Nörofibromatozis Tip 1 (NF1) – Morbus Recklinghausen

Tanım

  • Otozomal dominant tümör yatkınlık sendromu: NF1, genetik bir RASopati olup çoklu sistem tutulumuyla seyreder. Hem iyi huylu hem de malign tümör oluşumuna yatkınlık vardır. Hastalığın kökeni 1882’de von Recklinghausen’in tanımlamasına kadar uzanır.
  • Fenotipik özellikler: NF1’li bireylerde çoklu kahverengi pigmentli café-au-lait lekeleri ve deri çilleri, derin veya yüzeysel nörofibromlar, Lisch nodülleri (iriste bening dokular) gibi bulgular görülür. Klinik spektrum geniştir ve sinir sistemi, iskelet, göz, deri gibi birden çok organ sistemini etkileyebilir.

Epidemiyoloji

  • Yaygınlık: NF1’in doğumsal insidansı yaklaşık 1/2000–3000 civarındadır. Her iki cinsiyette eşit görülür ve ırklar arasında anlamlı fark yoktur.
  • Kalitim ve mutasyon: Vakaların yaklaşık %50’si aile öyküsü olmayan yeni (de novo) mutasyonlarla ortaya çıkar. Kalanlar ailesel geçişlidir; her etkilenen ebeveynin çocuğuna aktarma riski %50’dir.

Genetik ve Kalıtım

  • Genetik temeller: NF1 geni 17q11.2 kromozomunda lokalizedir ve kodladığı neurofibromin proteini Ras-GAP aktivitesiyle RAS/MAPK yolunu düzenleyen bir tümör süpresörüdür. Neurofibromin kaybı hücre çoğalmasını artırır.
  • Kalitim özellikleri: Hastalık otozomal dominant geçer; penetrans neredeyse %100’dür ancak fenotipik ifade bireyler arasında çok değişkendir. Tam penetrans sayesinde NF1 geni mutasyonu taşıyan bir çocuk eninde sonunda klinik bulgular geliştirse de şiddet ve tutulum kişiden kişiye farklılık gösterir.

Klinik Özellikler

  • Deri bulguları: NF1’li hastaların çoğunda vücutta çok sayıda café-au-lait leke ve aksiller/inguinal freckling (Crowe işareti) bulunur. Bu pigment lekeleri genellikle çocukluk döneminde belirginleşir.
  • Nörofibromlar: Yetişkin NF1’lilerin yaklaşık %90’ında birden çok cutaneous nörofibrom mevcuttur; plexiform nörofibrom varlığı da karakteristiktir. Plexiform formlar genellikle çocukluk/ergenlikte büyür ve ağrı, disfigürasyona yol açabilir.
  • Göz ve beyin: İris Lisch nodülleri yetişkin hastaların çoğunda görülür. Optik yol gliomları %10–15 oranında NF1’li çocuklarda ortaya çıkar; bunlar genellikle iyi huylu, erken yaşta başvurana kadar asemptomatik tümörlerdir.
  • İskelet sistemi: Tibia displazisi (pseudoartroz) veya skolyoz gibi kemik anormallikleri görülebilir. Kafatası defektleri veya kalça çıkıkları nadiren eşlik eder.
  • Nörogelişimsel bozukluklar: NF1’li çocukların büyük çoğunluğunda (yaklaşık %80) öğrenme güçlüğü, dikkat eksikliği veya davranım problemleri izlenir. Otizm spektrumuna yakın özellikler de %30’a yakın olguda tanımlanmıştır.

Komplikasyonlar

  • Malign tümör riski: NF1’li bireylerde plexiform nörofibromlardan kaynaklanan malign periferik sinir kılıfı tümörleri (MPNST) önemli bir risktir. Yıllık insidansı düşük olsa da ömür boyu risk %8–13 civarındadır. MPNST’ler %40–60 oranında NF1’li hastaların kanser ölümlerinden sorumlu olup kötü prognoza sahiptir.
  • Merkezi sinir tümörleri: NF1 hastalarında optik yol gliomu, beyin sapı gliomu gibi merkezi sinir sistemi tümörleri görülebilir. Bu tümörler genellikle iyi huylu olmasına rağmen görme kaybı veya nörolojik defisite yol açabilir.
  • Diğer sorunlar: Tedavi gerektiren skolyoz, uzun kemik displazileri (ör. tibia), nörolojik ağrılar gibi ortopedik komplikasyonlar sık görülür. NF1’li bireylerde renal arter stenozu, hipertansiyon ve vasküler malformasyonlar da tanımlanmıştır. Nöbet (epilepsi) yaklaşık %5 oranında bildirilmiştir.
  • Bilişsel ve gelişim: Yukarıda belirtildiği gibi öğrenme ve davranış problemleri NF1’li çocuklarda yaygın olup yaşam kalitesini etkileyebilir.

Tanı Kriterleri

  • NIH 1987 (gözden geçirilmiş 2021) kriterleri: NF1 tanısı için klinik kriterlerden en az ikisinin varlığı gerekir. Bunlar: ≥6 adet ≥0.5 cm (çocukta) veya ≥1.5 cm (erişkinde) çaplı café-au-lait lekesi; aksiller veya inguinal freckling; ≥2 cutaneous nörofibrom veya 1 plexiform nörofibroma; ≥2 Lisch nodülü; tibia displazisi (pseudoartroz) veya belirgin skolyoz gibi kemik anormalliği; NF1 tanılı birinci derece akraba. Güncel kılavuzlar genetik test pozitifliğini de tanı kriterleri arasında kabul etmektedir.

Tedavi Yaklaşımları

  • Genel yönetim: NF1 çok sistemli bir hastalık olduğundan multidisipliner bakım esastır. Oftalmoloji, nöroşirürji, ortopedi, dermatoloji ve pediatri gibi uzmanlık dalları gerektiğinde hastaya müdahale eder.
  • Nörofibromlar ve cerrahi: Estetik veya fonksiyonel sorun yaratan diskomforan ciltaltı nörofibromlar cerrahi veya lazerle eksize edilebilir. Geniş veya plexiform nörofibromlarda tam eksizyon riskli olabilir; bu vakalar tekil merkezlerde izlenmeli ve mümkünse kısmi rezeksiyonla yönetilmelidir.
  • MEK inhibitörleri: Cerrahiyle çıkarılamayan büyük plexiform nörofibromlarda hedefe yönelik tedavi olarak MEK inhibitörleri (ör. selumetinib, mirdametinib) kullanılabilir. Bu ilaçlar tümör hacmini küçülterek semptomları azaltabilir.
  • Diğer tedaviler: Optik gliomlar genellikle asemptomatik ise düzenli izlenir; ilerleyen veya semptomatik olgularda kemoterapi tercih edilebilir. MPNST gelişen hastalarda ise tam cerrahi rezeksiyon birincil tedavi şeklidir; radyoterapi ve kemoterapi faydalı olmakla birlikte sınırlı etkinlik gösterir. Ayrıca skolyoz gibi ortopedik problemler uygun cerrahi yöntemlerle, eğitimsel/davranışsal sorunlar pedagoji veya ilaçlarla yönetilir.

Prognoz

  • Yaşam beklentisi: NF1’li bireylerin ortalama yaşam süresi, komplikasyonlar nedeniyle genel popülasyona göre kısalmıştır. Yapılan çalışmalara göre NF1’li hastalarda yaşam beklentisi ortalama 10–15 yıl daha kısadır.
  • Ölüm nedenleri: Başlıca ölüm nedeni malign nörofibroma dönüşümü (MPNST) gibi tümör komlikasyonlarıdır. Optik glioma veya diğer beyin tümörleri, vasküler problemler (örn. serebrovasküler olay) nadiren mortaliteye yol açabilir. Komplikasyonları erken tanımak ve yönetmek prognozu iyileştirebilir.


Keşif

Birçok tıbbi hastalık, uzun yıllar süren gözlemler, teoriler ve buluşlarla şekillenir. Morbus Recklinghausen ya da tıbbi adıyla Nörofibromatozis Tip 1 (NF1), bilinen en eski ve derinlikli tıbbi keşiflerden birine sahiptir. Bu hastalık, yalnızca genetik ve tıbbi bir kavram olmanın ötesinde, aynı zamanda bir tarihsel yolculuk ve keşifler serisinin de simgesidir.

Friedrich Daniel von Recklinghausen: Bir Başlangıç

1882 yılı, tıp tarihine adını kazandıran bir yıl oldu. Alman patolog Friedrich Daniel von Recklinghausen, sinir sistemi üzerinde gelişen iyi huylu tümörleri tanımlayarak, tıbbi literatüre Morbus Recklinghausen terimini kazandırdı. O dönemde, genetik ve biyolojik bilgi oldukça sınırlıydı ve hastalığın doğası da bilinmiyordu. Ancak von Recklinghausen, sinir dokusu üzerindeki bu anormal büyümelerin farklı bir hastalığa işaret ettiğini fark etti. Bu, onun tarihsel mirasına adını kazandıran büyük bir adım oldu.

Ancak, bu hastalığın tanımının bir sıradışı yönü daha vardı: Von Recklinghausen’in adını aldığı hastalık, aslında kasabasından ya da bir kelime oyunundan kaynaklanmamaktadır. Bazı kaynaklar, “Reckling” kelimesinin Almanca “yutmak” anlamına geldiğini ve hastalığın deri lezyonlarının kırlangıcın karnındaki izlere benzediğini iddia etmiştir. Ancak bu, sadece bir hipotezdi ve genellikle hastalığın adı, keşfi yapan bilim insanının anısına adanmıştır.

Frederick Parkes Weber: Nörofibromatozis Teriminin Doğuşu

1887 yılına gelindiğinde, Amerikalı nörolog Frederick Parkes Weber, “nörofibromatozis” terimini tıp dünyasına tanıttı. Bu terim, sinirlerde oluşan iyi huylu tümörleri ifade etmek için kullanılmaya başlandı. Weber, bu hastalığın aslında sadece bir dermatolojik sorun olmadığını, sinir dokusunda da ciddi etkiler yaratabileceğini fark etti. Onun bu keşfi, daha sonraki yıllarda Morbus Recklinghausen hastalığının daha geniş bir perspektifte anlaşılmasına katkıda bulundu.

Bir Tıbbi Sınıflandırmanın Evrimi: NF1

Ancak zamanla, tıbbi ilerleme ve gelişen teknoloji ile birlikte hastalık daha fazla anlaşıldı. 20. yüzyılın ortalarına doğru, tıbbi topluluk, Morbus Recklinghausen’in yalnızca bir deri hastalığı olmadığını, bunun çok daha karmaşık genetik bir durum olduğunu fark etti. Bu dönemde, hastalığın genetik temelleri daha net bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), hastalığı 1980’lerde Nörofibromatozis Tip 1 (NF1) olarak resmileştirdi ve hastalığın tıbbi adı haline geldi.

Modern Zamanlarda NF1: Tıbbi ve Genetik Keşifler

Bugün, Nörofibromatozis Tip 1 (NF1), 17. kromozomda bulunan bir genetik mutasyondan kaynaklanan, otozomal dominant geçişli bir hastalık olarak tanımlanıyor. Sinir dokusunda iyi huylu tümörler olan nörofibromlar, café-au-lait lekeleri, gözdeki Lisch nodülleri, kemik deformiteleri ve öğrenme güçlükleri gibi çeşitli semptomlarla kendini gösteriyor. Hastalığın ilerlemesi kişiden kişiye değişiklik gösteriyor ve hastalığı taşıyan her birey, farklı şiddetlerde semptomlarla karşılaşıyor.

Günümüzde bu hastalığın tedavisi yok, ancak genetik araştırmalar ve yeni tedavi seçenekleri, MEK inhibitörleri gibi ilaçlar sayesinde, hastalığa bağlı tümörlerin tedavi edilmesinde yeni umutlar doğurdu. Özellikle nörofibromların cerrahi müdahale ile çıkarılması veya plexiform nörofibromların MEK inhibitörleriyle küçültülmesi gibi tedavi seçenekleri, hastaların yaşam kalitesini artırmaya yönelik ilerlemelerdir.

Sonuç: Bir Bilimsel Mirasın Bugünü

Sonuç olarak, Morbus Recklinghausen‘in tıbbi ve tarihsel yolculuğu, bir keşiften daha fazlasını ifade eder. Hastalığın tanımlanmasından günümüze kadar geçen süre, tıbbın ve genetiğin nasıl evrildiğini, bilim insanlarının nasıl birbirlerinin üzerinde inşa ettikleri bir bilgi mirası oluşturduğunu gösteriyor. Bu keşifler, sadece bir hastalığı tanımlamakla kalmadı; aynı zamanda insan genetiği ve sinir sistemi üzerine yapılan araştırmalara da ışık tuttu.

Ve bugün, Nörofibromatozis Tip 1 (NF1), modern tıbbın sadece bir parçası değil, aynı zamanda insan vücudunun karmaşıklığını ve keşfedilecek daha çok şey olduğunu hatırlatan bir simgedir.



İleri OKuma

  • Friedman JM. (1999). Epidemiology of neurofibromatosis type 1. American Journal of Medical Genetics.
  • Hirbe A.C., Gutmann D.H., 2014, Neurofibromatosis type 1: a multidisciplinary approach to care, Lancet Neurol, 13(8):834-843.
  • Gutmann DH, et al. (2017). Neurofibromatosis type 1. Nature Reviews Disease Primers.
  • Peduto C., Zanobio M., Nigro V., Perrotta S., Piluso G., Santoro C., 2023, Neurofibromatosis Type 1: Pediatric Aspects and Review of Genotype–Phenotype Correlations, Cancers, 15(4):1217.
  • Attiah B., Alewine G., Easter M.-K., Coover R.A., Fahrenholtz C.D., 2024, Silver Nanoparticles Selectively Treat Neurofibromatosis Type 1-Associated Plexiform Neurofibroma Cells at Doses That Do Not Affect Patient-Matched Schwann Cells, Pharmaceutics, 16(3):371.
  • Futagawa M., Okazaki T., Nakata E., et al., 2024, Genotypes and phenotypes of neurofibromatosis type 1 patients in Japan: A Hereditary Tumor Cohort Study, Hum Genome Var, 11(1):42.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Kulak egzaması

Kulak egzamasının Latince isimlendirmesi dermatitis auris‘tir. Bu terim Yunanca “derma” (deri) ve “itis” (iltihap) kelimelerinden türetilmiştir.

Egzama, cildin kızarmasına, kaşınmasına ve iltihaplanmasına neden olan bir grup durum için kullanılan bir terimdir. Egzama, kulak da dahil olmak üzere vücudun herhangi bir yerinde ortaya çıkabilir.

Nedenleri:

Kulak egzamasına alerjiler, tahriş edici maddeler, genetik, enfeksiyonlar ve hava değişiklikleri gibi çeşitli faktörler neden olabilir. Genellikle çocukluk çağında başlayan kronik bir cilt rahatsızlığı olan atopik dermatitin bir belirtisi de olabilir.

Semptomlar:

Kulak egzamasının semptomları değişebilir, ancak kaşıntı, kızarıklık, kuruluk, pullanma ve bazen şişmeyi içerebilir. Şiddetli vakalarda cilt çatlayabilir ve kanayabilir. Dış kulağı, kulak kanalını veya her ikisini de etkileyebilir.

Teşhis

Teşhis genellikle kulağın fiziksel muayenesine ve hastanın tıbbi geçmişinin gözden geçirilmesine dayanarak bir sağlık hizmeti sağlayıcısı tarafından yapılır. Sedef hastalığı veya mantar enfeksiyonu gibi benzer semptomlara neden olabilecek diğer durumları ekarte etmek için testler yapılabilir.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Tedavi:

Kulak egzamasının tedavisi genellikle semptomların yönetilmesini ve alevlenmelerin önlenmesini içerir. Bu şunları içerebilir:

  • Belirtileri daha da kötüleştirebilecek alerjenler veya tahriş edici maddeler gibi tetikleyicilerden kaçınmak.
  • Enflamasyonu ve kaşıntıyı azaltmak için topikal kortikosteroidler uygulamak.
  • Cildi korumaya ve kuruluğu önlemeye yardımcı olmak için yumuşatıcılar (nemlendiriciler) kullanmak.
  • Egzama bir enfeksiyondan kaynaklanıyorsa, antibiyotikler veya antifungal ilaçlar reçete edilebilir.
  • Etkilenen bölgeyi kaşımaktan kaçınmak önemlidir, çünkü bu daha fazla iltihaplanmaya, potansiyel enfeksiyona ve kulak kanalında olası hasara yol açabilir.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Tarih

Kulak egzamasının tarihsel keşfi tam olarak net değildir. Bununla birlikte, eski tıp metinlerinde kulak egzamasına dair bazı referanslar bulunmaktadır. Örneğin, Yunan hekim Hipokrat (MÖ 460-370) kulak egzamasının bir türü olduğu düşünülen “pruritus aurium” (kulak kaşıntısı) adlı bir durumu tarif etmiştir.

Kulak egzamasının ilk net tanımı muhtemelen Fransız hekim Jean-Nicolas Corvisart (1755-1821) tarafından yapılmıştır. Corvisart, “Traité des Maladies des oreilles” (Kulak Hastalıkları Üzerine İnceleme) adlı kitabında “eczéma de l’oreille” (kulak egzaması) adlı bir durumu tanımlamıştır.

İşte kulak egzaması hakkında bazı ek gerçekler:

  • En sık çocuklarda ve genç yetişkinlerde görülür.
  • Genellikle alerjiler veya tahriş edici maddelerle temas sonucu tetiklenir.
  • Ağrılı olabilir ve duymayı zorlaştırabilir.
  • Tedavisi yoktur, ancak ilaçlar ve yaşam tarzı değişiklikleri ile tedavi edilebilir.

Tolnaftat

Undex® markası altında pazarlanan Tolnaftat, öncelikle ciltteki mantar enfeksiyonlarını tedavi etmek için geliştirilmiş tanınmış bir mantar öldürücü maddedir. Kökeni 1960’lı yıllara dayanan bu bileşik, onlarca yıldır antimikotik tedavilerin temel taşı olmuştur.

Kimyasal Özellikler:

Moleküler Yapı: Tolnaftatın kimyasal formülü C19H17NOS olup molekül ağırlığı 307,4 g/mol’dür.
Fiziksel Özellikler: Bu bileşik kendisini beyaz ila kirli beyaz bir toz halinde sunar. Tanımlayıcı özelliklerinden biri sudaki ihmal edilebilir çözünürlüğüdür. Ayrıca 2-naftolün kokusuz ve tatsız bir türevidir.

Uygulama ve Dozaj:

Tolnaftat öncelikle bir merhem olarak mevcuttur. En iyi sonuçlar için:

Dozaj: Uzman tavsiyesine göre merhem günde 2 ila 3 kez ince bir şekilde uygulanmalıdır.
Süre: Semptomlar azaldıktan sonra bile mantar enfeksiyonunun tamamen ortadan kaldırılmasını sağlamak için tedaviye yaklaşık bir hafta daha devam edilmesi önerilir.

Hareket mekanizması:

Tolnaftat fungistatik özelliklere sahiptir, yani mantarların, özellikle dermatofitlerin büyümesini engeller. Ancak bu bileşiğin Candida mayalarına karşı etkisiz olduğunu belirtmekte fayda var.

Endikasyonlar:

Bu merhem, özellikle cildi ve ayakları etkileyen mantar enfeksiyonlarını gidermek için özel olarak formüle edilmiştir.

Kontrendikasyonlar ve Önlemler:

Tolnaftat’a karşı bilinen aşırı duyarlılığı olan kişiler bunu kullanmaktan kaçınmalıdır. Önlemlerin ayrıntılı bir listesi için ilacın beraberindeki tıbbi ürün bilgilerine başvurmanız önerilir.

Etkileşimler:

Mevcut veriler itibarıyla Tolnaftatın diğer ilaçlarla bilinen herhangi bir etkileşimi bulunmamaktadır.

Potansiyel Yan Etkiler:

Genel olarak iyi tolere edilse de bazı kullanıcılar aşağıdaki deneyimlerle karşılaşabilir:

  • Lokal cilt reaksiyonları
  • Alerjik reaksiyonlar

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Tarih

Tolnaftat ilk olarak 1950’lerin başında Dr. Yoshio Noguchi liderliğindeki Japon araştırmacılardan oluşan bir ekip tarafından sentezlendi. Başlangıçta hayvanlarda saçkıranın tedavisi için bir antifungal ajan olarak geliştirildi. 1965 yılında tolnaftat, insanlarda mantar derisi enfeksiyonlarının tedavisinde reçetesiz (OTC) kullanım için ABD Gıda ve İlaç İdaresi (FDA) tarafından onaylandı.

Tolnaftat, mantar hücre zarının bir bileşeni olan ergosterol üretimini inhibe ederek çalışan topikal bir antifungal ajandır. Bu hücre zarının yapısını bozar ve mantarı öldürür. Tolnaftat, sporcu ayağı, sporcu kaşıntısı ve saçkıranın en yaygın nedenleri olan Trichophyton rubrum, Trichophyton mentagrophytes ve Epidermophyton floccosum dahil olmak üzere çeşitli dermatofitlere karşı etkilidir.

Tolnaftat, kremler, merhemler, tozlar, spreyler ve solüsyonlar dahil olmak üzere çeşitli formülasyonlarda mevcuttur. Genellikle etkilenen bölgeye 2-4 hafta boyunca günde iki kez uygulanır. Tolnaftat genellikle iyi tolere edilir ancak kızarıklık, kaşıntı ve yanma gibi bazı yan etkilere neden olabilir.

Tolnaftat, mantar derisi enfeksiyonları için güvenli ve etkili bir tedavi yöntemidir. Reçetesiz olarak temin edilebilir ve nispeten ucuzdur. Ancak yan etkilerden kaçınmak ve enfeksiyonun iyileşmesini sağlamak için talimatlara uygun kullanılması önemlidir.

Tolnaftatın geçmişine ilişkin bazı ek noktalar şunlardır:

  • Tolnaftatın orijinal patentinin süresi 1980’de sona erdi ve bu, ilacın bir dizi jenerik versiyonunun geliştirilmesine yol açtı.
  • Tolnaftat günümüzde hala yaygın olarak kullanılmaktadır ve reçetesiz satılan en yaygın antifungal ajanlardan biridir.
  • Tolnaftatın ayak tırnağı mantarı ve vajinal mantar enfeksiyonları gibi diğer durumlar için potansiyel kullanımını araştırmak için araştırmalar devam etmektedir.

Kaynak:

  1. Gupta, A. K., Sauder, D. N., & Shear, N. H. (1994). Antifungal agents: an overview. Part II. Journal of the American Academy of Dermatology, 30(6), 911-933.
  2. Aly, R., Berger, T. (1981). Common superficial fungal infections in patients with AIDS. Clinical Infectious Diseases, 22(Supplement_2), S128-S132.
  3. Gupta, A. K., & Skinner, A. R. (2003). A review of topical and oral therapy for common superficial mycotic infections. Dermatology Therapy, 16(1), 2-13.
  4. Lesher, J. L. (1989). An open-label, multicenter study comparing the efficacy and safety of ciclopirox olamine (Loprox® cream) with clotrimazole cream in the treatment of tinea pedis. Cutis, 44(3), 252-256.

Miyokardiyal fibrozis


Tanım ve Etimoloji

  • Miyokardiyal fibrozis, kalp kası dokusunda (miyokard) normal kas hücrelerinin yerini fazla kollajen içeren bağ dokusunun almasıyla karakterize edilen patolojik bir durumdur.
  • Bu süreç, kalp kasının elastikiyetini kaybetmesine, sertleşmesine ve sonuç olarak pompalama fonksiyonunun bozulmasına yol açabilir.
  • Etimolojik olarak:
    • Miyokardiyal kelimesi Yunanca “myo” (kas) ve “kardia” (kalp) kelimelerinden türetilmiştir.
    • Fibrozis kelimesi Latince “fibrosus” (lifli) kökünden gelir.

Nedenler ve Risk Faktörleri

Miyokardiyal fibrozis, kalp dokusunun çeşitli stres faktörleri veya hasarlar sonucunda verdiği fibrotik yanıtın bir parçasıdır. Başlıca nedenler şunlardır:

  • İskemik kalp hastalığı
    • Koroner arterlerin daralması veya tıkanması sonucu miyokard dokusuna yeterli oksijen gitmemesi
  • Hipertansiyon (Yüksek Tansiyon)
    • Sürekli yüksek basınç kalp kasının yapısal değişikliklere uğramasına neden olur
  • Kardiyomiyopatiler
    • Kalp kasının primer veya sekonder hastalıkları (örn. dilate, hipertrofik veya restriktif kardiyomiyopati)
  • İnflamatuvar hastalıklar
    • Özellikle miyokardit gibi kalp kası iltihapları
  • Yaşlanma
    • Yaşla birlikte kollajen üretimi artar ve elastikiyet azalır
  • Radyasyon tedavisi
    • Göğüs bölgesine uygulanan radyasyon fibrotik süreçleri tetikleyebilir
  • Kalp krizi (Miyokard enfarktüsü)
    • Nekroz sonrası fibrotik skar dokusu oluşur
  • Kalp yetmezliği
    • Hem neden hem de sonuç olabilir

Semptomlar ve Komplikasyonlar

Semptomların tipi ve şiddeti, fibrozun yaygınlığına ve kalbin hangi bölgesinin etkilendiğine bağlı olarak değişir:

  • Nefes darlığı (özellikle eforla artan dispne)
  • Tükenmişlik ve halsizlik
  • Göğüs ağrısı
  • Çarpıntı, düzensiz kalp atımları (aritmiler)
  • Ödem (özellikle alt ekstremitelerde)
  • Egzersiz intoleransı

Komplikasyonlar:

  • Kalp yetmezliği (özellikle diyastolik disfonksiyon)
  • Aritmiler (özellikle ventriküler aritmiler)
  • Ani kardiyak ölüm
  • Embolik olaylar (özellikle atriyal fibrilasyon varlığında)

Tanı Yöntemleri

Miyokardiyal fibrozis genellikle non-invaziv görüntüleme teknikleriyle tespit edilir:

  1. Ekokardiyografi
    • Kalp boşlukları, duvar kalınlıkları ve ejeksiyon fraksiyonu hakkında bilgi verir
  2. Kardiyak Manyetik Rezonans Görüntüleme (Kardiyak MR)
    • Geç Gadolinyum Geliştirme (Late Gadolinium Enhancement, LGE) yöntemiyle fibrotik alanları doğrudan görüntüleyebilir
  3. Kardiyak Bilgisayarlı Tomografi (BT)
    • Özellikle diğer nedenleri dışlamak ve anatomik detayları değerlendirmek için
  4. Biyobelirteçler
    • Bazen fibroza eşlik eden kalp hasarı veya inflamasyon düzeylerini yansıtan biyokimyasal testler eklenebilir (örn. NT-proBNP, troponin)

Tedavi ve Yönetim

Spesifik olarak fibrozis oluşumunu tamamen tersine çevirecek bir tedavi mevcut değildir. Yönetim, altta yatan nedenin kontrol altına alınması, semptomların hafifletilmesi ve ilerleyici hasarın durdurulması üzerine kuruludur.

1. Farmakolojik Tedaviler

  • ACE inhibitörleri ve ARB’ler
    • Fibrozis gelişimini yavaşlatabileceği düşünülmektedir
  • Beta blokerler
    • Kalp hızını kontrol altına alarak oksijen ihtiyacını azaltır
  • Aldosteron antagonistleri (örn. spironolakton)
    • Kollajen sentezini baskılayabilir

2. Yaşam Tarzı Değişiklikleri

  • Tuz ve sıvı alımının düzenlenmesi
  • Kalp sağlığına uygun diyet (örn. DASH diyeti)
  • Düzenli egzersiz programları (hekim kontrolünde)
  • Sigara ve alkolün bırakılması
  • Stresin azaltılması

3. Girişimsel ve Cerrahi Yaklaşımlar

  • İmplante edilebilir kardiyoverter defibrilatör (ICD)
    • Ani ölüm riski yüksek hastalarda
  • Kalp pili (Pacemaker)
    • İleri derecede ileti bozukluğu olanlarda
  • Kalp nakli
    • Tedaviye yanıt vermeyen ileri evre kalp yetmezliğinde


Keşif

1. Kavramsal ve Terimsel İlk Gelişmeler (19. Yüzyıl)

  • Miyokardiyal fibrozis teriminin kökeni, kalbin otopsi sonrası incelenmesiyle elde edilen patolojik gözlemlere dayanır.
    1. yüzyılın başlarında, özellikle Rudolf Virchow gibi patolojinin öncülerinin etkisiyle, kalp dokusunda gözlenen “lifli sertleşme” ve “skar benzeri oluşumlar”, “fibrozis” terimi altında sınıflandırılmaya başlanmıştır.
  • Ancak bu dönemde, kalp kasındaki fibrotik değişikliklerin spesifik klinik etkileri ve fizyopatolojisi henüz net bir şekilde tanımlanmamıştır.
  • Erken dönem tıbbi yazılarda, bu durum genellikle “induratio cordis” veya “fibra cordis” gibi Latince terimlerle anılmıştır.

2. Histopatolojik Anlamda Tanımlanması (20. Yüzyılın İlk Yarısı)

  • 1920’ler–1940’lar arasında, formalin fikse doku örneklerinin mikroskobik analizinin standartlaşması ile miyokardiyal fibrozun histolojik varlığı açıkça ortaya konmuştur.
  • Özellikle Masson’s Trichrome gibi özel boyama yöntemlerinin yaygınlaşması, kollajen liflerinin net olarak ayırt edilebilmesini sağlamıştır.
  • 1930’lu ve 1940’lı yıllarda yapılan otopsi serilerinde, hipertansiyon, koroner arter hastalığı ve miyokard enfarktüsü sonrası kalp dokusunda oluşan skarlaşmalar tanımlanmış; bu yapılar ilk kez sistematik olarak “fibrozis” başlığı altında sınıflandırılmıştır.

3. Fonksiyonel Önemi ve Klinik Bağlantılarının Kurulması (1950–1970)

  • 1950’lerden itibaren miyokardiyal fibrozisin sadece pasif bir doku değişimi değil, kalbin mekanik ve elektriksel işlevlerini doğrudan etkileyen bir süreç olduğu anlaşılmaya başlanmıştır.
  • Löffler endomiyokarditi ve restrictive kardiyomiyopati gibi özel klinik tablolar, fibrozisin doğrudan hemodinamik sonuçlar doğurabileceğini göstermiştir.
  • Aynı dönemde, miyokardiyal remodeling kavramı geliştirilmiş; fibrozis, kalp kası stresine cevaben gelişen maladaptif yeniden yapılanma sürecinin bir parçası olarak görülmeye başlanmıştır.

4. Görüntüleme Tekniklerinin Evrimi ve Fibrozisin Noninvaziv Tespiti (1980–2000)

  • 1980’li yıllarda, ekokardiyografi ve ardından nükleer kardiyoloji teknikleri (örn. SPECT, PET) klinik pratiğe girmiştir. Bu araçlar başlangıçta fibrozisin neden olduğu ventrikül disfonksiyonunu değerlendirmede kullanılmıştır.
  • 1990’lı yılların sonlarına doğru, kardiyak manyetik rezonans (CMR) görüntüleme gelişmiş, özellikle geç gadolinyum tutulumu (LGE) yöntemi sayesinde miyokardiyal fibrozis doğrudan ve yüksek çözünürlükte görüntülenebilir hale gelmiştir.
  • Bu teknik, iskemik olmayan kardiyomiyopatilerde bile fibrozisin dağılımını ve yoğunluğunu nicel olarak değerlendirme olanağı sağlamıştır.

5. Moleküler ve Hücresel Mekanizmaların Aydınlatılması (2000–2020)

  • Bu dönem, fibrozisin sadece bir “sonuç” değil, aynı zamanda hastalık yapıcı aktif bir süreç olduğunu ortaya koymuştur.
  • Özellikle:
    • Transforming Growth Factor Beta (TGF-β)
    • Angiotensin II
    • Endotelin-1
    • MMP (Matrix Metalloproteinazlar)
      gibi moleküllerle ilişkisi saptanmış; fibroblast aktivasyonu, matriks üretimi, inflamatuvar mediatörler gibi dinamiklerin rolü tanımlanmıştır.
  • Bu moleküler bilgiler, anti-fibrotik ilaç geliştirme çabalarını da tetiklemiştir.

6. Geleceğe Yönelik Araştırmalar ve Gelişmeler (2020 ve Sonrası)

  • Günümüzde miyokardiyal fibrozisin erken biyobelirteçlerle tespiti, reversibilitesi ve genetik temelleri yoğun araştırma konularıdır.
  • Öne çıkan araştırma başlıkları:
    • Fibrozisi gösteren serum belirteçleri (örn. PIIINP, Galectin-3)
    • Yapay zekâ tabanlı CMR analizleri
    • Fibroblast transdiferensiyonu ve genetik mühendislik yaklaşımları
    • Epigenetik regülasyonun fibrozis üzerindeki etkileri
  • Ayrıca, antifibrotik ilaçların (örn. pirfenidon, nintedanib) kalp hastalıklarında kullanımı klinik deneylerde test edilmektedir.


İleri Okuma
  1. Virchow, R. (1858). Cellular Pathology: As Based Upon Physiological and Pathological Histology. Berlin: August Hirschwald.
  2. Davies, M. J. (1959). The histology of cardiac fibrosis in hypertensive heart disease. British Heart Journal, 21(3), 265–272.
  3. Weber, K. T. (1989). Cardiac interstitium in health and disease: The fibrillar collagen network. Journal of the American College of Cardiology, 13(7), 1637–1652.
  4. Brilla, C. G., & Weber, K. T. (1992). Reactive and reparative myocardial fibrosis in arterial hypertension in the rat. Cardiovascular Research, 26(7), 671–677.
  5. Diez, J., & Laviades, C. (2000). Molecular mechanisms of myocardial fibrosis: perspectives for clinical treatment. Current Opinion in Cardiology, 15(4), 329–335.
  6. Zile, M. R., & Brutsaert, D. L. (2002). New concepts in diastolic dysfunction and diastolic heart failure: Part II: causal mechanisms and treatment. Circulation, 105(12), 1503–1508.
  7. Moon, J. C., et al. (2003). The role of cardiovascular magnetic resonance in heart failure. Journal of the American College of Cardiology, 42(4), 813–820.
  8. Basso, C., et al. (2009). Arrhythmogenic right ventricular cardiomyopathy: Dysplasia, dystrophy or myocarditis? Heart, 95(6), 519–524.
  9. Mewton N, Liu CY, Croisille P, Bluemke D, Lima JA. Assessment of myocardial fibrosis with cardiovascular magnetic resonance. Journal of the American College of Cardiology. 2011;57(8):891-903.
  10. Kong P, Christia P, Frangogiannis NG. The pathogenesis of cardiac fibrosis. Cellular and Molecular Life Sciences. 2014;71(4):549-574
  11. Gulati, A., Jabbour, A., Ismail, T. F., et al. (2013). Association of fibrosis with mortality and sudden cardiac death in patients with nonischemic dilated cardiomyopathy. JAMA, 309(9), 896–908.
  12. López, B., Querejeta, R., González, A., et al. (2015). Myocardial fibrosis in hypertensive patients: diagnosis and therapeutic implications. Journal of Hypertension, 33(3), 556–564.
  13. Schelbert, E. B., & Fonarow, G. C. (2017). Myocardial fibrosis and heart failure: the role of cardiac MRI and biomarkers. Current Heart Failure Reports, 14(3), 131–138.
  14. Frangogiannis, N. G. (2019). Cardiac fibrosis: Cell biological mechanisms, molecular pathways and therapeutic opportunities. Molecular Aspects of Medicine, 65, 70–99.
  15. Bai, W., Suzuki, H., Huang, J., et al. (2020). Revisiting the role of fibrosis in heart failure with preserved ejection fraction. Journal of Cardiovascular Translational Research, 13, 957–966.
  16. Kong, P., Christia, P., & Frangogiannis, N. G. (2021). The pathogenesis of cardiac fibrosis. Cellular and Molecular Life Sciences, 78(7), 3127–3153.
  17. Wong, T. C., Piehler, K., Meier, C. G., et al. (2022). Myocardial extracellular volume fraction quantified by cardiovascular magnetic resonance is increased in diabetes and associated with mortality and incident heart failure. JACC: Cardiovascular Imaging, 15(1), 12–22.
  18. Masci, P. G., & Pontone, G. (2022). Artificial intelligence and cardiac magnetic resonance imaging: Advancing diagnosis and management of myocardial fibrosis. Journal of Cardiovascular Magnetic Resonance, 24(1), 25.
  19. Weber, K. T. (1989). Cardiac interstitium in health and disease: the fibrillar collagen network. Journal of the American College of Cardiology, 13(7), 1637–1652.