyor. Yani hafızamız mükemmel değil; boşlukları kendimiz dolduruyor ve bilgi yitimine uğruyoruz.

Çözüm ne?

Neyse ki yanlış bilgiyi düzeltip doğruyu hakim kılmanın yolları var. Öncelikle, yanlış olan orijinal hikayeyi tekrarlamamak, onun çürütülmesiyle kişilerin zihinsel modellerinde ortaya çıkacak çatlakları doldurmak için alternatifler bulmak gerekir.

Örneğin, “Ay peynirden oluşmuyor” dendiğinde o inançtan vazgeçmeniz zordur; ama “Ay peynirden değil, kayalardan oluşuyor” dense, Ay’ın neye benzediğine dair bir fikriniz olacaktır hala.

Başka bir örneği de kızamık-kızıl ve kabakulak karma aşısının otizme yol açtığına dair korkular üzerinden verecek olursak: Anlatımımızı, bu iddiaları doğrudan yalanlayan ve korkuyu daha da pekiştirecek olan klasik bir yönteme dayandırmak yerine, bu korkulara yol açan bilimsel sahtekarlıkların deşifre edilmesi üzerinde kurgularsak daha başarılı olur.

Bunu yaparken net bir dil, güçlü görseller ve iyi bir sunumla akıcılığı güçlü kılmak gerekir. Ayrıca mesajın kısa ama sık olarak tekrarlanması rahat ve aşina bir ortam yaratmış olacak ve kamuoyu inancı tersine çevrilebilecektir.

Bütün bunların farkında olmak, günlük yaşantımızda yanlış bilgiye karşı temkinli olmayı sağlayacaktır.

Kaynak:

  1. BBC
  2. Andrea N. Eslick and Elizabeth J. Marsh Duke University, Durham, NC, USA,  Memory and the Moses illusion: Failures to detect contradictions with stored knowledge yield negative memorial consequences MEMORY, 2010, 18 (6), 670″678 DOI:10.1080/09658211.2010.501558
  3. Norbert Schwarz Eryn Newman Eryn Newman William D. Leach William D. Leach,  Making The Truth Stick and The Myths Fade: Lessons from Cognitive Psychology Behavioral Science and Policy 01/2016;
  4. Newman EJ, Garry M, Bernstein DM, Kantner J, Lindsay DS. Nonprobative photographs (or words) inflate truthiness. Psychon Bull Rev. 2012 Oct;19(5):969-74. PMID: 22869334
  5. Norbert Schwarz Lawrence J. Sanna Ian Skurnik Carolyn Yoon METACOGNITIVE EXPERIENCES AND THE INTRICACIES OF SETTING PEOPLE STRAIGHT: IMPLICATIONS FOR DEBIASING AND PUBLIC INFORMATION CAMPAIGNS ADVANCES IN EXPERIMENTAL , Elsevier Inc. SOCIAL PSYCHOLOGY, VOL. 39  DOI: 10.1016/S0065-2601(06)39003-X
  6. Stephan Lewandowsky , Ullrich K. H. Ecker , Colleen M. Seifert , Norbert Schwarz , and John Cook,  Misinformation and Its Correction: Continued Influence and Successful Debiasing Psychological Science in the Public Interest 13(3) 106–131 © The Author(s) 2012 Reprints and permission: sagepub.com/journalsPermissions.nav DOI: 10.1177/1529100612451018
  7. Wakefield’s article linking MMR vaccine and autism was fraudulent BMJ 2011; 342 doi: http://dx.doi.org/10.1136/bmj.c7452 (Published 06 January 2011)

Hepimiz Biraz Şizofren miyiz?

Otizm ya da depresyonda olduğu gibi, psikoz; ya hep ya hiç tarzı bir vaka olmayabilir.

Elden ayaktan düşürmese de birçok insan hayatının bir döneminde depresif hisleri ya da anksiyeteyi deneyimlemiştir. Açıkçası insanlar birçok mental hastalığın hafiften ciddiye doğru seyreden bir spektrumu olduğunu düşünür. Oysa insanların çoğu halüsinasyonlar (aslında var olmayan şeyler görmek ya da duymak) görmenin neye benzediğini ya da delüzyonlar tecrübe etmenin nasıl bir şey olduğunu bilmezler. Geleneksel bilgeliğe göre ise; ya “psikotiksindir” ya da “değilsindir.”

Deliller giderek artıyor ancak diğer yandan da keskin bir ayrımın olup olmadığı ise belirsizliğini sürdürüyor. Psikiyatristler, uzunca bir süredir psikozun bir spektrumda seyredip seyretmediği üzerinde görüş birliğine varmış değiller. Ve araştırmacılar ise 10 yıldan fazla bir süredir sorunu araştırmayı sürdürüyorlar. 2013 yılında Hollanda’daki Maastricht University’den ve Yeni Zelanda’daki University of Otago’dan araştırmacılar tarafından yapılan bir meta-analiz çalışması, varolan verilerin birçoğunu bir araya getirdi ve halüsinasyon ve delüzyonlarıntoplumda %7.2 (güncel çalışmaların ortaya koyduğu şizofreni tanısının %0.4’lük yaygınlığının çok çok üzerinde bir oran) gibi bir oran ile yaygınlık gösterdiği bulgusuna erişti. Daha önce sitemizde detaylarını yayımladığımız JAMA Psychiatry‘de yayımlanan, psikotik deneyimlerin bugüne kadarki en kapsamlı epidemiyolojik çalışması; araştırmacılara; insanların halüsinasyon ve delüzyonlar deneyimleme halinin ne sıklıkta gerçekleştiğini ve nüfusa bağlı oranının en detaylı fotoğrafını sunmuştu. Ve bu sonuçlar bir spektrumun olduğuna işaret etmişti.

Avustralya’daki University of Queensland’den John McGrath tarafından yürütülen söz konusu çalışma, 2001 ve 2009 yılları arasında yapılan ve 19 ülkedeki 31.261 yetişkinin dahil edildiği World Health Organization’da toplanan bir dizi anket verisini analiz etmişti. Araştırmacılar; uyuşturucu ilaç ya da uykunun sebep olduğu durumları çıkararak, katılımcıların %5.8’inin psikotik deneyimler yaşadığını raporlamıştı. Bu insanların üçte biribu deneyimi hayatlarında bir kez yaşadıklarını ve diğer üçte biri ise hayatları boyunca iki ila beş kez yaşadıklarını belirtmişti. Yani katılımcıların üçte ikisi hayatları boyunca psikotik deneyimler yaşıyorlardı ve halüsinasyon görme durumu delüzyonların yaklaşık dört katı kadardı.

Sonuçların gösterdiğine göre; psikoz kesinlikle bir spektrumda seyrediyor, fakat bunun toplumda düzenli olarak bir yayılım gösterip göstermediğine ise bakılması gerekiyor. Yani hepimiz biraz şizofren miyiz? Ya da çok daha yüksek bir oran ile aramızda az şizofren olanlar ve biraz daha fazla olanlar mı var? Bu konudaki kafa karıştırıcı olan şeylerden birisi; halüsinasyon tanımlamasının ne olduğu ve özenle hazırlanmış bir araştırma olsa da, araştırma anketlerinin yoruma açık olabilirliğidir. Linscott’a göre; ankete bakarak, bizim uç noktada gördüğümüz insanların cevaplarının anket sorularındaki dilden kaynaklı olabilirliğini de göz önüne almamız gerekir.

Öte yandan, tam tanısı konulmuş bir şizofreni erkeklerde daha yaygın olsa da, psikotik deneyimler; kadınlarda (%6.6) erkeklere (%5) kıyasla daha yaygın. Dahası, psikotik deneyimler, gelir düzeyi orta ve yüksek ülkelerdeki insanlarda (%7.2 ve 6.8) gelir düzeyi düşük ülkelerdeki insanlara (%3.2) kıyasla daha yaygın. Aynı zamanda da, işsizlik, evlenememek ya da görece düşük gelirli bir aileden olmak da daha yüksek oranlarda halüsinasyon ve delüzyon deneyimleme oranıyla ilişkili. Ayrıca, stres gibi, çevresel ve sosyo-ekonomik faktörlerin de şizofreni için risk faktörleri olduğu biliniyor.

Norveçli ressam Edvard Munch 'un "Çığlık" adlı tablosu
Norveçli ressam Edvard Munch ‘un “Çığlık” adlı tablosu

Psikotik deneyimler bazen genel fizyolojik endişenin işaretleri de olabilir. Bu durum için McGrath; depresyon, anksiyete hastalıkları gibi vakalarda psikotik deneyimlerin ortaya çıktığını söylüyor. Ayrıca, sağlıklı insanlarda da psikotik deneyimler görülebilir. Bu noktada da araştırılması gereken; birçok insan böyle durumlardaşizofreni gibi daha ciddi hastalıkları geliştirirken, bazı insanlar durumu nasıl toparlıyorlar? Yani bu durumun bazı insanlarda neden geçici ve diğerlerinde neden kalıcı olduğunu anlamalıyız. Bu sorulara cevap bulduğumuzda, endişe içerisindeki insanlara önemli düzeyde katkımız olabilir. Depresyon ya da anksiyete hastalıklarıyla ilişkili psikotik deneyimler yaşayan insanlara uygulanacak tedavi, şizofreninin ilk belirtilerini gösteren kişiye uygulanacak tedaviye kıyasla çok daha farklı olabilir.

Gerçek şu ki; psikozun bir spektrumda bulunma ihtimali; şizofreni tanısına bağlı belirtileri azaltmaya yardımcı olabilir. Bu da semptomları hafif ya da daha ciddi olarak deneyimleyen insanların tedavisi için önemli bir adım olacaktır.

“İyi Huylu” Halüsinasyonlar?

Jenny şizofren değil, ancak halüsinasyonlar görüyor.

“Mark’ı odada hissedebiliyordum, arkamda dikiliyordu. İlk aşkımdı ve kendisini gençliğimden beri hiç görmemiştim. Halüsinasyonlarım belli bir şekil almaya başlayana kadar beni hiç yönlendirmediği kadar fazla yönlendiriyordu. Gözümün bir köşesinde belirip kayboluyordu. Benim şu kararı almama sebep oldu; geçmişimi geride bırakıp İngiltere’ye gidecek ve bir gazeteci olacaktım.”

Scientific American‘a röportaj veren Jenny (takma ad) isminin gizli kalmasını istemiş ve bu halüsinasyonların kendisine doğru kararlar aldırdığını, ne zaman bir halüsinasyon görse Mark’ı gördüğünü ve kendisine daima bir öneride bulunduğunu, hayatının bir parçası haline geldiğini ve onun önerilerini hep dinlediğini söylüyor.

Jenny çocukluk deneyimlerinin ve annesinin mental sağlık sorunlarının kendisini psikoza meyilli hale getirdiğine ve genetik bir bileşeni olduğuna inanıyor. Geçtiğimiz yıl yayımlanan bir çalışma; şizofreni suçlularında 108 genetik bölgenin varlığını ortaya koydu. Psikologlar Jenny’nin deneyimlerinin çocukluğunda yeterli psikolojik destek almamasıyla ilişkilendiriyor ve bu durumun da kendi destek ağını kurmaya neden olduğunu ileri sürüyorlar. Mental sağlık söz konusu olduğunda, görünen o ki; doğa ve yetişme koşulları ayrılmaz biçimde içiçe geçmiş durumda.

Kaynaklar:  

  1.  Bilimfili
  2.  Scientic American Mind – Kasım/Aralık’2015
  3. McGrath, John J. et al. (2015). Psychotic Experiences in the General Population. A Cross-National Analysis Based on 31 261 Respondents From 18 Countries. JAMA-Psychiatry. 2015;72(7):697-705. doi:10.1001/jamapsychiatry.2015.0575.

 

Koklama modeli ile otizm tespiti yapılabiliyor

   Bir gülü nasıl kokladığınızı düşünün. Tatlı ve derinde olan çiçek kokusunu almak için güzel ve derin bir nefes alırsınız. Dışarıda bir umumi tuvalete gittiğinizde ise içine çektiğiniz hava miktarını azaltarak tam tersini yaparsınız. Araştırmacıların  Cell Press dergisi Current Biology’de yayınladığı araştırmanın sonuçlarına göre otizm spektrum bozukluğu (ASD) hastalığına sahip kişiler diğer insanların yapabildiği nefeslerindeki bu düzenlemeyi yapamıyor. Otizmli çocuklar kokunun ne kadar güzel ya da çirkin olduğundan bağımsız olarak hep aynı miktarda havayı soluyorlar.

Bu sonuçlar, koku ile ilgili sözel olmayan testlerin otizm spektrum bozukluğunun (ASD) erken teşhisi için kullanışlı bir araç olacağını öne sürüyor.

“Normal gelişimini sürdüren çocuklar ile otizmli çocuklar arasındaki koklama modeli farkı en kaba haliyle bunaltıcıydı.” diyor araştırma ekibi üyesi Weizmann Institute of Science’tan Noam Sobel.

Daha önceki araştırmalar otizmli insanların duyu ve hareketlerimizi gizli bir şekilde koordine eden “iç etki modelleri”nde bozukluklar olduğunu göstermekteydi. Ancak bu bozukluğun koklamaya karşı olan tepkide de kendini gösterip göstermediği belli değildi.

Bunu bulabilmek için Sobel ve ekibi her bir grupta 17 erkek, 1 kız çocuk olmak üzere yaş ortalaması 7 olan 18 otizmli çocuk ve 18 sağlıklı çocuğa  hoş ve kötü kokular sunarak koklama tepkilerini ölçtü.Sağlıklı çocuklar nefes miktarını 305 milisaniye içerisinde kokuya göre değiştirebilirken otizmli çocuklar böyle bir değişiklik yapmamaktaydı.

Sağlıklı ve otizmli çocuklar arasındaki koklama tepkisindeki bu fark çocukların otizmli olup olmadığının doğru teşhisini % 81 oranında doğru yapmaktaydı.  Dahası, araştırmacılar şiddetli otizm semptomlarının artan anormal koklama tepkisi ile ilişkili olduğunu öne sürmekte.

Her ne kadar araştırmacılar testin kullanılmaya henüz hazır olmadığını belirtse de araştırma sonuçları testinin klinik uygulamada çok kullanışlı olacağını gösteriyor.

Sobel, otizm ve derecesinin anlamlı bir kesinlikle 10 dakikadan daha az bir sürede tamamen sözel olmayan ve takip gerektirmeyen bir yolla belirleyebildiklerini belirtiyor ve “Bu da birkaç aylık bebeklerde bile uygulanabilecek bir tanı aracının geliştirilmesi için temel oluşturabileceği umudunu ortaya çıkarıyor. Böyle bir erken teşhis daha etkili tedaviler geliştirilmesini sağlayacak” şeklinde ekliyor.

Araştırmacılar şimdi de, gözlemledikleri koku-tepki modelinin otizme has bir durum olup olmadığını veya başkanörolojik rahatsızlıklara sahip insanlarda da ortaya çıkıp çıkmadığını test etmek üzere yeni çalışmalar yapmayı planlıyorlar. Ayrıca, böyle bir testin yaşamın erken dönemlerinde de kulanılıp kullanılamayacağı da merak konusu. Ne var ki Sobel için en acil sorulması gereken soru şu: ” Otizmdeki sosyal bozukluğun tam kalbinde, koku bozukluğu mu yer alıyor?”

 


Referans : 

Kim Peek: Bir Savantın Beyninin İçine Girmek

19 Aralık 2009’da 58 yaşında kalp krizinden ölen Kim Peek, şu ana kadar kaydedilen en sıra dışı hafızaya sahip olan insanlardan birisidir. Onun yapabildiklerini açıklayabildiğimiz güne kadar insan zihnini tam olarak anlayamayız.
Kim, daha 18 aylıkken kendisine okunan kitapları hatırlamaya başladı ve zaman içinde de 9000 kitabı öğrendi. 8-10 saniyede 1 sayfa okuyabilen Kim’in bitirdiği kitabı baş aşağı şekilde masaya koyduğunu görseydiniz artık o kitabın da Kim’in zihnine kaydedildiğini anlayabilirdiniz.
Kim’in hafızası en az 15 ilgi alanıyla ilgili konuyu kapsayabilirdi. Bunların arasında dünya ve Amerikan tarihi, spor, müzik, coğrafya, klasik müzik ve Shakespeare vardı. Televizyon istasyonları dahil olmak üzere Kim, Amerika’daki bütün telefon ve posta kodlarını biliyordu. Telefon rehberlerinin önündeki haritaları ezberleyebilir ve Amerika’daki bütün şehirler için internetten de bulabileceğiniz gibi yol tarifleri verebilirdi. Yüzlerce klasik müzik bestesini tanıyabilir, ne zaman ve nerede yazıldıklarını, ilk nerede sahnelendiklerini söyleyebilir, bestecinin adını ve hayatı ile ilgili bazı bilgileri verebilir ve hatta eserin içeriği hakkında yorum yapabilirdi. Bunlardan da ilgi çekici olan şey ise orta yaşlarındayken bu kadar ilgilendiği müzik eserlerini piyanoda çalabilmeye başlamasıdır.
Bunların yanı sıra bütün savantlar tarafından belli bir ölçüde paylaşılan, az görülen bazı gelişim problemleri vardı. Herkes gibi normal bir şekilde yürümez, kendi kıyafetlerinin düğmelerini ilikleyemez ve günlük hayatla ilgili işlerini tek başına halledemezdi. Aynı zamanda soyutlamalarla ilgili problemleri de vardı. Bütün bu engellere karşı herhangi bir insanın yapamayacağı yeteneklere sahip olması dikkat çekmeyecek gibi değildi. Çok iyi yapabildiği şeylerden bir tanesi de savantlar arasında yaygın olarak görülen tarih hesaplayabilme yeteneğiydi. Bir muhabir ona 31 Mart 1956’da doğduğunu söylediğinde Kim, bir saniyeden daha kısa sürede o günün paskalya zamanındaki bir cumartesi gününe denk geldiğini anlamıştı bile.
Kim, 11 Kasım 1951 günü (bunun bir Pazar gününe denk geldiğini size söyleyebilirdi), genişlemiş kafasının arkasında beyzbol topu büyüklüğünde bir şişlikle doğdu. Ama aynı zamanda, kusurlu bir serebelluma sahip olmak gibi başka beyin anormalliklerine de sahipti. Bu bulgular, onun koordinasyon  ve hareketle ilgili problemleriyle ilişkilendirilebilirdi ama daha da çarpıcı olan şey beyninde korpus kallosum denilen bölgenin olmamasıydı. Normalde  bu bölge, beynin tam ortasında yer alır ve beynin iki yarım küresinin arasındaki iletişimi sağlar. Bu bozukluğun nedeni tam olarak açıklanamasa da fonksiyonel düzensizliklerle direk bir bağlantısı olmadığı bilinmektedir. Çünkü bu yapıya sahip olmasa da herhangi bir problemi olmayan insanlar olduğu bulunmuştur. Belki de korpus kallosumu olmadan doğanlar bir şekilde beyin yarımküreleri arasındaki bağlantıyı sağlayacak kanallar geliştirmiştir. Belki de Kim’in yeteneklerinden bazılarını bu şekilde kazanmıştır.
Birçok savant gibi Kim Peek’in de beyninin sol yarımküresinde bozukluklar vardı. Dahası, bozukluğun sol yarımkürede olması, erkeklerin savantizmin yanı sıra otizm gibi hastalıklara neden daha yatkın olduğunun cevabı olabilir. Erkek fetüsler daha çok testesteron barındırır ki bu hormon da gelişen beyin için toksik bir etki yaratabilir. Aynı zamanda sol yarımküre sağ yarımküreye göre daha yavaş gelişir, bu da onun daha uzun süre savunmasız kaldığı anlamına gelir. Bir sağlık sorunu olmayan insanların da sol yarımkürelerinin hasar görmesiyle hayatlarının herhangi bir döneminde savant özellikler geliştirdiği gözlenmiştir.
1988’de Kim’e psikolojik bazı testler yapıldığında IQ skoru 87 çıkmış ama sözlü testlerde ve performans testlerindeki sonuçları farklılıklar göstermiştir. Öyle ki bazı sonuçları onu üstün zekalı kapsamına sokarken bazıları zihinsel engelli kapsamında yer almasına neden olmuştur. Böylece Kim’in IQ sınıflandırmasının onun zihinsel özelliklerini açıklamaya yetmeyeceği anlaşılmıştır.
Pek çok otizm vakası savantizm vakasıyla ilişkilendirilse de savantların sadece yarısı otistiktir. Kim de otistik değildi ve otistiklerin tersine o, dışa dönük ve cana yakındı. Soyut ya da kavramsal düşünmeyle ilgili limitli bir kapasitesi olsa da -birçok yerleşmiş deyimi anlayamazdı- hafızayla ilgili çok fazla veriyi algılayıp yorumlayabilirdi. Bu derecedeki bir algılama da savantlar arasında sıra dışıydı. Bazen sorulara verdiği cevaplar çok somut ve literal olabiliyordu. Mesela babasıyla restoranda yemek yediği sırada babası ona sesini alçaltması gerektiğini söylediğinde sandalyesinde aşağı doğru kaymış böylece de sesini düşürdüğünü sanmıştır. Bunlara rağmen zeki bağlantılar kurmak konusunda reddedilemeyecek bir güce sahipti. Müzisyenler gibi Kim de çok hızlı düşünürdü, öyle hızlı ki düşüncelerinin yarattığı karmaşık çağrışımları takip etmek olanaksızdı. Bazen cevaplarıyla, kendisinin dinleyenlerden iki üç adım daha önde olduğu anlaşılabilirdi.
2002 yılında, McKay Müzik Kütüphanesi’nin yürütücüsü ve Utah Üniversitesi’nde müzik profesörü olan April Greenan ile tanıştı ve onun yardımıyla kısa bir süre sonra piyano çalmaya başladı. Geleneksel bir senfoni orkestrasında bulunan enstrümanlarla ilgili tüm bilgiye sahipti ve entsrümantal parçalardaki ses tınılarını da ayırt edebiliyordu. Fiziksel olarak normal olmamasına rağmen el becerikliliği artıyordu. Aynı zamanda ritme de ilgi duyuyordu ve piyano çalarken bir eliyle göğsüne ya da ayağıyla yere vurarak ritim tutabiliyordu.
Kim’in olağanüstü hafızasının yazar Barry Morrow’un ilgisini çekmesi şaşırtıcı değildir. 1984’de tanıştıktan sonra Barry, Kim’den esinlenerek “Rain Man” filminin senaryosunu yazmıştır. Dustin Hoffman’ın hayat verdiği ana karakter Raymond da bir savanttır. Aslında film tamamen kurgusaldır ve genel yanılgının aksine Kim’in hayat hikayesini anlatmaz.
“Rain Man”’in çekilmesi Kim’in hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Ondan önce toplumdan uzak bir hayat sürerken filmin getirdiği şöhret ve film yapımcılarıyla kurduğu ilişkiler sayesinde kendine güvenmeye başlamıştır. Kim ve babası, Fran Peek, bu tür engeller yaşayan insanların temsilcisi olmuş ve yıllar boyunca hikayelerini 2.6 milyondan daha fazla insanla paylaşmıştır.
Savant sendromuyla ilgili daha ileride yapılacak keşifler hem bilime katkı yapacak hem de insanların ilgisini çekecek hikayelerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Kim Peek, her ikisi için de hatırı sayılır bir bilgi kaynağı olmuştur.

Otizm Riskini Arttıran Genler Zekayı da Arttırıyor Olabilir!

Edinburgh ve Queensland Üniversiteleri tarafından yapılan yeni bir araştırmada, İskoçya popülasyonundan seçilen 10.000 kişinin bilişsel becerileri test edildi ve DNA’ları analiz edildi. Bu çalışma sonucunda, bireyler arasında otizm ile ilişkilendirilen genleri taşıyan bireylerin bilişsel beceri testlerinde daha başarılı olduğu gösterildi. Aralarındaki ilişki tam olarak bilinmese de, otizmli insanların bir kısmının daha yüksek sözsüz zeka sahibi olduğu düşünülüyor.
Her ne kadar otizm sahibi bireylerin %70’i entelektüel bozukluklara sahip olsa da bozukluğa sahip bireylerin bir kısmı iyi korunmuş ya da ortalamanın üstünde sözsüz zekaya sahipler.
Otizm, önemli seviyelerde dil ve konuşma bozukluklarına sebep olabilecek bir bozukluk. Sözsüz zeka, hemen hemen hiç dil kullanılmayan, görsel ve pratik zeka gerektiren kompleks problemlerin çözümünde kullanılıyor.
Sözsüz zeka tipinde daha iyi sonuçlar almak için otizm bozukluğu sahibi olmaya gerek yok.
Kaynak:
  1. ScienceDaily
    1. T-K Clarke, M K Lupton, A M Fernandez-Pujals, J Starr, G Davies, S Cox, A Pattie, D C Liewald, L S Hall, D J MacIntyre, B H Smith, L J Hocking, S Padmanabhan, P A Thomson, C Hayward, N K Hansell, G W Montgomery, S E Medland, N G Martin, M J Wright, D J Porteous, I J Deary, A M McIntosh. Common polygenic risk for autism spectrum disorder (ASD) is associated with cognitive ability in the general population. Molecular Psychiatry, 2015; DOI: 10.1038/mp.2015.12

Zebra Balıklarıyla Yapılan Araştırmalar, Otizmi Aydınlatmamızı Sağlayabilir!

Her 68 çocuktan birini etkileyen otizm bozukluğu hakkında yeni bulgular var. Kaliforniya Üniversitesi görevlisi Lilia Iakoucheva’nın yürüttüğü, doğum öncesi beyin gelişimi sırasında CUL3 genleriyle oynanan zebra balıkları üzerinde yapılan testler, zebra balıklarının insanlara benzer otizm semptomları (büyük kafa, vücut kütlesinde artış) geliştirmesiyle sonuçlandı. Araştırma sonucunun spesifik tedavi yöntemlerinin bulunmasında yardımcı olacağı düşünülüyor.

RhoA isimli proteini üreten CUL3 ve KCTD13 olarak bilinen 2 gen, OSD (Otistik Spektrum Bozukluğu) ile ilgili mutasyonlara sahiplerdir ve gelişimin ortalarında aktifleşirler. RhoA proteini nöronların gelişimi, taşınması ve korunmasında büyük rol oynar; bu sebeple beyin gelişiminde çok önemlidir.
Takım, Genetik biliminde yaygın kullanılan bir model organizma (zebra balığı) üzerinde testler yaptılar. Bu testlerdeCUL3 geninde meydana gelen belli mutasyonların KCTD13 genini etkilediğini, etkilenen genin de RhoA’nın normal fonksiyonuna müdahale ettiğini gördüler. Genleriyle oynanmış zebra balıklarının kafaları, normal biçimde gelişen zebra balıklarından daha büyük, vücut kütleleri ise daha ağırdı. Büyük kafa komplikasyonu OSD’ye sahip çocuklarda, kütle komplikasyonu ise OSD’ye sahip bütün insanlarda gözlemleniyor.
Araştırma görevlileri, Otistik Spektrum Bozukluğundan sorumlu genlerin daha iyi anlaşılması ve çeşitli bozukluklar ile ilgisinin ortaya çıkmasını sağlayan araştırmalarının ileride otizm çalışan bilim insanlarına yardımcı olmasını umuyorlar. Iakucheva sonuç olarak şunları söylüyor:
“Üç farklı tip mutasyonun aynı kimyasal yolak aracılığıyla etki etmesi gerçekten etkileyicidir. Umudum, bunları terapatik olarak etkileyebilecek olmamızdır. Eğer ki mekanizmayı tam olarak anlayabilir ve bir avuç çocuk için, bırakın bir avucu, tek bir çocuk için hasta-odaklı tedaviler geliştirebilirsek mutlu olacağım.”
 
 
Kaynak:
  1. IFLS
  2. Guan Ning Lin5, Roser Corominas5, Irma Lemmens, Xinping Yang, Jan Tavernier, David E. Hill, Marc Vidal, Jonathan Sebat, Lilia M. Iakoucheva
    5Co-first author DOI: http://dx.doi.org/10.1016/j.neuron.2015.01.010 Spatiotemporal 16p11.2 Protein Network Implicates Cortical Late Mid-Fetal Brain Development and KCTD13-Cul3-RhoA Pathway in Psychiatric Diseases Volume 85, Issue 4, p742–754, 18 February 2015

Hamilelikte Antidepresan Alınımı Çocukta Otizm Riskini Arttırıyor

Montreal Üniversitesi ve CHU Sainte-Justine Çocuk Hastanesi’nde yapılan bir araştırmada hamilelik sırasında antidepresan kullanılmasının otizm riskini büyük ölçüde arttırdığı ortaya kondu. Prof. Bérard, hamilelik esnasında ilaç kullanımı üzerine araştırmasını 145,456 hamileliği değerlendirerek yaptı.

“Otizme sebep olan etkenlerin çeşitliliği halen belli olmamasına rağmen, bu problemde hem genetik hem de çevre faktörü rol oynamaktadır. Çalışmamızda hamileliğin ikinci veya üçüncü trimesterinde alınan antidepresanların, çocuklara 7 yaşına kadar otizm teşhisi konulmasında özellikle de seçici  serotonin  geri alınım inhibitörleriyle (SSRI) riskin iki katına çıkarttığını gözledik,” diyor Professor Anick Bérard.

Araştırma bulguları JAMA Pediatrics’de yayınlandı . Quebec Hamilelik Kohort çalışmasında alınan veriler on yaşına kadar 145,456 çocuktan alınan veriler incelendi.

Annelik ve depresyonun otizmle ilişkilendirildiği biliniyor. Ayrıca sosyo ekonomik durum da değerlendirildi.

“Antidepresan maruziyetini anneden gelen (genetik)  veya artan antidepresan kullanımı hamileliğin ikinci –üçüncü trimesteri boyunca incelendi. Bu periyotta kritik beyin gelişimi gerçekleştiği için seçildi,” diyor Prof. Berard. Annelik ve depresyonun otizmle ilişkilendirildiği biliniyor. Ayrıca sosyo ekonomik durum da değerlendirildi.

Bütün çocuklar arasında yapılan araştırmada, sonradan otizm teşhisi konulan çocuklar atipik otizm, Asperger sendromu ve yayılmış gelişimsel bozukluklara bakıldı. Sonuç olarak bu iki grubun istatiksel ilişkisi incelendi ve riskin % 87 arttığı gözlendi. Bu sonuçlar uzmanlar taradından teşhis edilen çocuklarda değişmeden kaldı.

Elde edilen bulgular çalışmada , otizm teşhisi konulan 1,054 çocuğun annelerinin hamilelikte antidepresanla tedavi edildiği görüldü. Ayrıca 1966’da 10,000’de 4 olan otizm riskinin, bugün 10,000’de 100’e çıktığı tespit edildi. Tabi bu artışta daha iyi teşhis ve otizm çeşitlerinin artışı da rol oynasa da , araştırmacılar çevresel faktörlerin de rol oynadığını belirtiyor.

Serotonin rahimde hücre bölünmesi, nöron göçü, hücre farklılaşması ve sinaptogenesis gibi pek çok prosesi etkiliyor. Bazı depresanlar serotoninin inhibisyonu üzerinden işlediğinden, rahim içinde fetüsün beyin gelişimine negatif etki gösterebilir .

Bu uzun süreli çalışma sayesinde gebelikte antidepresan kullanımının çocuklar üzerindeki uzun süreli nörogelişimsel etkilerini aydınlatıyor.

Kaynak : GerçekBilimScienceDaily

Referans : Takoua Boukhris, Odile Sheehy, Laurent Mottron, Anick Bérard.Antidepressant Use During Pregnancy and the Risk of Autism Spectrum Disorder in Children. JAMA Pediatrics, 2015; 1 DOI:10.1001/jamapediatrics.2015.3356

Gebeliğe bağlı şeker hastalığı otizme sebep oluyor

Fetüslerin anne karnında yüksek kan şekerine (hiperglisemi) maruz kalması, organ gelişimi ve fonksiyonlarında uzun vadede kalıcı sonuçlara yol açabiliyor. Daha önce hamilelik öncesi şeker hastalığı olan veya hamilelik sırasında hiperglisemi tespit edilen kadınların bebeklerinde  obezitenin ve buna bağlı metabolik rahatsızlıkların ortaya çıktığı defalarca gözlemlenmişti. ( gestational diabet mellitus [GDM] – gebeliğe bağlı şeker hastalığı- ) Yüksek şekere maruz kalmanın fetal beyin gelişimine zarar verip vermeyeceği veya nörodavranış gelişimi rahatsızlıklarına yakalanmaya sebep olup olmayacağı konusu çok net değildi.

Kaliforniya’lı araştırma ekibi tek bir sağlık sisteminden elde ettikleri data ile hamilelik öncesinde veya sırasında tespit edilen diyabet ile yavruda otizm spektrum bozukluğu (ASD – autism spectrum disorder) oluşma riskini bağdaştırmaya çalıştı. Kaiser Permanente Southern California (KPSC) hastanelerinde 1995-2009 yılları arasında doğmuş 322,323 çocuk bu şekilde araştırmaya dahil edilmiş oldu. Çocuklar doğumdan klinik olarak ASD ‘nin tespit edildiği ilk güne, KPSC hastanelerindeki üyeliklerinin son gününe veya herhangi bir sebepten ölüm günlerine kadar takip edildi. (Bu ihtimallerin hepsinin dışında çocukların takibi 31 Aralık 2012’de bırakıldı)

Çalışmaya dahil edilen çocukların 6,496’sı (%2.0) doğum öncesi tip 2 diyabete maruz kalmıştı, 25,035’i (%7.8) gebeliğe bağlı şeker hastalığına maruz kalmıştı ve 290,792’si (%90.2 ) herhangi bir rahatsızlığa maruz kalmamıştı. Doğum sonrasında (ortalama 5.5 yıl içinde) 3.388 çocuğa otizm spektrum bozukluğu teşhisi koyuldu. Bu çocuklardan 115’i tip 2 diyabete, 130’u gebeliğe bağlı şeker hastalığına 26 hafta veya daha az, 180’i GBŞH’ya 2 haftadan fazla maruz kalmışken 2,963’ü bu rahatsızlıklara maruz kalmamıştı. Anne yaşı, evin geliri, ırk-etnisite, bebeğin cinsiyeti gibi faktörler de hesaba katılarak yapılan analizler sonucunda 26 hafta gebeliğe bağlı şeker hastalığına maruz kalmanın ASD riski açısından önemli bir etkisi ortaya çıktı. Annede doğum öncesi  var olan ‘tip 2 diyabet’ için böyle bir etki tespit edilmedi.

Otizm spektrum bozukluğunun, annenin sigara içmesinden, gebelik öncesi vücut kütle endeksinden, gebelikte alınan kilolardan bağımsız olduğu da çıkan sonuçlar arasında yer aldı.  Antidiyabetik ilaç kullanımı veya tedavinin çocukta otizm spektrum bozukluğu ile bağımsız olmadan ilişkili olduğu kaydedildi.

Hiperglisemi ile ASD arasındaki bağ; hipoksiya (kanda normalden az oksijen bulunması), doku ve plasental dokuda oksijen yetmezliği, kronik ateşlenme ve epigenetik gibi bir çok biyolojik mekanizma ile ilişkilendirildi.

 


Referans : Bilimfili, Sciencedaily.com, Intrauterine exposure to maternal gestational diabetes linked with risk of autism
Anny H. Xiang, Xinhui Wang, Mayra P. Martinez, Johanna C. Walthall, Edward S. Curry, Kathleen Page, Thomas A. Buchanan, Karen J. Coleman, Darios Getahun. Association of Maternal Diabetes With Autism in Offspring. JAMA, 2015; 313 (14): 1425 DOI: 10.1001/jama.2015.2707