Yeşil Çayın Faydalarını Biliyoruz, Peki Ya Zararları?

Yeşil çay zengin besin maddesi ve antioksidan içeriğiyle sağlıklı bir içecektir. Fakat bu sağlıklı içeceği bile tüketirken sağlığa zararlı sonuçlarla karşılaşmamız mümkün.

Yeşil Çay İçerisinde Olumsuz Etki Yaratabilecek Kimyasal Maddeler

Yeşil çay içerisinde sağlığa zararlı olabilecek başlıca kimyasal maddeler kafein, florin elementi ve flavanoid olarak listelenebilir. Bu kimyasalların ve yeşil çayın içeriğinde bulunan diğer kimyasal maddelerin kombinasyonun aşırı miktarda tüketimi, ciddi karaciğer hasarıyla sonuçlanabilir. Yeşil çay içerisinde bulunan tanenler folik asit emilimini azaltırlar. Folik asit yani B vitamini, cenin gelişimi için hayati öneme sahiptir. Ayrıca yeşil çayın içeriğindeki kimyasallar, bazı ilaçlar ile tepkime verirler. Bu sebeple de fazla yeşil çay tüketen bireyler eğer ilaç kullanıyorlarsa mutlaka ilaç yönergelerini dikkatli takip etmelidirler. Yeşil çay ile tüketim uyarıları genellikle uyarıcılar ve antikoagülanlar için yapılmaktadır.


Yeşil Çaydaki Kafein Miktarı

Her bir bardak yeşil çay içerisinde ortalama 35mg kafein bulunmaktadır. Kafein uyarıcı olması sebebiyle kalp atış hızını ve kan basıncını yükseltir. Kafein hangi kaynaktan alınırsa alınsın çok fazla alındığında hızlı kalp atışlarına, uykusuzluğa ve ruh hastalıklarına hatta ölümlere bile yol açabilmektedir. Birçok insanda kafein tolare edebilme oranı 200 ila 300mg arasındadır. WebMD verilerine göre, yetişkinler için ölümcül kafein dozajı, kilogram başına 150-200mg arasındadır ve daha azında bile ciddi kafein zehirlenmeleri olasıdır.

Yeşil Çaydaki Florin

Florin insanlar için gerekli bir madde değildir. Az miktarda vücutta bulunmasının kemik ve diş sağlığı için önemli olduğu savunulsa dahi faydaları kesin olarak kanıtlanmış değildir. Özellikle florütleştirilmiş su tüketen insanların yeşil çay ile birlike tüketmeleri oldukça risklidir. Florin aşırı dozu büyümede gecikmelere, dental fluoroza ve kemik hastalıklarına sebep olabilir.

Yeşil Çaydaki Flavonoid

Flavonoidler potent antioksidanlardır ve hücreleri radikal hasarlardan korurlar.  Fakat, flavonoidler ayrıca vücutta demirleri bağlarlar. Yani, vücudun gerekli olan demirin emilmesi yeteneğini kısıtlarlar. Bu da, kansızlığa ve pıhtılaşma bozukluklarına neden olabilir. Yapılan araştırmaların verilerine göre, yemeklerle beraber rutin yeşil çay tüketimi, demir emilimini %70’e kadar azaltmaktadır. Bu sebeple, yeşil çay tüketiminin yemeklerle değil de öğün aralarında olması dikkat edilmesi gereken bir nokta olabilir.

Yeşil Çayın Günlük Tüketimi

Birçok araştırmacı, yeşil çayın günde 5 bardaktan fazla tüketilmemesini savunmaktadır. Hamileler ve emziren kadınlar için ise önerilen günde 2 bardaktan fazla tüketilmemesidir.

 


Kaynaklar:
Bilimfili
Yeşil çay yan etkileri referansı: WebMD
Yeşil çay tüketimi referansı: Oregon State Universitesi 

Korku Filmleri Gerçekten de “Kan Dondurucu”

Yaşanılan korkunun şiddetini, yoğunluğunu ve o an üzerimizde yarattığı fiziksel-ruhsal etkiyi açıklayan bir çift kelime: kan dondurucu

Bunun dilimize özgü bir tanımlama olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Zira, İngilizce bloodcurdling,Almanca das blut in den Adern erstarrt, Fransızca à vous glacer le sang ve Flemenkçe bloedstollend kelimeleri ve tamlamaları “kanın fiziksel olarak donması, durması” şeklinde doğrudan çevrilebilecekken anlam açısından korkunun “çokluğunu” ifade ediyor, tıpkı dilimizdeki gibi. Peki, “kan dondurucu” gerçekten mecazi bir ifade mi?

Bu soruya yanıt arayan bir grup Hollandalı araştırmacının çalışması, itibarlı bir tıp dergisi olması yanında Noel zamanlarında biraz “uçarı” konulara değinmeyi âdet edinmiş, ama yine de tüm yayınlarını hakem gözetiminden geçiren British Medical Journal (BMJ) isimli dergide yayınlandı.

Gerilimin (stres) insan pıhtılaşma sistemi – ki hâlâ tüm detayları ortaya konamamış, anlaşılması için bazı bölümler halinde incelenen, şelâle şeklinde akıveren, hayran olunası olaylar dizisi olarak tanımlanabilir bu sistem- üzerinde büyük etkileri olduğu ve bu etkilerin klinik olarak önemli seviyelerde gerçekleşebileceği bilinen bir gerçek. Bazı heyecanlı sporların da kanı, laboratuvar belirteçleri açısından pıhtılaşmaya eğilimli hale getirdiği başka çalışmalarda gösterildi. Fiziksel aktivite yokluğunda, hızlı ortaya çıkan (akut) korkunun pıhtılaşma sistemi üzerine etkilerini inceleyen bu çalışma 30 yaşından küçük, bilinen hiçbir hastalığı olmayan 24 sağlıklı kişi üzerinde yürütüldü.

Anlaşılabilir şekliyle pıhtılaşma sistemi (Şekil kaynağı: BMC Bioinformatics, DOI: 10.1186/1471-2105-14-59)
Anlaşılabilir şekliyle pıhtılaşma sistemi (Şekil kaynağı: BMC Bioinformatics, DOI: 10.1186/1471-2105-14-59)

On dört kişilik ilk grup önce 2010 yapımı Insidious (Ruhlar Bölgesi) filmini, bir hafta sonra aynı gün, aynı saatte de 2014 yapımı bir belgesel olan A Year In Champagne filmini izlerken, on kişilik ikinci grup önce belgeseli, sonra korku filmini izledi. Gösterimlerden 15 dakika önce ve sonra alınan kan örnekleri (denek başına toplam 4 örnek) pıhtılaşmada görevli bazı maddeler açısından incelendi.

Korkunun biyokimyasal izlerini süren bu çalışma sonucunda kanı pıhtılaşmaya hazırlayan bir madde olan Faktör VIII (antihemofilik faktör) seviyesinin korku filmi seyretme ile anlamlı derecede yükseldiği belirlenirken, pıhtı oluşumu aşamalarında görevli trombin-antitrombin kompleksleri, D-dimer ve protrombin faktör 1 ve 2 gibi maddelerin seviyelerinde bir artış izlenmedi.

Yaninin de yanisi, korku hissi kanı pıhtılaşmaya hazır hale getirmek için bazı mekanizmaları uyarırken bunu damarı tıkayacak seviyelerin çok ötesindeki güvenli bir aralıkta yapıyor. Bu durumun oldukça basit bir evrimsel açıklaması olabilir: hayatta kalma şansını yükseltmek isteyen her organizma gibi insan da, korkuya neden olan etmen karşısında sahip olduğu iki seçenekten savaşmayı-fight (diğeri kaçmak-flight) tercih ederse (veya mecbur kalırsa) ve bu tercihinden dolayı fiziksel olarak hasar alması söz konusu olursa, olası kan kaybını en alt seviyede tutmak için bir ön hazırlık başlamış oluyor.

Bu çalışmanın, korkunun, venöz tromboz (toplardamarda pıhtı oluşumu) nedenlerinden biri olduğunu söylemek için yeterli bir kanıt oluşturmadığını ekleyelim.

 


Kaynak: 

  1. Bilimfili
  2. Bloodcurdling movies and measures of coagulation: Fear Factor crossover trial Banne Nemeth, medical doctor1 2, Luuk J J Scheres, medical doctor1 3, Willem M Lijfering, postdoctoral researcher1, Frits R Rosendaal, professor of clinical epidemiology1 4 BMJ 2015; 351 doi: http://dx.doi.org/10.1136/bmj.h6367 (Published 16 December 2015) Cite this as: BMJ 2015;351:h6367

Koagülasyon

Pıhtılaşma, kanın pıhtı oluşturduğu karmaşık bir süreçtir; damar sistemi yaralandığında aşırı kanamayı önlemek için çok önemli bir mekanizmadır. “Pıhtılaşma” terimi, “kıvırmak” anlamına gelen Latince “coagulare” kelimesinden türemiştir ve kanın sıvıdan jel benzeri bir duruma dönüştürülmesi işleminin doğasını yansıtmaktadır.

Pıhtılaşma kavramı yüzyıllardır bilinmektedir ve başlangıçta yaralardan kaynaklanan kanamanın doğal olarak durması olarak görülmüştür. İlk açıklamalar Hipokrat ve Galen’in kanın kalınlaşması olgusuna dikkat çekmesiyle eski zamanlara kadar uzanır. Ancak pıhtılaşmaya ilişkin bilimsel anlayış 19. ve 20. yüzyıllarda önemli ölçüde gelişti. Armand Trousseau, 19. yüzyılda “flebit”i pıhtılaşmayla ilişkilendirerek tanımlayan ilk kişilerden biriydi. 20. yüzyılda çeşitli pıhtılaşma faktörlerinin keşfi ortaya çıktı ve pıhtı oluşumuna yol açan karmaşık olaylar dizisi daha da aydınlatıldı.

Pıhtılaşma Süreci

Pıhtılaşma süreci, sıvı kan bileşenlerinin katı bir kütleye dönüştürülmesine yol açan bir dizi adımı içerir ve genellikle üç aşamaya ayrılır:

  • Vasküler Evre: Kan akışını azaltmak için kan damarlarında ani vazokonstriksiyon meydana gelir.
  • Trombosit Aşaması: Trombositler hasarlı endotele yapışarak geçici bir “trombosit tıkacı” oluşturur.
  • Pıhtılaşma Aşaması: Bir dizi enzimatik reaksiyon pıhtılaşma faktörlerini aktive ederek fibrinojenin fibrine dönüşmesine yol açar, bu da trombosit tıkacını daha dayanıklı bir pıhtı halinde stabilize eder.

Pıhtılaşma kademesi ayrıca içsel ve dışsal yolaklara bölünür; her ikisi de Faktör X’in aktivasyonuna yol açar ve bunlar daha sonra ortak yolda birleşir. İçsel yol, damar sistemi içindeki hasarla başlatılır ve dışsal yol, damardan kan sızıntısına yol açan dış travma tarafından başlatılır.

Pıhtılaşmanın Klinik Yönleri

Pıhtılaşma bozuklukları kanama (hemofili, K vitamini eksikliği) veya tromboz (derin ven trombozu, pulmoner emboli) riskinde artışa yol açabilir. Antikoagülanlar (varfarin, heparin gibi) ve antitrombosit ilaçlar (aspirin gibi) bu koşulları yönetmek ve tedavi etmek için yaygın olarak kullanılır.

Tarih

Pıhtılaşmanın Erken Anlaşılması

Antik Yunan’da Hipokrat ve Galen, yaralanma sonrası kanın kalınlaşması olgusuna dikkat çekerek bunun kanamayı durdurmadaki rolünü fark ettiler. Ancak pıhtılaşmaya ilişkin açıklamaları, sağlığı ve hastalığı vücut sıvılarındaki dengesizliklere bağlayan yaygın mizah teorilerine dayanıyordu.

Orta Çağ’da, humoral teoriye dayanan kan alma uygulaması, çeşitli rahatsızlıkların tedavisinde yaygın olarak kullanıldı. Bu uygulama etkisiz olsa da, kan kaybı ile kan pıhtılarının oluşumu arasındaki bağlantıyı vurguladığı için pıhtılaşmanın anlaşılmasını ilerletti.

Pıhtılaşmada 19. Yüzyıl Gelişmeleri

19. yüzyıl pıhtılaşma anlayışımızda bir dönüm noktası oldu. 1828’de Alman doktor Alexander Schmidt, kanın pıhtılaşması için hayati önem taşıyan bir enzim olan trombini keşfetti. Bu keşif, pıhtı oluşumuna yol açan karmaşık olaylar dizisi olan pıhtılaşma kademesine ilişkin daha fazla araştırmanın yolunu açtı.

19. yüzyılın ortalarında Fransız doktor Armand Trousseau, pıhtı oluşumuna yol açabilen damar iltihabı anlamına gelen flebit tanımını yaptı. Trousseau’nun çalışması, kan damarlarında kan pıhtılarının oluşması anlamına gelen trombozda pıhtılaşmanın rolünü vurguladı.

20. Yüzyıl ve Pıhtılaşma Faktörlerinin Keşfi

20. yüzyıl pıhtılaşma araştırmalarında bilimsel gelişmelerin arttığı bir döneme tanık oldu. 1905’te Paul Morawitz, pıhtılaşma kademesindeki önemli adımları özetleyen “trombin-fibrin hipotezini” öne sürdü. Bu hipotez daha ileri araştırmalar ve çeşitli pıhtılaşma faktörlerinin tanımlanması için temel oluşturdu.

Sonraki birkaç on yılda bilim adamları, faktörler I (fibrinojen), II (protrombin), VII, VIII, IX, X, XI, XII, XIII ve antikoagülan protein C dahil olmak üzere düzinelerce pıhtılaşma faktörünü keşfetti ve adlandırdı. pıhtılaşma kademesinde kritik bir rol oynar; kan pıhtılarının kanamayı durdurmak için uygun şekilde oluşmasını sağlar, ancak aşırıya kaçmamasını sağlar.

Mevcut Anlayış ve Gelecek Yönergeler

Bugün pıhtılaşma anlayışımız her zamankinden çok daha kapsamlıdır. Ancak pıhtı oluşumu ve önlenmesinde yer alan karmaşık mekanizmalar hakkında hala cevaplanmamış birçok soru bulunmaktadır. Devam eden araştırmalar, bu mekanizmaları daha fazla aydınlatmayı amaçlayarak, gelişmiş teşhis araçlarına, terapötik müdahalelere ve pıhtılaşma bozuklukları ve tromboza yönelik önleyici tedbirlere yol açmaktadır.

Kaynak

  1. Hoffman, M., & Monroe, D. M. (2001). A cell-based model of hemostasis. Thrombosis and Haemostasis, 85(6), 958-965.
  2. Furie, B., & Furie, B. C. (2008). Mechanisms of thrombus formation. New England Journal of Medicine, 359(9), 938-949.
  3. Davie, E. W., & Ratnoff, O. D. (1964). Waterfall sequence for intrinsic blood clotting. Science, 145(3638), 1310-1312.
  4. Mackman, N. (2008). Triggers, targets and treatments for thrombosis. Nature, 451(7181), 914-918.
  5. Trousseau, A. (1865). Phlegmasia alba dolens. Clinique Médicale de l’Hôtel-Dieu de Paris, 3, 654-712.