Gonartroz

Yaygın olarak diz osteoartriti olarak adlandırılan gonartroz, kıkırdak bozulması, eklem çevresindeki kemiğin büyümesi ve sinovyal iltihaplanma ile karakterize, ağrıya ve eklem hareketliliğinin kısıtlanmasına yol açan dejeneratif bir eklem hastalığıdır. “Gonartroz”un etimolojisi, Yunanca açı veya köşe anlamına gelen “gonia” (γωνία) ve eklem veya eklemlenme anlamına gelen “artroz” (αρθρωσις) kelimelerinden türemiştir, dolayısıyla doğrudan diz eklemini etkileyen hastalığa atıfta bulunur.

Gonartrozun tarihsel anlayışı ve tedavisi zaman içinde önemli ölçüde gelişmiştir. Başlangıçta tedaviler öncelikle konservatifti; ağrının hafifletilmesine ve eklem fonksiyonunun korunmasına odaklanıyordu. 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında radyografinin ortaya çıkışı, hastalıkla ilişkili yapısal değişikliklerin daha iyi anlaşılmasına olanak tanıdı ve daha hedefe yönelik tedavilerin geliştirilmesine yol açtı. Eklem debridmanı ve yeniden hizalama prosedürleri gibi cerrahi müdahaleler 20. yüzyılın ortalarında geliştirildi ve bunu 1960’ların sonlarında ciddi gonartroz tedavisinde devrim yaratan total diz artroplastisi izledi.

Gonartrozun patofizyolojisine ilişkin anlayış da, bunun yalnızca aşınma ve yıpranma hastalığı olduğu şeklindeki ilk inançtan, biyomekanik faktörlerin, genetiğin, iltihaplanmanın ve metabolik süreçlerin rollerini içeren daha ayrıntılı bir anlayışa doğru gelişmiştir. Bu, inflamasyonu ve kıkırdak metabolizmasını modüle etmeyi amaçlayan farmakolojik tedaviler ve kilo yönetimi ve egzersize odaklanan yaşam tarzı müdahaleleri dahil olmak üzere daha geniş bir terapötik seçenek yelpazesine yol açmıştır.

  • Protez Malzemelerin Evrimi: İlk diz protezleri, ahşap ve metal dahil olmak üzere çeşitli malzemelerden yapılmıştır. Günümüzde titanyum ve polietilen gibi gelişmiş malzemeler kullanılmakta olup diz protezlerinin ömrünü ve işlevselliğini önemli ölçüde artırmaktadır.
  • Obezitenin Etkisi: Tarihsel kayıtlar, antik çağlarda gonartrozun daha az yaygın olduğunu, bunun da potansiyel olarak daha düşük yaşam beklentileri ve günümüzde OA için önemli bir risk faktörü olan obezite prevalansının daha düşük olması nedeniyle olduğunu göstermektedir.
  • Eski Çareler: Söğüt kabuğunun (aspirinin öncüsü olan salisin içeren) kullanımı gibi eski zamanlarda kullanılan bazı çareler, ağrıyı hafifletmek için NSAID’ler gibi modern tedavilerde de yankılanmaktadır.
  • Yakın Zamana Kadar Diz Protezlerinin Nadirliği: Diz sorunları çok eski olmasına rağmen, diz protezi ameliyatı ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında sıradan hale geldi ve bu da gonartroz tedavisinde ne kadar yakın zamanda büyük ilerlemeler kaydedildiğini gösteriyor.
  • Küresel Yük: Osteoartrit artık dünya çapında en yaygın eklem hastalığıdır ve diz OA’sı yaşlı yetişkinler arasında önde gelen sakatlık nedenidir. Bu, yüzyıllar boyunca büyük sağlık sorunları haline gelen bulaşıcı hastalıklardan kronik koşullara geçişin altını çiziyor.

Gonartrozun Klinik Belirtileri

Gonartroz veya diz osteoartriti, eklem fonksiyonunu giderek bozan bir dizi klinik semptomla kendini gösterir. Bunlar şunları içerir:

  • Ağrı: Başlangıçta ağrı, fiziksel aktivite sırasında veya sonrasında ortaya çıkar ancak zamanla sabit hale gelebilir. Tipik olarak diz ekleminde derin, ağrılı bir ağrı olarak tanımlanır.
  • Sertlik: Genellikle 30 dakikadan kısa süren, hareketsizlik dönemlerinden sonra sabah sertliği veya sertliği.
  • Şişme: Eklem içinde sıvı birikmesi (efüzyon) veya eklem kenarları etrafındaki kemik büyümeleri (osteofit) nedeniyle oluşur.
  • Hareketlilik Azalması: Hareket aralığının kısıtlanması, yürüme, merdiven çıkma ve oturma pozisyonundan kalkma gibi günlük aktivitelerin gerçekleştirilmesini zorlaştırır.
  • Crepitus: Diz hareket ettirildiğinde sürtünme veya çatırtı hissi veya sesi.
  • Deformite: İleri aşamalarda, düzensiz kıkırdak kaybı nedeniyle diz deforme olabilir (örneğin çarpık bacak veya çarpık diz).

Gonartroz Tanısı

Gonartroz tanısı klinik değerlendirme ve görüntüleme çalışmalarına dayanmaktadır:

  • Klinik Geçmiş ve Fizik Muayene: Semptomların değerlendirilmesi, diz yaralanması veya aşırı kullanım öyküsü ve ağrı, şişlik, hareket açıklığı ve krepitus varlığına odaklanan fizik muayene.
  • Radyografi (X-ışınları): Tanıyı doğrulamak için kullanılan, eklem aralığındaki daralmayı, osteofit oluşumunu ve kemik konturundaki değişiklikleri gösteren birincil görüntüleme tekniği.
  • Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI): Tanı için rutin olarak kullanılmasa da, MR kıkırdak, bağ ve eklem efüzyonunun ayrıntılı görüntülerini sağlayabilir.
  • Laboratuvar Testleri: Gonartroz için spesifik bir kan testi bulunmamakla birlikte, romatoid artrit gibi diğer durumları dışlamak için testler yapılabilir.

Gonartroz Tedavisi

Gonartroz tedavisi ağrıyı hafifletmeyi, eklem fonksiyonunu iyileştirmeyi ve sakatlığı en aza indirmeyi amaçlar. Farmakolojik olmayan, farmakolojik ve cerrahi seçeneklerin bir kombinasyonunu içerir:

Farmakolojik Olmayan Tedaviler:

  • Fizik Tedavi: Diz çevresindeki kasları güçlendirmeye, esnekliği artırmaya ve ağrıyı azaltmaya yönelik egzersizler.
  • Kilo Yönetimi: Diz eklemindeki stresi azaltmak için vücut ağırlığının azaltılması.
  • Yardımcı Cihazlar: Hareket kabiliyetini artırmak ve ağrıyı azaltmak için baston, destek veya ayakkabı eklerinin kullanılması.

Farmakolojik Tedaviler:

  • Analjezikler: Asetaminofen gibi ağrı kesiciler.
  • Steroid Olmayan Anti-inflamatuar İlaçlar (NSAID’ler): Ağrıyı ve iltihabı azaltmak için.
  • Eklem içi kortikosteroidler: Ağrının geçici olarak giderilmesi için diz eklemine enjeksiyon.
  • Hyaluronik Asit Enjeksiyonları: Eklem yağlanmasını iyileştirmek ve ağrıyı azaltmak için.

Cerrahi Tedaviler:

  • Artroskopik Cerrahi: Gevşek cisimlerin veya hasarlı kıkırdakların çıkarılması için.
  • Osteotomi: Dizin etkilenen kısmındaki baskıyı hafifletmek için kemik yeniden hizalama ameliyatı.
  • Total Diz Artroplastisi (TKA): Hasarlı diz ekleminin yapay bir eklemle değiştirilmesidir.

Tarih

Antik Çağlar:

  • Antik Mısır (MÖ 1550): Ebers Papirüsü, artrit benzeri semptomların bilinen en eski tıbbi tanımlarından birini içermekte ve şifalı bitkiler ve sıcak kompresler gibi tedaviler önermektedir.
  • Hipokrat (MÖ 460-377): “Tıbbın Babası” olarak bilinen Hipokrat eklem hastalıklarını tanımlamış ve semptomları hafifletmek için egzersiz, masaj ve diyet ayarlamaları önermiştir. Yaklaşımı doğal iyileşmeyi ve vücut sıvılarının dengelenmesini vurgulamıştır.

Orta Çağ (5-15. Yüzyıl):

  • İbn-i Sina (980-1037): İbn-i Sina, The Canon of Medicine adlı kitabında eklem hastalıklarını ve bunların bitkisel ilaçlar ve fiziksel terapileri içeren tedavilerini tanımlamıştır.
  • Bingenli Hildegard (1098-1179): Eklem ağrısı ve iltihabını tedavi etmek için çeşitli bitkilerin ve lapaların kullanımını belgeleyen önemli bir ortaçağ bitki uzmanı.

16.-17. Yüzyıl:

  • Andreas Vesalius (1514-1564): Anatomik çalışmaları insan vücudunun daha doğru anlaşılmasını sağlamış ve bu da eklem hastalıklarının tedavisini dolaylı olarak etkilemiştir.
  • William Harvey (1578-1657): Kan dolaşımını keşfetmesi, eklem hastalıkları için daha etkili tedavilerin geliştirilmesi için temel bir anlayış sağlamıştır.

18. Yüzyıl:

  • John Hunter (1728-1793): Eklem hastalıklarının cerrahi tedavisinin ilk savunucularından biri. Tıbbi uygulamalarda dikkatli gözlem ve deney yapmanın önemini vurgulamıştır.

19. Yüzyıl:

    • Jean-Martin Charcot (1825-1893): Nöroloji ve eklem hastalıkları üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Charcot’nun artrit üzerine yaptığı çalışmalar, eklem hastalıklarının patolojisinin daha derinlemesine anlaşılmasını sağlamıştır.
    • Wilhelm Conrad Röntgen (1895): Röntgenin icadı eklem hastalıklarının teşhisinde devrim yaratarak eklem yapılarının ayrıntılı olarak görüntülenmesini ve daha iyi teşhis konulmasını sağladı.

    20. Yüzyılın Başları:

      • Sir Robert Jones (1857-1933): Ortopedik cerrahide bir öncü olan Jones, eklem hastalıkları ve yaralanmalarının tedavisi için teknikler geliştirerek modern ortopedik cerrahinin temellerini attı.
      • Eliott G. Brackett (1906): Belgelenmiş en eski diz debridman ameliyatlarından birini gerçekleştirerek gonartroz için cerrahi tedavinin oluşturulmasına yardımcı oldu.

      20. Yüzyılın Ortaları:

        John Charnley (1960’lar): Total kalça artroplastisine (THA) öncülük etmesiyle tanınan Charnley’in çalışmaları total diz artroplastisinin (TKA) gelişimini de etkilemiştir. Eklem replasmanı teknolojisindeki yeniliklerinin gonartroz tedavisi üzerinde kalıcı bir etkisi olmuştur.

        20. Yüzyılın Sonları:

          • Freddie Fu (1980’ler-1990’lar): Günümüzde erken evre gonartroz tedavisinde yaygın olarak kullanılan diz yaralanmalarına yönelik artroskopik cerrahi tekniklerinin geliştirilmesine önemli katkılarda bulunmuştur.
          • Richard D. Coutts (1990’lar): Diz artroplastisi ve kıkırdak onarımı üzerine yaptığı araştırma ve klinik çalışmalarla diz artritinin anlaşılmasını ve cerrahi tedavisini geliştirmiştir.

          İleri Okuma

          1. Hunter, D.J., & Bierma-Zeinstra, S. (2019). Osteoarthritis. Lancet, 393(10182), 1745-1759.
          2. Felson, D.T. (2006). Clinical practice. Osteoarthritis of the knee. New England Journal of Medicine, 354(8), 841-848.
          3. Peat, G., McCarney, R., & Croft, P. (2001). Knee pain and osteoarthritis in older adults: A review of community burden and current use of primary health care. Annals of the Rheumatic Diseases, 60(2), 91-97.
          4. Cross, M., Smith, E., Hoy, D., Nolte, S., Ackerman, I., Fransen, M., … & March, L. (2014). The global burden of hip and knee osteoarthritis: estimates from the Global Burden of Disease 2010 study.
          5. Scanzello, C.R., & Goldring, S.R. (2012). The role of synovitis in osteoarthritis pathogenesis. Bone, 51(2), 249-257.
          6. Lozada, C. J., & Altman, R. D. (2000). Management of osteoarthritis. Historical Perspectives. Medicine and Health, Rhode Island, 83(11), 340-342. This source provides a historical overview of arthritis management, emphasizing the evolution from ancient remedies to modern treatments.
          7. Bijlsma, J. W., Berenbaum, F., & Lafeber, F. P. (2011). Osteoarthritis: An update with relevance for clinical practice. Lancet, 377(9783), 2115-2126. This review offers insights into the pathophysiology and management of osteoarthritis, with a focus on knee OA, and touches on historical aspects of the disease’s understanding.
          8. Brandt, K. D., Dieppe, P., & Radin, E. (2009). Etiopathogenesis of osteoarthritis. Medical Clinics of North America, 93(1), 1-24, xi. This article delves into the development of osteoarthritis, including historical perceptions and the evolution of treatment strategies.

          AV blok 2. derece

          İkinci derece AV blokta, atriyum ve ventriküller arasındaki elektriksel iletimde kısmi bir bozulma meydana gelir ve bu durum, atriyum uyarılarının ventriküllere ilerlemesinde aralıklı olarak başarısızlığa yol açar.

          Patofizyoloji

          İkinci derece AV blok, bazı atriyal elektriksel uyarıların ventriküllere iletilmemesi ve bunun da atriyal ve ventriküler kasılmalar arasında uyumsuzluğa yol açması ile karakterize edilir. Bu uyumsuzluk, kalp debisini ve hemodinamikleri etkileyen AV düğümü (AVN) veya His-Purkinje sistemi içindeki patolojik bir gecikmeye veya tıkanmaya atfedilebilir.

          Mobitz Tip I (Wenckebach bloğu): PR aralığının atriyal dürtü iletilmeyene kadar aşamalı olarak uzamasını ve ardından döngünün sıfırlanmasını gösterir. Bu tip genellikle AV düğüm seviyesindeki blokajla ilişkilidir ve daha iyi prognoza sahip olduğu kabul edilir.

          Mobitz Tip II: PR aralığının uzaması olmaksızın impuls iletiminde ani bir başarısızlık ile karakterizedir; AV düğümünün distalinde, genellikle His-Purkinje sistemi içinde bir tıkanıklık olduğunu düşündürür. Bu tip daha kötü bir prognoza sahiptir ve tam kalp bloğuna ilerleme riski nedeniyle sıklıkla kalp pili implantasyonunu gerektirir.

          This content is available to members only. Please login or register to view this area.

          Etimoloji ve Tarihsel Bağlam

          Woldemar Mobitz (1889-1951): Bir Alman-Rus dahiliye uzmanı olan Mobitz, aralıklı AV iletim bozukluğu olgusunu tanımladı ve bunu bugün Mobitz Tip I ve Mobitz Tip II blokları olarak tanımladığımız şekilde tanımladı. Çalışmaları, özellikle 1924’te yayınlanan kapsamlı çalışma, AV blok mekanizmalarının anlaşılmasını genişletti.

          Karel Frederik Wenckebach (1864-1940): Hollandalı bir dahiliyeci olan Wenckebach’ın kardiyolojiye katkıları, atlanan atımlara yol açan ilerleyici AV iletim gecikmesinin ilk ayrıntılı analizini içerir. 20. yüzyılın başlarında yayınlanan gözlemleri, şu anda Wenckebach bloğu (Mobitz Tip I) olarak bilinen şeyin tanımlanmasına yol açtı.

          Karel Frederik Wenckebach: Anlayışlı Gözlemci

          Karel Frederik Wenckebach’ın keşfine giden yolculuğu, hastalardaki nabız düzensizliklerine ilişkin zekice gözlemleriyle başladı. Elektrokardiyogramın (EKG) yeni bir buluş olduğu bir çağda yaşayan Wenckebach, bu çığır açan teknolojiyi kalp ritimleri çalışmalarına uygulayan ilk kişiler arasındaydı. Keskin analitik becerileri, hastalarının düzensiz nabızlarındaki, o zamanlar mevcut kalp fonksiyonu anlayışıyla açıklanamayan kalıpları tanımasına yol açtı.

          Wenckebach, nabız ve EKG kayıtlarını titizlikle çizelgeleyerek, kalbin atriyal-ventriküler (AV) iletiminin, bir atış tamamen atlanana kadar giderek uzadığı döngüsel bir model belirledi. Bu gözlem ilk olarak 20. yüzyılın başlarında, özellikle de şu anda Mobitz Tip I AV bloğu (Wenckebach fenomeni) olarak tanıdığımız durumdan muzdarip bir hastayla yaptığı çalışmada belgelenmiştir. Onun ayrıntılı vaka çalışmaları, AV iletim bozukluklarındaki değişkenliği anlamanın temelini attı ve tüm AV bloklarının tek biçimli olmadığını veya aynı prognoza sahip olmadığını gösterdi.

          This content is available to members only. Please login or register to view this area.

          Woldemar Mobitz: Farkı Tanımlamak

          Birkaç on yıl sonra Woldemar Mobitz, AV bloklarının inceliklerini daha derinlemesine inceleyerek Wenckebach da dahil olmak üzere seleflerinin çalışmalarını temel aldı. 1920’lerde mevcut olan daha gelişmiş EKG teknolojisini kullanan Mobitz, ikinci derece AV blokları alanında başka bir modeli fark etti. Bu patern, Wenckebach tarafından tanımlandığı gibi, kaçırılan bir atımdan önce PR aralığının ilerleyici uzamasını sergilemedi, bunun yerine ani iletilmeyen atriyal impulslarla birlikte sürekli olarak normal veya uzamış PR aralıkları gösterdi.

          1924 yılında Mobitz bulgularını sundu ve şu anda Mobitz Tip I ve Tip II AV blokları olarak adlandırdığımız blokları tanıttı. Titiz analizi, EKG özelliklerine göre iki tip arasında ayrım yaptı ve tıkanıklığın anatomik konumu ve klinik önemi açısından farklılıklara işaret etti. Bu farklılaşma, daha sonra tedavi stratejilerinin geliştirilmesi ve bu koşullara sahip hastaların yönetimi açısından çok önemliydi.

          Terapi

          Mobitz Tip I: Tedavi genellikle konservatiftir; altta yatan koşulların tedavisine ve alevlendirici faktörlerin önlenmesine odaklanır. Semptomatik bradikardi devam etmediği sürece kalp pili implantasyonu genellikle gerekli değildir.

          Mobitz Tip II: Tam kalp bloğuna ilerleme riskinin yüksek olduğu göz önüne alındığında, kalp pili implantasyonu bu tip AV bloğu olan hastalar için standart bakımdır.

          Click here to display content from YouTube.
          Learn more in YouTube’s privacy policy.

          Click here to display content from YouTube.
          Learn more in YouTube’s privacy policy.

          Nefrolitiazis

          “Nefrolit” terimi, idrardaki maddelerin kristalleşmesi nedeniyle böbrekte oluşan katı bir malzeme parçası olan böbrek taşını ifade eder. “Nefrolit” kelimesinin etimolojisi, Yunanca böbrek anlamına gelen “nephros” (νεφρός) ve taş anlamına gelen “lithos” (λίθος) kelimelerinden türemiştir. Bu kalsifiye oluşumların boyutu ve şekli değişebilir ve sıklıkla idrar yoluna girdiklerinde şiddetli ağrıyla ilişkilendirilirler.

          “nefrolithos” Antik Yunancadan gelir; “nephros” (νεφρός) böbrek, “lithos” (λίθος) ise taş anlamına gelir. Bu terim, böbrek taşları için kullanılan modern tıbbi terminolojiye (nefrolitiazis) katkıda bulunmuştur; burada “-iasis”, böbreklerdeki taşları içeren patolojik bir durumu veya hastalığı belirtir.

          Öte yandan “Calculus renalis” Latince’den türetilmiştir; “calculus” küçük taş ve “renalis” böbrek anlamına gelir. Bu terim genellikle tıbbi bağlamlarda, biriken minerallerden dolayı böbreklerde taş benzeri birikintilerin oluşumunu tanımlamak için kullanılır.

          Tarihsel olarak böbrek taşlarının anlaşılması ve tedavisi eski uygarlıklara kadar dayanmaktadır. Genellikle Batı tıbbının babası olarak kabul edilen Hipokrat (MÖ 460-370), yazılarında böbrek taşlarından bahsetmiş, diyet önerilerini ve semptomlarını kontrol altına alacak tedavileri vurgulamıştır. Sonraki yüzyıllarda, bitkisel ilaçlardan cerrahi müdahalelere kadar çeşitli tedaviler belgelendi ve bunların fizyolojik kökenleri ve etkilerine ilişkin gelişen anlayışı yansıtıyordu.

          Epidemiyoloji:

          Nefrolitiazis veya böbrek taşları, farklı coğrafi bölgeler, etnik kökenler ve beslenme alışkanlıklarına göre değişen görülme oranlarıyla, nüfusun önemli bir bölümünü etkilemektedir. Nefrolitiazis prevalansının küresel olarak arttığı, beslenme, yaşam tarzı değişiklikleri ve muhtemelen küresel ısınmanın hidrasyon durumunu etkilemesi gibi faktörlerden etkilendiği belirtilmektedir.

          Küresel Yaygınlık: Dünya çapında insanların yaklaşık %1-15’i hayatlarının bir noktasında nefrolitiazis geliştirecektir; sanayileşmiş ülkelerde bu oranlar daha yüksektir. Örneğin Kuzey Amerika’daki yaygınlık %7 ila %13 arasında değişmektedir.
          Tekrarlama Oranları: Bir böbrek taşı olan kişilerin yaklaşık %50’sinde 5 ila 10 yıl içinde başka bir taş gelişir.

          Klinik Belirtiler ve Yüzdeler:

          Nefrolitiazisin klinik görünümü büyük ölçüde değişebilir ancak yaygın semptomlar şunları içerir:

          • Renal Kolik: Nefrolitiazisin en karakteristik semptomu, tipik olarak yan tarafta veya sırtın alt kısmında başlayan ve kasıklara yayılabilen şiddetli, aralıklı ağrıdır. Nefrolitiazisli hastaların yaklaşık %70-80’inde renal kolik görülür.
          • Hematüri: Vakaların yaklaşık %40-50’sinde gözle görülür veya mikroskobik olarak idrarda kan görülür.
          • Bulantı ve Kusma: Bu semptomlar şiddetli ağrı ve otonomik refleksler nedeniyle sık görülür ve hastaların yaklaşık %20-30’unda görülür.
          • İdrar Aciliyeti/Sıklığı: Özellikle taş idrar yolunun alt kısmında yer aldığında hastalar tarafından sıklıkla rapor edilir ve bireylerin yaklaşık %15-20’sini etkiler.

          Tedavi

          Akut Yönetim:

          • Ağrının Giderilmesi: Ağrı tedavisi için NSAID’ler (örn. ibuprofen) veya opioidler.
          • Tıbbi Ekspulsif Tedavi (MET): Çapı 10 mm’den küçük taşların geçişini kolaylaştırmak için alfa blokerler (örn. tamsulosin) kullanılabilir.

          Hidrasyon:

          • Sıvı Tüketimi: Taş oluşumunu önlemek için günde en az 2,5 litre idrar üretecek şekilde sıvı alımının artırılması önerilir.

          Diyet Değişiklikleri:

          • Azaltılmış Sodyum ve Hayvansal Protein Alımı: İdrar kalsiyum ve ürik asit seviyelerini azaltmak için.
          • Sitrat Açısından Zengin Gıdaların Arttırılması: Taş oluşumunu önlemek için limon ve misket limonu gibi.
          • Kalsiyum Alımı: Bir sağlık uzmanı tarafından aksi tavsiye edilmedikçe normal diyet kalsiyum alımını sürdürün.

          Farmakolojik Tedavi:

          • Kalsiyum Taşları: Kalsiyum atılımını azaltmak için tiazid diüretikleri.
          • Ürik Asit Taşları: Ürik asit seviyelerini azaltmak için idrarın potasyum sitrat ve allopurinol ile alkalileştirilmesi.
          • Sistin Taşları: İdrarın alkalileştirilmesi ve gerekirse şelasyon ajanları.

          Cerrahi tedavi:

          • Müdahale Endikasyonları: Kalıcı ağrıya, enfeksiyona veya obstrüktif üropatiye neden olan taşlar.

          Teknikler şunları içerir:

          • Ekstrakorporeal Şok Dalgası Litotripsi (ESWL): Non-invazif, böbrekteki 2 cm’den küçük taşlar için.
          • Üreteroskopi: Üreterdeki taşlar için.
          • Perkütan Nefrolitotomi (PCNL): Böbrekteki büyük veya karmaşık taşlar için.

          Tarih

          Eski Mısır: Belgelenen en eski böbrek taşı vakaları, böbrek taşı kanıtlarının radyolojik olarak doğrulandığı Mısır mumyalarında bulunmuştur.
          Hipokrat (M.Ö. 460-370): Genellikle Tıbbın Babası olarak kabul edilen Yunan doktor, ameliyattan kaynaklanan yüksek ölüm riski nedeniyle taşları çıkarmak için vücudun kesilmesini tavsiye etmedi ve bu durumun erken farkına varıldığını vurguladı.

          Anlama ve Tedavinin Geliştirilmesi:

          Yüzyıllar boyunca çok sayıda klinisyen ve araştırmacı nefrolitiazisin anlaşılmasına giderek artan katkılarda bulunmuştur:

          • İbn Sina (980-1037): İranlı bilgin İbn Sina, “Tıp Kanunu” adlı eserinde böbrek taşlarını ve bunların bazı semptomlarını ve tedavilerini tanımladı.
          • Herman Boerhaave (1668-1738): Böbrek taşlarıyla ilgili semptomların ve cerrahi yöntemlerin anlaşılmasını geliştiren Hollandalı bir doktor.
          • William Heberden (1710-1801): Gut ile böbrek taşları arasındaki ilişkiye dikkat çeken İngiliz doktor.

          Modern çağ:

          Modern çağda, nefrolitiazis üzerine yapılan araştırmalar daha çok işbirlikçi ve bireysel “keşifler” ile daha az ilgili olmuştur. Önemli gelişmeler şunları içerir:

          • Teknolojik ilerlemeler: 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında röntgen gibi modern görüntüleme tekniklerinin gelişmesi, idrar yolu taşlarının daha iyi görüntülenmesine olanak sağlamıştır.
          • Metabolik çalışmalar: 20. yüzyılda araştırmacılar taş oluşumunun ardındaki metabolik nedenleri belirlemeye başladı ve bu da hedefe yönelik tedavilere yol açtı. Örneğin, Birdwell Finlayson 1970’lerde idrardaki belirli koşulların taş oluşumunu nasıl teşvik ettiğini açıklayarak idrarda litojenik risk kavramını oluşturdu.

          İleri Okuma

          1. Moe, O. W. (2006). “Kidney stones: pathophysiology and medical management.The Lancet, 367(9507), 333-344.
          2. Pearle, M. S., Goldfarb, D. S., Assimos, D. G., Curhan, G., Denu-Ciocca, C. J., Matlaga, B. R., Monga, M., Penniston, K. L., Preminger, G. M., Turk, T. M., & White, J. R. (2014). “Medical management of kidney stones: AUA guideline.Journal of Urology, 192(2), 316-324.
          3. Scales, C. D., Smith, A. C., Hanley, J. M., & Saigal, C. S. (2012). “Prevalence of kidney stones in the United States.European Urology, 62(1), 160-165.
          4. Stamatelou, K. K., Francis, M. E., Jones, C. A., Nyberg, L. M., & Curhan, G. C. (2003). “Time trends in reported prevalence of kidney stones in the United States: 1976-1994.Kidney International, 63(5), 1817-1823.
          5. Rule, A. D., Roger, V. L., Melton, L. J. 3rd, Bergstralh, E. J., Li, X., Peyser, P. A., Krambeck, A. E., & Lieske, J. C. (2009). “Kidney stones associate with increased risk for myocardial infarction.” Journal of the American Society of Nephrology, 20(10), 2239-2246.