log P

Tanım ve kapsam

Log P, bir maddenin n-oktanol ile su arasında nasıl dağıldığını niceliksel olarak ifade eden bölme katsayısı (P)’nin ondalık logaritmasıdır. Bölme katsayısı şu şekilde tanımlanır:

Burada konsantrasyonlar, iki fazın birbiriyle dengede olduğu koşullarda ölçülür. Log P (çoğu zaman (K_{\mathrm{ow}}) olarak da yazılır), yalnızca nötr (yüksüz) tür için tanımlanmış hidrofobiklik/lipofiliklik ölçütüdür; iyonlaşabilir bileşikler için pH’a bağlı log D kavramı kullanılır.

Pozitif log P değerleri lipofilikliği, negatif değerler hidrofilikliği gösterir. Değer büyüdükçe bileşiğin apolar ortamlara (lipit fazlara) ilgisi artar; azaldıkça suya (polar faza) ilgisi artar.

  • Log P, nötr türün oktanol/su arasındaki termodinamik dağılımını ölçen merkezî bir hidrofobiklik parametresidir.
  • Log D, pH’a bağlı etkin hidrofobikliği verir ve farmakokinetik yorumlarda daha doğrudan kullanılır.
  • İlaç keşfinde log P, çözünürlük-permeabilite-dağılım üçgenindeki dengeyi anlamanın anahtarıdır; ancak tek başına yeterli değildir ve diğer moleküler betimleyiciler ile birlikte değerlendirilmelidir.

Fizikokimyasal temel: serbest enerji, çözünürlük ve etkileşimler

Log P, iki çözücü arasındaki transfer serbest enerjisinin doğrudan bir ölçüsüdür:

Dolayısıyla, yüksek (P) (pozitif log P), bileşiğin oktanol ortamında daha elverişli çözünebildiğini; negatif log P ise suyun daha elverişli bir çözücü olduğunu ifade eder. Bu denge, van der Waals/dağılım etkileşimleri, dipol–dipol ve özellikle hidrojen bağ verme/acceptor kapasitesi ile belirlenir. n-Oktanol, uzun alkil zinciri nedeniyle hidrofobik, –OH grubu nedeniyle ise hidrojen bağlarına izin veren amfifilik bir çözücüdür; deneysel olarak genellikle “ıslak oktanol” (su ile önceden doygunlaşmış oktanol) ve “ıslak su” (oktanolle doygun su) kullanılır; bu, iki fazın karşılıklı çözünürlüğünü denetim altına alır.

Log P’nin sıcaklığa bağımlılığı, van ’t Hoff benzeri bir ilişkiyle ifade edilir:

bu nedenle ölçümlerde sıcaklığın raporlanması önemlidir.

Log P ve Log D ayrımı (pH etkisi)

Log P nötr türün hidrofobikliğini verir. Bir bileşik su fazında iyonlaşabiliyorsa, belirli bir pH’daki dağılım katsayısı (D) daha anlamlıdır. Basit yaklaşımda (iyonların oktanole geçişi ihmal edilirse):

Bu ilişkiler, absorpsiyon ve membran geçişlerinde pH-bölme hipotezi ile birlikte yorumlanır: nötral fraksiyon arttıkça pasif difüzyon eğilimi artar.

Deneysel belirleme yöntemleri

  1. Çalkalama şişesi (shake-flask)
    Klasik ve referans yöntemdir. Su ve oktanol fazları karşılıklı doygunlaştırılır; bileşik eklenip dengeye ulaşması sağlanır; iki fazdaki konsantrasyonlar analitik yöntemlerle ölçülür (UV-Vis, HPLC, LC-MS). Dikkat edilmesi gerekenler:
    • Emülsiyon/kolloid oluşumu ve “taşınan su/oktanol” artefaktları
    • Uçuculuk ve adsorpsiyon kayıpları
    • Doygunluk sınırına yakın çözümlerde doğrusal olmama
    • Tautomerizm, dimerleşme ve iyon-çifti oluşumu
  2. Yavaş karıştırma (slow-stir)
    Emülsiyon oluşumunu azaltarak daha tekrarlanabilir sonuç verebilir, özellikle yüzey-aktif veya çok hidrofobik bileşiklerde tercih edilir.
  3. Kromatografik yaklaşımlar
    • Ters faz HPLC korelasyonları (retansiyon faktörü log k’ → log P kalibrasyonu)
    • IAM-HPLC (immobilize yapay membran) ile fosfolipit benzeri ortamda hidrofobiklik değerlendirmesi
    • pH-metrik titrasyon (potansiyometrik log P) ile zayıf asit/bazlarda log P ve (pK_a)’nın eşzamanlı tahmini

Her ölçüm, sıcaklık, iyonik güç, faz ön-doygunluğu ve bileşik saflığı ile birlikte raporlanmalıdır.

Hesaplamalı (in-silico) tahminler

Deneysel ölçümü zor, düşük çözünürlüklü veya kararsız bileşiklerde log P hesaplamalı olarak da öngörülebilir. Yaygın yaklaşımlar:

  • Fragman/Atom katkı yöntemleri:
    cLogP (H substituent/fragment sabitleri yaklaşımı), XLogP3, MLogP gibi şemalarda atomların/fragmanların hidrofobiklik katkısı ve düzeltme terimleri toplanır.
  • Makine öğrenimi/çoklu betimleyici tabanlı modeller:
    Topolojik polar yüzey alanı (tPSA), hidrojen bağlayıcı/bağ verici sayısı, rotasyonel bağ sayısı, molar refraktivite vb. betimleyicilerle eğitilmiş modeller geniş kütüphaneler üzerinde iyi genelleşme gösterebilir.

Hesaplamalı değerler, kullanılan yöntem ve eğitim verisi ile sistematik sapma gösterebilir; bu nedenle kritik karar noktalarında deneysel doğrulama esastır.

Yorumlama, tipik aralıklar ve kısıtlar

  • log P < 0: belirgin hidrofilik (ör. küçük alkoller, şekerler)
  • 0 ≤ log P ≤ 3: birçok “ilaç-benzeri” molekülün hedef aralığı; permeabilite/çözünürlük dengesi açısından elverişli olabilir
  • 3 < log P ≤ 5: yüksek lipofiliklik; çözünürlük azalır, metabolizma ve doku dağılımı artabilir
  • log P > 5: çözünebilirlik ve geliştirme riski yükselir; biyokümülasyon potansiyeli ve formülasyon zorlukları belirginleşir

Sınırlamalar ve yanılgılar:

  • Log P, membran proteinleri, taşıyıcılar ve efluks pompalarını kapsamaz; bu nedenle geçirgenlik tek başına log P ile belirlenmez.
  • Zwitteriyonlar, çoklu tautomerler ve güçlü intramoleküler hidrojen bağları, beklenmedik davranışlar sergileyebilir.
  • Tuz oluşturma log P’yi değil log D’yi (ortam pH’sında etkin hidrofiliklik) değiştirir.

İlaç keşfi ve geliştirmede kullanım

  1. Absorpsiyon ve geçirgenlik
    Pasif transmembran difüzyon genellikle nötr ve orta derecede lipofilik türler lehinedir (çoğu sistemde log P ≈ 1–3 ve tPSA < 90–100 Ų aralığı avantajlı olabilir). Bununla birlikte CYP-aracılı metabolizma ve P-gp gibi efluks sistemleri, net emilimi modüle eder.
  2. Oral biyoyararlanım ve Lipinski’nin Beş Kuralı
    “İlaç-benzeri” uzayda log P ≤ 5 (aslında çoğu durumda daha düşüğü tercih edilir) ölçütü, çözünürlük-permeabilite dengesini pratik bir eşik olarak özetler. Bu bir kural değil, başparmak kuralıdır; istisnalar yaygındır.
  3. Doku dağılımı ve santral sinir sistemi erişimi
    Daha yüksek log P genellikle daha yüksek doku/beyin dağılımına işaret etse de, kan–beyin bariyeri geçişi için tPSA, pKa, efluks ve plazma protein bağlanması birlikte değerlendirilmelidir.
  4. Formülasyon stratejileri
    • Pro-ilaç yaklaşımları (ör. esterleşme) log P’yi geçici olarak artırıp geçirgenliği iyileştirebilir.
    • Tuz formu seçimi ve pH ayarı log D’yi değiştirerek çözünürlük/biyoyararlanım dengesini optimize eder.
    • Kokristaller, siklodekstrin kompleksleri, lipid-bazlı sistemler ve nanopartiküller yüksek log P’li adayların çözünürlük/permeabilitesini yönetmekte kullanılır.

Toksikoloji ve çevresel kader

Log P (log Kow), çevre bilimlerinde biyobirikim, biyobüyütme ve sediment/organik maddeye adsorpsiyon potansiyelinin başat öngörücülerindendir. Yüksek log Kow (çoğunlukla ≥ 4–5) bileşiklerin biyokütlede birikme eğilimi artabilir. Düzenleyici risk değerlendirmelerinde log Kow, BCF/BAF tahminleri ve QSAR modellerinde temel bir girdidir.

İlgili betimleyiciler ve çoklu parametre yaklaşımı

Tek başına log P yerine, aşağıdaki betimleyicilerle birlikte yorumlamak daha güvenilirdir:

  • tPSA (topolojik polar yüzey alanı)
  • H-bağ verici/bağlayıcı sayısı
  • Rotasyonel bağ sayısı
  • Molar refraktivite ve dipol momenti
  • pKa (mikroskobik/makroskobik)
  • Log S (suda çözünürlük) ve lipofilite-çözünürlük dengesi
  • PAMPA, Caco-2 ve MDCK geçirgenlik ölçümleri (taşıyıcı/efluks etkilerini de yakalayabilmek için)

Yaygın hatalar ve iyi uygulamalar

  • Fazları karşılıklı doygunlaştırın; aksi halde “ıslak” etkiler sonuçları çarpıtır.
  • pH, iyonik güç ve sıcaklığı sabit tutun ve raporlayın.
  • Yüzey-aktif veya çok lipofilik bileşiklerde yavaş karıştırma ve faz ayırma denetimi kullanın.
  • Ölçüm aralığı dışında kalan sistemlerde HPLC-korelasyon veya pH-metrik yöntemlere yönelin.
  • Hesaplamalı sonuçları deneysel verilerle kalibre edin.

Örnek log P (XLogP3) değerleri

  • Alendronik asit: −6,5
  • Glikoz: −2,6
  • Gliserol: −1,8
  • Etanol: −0,1
  • Ranitidin: 0,3
  • Parasetamol: 0,5
  • Siklohekzan: 3,4
  • İbuprofen: 3,5
  • İzotretinoin: 6,3
  • Beta-karoten: 13,5

Bu sayılar yönteme, sıcaklığa ve numune durumuna bağlı olarak değişkenlik gösterebilir; tekil kaynaktan gelen değerleri mutlak doğrular olarak değil, yaklaşık referanslar olarak değerlendirmek uygun olur.


Keşif

19. yüzyılın son çeyreğinde Avrupa laboratuvarları birer ölçüm tiyatrosu gibiydi: titrasyonların sessiz ritmi, cam kaplardaki iki fazın çizgisi boyunca ağır ağır yer değiştiren moleküller… Bu sahnenin merkezine Walter Nernst’in ünlü dağılım yasası oturdu. Nernst, bir maddenin iki karışmayan faz arasında dengeye geldiğinde, her fazdaki etkinliğinin sabit bir oranla ilişkilendiğini gösterdi. O günün diliyle bu, “çözücüler arası transferin termodinamik imzası”ydı; bugünün diliyle ise log P’nin en eski matematik köklerinin atılması.

    Kısa süre sonra biyolojiden gelen bir merak fizikokimya ile buluştu. Charles Ernest Overton ve Hans Horst Meyer, uçucu anesteziklerin gücünün yağlarda çözünürlükle (o günlerde çoğu kez zeytinyağı ile) şaşırtıcı bir şekilde paralel gittiğini gösterdiler. Bu Meyer–Overton bağıntısı, “lipitte çözünme → biyolojik etki” hattını bilimsel sezgi olmaktan çıkarıp ölçülebilir bir ilke haline getirdi. Moleküllerin canlı dokularda başarı ya da başarısızlıklarının, “yağ mı su mu tercih ederler?” sorusuyla yakından bağlantılı olduğu fikri, böylece kimyanın ve farmakolojinin merkezine yerleşti.

    20. yüzyıl ilerlerken iki ayrı akım birbirini besledi: ölçüm teknikleri rafine oldu, kavramsal çerçeve keskinleşti. Çalkalama şişesiyle iki fazın dengelenmesi, fazların karşılıklı doygunlaştırılması, emülsiyonları azaltmak için yavaş karıştırma gibi ayrıntılar laboratuvar pratiğine girdi. Bu sırada, canlı zarların amfifilik doğasına benzer davranan, uzun zinciri hidrofobik, hidroksil ucu hidrojen bağı yapabilen bir çözücü olan n-oktanol, “yağ fazı” için pratik bir standart olarak öne çıktı. Seçim, mükemmel olmaktan çok akıllıcaydı: n-oktanol ne tamamen apolar bir yağ ne de su kadar polar bir çözücüydü; zar fosfolipitlerini taklit etmeye yetecek bir ara-polarite sunuyordu.

      1960’lara gelindiğinde sahneye farmasötik kimyanın öncüleri çıktı ve log P birdenbire yalnızca ölçülen bir sayı olmaktan çıktı; yordanan ve model kuran bir parametreye dönüştü. Toshio Fujita, Junya Iwasa ve Corwin Hansch, hidrofobik yerine-geçer sabiti (π) ile log P’nin kimyasal yapı–biyolojik etki korelasyonlarında (QSAR) nasıl “taşıyıcı değişken” rolü oynayabileceğini gösterdiler. Bu çalışma, log P’yi farmakodinamik ve farmakokinetik sonuçların birincil açıklayıcılarından biri haline getirdi. Albert Leo ile birlikte, parçalanabilirlik (fragman) fikrini geliştirip hesaplanan log P (cLogP) kavramını popülerleştirdiler; böylece bir bileşiğin hidrofobikliği, sentezlenmeden önce, kâğıt üzerinde (daha sonraları bilgisayar ekranında) öngörülebilir oldu.

      1970’ler ve 80’ler, log P’nin iki yönden “yurttaşlığa kabul” edilişinin yıllarıydı. Kimya cephesinde parça sabiti yaklaşımları olgunlaştı: Rekker’in hidrofobik fragman sabitleri, Ghose–Crippen’in atomik parametreleri, Moriguchi’nin ampirik denklemleri; hepsi, “yapı → log P” köprüsünü farklı matematik taşlarıyla sağlamlaştırdı. Aynı dönemde analitik kimya, ters faz HPLC ile log P’ye dolaylı pencereler açtı; daha sonra immobilize yapay membran (IAM) kromatografisi, oktanolün ötesine geçip fosfolipit benzeri yüzeylerde hidrofobikliği sınamayı mümkün kıldı. Düzenleyici cephede ise OECD kılavuzlarının (çalkalama şişesi, HPLC ve yavaş karıştırma yöntemleri) standardizasyonu, log P’yi yalnızca “ilaç tasarımının” değil, çevre kaderi ve biyobirikim risk değerlendirmesinin de vazgeçilmez girdisi haline getirdi.

      90’lar ve 2000’ler, hesaplamanın hızlandığı ve çeşitlendiği bir evreydi. Kural tabanlı (fragman/atom katkılı) cLogP’lerin yanına, istatistiksel öğrenme yöntemleri ve yapay sinir ağları eklendi. Bir yandan pH-metrik yöntemler ve mikro-pKa kavrayışı gelişerek, yalnızca nötr türü betimleyen log P ile fizyolojik pH’taki etkin hidrofobikliği ifade eden log D arasındaki ilişki incelik kazandı; diğer yandan fizik-temelli çözücü modelleri (ör. COSMO ve SMD ailesi) ile serbest enerji farkları üzerinden log P’yi “birinci ilkelerden” türetme arayışları güçlendi. Bu ikili gelişme —veriden öğrenen daha iyi istatistikler ve fiziğin koyduğu sınırları sayısal olarak çözme becerisi— alanı aynı anda iki yoldan olgunlaştırdı.

      2010’lardan bugüne log P anlatısı, üç güçlü tema etrafında ilerledi. Birincisi, derin öğrenme: molekülleri graf olarak gören mesaj-iletimli sinir ağları ve transformer tabanlı modeller, yalnızca log P’yi değil, log S, pKa ve geçirgenlik gibi ilişkili özellikleri çok-görevli kurulumlarda birlikte öğrenerek, veri kısıtlı alt-sınıflarda bile genelleme kalitesini yükseltti. İkincisi, mikro-durum bilinci: tek bir “molekül” yerine, tüm tautomer/iyonizasyon mikro-durumlarının popülasyonunu hesaba katan iş akışları, pH-bağımlı log D(pH) eğrilerini yüksek güvenle yeniden çizmeyi mümkün kıldı. Üçüncüsü, deney-hesaplama birlikte evrimi: mikroakışkan çiplerde hızlı denge sağlayan miniaturize bölme sistemleri, yavaş karıştırma protokollerini emülsiyon artefaktlarından arındıran hassas otomasyon, standart ekleme ve kütle spektrometrisi ile ultra-düşük çözünebilirliklerde bile tutarlı ölçümler… Tüm bunlar, log P’nin “tek sayı” olmaktan çıkıp, belirsizlikle birlikte raporlanan, bağlamı zengin bir betimleyiciye dönüşmesini sağladı.

      Bugünün ilaç keşfi masasında log P artık tek başına karar vermez; topolojik polar yüzey alanı (tPSA), H-bağ verici/bağlayıcı sayıları, rotasyonel bağ sayısı, molar refraktivite ve pKa ile birlikte, çok-parametreli optimizasyonun (MPO) bir ekseni olarak kullanılır. Tasarımcı, sanal kütüphaneleri tararken bir yandan çok-amaçlı evrimsel algoritmalar veya takviyeli öğrenme ile “log P–log S–potens–metabolizma” dengesini iteratif olarak kurar; diğer yandan serbest-enerji pertürbasyonu ile membran içine gömülme profillerini hesaplayıp, PAMPA/Caco-2/MDCK gibi geçirgenlik ekranlarıyla erken evrede çapraz doğrular. Log P burada hâlâ başrol oyuncularından biridir, ama artık bir ansamblın parçasıdır.

      Çevre bilimlerinde ise log P ve “Kow” simgesi, biyokümülatif kalıcılık söyleminin sembolü oldu. Organik kirleticilerin sedimente ve biyokütleye dağılımını öngören QSAR’larda log P temel bir girdi; yüksek log P genellikle düşük suda çözünürlük ve yüksek biyouyumlulukla birlikte, izleme ve arıtma stratejilerinin ölçeklenmesinde öncelik sinyali verir. Yeni çalışmalar, klasik n-oktanolün ötesine bakan membran-mimetik sistemlerle (lipid vezikülleri, IAM fazları) “canlıya daha yakın” hidrofobiklik tanımları geliştiriyor; böylece log P’nin “operasyonel” doğası, biyolojik bağlama daha iyi bağlanıyor.

      Ve elbette, “keşif” her zaman isimlerle hatırlanır. Nernst, denge fikrini matematiğe döktü. Overton ve Meyer, lipofilikliğin biyolojik etkiyle ritmini kurdu. Hansch, Fujita ve Leo, hidrofobikliği biyolojik verilerle aynı cümle içinde konuşturan dilbilgisini yazdı. Rekker, Ghose–Crippen, Moriguchi, bilgisayarların anlayacağı sözlüğü genişletti. Analitikçiler ölçümü güvenilir kıldı; düzenleyiciler ortak bir çerçeve çizdi. Son yıllarda derin öğrenme ve fizik-temelli solvatasyon toplulukları, log P’yi belirsizlikleriyle birlikte önceden görülmemiş bir çözünürlükte hesaplar hale getirdi.

      Bugün bir aday molekülün dosyasında log P hâlâ erken sayfalardadır; ama o sayfa artık yalnızca bir sayı içermez. Bir pH-bağımlı profil, bir belirsizlik bandı, ilgili mikro-durumların nüfusları, modelin kapsama alanı ve mümkünse bağımsız bir deneysel doğrulama notu… Asırlar önce iki faz arasında kurulan o ince sınır çizgisi, şimdi keşfin etiğine de rehberlik ediyor: ölçtüğümüzü açıkça tanımlamak, öngördüğümüzü dürüstçe kalibre etmek ve kararlarımızı bu ikiliye birlikte dayandırmak.



      İleri Okuma
      1. Nernst, W. (1891). Verteilung eines Stoffes zwischen zwei Lösungsmitteln. Zeitschrift für Physikalische Chemie, 8, sayfalar değişken.
      2. Overton, C. E. (1895). Studien über die Narkose. Jena: Gustav Fischer.
      3. Meyer, H. H. (1899). Welche Eigenschaft der Anästhetika bedingt ihre narkotische Wirkung? Naunyn–Schmiedeberg’s Archiv für Experimentelle Pathologie und Pharmakologie, 42, 109–118.
      4. Fujita, T.; Iwasa, J.; Hansch, C. (1964). A New Substituent Constant, π, Derived from Partition Coefficients. Journal of the American Chemical Society, 86, 5175–5180.
      5. Leo, A.; Hansch, C. (1971). Partition Coefficients and Their Uses. Chemical Reviews, 71(6), 525–616.
      6. Rekker, R. F. (1977). The Hydrophobic Fragmental Constant: Its Derivation and Application. Amsterdam: Elsevier.
      7. Pidgeon, C.; Venkataram, U. V. (1989). Immobilized Artificial Membrane Chromatography. Analytical Chemistry, 61, 140–146.
      8. Ghose, A. K.; Crippen, G. M. (1986). Atomic Physicochemical Parameters for Three-Dimensional Structure-Directed QSAR. Journal of Computational Chemistry, 7(4), 565–577.
      9. Moriguchi, I.; Hirono, S.; Liu, Q.; Matsushita, Y.; Komatsu, K. (1992). Simple Method for Calculating Octanol/Water Partition Coefficient. Chemical & Pharmaceutical Bulletin, 40(1), 127–130.
      10. Klamt, A. (1995). Conductor-like Screening Model for Real Solvents (COSMO). Journal of Physical Chemistry, 99, 2224–2235.
      11. Marenich, A. V.; Cramer, C. J.; Truhlar, D. G. (2009). Universal Solvation Model (SMD). Journal of Physical Chemistry B, 113, 6378–6396.
      12. Gilmer, J.; Schoenholz, S.; et al. (2017). Neural Message Passing for Quantum Chemistry. Proceedings of ICML 2017, 1263–1272.
      13. Mansouri, K.; et al. (2018). OPERA Models for Predicting Physicochemical Properties and Environmental Fate. Journal of Cheminformatics, 10, makale no: 10.
      14. OECD Test No. 107. Partition Coefficient (n-octanol/water): Shake Flask Method. Paris: OECD Publishing.
      15. OECD Test No. 117. Partition Coefficient (n-octanol/water): HPLC Method. Paris: OECD Publishing.
      16. OECD Test No. 123. Partition Coefficient (n-octanol/water): Slow-Stirring Method. Paris: OECD Publishing.

      Click here to display content from YouTube.
      Learn more in YouTube’s privacy policy.

      Tekrarlanamayan “Bilimsel” Çalışmalar ve Bir Öneri

      Psikoloji (ruhbilim) alanında yapılmış geçmiş bilimsel çalışma sonuçlarını, aynı çalışmalar tekrarlandıklarında ortaya çıkan sonuçlarla karşılaştıran yeni bir bilimsel çalışma çok ses getirecek gibi görünüyor.

      Açık Bilim İşbirliği olarak 270 araştırmacının, sonuçları psikolojinin itibarlı 3 bilimsel dergisinde yayınlanmış, bilişsel ve sosyal psikoloji alanında yapılmış 100 deneysel ve karşılaştırmalı çalışmayı, çalışmalarda belirtilen metotlara sadık kalarak tekrarladıkları çalışmanın sonuçları bugün yayınlandı. Özetlediğimizde, elimizdeki bu yeni çalışmayı; eski itibarlı çalışmaların tekrarlarının, aynı itibarlı sonuçları vermediğini gösteren bir diğer itibarlı çalışma olarak tanımlayabiliriz.

      Çalışmada “tekrarlanabilirlik”; anlamlılık ve P değeri, etki boyutu, öznel araştırmacı görüşleri ve meta analizlere dayanılarak oluşturulan ölçütler çerçevesinde değerlendirilmiştir. İncelenen geçmiş çalışmalardan, kişisel ve temel ussal işlemleri araştıran bilişsel çalışmaların %50’si, sosyal psikoloji alanında yapılan çalışmaların ise sadece %25’i ve genelde tüm çalışmaların %36’sı, tekrarlandıklarında, ilkiyle aynı yönde sonuçlar ortaya koyabilmişlerdir. Sadece etki boyutu açısından değerlendirildiğinde ise sonuçları tekrarlanabilir kabul edilen çalışmaların yarısında sonuçların “anlamlılığı” azalmış olarak bulunmuştur.

      Bilimsel düşüncenin üzerine oturduğu temel sütun, bilimsel yöntemlerle elde edilmiş verilerin tekrarlanabilir olması gerekliliğidir. Doğrulama-sağlama çalışması niteliğindeki bu araştırma, kapsam ve açık kaynak sunumu açısından türünün ilk örneğidir ve psikoloji bilimi özelinde değerlendirilmesi gerekir. Ancak sonuçlara bakıldığında diğer bilim dallarında da, en azından soyut veya tinsel kavramlarla uğraşılan alanlarda (sosyal bilimler), tekrarlanabilirlik çalışmalarının yapılması gerekliliği kaçınılmazdır ve bu bilim dallarında, araştırmayla ulaşılan sonuçların “etki boyutları” belirlenmeli, sundukları yargısal sonuçlara bilimsel bir “değer ” atfedilmesi düşünülmelidir.  Farklı bilim dallarının ortaya koyduğu sonuçları tek bir bilimsel sonuç başlığında düşünmeyip, her bilim dalı için farklı katsayılar aracılığıyla değerlendirdikten sonra bilimsel etkililik veyagenelgeçerlik şeklinde bir “niceliksel kavram” geliştirmek söz konusu olabilir.

      Bu çalışmanın sağladığı verilerden yapılabilecek en yanlış çıkarım, bilimden kesin, değişmez ve hatta arzuladığımız sonuçlar sunmasını beklemektir. Varsayımların doğrulanmadığı çalışmaların çok daha değerli olduğu, gerçeği bilimle arayan herkesin katılacağı bir önermedir.  Psikoloji özelinde düşündüğümüzde ise endişe verici olan şey, eski çalışma sonuçlarına göre varılmış “kesin yargılar” söz konusu ise bunların düzeltilmesi gerekliliğidir. Daha da ötesinde, psikoloji bilimine ilişkin bundan sonra yapılacak çalışmalardan elde edilen sonuçlar değerlendirilirken, yayınların “Sonuçlar ve Çıkarımlar” başlıklı bölümünde daha “temkinli” ifadelerle görüş açıklanması yerinde olacaktır.

      “Yapılan bir araştırmaya göre sabah 06:32’de uyanan ve çizgili pijama tercih eden erkeklerin çatalı sol elleriyle tutma eğiliminde oldukları…” şeklinde özetlenebilecek sonuçlar veren “araştırmalara” itibar etmemek için yeterli bilimsel veriye sahip olabiliriz.

      Kaynak: Bilimfili, Alexander A. Aarts, Joanna E. Anderson, Christopher J. Anderson, Peter R. Attridge,, Angela Attwood, Jordan Axt, Molly Babel, Štepán Bahník, Erica Baranski, Michael Barnett-Cowan, Elizabeth Bartmess, Jennifer Beer, Raoul Bell, Heather Bentley, Leah Beyan, Grace Binion,  Estimating the reproducibility of psychological science 10.1126/science.aac4716