Tıbbi olarak disgeuzi olarak bilinen tat alma bozuklukları, tat alma duyusunda iştah kaybı, kilo kaybı, beslenme yetersizlikleri ve genel yaşam kalitesinde düşüş gibi bir dizi olumsuz sağlık sonucuna yol açabilen istenmeyen değişiklikleri temsil eder. Bu bozukluklar tat alma yeteneğinin azalması (hipogeusia), tat algısının değişmesi (örn. kalıcı tuzlu veya metalik tat), hayali tat algısı (phantogeusia), yanlış tat algısı (parageusia) veya tamamen tat kaybı (ageusia) gibi çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir.

Tat alma duyusu, klasik beş insan duyusundan biridir ve tatlı, ekşi, tuzlu, acı ve umami gibi birincil tat niteliklerini içeren tatların algılanmasında çok önemli bir rol oynar. Tat algısı öncelikle damak, yutak, gırtlak ve üst özofagusta bulunan tat tomurcukları ve tat papillalarında organize olan tat hücrelerinde meydana gelir.

Tat, kimyasal bileşikler duyu hücreleri, tipik olarak reseptörler veya iyon kanalları ile etkileşime girdiğinde ortaya çıkar. Örneğin, monosakkaritler tatlı, sodyum iyonları tuzlu ve protonlar ekşi olarak algılanır. Bu kimyasal etkileşimler, afferent sinir hücreleri aracılığıyla beyne iletilen elektrik sinyalleri üretir. Bu sinir hücreleri sinapslar aracılığıyla doğrudan duyu hücrelerine bağlanır. Beyin bu sinyalleri işleyerek, çevremizdeki çeşitli kimyasal ve fiziksel uyaranlardan etkilenen karmaşık ve öznel bir deneyim olan tat algısını yaratır.

Bu tat algılama sistemi sadece yiyeceklerden keyif almak için kritik bir öneme sahip olmakla kalmaz, aynı zamanda vücudun yutulan maddelerin ön analizini yapmasına ve potansiyel toksisiteyi kontrol etmesine olanak tanıyarak koruyucu bir işlev de görür. Alkaloidler gibi birçok toksin acıdır ve tiksindirici bir tepkiyi tetiklerken, tatlı bir tat tipik olarak enerji açısından zengin karbonhidratların varlığına işaret eder.

Duyusal hücrelerin veya ilişkili sinir hücrelerinin işlevindeki aksaklıklar tat bozukluklarına yol açabilir. Bu tür aksaklıklar iltihaplanma, zayıf kan dolaşımı, besin eksiklikleri veya duyu aparatındaki fiziksel hasardan kaynaklanabilir.

Tat Bozukluklarının Potansiyel Nedenleri

  • Yaşlanma: Tat alma işlevi yaşla birlikte doğal olarak azalır.
  • Bulaşıcı Hastalıklar: COVID-19 ve soğuk algınlığı gibi durumlar tat almada geçici veya kalıcı değişikliklere neden olabilir.
  • İlaçlar: Antibiyotikler (örn. kinolonlar, nitroimidazoller, makrolidler, tetrasiklinler), gefapiksan, terbinafin, kanser tedavileri, göz damlaları, burun spreyleri, gargaralar, ACE inhibitörleri, amiodaron, topiramat, asetazolamid ve azelastin dahil olmak üzere çok çeşitli ilaçlar tat algısını etkileyebilir.
  • Radyoterapi: Özellikle baş ve boyun bölgelerini hedef aldığında tat tomurcuklarına veya sinirlere zarar verebilir.
  • Toksik Maruziyetler: Bazı kimyasallara veya toksinlere maruz kalmak tat almayı bozabilir.
  • Ağız Boşluğu Hastalıkları: Ağız enfeksiyonları veya iltihapları gibi durumlar tadı etkileyebilir.
  • Kronik Hastalıklar: Diabetes mellitus ve böbrek yetmezliği, metabolik değişiklikler ve ilaç yan etkileri nedeniyle tadı etkileyebilir.
  • Nörolojik Bozukluklar: Serebral palsi, nörodejeneratif hastalıklar ve diğer sinir sistemi rahatsızlıkları tat sinyallerinin iletimini bozabilir.
  • Besin Eksiklikleri: Çinko, B vitamini kompleksi, demir ve bakır eksiklikleri tat alma işlevini bozabilir.
  • Ağız Yanması Sendromu: Ağızda yanma hissine neden olan ve genellikle tat değişikliklerinin eşlik ettiği kronik bir durumdur.
  • Ağız Kuruluğu: Tükürük üretimini azaltan Sjögren sendromu gibi durumlar, tat uyaranlarının duyu hücrelerine taşınmasını engelleyerek tat almayı engelleyebilir.

Tat bozukluğu bildiren birçok hastanın aslında tattan ziyade koku alma duyularıyla ilgili sorunlar yaşıyor olabileceğini kabul etmek önemlidir. Araştırmalar, tat bozukluklarının büyük çoğunluğunun (>%95) koku alma işlev bozukluğundan kaynaklandığını göstermektedir, çünkü koku ve tat, tatların algılanmasında yakından iç içe geçmiştir. Bu örtüşme, uçucu maddelerin burundan girdiğini ve yemek yeme ve yutma sırasında koku alma sistemi tarafından algılandığını fark edemeyen hastalar arasında sıklıkla kafa karışıklığına yol açmaktadır.

Teşhis ve Test

Tat bozukluklarının etkili tedavisi için doğru teşhis çok önemlidir. Bu genellikle ayrıntılı bir hasta öyküsü, standartlaştırılmış anketler ve özel tat testlerini içerir. Hangi tat özelliklerinin bozulduğunu değerlendirmek için farklı gıdalar veya kimyasallar kullanılır. Bu amaç için onaylanmış test kitleri de mevcuttur ve kan testleri yoluyla besin eksiklikleri tespit edilebilir.

Bazı yaygın tat testleri şunları içerir:

  • Tatlı: Tatlılar, şeker, glikoz
  • Ekşi: Limon suyu, sitrik asit
  • Tuzlu: Cips, baharat tuzu
  • Acı: Kinin (örn. Schweppes® tonik suyu)
  • Umami: Et, ançuez, et suyu

Tıbbi Olmayan Yaklaşımlar

Çoğu durumda tat, altta yatan nedene bağlı olarak genellikle haftalar, aylar hatta yıllar içinde kendiliğinden geri döner. Hastalar bu doğal iyileşme süreci hakkında bilgilendirilmelidir.

  • İlaçların Gözden Geçirilmesi: Tat alma bozukluğu ilaç kullanımıyla bağlantılıysa, ilaç rejiminin gözden geçirilmesi ve olası ayarlanması gerekebilir.
  • Oral Nemlendirme: Ağız kuruluğu olan hastalar için ağız mukozasının spreyler veya jellerle nemlendirilmesi tat alma fonksiyonunun iyileştirilmesine yardımcı olabilir.
  • Buz Terapisi: Yemeklerden önce ağza bir buz küpü yerleştirmek tat hassasiyetini geçici olarak artırabilir.

İlaç Tedavisi

  • Besin Takviyesi: Tat bozukluklarına katkıda bulunabilecek eksiklikleri gidermek için vitaminler, mineraller ve eser elementler, özellikle de çinko takviyesi önerilir. Çinko, tat işlevindeki rolü nedeniyle literatürde özellikle vurgulanmaktadır.
  • α-Lipoik Asit: Bazı çalışmalar, bir antioksidan olan α-lipoik asidin tat bozukluklarının tedavisinde faydalı olabileceğini öne sürmektedir, ancak etkinliğini doğrulamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.

Tarih

Antik Çağlar: Tat ve önemi eski tıp metinlerinde kabul edilmekle birlikte, tat bozukluklarına ilişkin spesifik anlayış çok azdır.
Hipokrat (yaklaşık MÖ 460 – yaklaşık MÖ 370): Yunan hekim Hipokrat genel sağlık bağlamında tattan bahseder, ancak disguzi hakkında detaylı bir anlayışa sahip değildir.

  • 1829: Tat alma sinirleri ilk kez Alman anatomist ve fizyolog Johannes Müller tarafından anatomik olarak tanımlandı ve daha sonra tat alma bozukluklarının anlaşılması için temel oluşturdu.
  • 1855: Fransız fizyolog Claude Bernard, tükürük ve tat alma sinirlerinin tat alma duyusundaki rolünü tanımlayarak dolaylı olarak disguzi hastalığının gelecekte anlaşılmasına katkıda bulundu.
  • 1901: Hans Henning, tatlı, ekşi, tuzlu ve acıyı birincil tatlar olarak tanımlayan “tat tetrahedronu” kavramını önerir ve bu kavram daha sonra tat bozuklukları üzerine yapılacak çalışmalar için temel oluşturur.
  • 1927: Araştırmalar, diyabet ve diş sorunları gibi belirli hastalık ve durumları tat algısındaki değişikliklerle ilişkilendirmeye başlar.
  • 1965: Çinkonun tat algısındaki rolü ilk kez belgelenerek çinko eksikliğinin disguzi nedeni olarak anlaşılmasının önü açıldı.
  • 1971: “Dysgeusia” terimi tıp literatüründe daha resmi bir şekilde tanınır ve tat bozukluklarının daha sistematik bir şekilde incelenmesine işaret eder.
  • 1974: Başta kemoterapi olmak üzere çeşitli ilaçların tat algısı üzerindeki etkisini araştıran klinik çalışmalar başladı.
  • 1982: Tat algısında koku alma sisteminin rolünün tanımlanması, birçok tat bozukluğunun koku alma işlev bozukluğuyla bağlantılı olduğunun daha iyi anlaşılmasına yol açtı.
  • 1986: Disgeusinin klinik teşhisi için standartlaştırılmış tat testlerinin geliştirilmesi, durumu teşhis etme ve inceleme yeteneğini geliştirdi.
  • 1993: HIV/AIDS’in tat algısı üzerindeki etkisi üzerine yapılan araştırmalar ilerleyerek sistemik hastalıkların disguzi’ye nasıl yol açabileceğini gösterdi.
  • 1997: Schiffman tarafından yayınlanan önemli bir inceleme makalesi, tat bozukluklarında yaş, hastalık ve çevresel faktörlerin karmaşık etkileşimini vurgulayarak disguzi üzerine onlarca yıllık araştırmaları sentezler.
  • 2001: Moleküler biyolojideki ilerlemeler, araştırmacıların bireyleri tat bozukluklarına yatkın hale getirebilecek belirli genetik faktörleri tanımlamalarına olanak tanır.
  • 2008: Disgeusinin kemoterapi ve radyasyon tedavisinin önemli bir yan etkisi olarak yaygın bir şekilde tanınması, kanser hastalarında bu sorunun hafifletilmesine daha fazla odaklanılmasına yol açar.
  • 2010s: Alzheimer ve Parkinson gibi nörodejeneratif hastalıkların tat bozukluklarındaki rolünün giderek daha iyi anlaşılması, tedavide daha incelikli yaklaşımlara yol açıyor.
  • 2020: COVID-19 salgını, tat (ve koku) kaybının yaygın bir semptom haline gelmesiyle tat bozukluklarına küresel dikkati çeker ve disgeusinin viral nedenleri üzerine araştırmaların artmasına yol açar.

    İleri Okuma

    1. Schiffman, S. S. (1997). “Taste and smell losses in normal aging and disease.JAMA, 278(16), 1357-1362.
    2. Spielman, A. I. (1998). “Chemosensory function and dysfunction.Critical Reviews in Oral Biology & Medicine, 9(3), 267-291.
    3. Henkin, R. I., & Larson, A. L. (1999). “On the origin of taste disorders: A model for brain-tongue interactions in humans.” Progress in Neurobiology, 59(4), 209-246.
    4. Bromley, S. M. (2000). “Smell and taste disorders: A primary care approach.” American Family Physician, 61(2), 427-436.
    5. Smith, D. V., & Margolskee, R. F. (2001). “Making sense of taste.Scientific American, 284(3), 32-39.
    6. Doty, R. L. (2008). “The olfactory vector hypothesis of neurodegenerative disease: Is it viable?Annals of Neurology, 63(1), 7-15.
    7. Landis, B. N., & Beutner, D. (2009). “Evaluation of patients with taste disorders.” Annals of the New York Academy of Sciences, 1170(1), 341-344.