V-loc

“V-loc” terimi, tıbbi alanda “dikenli dikişler” olarak bilinen bir tür yara kapatma cihazıyla ilişkilidir. Bu dikişler, geleneksel düğüm atmaya gerek kalmadan güvenli bir kapatma sağlayan, dokuya tutunan küçük dikenlerle tasarlanmıştır. V-Loc yara kapatma cihazı hem açık hem de minimal invaziv ameliyatlarda yaygın olarak kullanılır. Etkinliği ve teşvik ettiği iyileşme kalitesi nedeniyle özellikle tercih edilir, cerrahi kapatmalar için gereken süreyi azaltır ve dikiş düğümleriyle ilgili komplikasyonları potansiyel olarak en aza indirir.

“V-Loc” adı, sütür boyunca düğümlere gerek kalmadan sütürün yerine kilitlenmesinde önemli rol oynayan dikenlerin “V” şeklinden türetilmiştir. Dikenli sütürlerin geliştirilmesi ve piyasaya sürülmesi, cerrahi teknolojide önemli bir ilerlemeyi temsil etmektedir. Dikenli dikişler ilk olarak 1960’ların başında kavramsallaştırıldı ve kullanıldı, ancak 2000’lerin başında daha da geliştirilinceye kadar yaygın bir kabul görmedi. Son yirmi yılda dikenli sütürlerin kullanımı plastik cerrahi, jinekoloji ve mide-bağırsak cerrahisi gibi çeşitli cerrahi disiplinlerde yaygınlaştı.

V-Loc cihazının kendisi dikiş teknolojisindeki bu evrimin bir parçası olarak geliştirildi. Hem laparoskopik hem de açık cerrahi prosedürlerde dikiş işleminin verimliliğini optimize etmek için özel olarak tasarlanmış olup, minimal invaziv operasyonlarda yaygın olan sınırlı görünürlük ve alanda dikiş atmanın zorluklarını ele almaktadır.

Tarih

V-Loc olarak bilinen spesifik tip de dahil olmak üzere dikenli dikişlerin geliştirilmesi ve piyasaya sürülmesi, tek bir mucidin başarısından ziyade cerrahi teknolojide işbirliğine dayalı bir evrimi temsil etmektedir. Dikenli dikişlerin temel fikri, onlarca yıl boyunca çeşitli araştırmacılar ve şirketler tarafından sunulan önemli katkılar ve patentlerle birlikte 1960’lara kadar izlenebilir.

Temel Geliştirme

Tıp literatüründe dikenli dikişlerden ilk bahsedilenlerden biri 1950’ler ve 1960’lara ait patentlerde görülmektedir. Dr. Robert A. Ersek, 1997 yılında, kozmetik cerrahide kapatma tekniklerini basitleştirmeyi ve geliştirmeyi amaçlayan, dikenli çift yönlü dikiş yönteminin patentini aldı. Bu yenilik, daha karmaşık ameliyatlarda dikenli dikişlerin kullanılmasının temelini attı.

Evrim ve Ticari Gelişim

V-Loc yara kapatma cihazı, onu 21. yüzyılın başlarında piyasaya süren Covidien (şu anda Medtronic’in bir parçası) tarafından geliştirildi ve pazara sunuldu. V-Loc’un piyasaya sürülmesi, özellikle minimal invazif prosedürlerde dikenli dikiş teknolojisinin uygulanmasında önemli bir ileri adımı temsil ediyordu. Cihaz, hem zaman alıcı hem de potansiyel olarak komplikasyonlara yatkın olabilecek düğümlere ihtiyaç duymadan daha hızlı ve daha güvenli kapanmayı sağlayacak şekilde özel olarak tasarlanmıştır.

V-Loc sütürünün özel yeniliği tasarımında yatmaktadır: sütürün bir ucunda bir halka ve sütür uzunluğu boyunca uzanan ve sütür dokudan geçerken yerine kilitlenen dikenler. Bu, her dikiş geçişinde düğüm atılmasına gerek kalmadan sürekli kapatmaya olanak tanır, kapatma süresini önemli ölçüde azaltır ve dikişin sağlamlığını ve güvenliğini artırır.

Etki ve Güncel Kullanım

Piyasaya sürülmesinden bu yana, V-Loc sütürleri jinekoloji, genel cerrahi ve plastik cerrahi dahil olmak üzere çeşitli cerrahi uzmanlık alanlarında yaygın olarak benimsenmiştir. Kullanımları, benzersiz tasarımları ve işlevsellikleri nedeniyle ameliyat süresinde azalma ve cerrahi sonuçlarda iyileşme ile ilişkilendirilmiştir.

İleri Okuma

  1. Rodeheaver, G.T., Vensko, J., Thacker, J.G., Edlich, R.F. (1976). “Development of a new suture pattern for peritoneal closure.” The American Journal of Surgery, 132(3), 334-339.
  2. Greenberg, J.A., Clark, R.M. (2009). “Advances in suture material for obstetric and gynecologic surgery.” Reviews in Obstetrics and Gynecology, 2(3), 146-158.
  3. Murtha, A.P., Kaplan, A.L., Paglia, M.J., Mills, B.B., Feldstein, M.L., Ruff, G.L. (2006). “Evaluation of a novel technique for wound closure using a barbed suture.” Plastic and Reconstructive Surgery, 117(6), 1769-1780.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Total Kalça Artroplastisi

Kalça total uç protezi için kullanılan Latince terim prothesis totalis coxae‘dir. Kalça eklemini yapay bir eklemle değiştirmek için yapılan cerrahi bir prosedürdür.

“Protez” kelimesi Yunanca “ekleme” veya “yerleştirme” anlamına gelen “próthesis” kelimesinden gelmektedir. “Coxae” kelimesi ise Latince “kalça” anlamına gelen “cāxa” kelimesinden gelmektedir.

  • Ameliyat genellikle genel anestezi altında yapılır.
  • Prosedür genellikle yaklaşık 2-3 saat sürer.
  • Hastalar genellikle ameliyattan sonra 3-5 gün hastanede kalırlar.
  • Kalça total uç protezi uzun ömürlü bir ameliyattır. Protezlerin çoğu 20-30 yıl dayanır.

Kalça total uç protezi çok başarılı bir ameliyattır. Şiddetli kalça artriti olan kişilerde ağrıyı hafifletebilir ve hareketliliği artırabilir.

Genellikle total kalça protezi olarak adlandırılan total kalça artroplastisi (THA), kalça ekleminin yıpranmış veya hasar görmüş kısımlarının yapay parçalarla değiştirildiği cerrahi bir prosedürdür. Bu, ciddi kalça artriti olan hastalarda veya belirli kalça kırıklarından sonra ağrıyı hafifleterek ve işlevi iyileştirerek yaşam kalitesini büyük ölçüde artırabilir.

Prosedür:

Bir THA’da cerrah, hasarlı veya hastalıklı kıkırdak ve kemiği kalça ekleminden çıkarır. Asetabulum (kalça soketi) pürüzsüz, yuvarlak bir boşluk oluşturmak için oyulur ve sokete yarım küre şeklindeki bir kap yerleştirilir. Femur başı (uyluk kemiğinin tepesindeki top veya femur) daha sonra çıkarılır ve femurun geri kalanı yeni femoral bileşeni kabul etmeye hazırlanır. Yapay femoral gövde, femur şaftından aşağıya sokulur. Daha sonra yeni yuvaya uyan bir top femur gövdesinin tepesine yerleştirilir.

Malzemeler:

Protezde kullanılan malzemeler polietilen (plastik), metal ve seramiktir. Her birinin kendi avantajları ve dezavantajları vardır ve malzeme seçimi hastanın bireysel ihtiyaçlarına ve koşullarına bağlıdır.

İyileşmek:

Ameliyat sonrası bakım, ağrıyı yönetmeyi, komplikasyonları önlemeyi ve kalça işlevini eski haline getirmek için fizyoterapiye başlamayı içerir. Tipik hastanede kalış süresi birkaç gündür ve çoğu hasta ameliyattan sonraki gün veya aynı gün yardımla yürüyebilir. Tam iyileşme ve normal aktivitelere dönüş genellikle birkaç ay sürer.

Uzun Vadeli Sonuç:

Modern total kalça protezlerinin çoğunun 15 yıl veya daha fazla sürmesi beklenir. Şiddetli kalça eklemi hastalığı olan hastalarda yaşam kalitesini önemli ölçüde artırabilirler.

Tarih

İlk kalça protezi 1960 yılında İngiltere’de Sir John Charnley tarafından gerçekleştirilmiştir. Charnley’in protezi metal ve plastikten yapılmıştı.

O zamandan bu yana kalça protezi ameliyatlarında birçok gelişme kaydedildi. Protezler artık daha dayanıklı malzemelerden yapılmakta ve ameliyat daha az invaziv olmaktadır.

Kaynak:

  • “Total Hip Replacement.” OrthoInfo – AAOS. Link
  • “Hip Replacement.” Mayo Clinic. Link

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

PeriDural Anestezi (PDA)

“Epidural” kelimesi, “üzerinde” veya “yukarıda” anlamına gelen Latince “epi” ve “sert” anlamına gelen “dura” kelimelerinden gelir. Dura, beyni ve omuriliği çevreleyen zarlar olan meninkslerin en dış tabakasıdır. Bu nedenle epidural anestezi, anestezik ilacın dura ile omurlar arasındaki boşluğa enjeksiyonunu ifade eder.

Peridural veya epidural anestezi, lokal anesteziklerin ve/veya analjezik ilaçların omuriliğin epidural boşluğuna enjeksiyonunu içeren bir bölgesel anestezi tekniğidir. Amaç, öncelikle doğum ve doğum sırasında ve ayrıca cerrahi prosedürler ve kronik ağrının tedavisi için ağrının giderilmesini sağlamak için alt spinal segmentlerden gelen sinir uyarılarını bloke etmektir.

Prosedür:

Hasta genellikle yan yatar veya oturur pozisyondadır. Sırt antiseptik ile temizlendikten sonra bölge lokal anestezik ile uyuşturulur. Daha sonra, omuriliği ve beyin sıvısını çevreleyen dura zarının dışında, dura mater ile vertebral duvar arasında yer alan epidural boşluğa bir iğne sokulur. İğne epidural boşluğa girdikten sonra, iğne içinden boşluğa küçük bir kateter geçirilir ve iğne çıkarılır.

Uygulamalar:

  • Doğum: Epidural anestezi genellikle doğum ve vajinal doğum ağrısını yönetmek için kullanılır.
  • Cerrahi prosedürler: Bu, alt uzuvlar, pelvis, perine ve alt karın operasyonlarında kullanılabilir.
  • Ağrı yönetimi: Kronik sırt ağrısı veya kanserden kaynaklanan ağrı, epidural enjeksiyonla tedavi edilebilir.

Avantajlar:

  • Ameliyat veya doğum için tam bir ağrı kesici sağlayabilir.
  • Hasta tamamen bilinçli ve uyanık kalır.
  • Gerekirse daha fazla anestezi ile tamamlanabilir.

Dezavantajlar/Riskler:

  • Kan basıncında düşüşe neden olabilir.
  • Omurilik sıvısının sızmasından kaynaklanan baş ağrısı riski vardır.
  • Bazı durumlarda tam ağrı kesici sağlamayabilir.
  • Nadiren sinir yaralanması riski vardır.

Tarih

Epidural anestezinin tarihsel keşfi 1900’lerin başlarına kadar izlenebilir. 1901’de iki Fransız doktor, Jean-Athanase Sicard ve Fernand Cathelin, kaudal blok için epidural anestezi kullanımını bağımsız olarak tanımladılar. Kaudal blok, belden uygulanan bir tür epidural anestezidir.

1921’de İspanyol askeri cerrah Fidel Pagés Miravé, lomber blok için epidural anestezi kullanımını tanımladı. Lomber blok, alt sırttan uygulanan, ancak kaudal bloğa göre daha yukarıya uygulanan bir tür epidural anestezidir.

Epidural anestezi, doğum ve diğer tıbbi prosedürler sırasında ağrıyı gidermenin güvenli ve etkili bir yolu olarak hızla popüler hale geldi. Günümüzde dünyada en yaygın kullanılan anestezi türlerinden biridir.

İşte epidural anestezinin keşfindeki tarihsel adımlardan bazıları:

1901: Jean-Athanase Sicard ve Fernand Cathelin bağımsız olarak kaudal blok için epidural anestezinin kullanımını tanımladılar.
1921: Fidel Pagés Miravé, lomber blok için epidural anestezi kullanımını tanımlıyor.
1930’lar: Epidural anestezi, doğum ve diğer tıbbi prosedürler için giderek daha popüler hale geliyor.
1950’ler: Amerika Birleşik Devletleri’nde ilk kez epidural anestezi kullanılır.
1960’lar: Epidural anestezi, Amerika Birleşik Devletleri’nde doğum için bakım standardı haline geldi.
Günümüzde epidural anestezi, doğum ve diğer tıbbi prosedürler sırasında ağrıyı gidermenin güvenli ve etkili bir yoludur. Sağlık hizmeti sağlayıcıları için değerli bir araçtır ve hastalar için hoş bir rahatlamadır.

Kaynak:

  1. Ruppen W, Derry S, McQuay H, Moore RA. Epidural analgesia for labour and delivery. Cochrane Database of Systematic Reviews 2008, Issue 4. Art. No.: CD000331. DOI: 10.1002/14651858.CD000331.pub2.
  2. Hermanides J, Hollmann MW, Stevens MF, Lirk P. Failed epidural: causes and management. British Journal of Anaesthesia, Volume 109, Issue 2, August 2012, Pages 144–154. DOI: 10.1093/bja/aes214.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Portegü

“Porte-aiguille”, “iğne tutucu” için kullanılan Fransızca bir terimdir. Tıpta, özellikle cerrahi prosedürlerde, iğne tutucu, yaraları veya cerrahi kesileri kapatmak için kullanılırken bir dikiş iğnesini tutmak için kullanılan özel bir alettir. İğne tutucu, cerrahın iğneyi sadece parmaklarla mümkün olmayabilecek çeşitli açılardan manipüle etmesine olanak tanır. Güvenli bir tutuş için tipik olarak dokulu bir uca sahiptir ve iğneyi yerinde tutmak için bir kilitleme mekanizmasına da sahip olabilir.

“Taşımak” veya “tutmak” anlamına gelen “porte” ve “iğne” anlamına gelen “aiguille” kelimelerinden oluşur.

“Porte-aiguille” kelimesi Fransız dilinde ilk olarak 18. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. Cerrahi prosedürler sırasında iğneleri tutmak için kullanılan aleti tanımlamanın bir yolu olarak tıp mesleğinden kaynaklandığı düşünülmektedir.

“Porte-aiguille” kelimesi bugün hala Fransızca’da kullanılmaktadır ve İngilizce’de de kullanılmaktadır. Nispeten nadir kullanılan bir kelimedir, ancak genellikle tıbbi bağlamlarda kullanılır.

İşte “porte-aiguille” ile ilgili diğer bazı kelimeler:

  • İğne tutucu: Bu, “porte-aiguille” sözcüğünün İngilizce karşılığıdır. Cerrahi prosedürler sırasında iğneleri tutmak için kullanılan bir araçtır.
  • Sütür iğnesi: Bu, dokuları birbirine dikmek için kullanılan bir iğne türüdür. Tipik olarak bir iğne tutucu içinde tutulur.
  • Cerrahi iğne: Bu, ameliyatta kullanılan bir iğne türüdür. Tipik olarak bir iğne tutucuda tutulur.

Tarih

Porte-aiguille veya iğne tutucuların tarihi cerrahinin ilk günlerine kadar uzanır. İlk iğne tutucular ahşap veya metalden yapılmış basit aletlerdi. İğneyi kavramak için kullanılan iki çeneleri vardı ve genellikle bir makasla birlikte kullanılıyorlardı.

19. yüzyılda iğne tutucuların tasarımında önemli ilerlemeler kaydedildi. Aletleri daha güçlü ve dayanıklı hale getirmek için çelik ve tungsten karbür gibi yeni malzemeler kullanıldı. İğne tutucuların çeneleri de iğnenin daha iyi kavranmasını sağlayacak şekilde yeniden tasarlandı.

20. yüzyılda yeni cerrahi tekniklerin geliştirilmesi, yeni tip iğne tutucuların geliştirilmesine yol açtı. Örneğin, Mayo-Hegar iğne tutucu 20. yüzyılın başlarında hassas dikiş prosedürleri uygulayan cerrahların ihtiyaçlarını karşılamak için geliştirilmiştir.

Günümüzde, her biri belirli bir amaç için tasarlanmış çok çeşitli iğne tutucular mevcuttur. Bazı iğne tutucular genel kullanım için tasarlanırken, diğerleri belirli cerrahi prosedürler için tasarlanmıştır.

İşte porte-aiguille tarihindeki bazı önemli olaylar:

Cerrahinin ilk günleri: Ahşap veya metalden yapılmış basit iğne tutucular kullanılmıştır.
19. yüzyıl: İğne tutucuları daha güçlü ve dayanıklı hale getirmek için çelik ve tungsten karbür gibi yeni malzemeler kullanıldı.
20. yüzyıl: Yeni cerrahi tekniklerin geliştirilmesi, yeni tip iğne tutucuların geliştirilmesine yol açar.
Günümüzde: Her biri belirli bir amaç için tasarlanmış çok çeşitli iğne tutucuları mevcuttur.

Porte-aiguille cerrahlar için önemli bir araçtır ve giderek daha karmaşık cerrahi prosedürler uygulayan cerrahların ihtiyaçlarını karşılamak için zaman içinde gelişmiştir.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Morbus Crohn

Kronik ve iltihabi bir bağırsak hastalığıdır. Ağızdan anüse kadar sindirim sisteminin herhangi bir bölümünde ya da aynı anda birkaç farklı bölümünde aralıklı iltihaplar ile kendinı gösterir.

Hastalık ilk defa 1904’te polonyalı cerrah Antoni Leśniowski (1867–1940) ve 1932’te ilkinden bağımsız olarak amerikalı mide ve bağırsak uzmanı Burrill Bernard Crohn(1884–1983) tarafından tanımlanmıştır.

Epidemiyoloji

Crohn hastalığı, Amerika Birleşik Devletleri’nde 100.000 yetişkinden yaklaşık 201’ini etkileyen kronik bir inflamatuar bağırsak hastalığıdır ve prevalansı dünya çapında zaman içinde artmaktadır. İnsidans oranları, en yüksek Kuzey Amerika ve Avrupa’da bildirilen ve Afrika, Asya ve Güney Amerika’daki yeni sanayileşmiş ülkelerde artan insidans ile küresel olarak değişmektedir.

Hastalık her yaşta ortaya çıkabilir, ancak en sık 15 ila 35 yaş arasındaki kişilerde teşhis edilir. Cinsiyet açısından hem erkekler hem de kadınlar eşit derecede etkilenir. Crohn hastalığı zayıflatıcı olabilse ve bazen yaşamı tehdit eden komplikasyonlara yol açabilse de, doğrudan bir ölüm nedeni olarak sınıflandırılmamıştır. Bununla birlikte, bağırsak tıkanıklığı, yetersiz beslenme veya kolorektal kanser gibi ciddi veya tedavi edilmemiş hastalıklardan kaynaklanan komplikasyonlar yaşamı tehdit edici olabilir.

Crohn hastalığının kesin nedeni bilinmemekle birlikte genetik ve çevresel faktörlerin birleşiminden kaynaklandığı düşünülmektedir. Crohn hastalığının tedavisi yoktur, ancak semptomları yönetmeye ve yaşam kalitesini iyileştirmeye yardımcı olabilecek tedaviler vardır.

Belirtiler;

  1. Gaz çıkarma,
  2. Cıvık, sıvılı dışkılama,
  3. Barsak yolunda kısmi tıkanıklık veya tamamıyla tıkanma,
  4. Fistula, devamında peritonit tehlikesi,
  5. Apse.

This content is available to members only. Please login or register to view this area.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Teşhis

Crohn hastalığı, ağızdan anüse kadar gastrointestinal sistemin herhangi bir bölümünü etkileyebilen bir tür inflamatuar bağırsak hastalığıdır. Bununla birlikte, en sık ince bağırsağı ve kolonun başlangıcını etkiler. Semptomlar karın ağrısı, ishal, kilo kaybı ve ateşi içerebilir.

Crohn hastalığının tanısı tipik olarak endoskopik, histolojik, radyolojik ve klinik kriterlerin bir kombinasyonu kullanılarak yapılır.

Klinik Kriterler: Semptomlar kronik veya tekrarlayan diyare, karın ağrısı, ateş ve bazen peritonit, apseler veya fistüller gibi hayatı tehdit eden komplikasyonları içerebilir.

Radyolojik Kriterler: CT veya MRI enterografi ile kesitsel görüntüleme, bağırsak duvarında kalınlaşma, genişleme, darlık oluşumu, fistül veya apse gösterebilir. Baryum çalışmaları da faydalı olabilir.

Laboratuvar Kriterleri: Crohn hastalığını teşhis etmek için özel bir laboratuvar testi yoktur. Bununla birlikte, C-reaktif protein (CRP), eritrosit sedimantasyon hızı (ESR), tam kan sayımı (CBC) ve fekal kalprotektin gibi testler, Crohn hastalığında yaygın olan iltihaplanma belirtileri gösterebilir.

Endoskopik Kriterler: Sürekli veya süreksiz, genellikle asimetrik ve ülserasyonlu segmental lezyonların varlığı. Aftöz ülserler erken bir belirti olabilirken, derin ve uzunlamasına ülserler, parke taşı oluşumu veya striktürler daha yerleşmiş hastalıklarda bulunabilir. Tanıyı doğrulamak için biyopsi ile ileokolonoskopi yapmak esastır.

Histolojik Kriterler: Endoskopide elde edilen biyopsi örneklerinde granülomların (kazeleşmeyen), kronik inflamasyonun, lenfoid agregatların, fissür ülserasyonun ve/veya mimari bozulmanın varlığı.

Crohn hastalığının sınıflandırılması için, hastalığı tanı yaşı, yeri ve hastalığın davranışına göre sınıflandıran Montreal sınıflandırması yaygın olarak kullanılır.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Mikrobiyolojik teşhis

Normal bir oniki parmak bağırsağında;

  1. Villiler hassas; epitel hücrelerin aralarında lenfositler, goblet hücreleri, enterositler,
  2. Kriptalar; Paneth hücreleri, goblet hücreleri, enteroendokrin hücreler.

Morbus Crohn hastalıklı bpatolojik bir oniki parmak bağırsağında;

  1. Mukus tabakası kıvrımlarının körelmesi,
  2. Çatlaklı ülser,
  3. Enflasmayon hücrelerinin düzensiz istilası,
  4. Epiteloid hücreli granulom, çok çekirdekli dev hücreler,
  5. Lenf foliküllerinin bütün duvarlarının enflamasyonu,
  6. Genişlemiş damar duvarı; Fibröz, kas tabakasının hipertrofisi.

Montreal sınıflandırma sistemi

Montreal sınıflandırma sistemi, Crohn hastalığını teşhis yaşı, hastalık yeri ve hastalık davranışına göre sınıflandırmak için kullanılan bir araçtır. Hastalığın seyrini ve terapötik yanıtı tahmin etmeye yardımcı olabilen, hastalığı tanımlamanın standartlaştırılmış bir yoludur.

Montreal sınıflandırması aşağıdaki kategorileri içerir:

Tanı Yaşı (Age):

A1: 16 yıldan az
A2: 17 ila 40 yıl
A3: 40 yıldan fazla

Konum (Localisation):

L1: Terminal ileum
L2: Kolon
L3: İleokolonik
L4: Üst gastrointestinal (izole üst hastalık yoktur, dolayısıyla her zaman diğer bölgelerle ilişkilidir)

Davranış (Behaviour):

B1: Büzülmez, nüfuz etmez
B2: Daraltma
B3: Delici
p: yukarıdakilerle eşzamanlı ise perianal hastalığın varlığını belirtir.

Sınıflandırma ayrıca, perianal hastalığın varlığı ve hastalığın büyüme paterni (bağırsağın sürekli veya süreksiz bir bölgesini etkileyip etkilemediği) gibi değiştiriciler için bir uzatmanın dahil edilmesine izin verir.

Tedavi

Crohn hastalığı için tedavi kılavuzları, hastalığın ciddiyetine ve konumuna ve ayrıca hastanın önceki tedaviye verdiği cevaba bağlıdır. American College of Gastroenterology’ye göre klinisyenlerin izleyebileceği bazı genel yönergeler şunlardır:

Hafif-Orta Derecede Hastalık İçin İndüksiyon Tedavisi: Aminosalisilatlar, kortikosteroidler, budesonid ve antibiyotikler kullanılabilir. Diyet yönetimi de önemlidir.

Orta ila Şiddetli Hastalık için İndüksiyon Tedavisi: Anti-TNF ajanları (infliximab, adalimumab veya sertolizumab gibi), immünomodülatörler (azatiyoprin veya metotreksat gibi), kortikosteroidler veya integrin reseptörü antagonisti vedolizumab kullanılabilir. Bir interlökin antagonisti olan Ustekinumab, orta ila şiddetli Crohn hastalığı için de kullanılabilir.

İdame Tedavisi: Bağışıklık sistemi baskılayıcıları (azatiyoprin, metotreksat veya 6-merkaptopurin gibi), biyolojik tedaviler (infliximab, adalimumab, sertolizumab pegol, vedolizumab veya ustekinumab gibi) veya bazı durumlarda budesonidin uzatılmış salımlı bir formu kullanılabilir.

Fistülize Hastalık için: Genellikle immünomodülatörlerle kombinasyon halinde anti-TNF tedavisi önerilir.

Cerrahi: Crohn hastalığı olan kişilerin yaklaşık %70’i sonunda ameliyat gerektirir. Prosedürler, sindirim sisteminin hasarlı bir bölümünü çıkarabilir, fistülleri kapatabilir veya tıbbi tedavi başarısız olduğunda semptomları hafifletebilir.

Crohn Hastalığı (CD) için Montreal sınıflandırması, hastalığı üç kategoriye ayırır: tanı yaşı, yerleşim yeri ve davranış. İşte bu faktörlere dayalı tedavi için genel öneriler:

Teşhis Anındaki Yaş

  • A1 (<16 yaş): Pediatrik hastalar, büyüme geriliği ve ergenlik gecikmesi potansiyeli nedeniyle daha agresif tedavi stratejileri gerektirebilir.
  • A2 (17-40 yaş) ve A3 (>40 yaş): Başlangıç tedavisi genellikle aktif hastalık için aminosalisilatlar (örn. mesalamin) ve kortikosteroidler gibi antiinflamatuar ajanlarla başlar. Orta ila şiddetli hastalığı olanlar için immünosupresanlar (örn. azatiyoprin, metotreksat) düşünülebilir. Biyolojik ajanlar (örn. infliximab, adalimumab) genellikle dirençli vakalar veya komplikasyonları olanlar için ayrılmıştır.

Konum

  • L1 (İleal), L2 (Kolonik), L3 (İleo-kolonik): Hastalığın yerleşim yeri ne olursa olsun tedavi genellikle benzerdir. Bununla birlikte, ileal hastalık, sırasıyla bakteriyel aşırı büyüme ve safra asidi malabsorpsiyonunun potansiyel rolü nedeniyle antibiyotiklere (örn. Metronidazol, siprofloksasin) ve safra asidi sekestranlarına (örn.
  • L4 (İzole üst hastalık): Bu hastalar, darlık oluşma riski ve beslenme yetersizlikleri potansiyeli nedeniyle daha agresif tedavi gerektirebilir.

Davranış

  • B1 (Büzülmez, nüfuz etmez): İlk tedavi genellikle anti-inflamatuar ajanları, antibiyotikleri ve potansiyel olarak immün baskılayıcıları içerir.
  • B2 (Darlaşma): Medikal tedaviye ek olarak, bu hastalarda semptomatik rahatlama için sıklıkla endoskopik veya cerrahi müdahale gerekir.
  • B3 (Penetran): Bu hastalar sıklıkla tıbbi tedavi ile birlikte apse veya fistül tedavisi için ameliyat gerektirir.

Prognoz

Crohn hastalığının prognozu büyük ölçüde değişir ve aşağıdakiler gibi çeşitli faktörlere bağlıdır:

  • Hastalığın yeri ve şiddeti
  • İlk tedaviye yanıt
  • Komplikasyon gelişip gelişmediği

Crohn hastalığının kronik bir durum olduğunu ve hastaların yaşamları boyunca alevlenme ve remisyon dönemleri yaşayabileceğini not etmek önemlidir. Uygun yönetim semptomları kontrol edebilir ve bu durumdaki bireyler için yaşam kalitesini önemli ölçüde iyileştirebilir.

Tarih

Crohn hastalığına benzer bir durumun bilinen ilk tanımı, 1769’da İtalyan bir doktor olan Giovanni Battista Morgagni tarafından yapılmıştır. Bununla birlikte, hastalığın üç Amerikalı doktor tarafından resmi olarak tanımlanması 1932 yılına kadar değildi: Burrill Crohn, Leon Ginzberg ve Gordon D. Oppenheimer.

Crohn ve meslektaşları, kronik ishal ve karın ağrısı olan bir grup hastayı inceliyorlardı. Hastaların bağırsaklarının astarında iltihaplanma olduğunu ve iltihabın düzensiz olduğunu ve sindirim sisteminin herhangi bir bölümünü kapsayabileceğini bulmuşlardır. Hastalığa kendi adlarını verdiler ve o zamandan beri Crohn hastalığı olarak biliniyor.

Crohn ve meslektaşlarının zamanından bu yana, Crohn hastalığına ilişkin anlayışımız büyük ölçüde gelişti. Artık hastalığın genetik ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonundan kaynaklandığını ve tek bir tedavisi olmadığını biliyoruz. Bununla birlikte, semptomları yönetmeye ve yaşam kalitesini iyileştirmeye yardımcı olabilecek etkili tedaviler vardır.

Kaynak:

  • Lichtenstein GR, Loftus EV, Isaacs KL, Regueiro MD, Gerson LB, Sands BE. ACG Clinical Guideline: Management of Crohn’s Disease in Adults. Am J Gastroenterol. 2018 Apr;113(4):481-517. doi: 10.1038/ajg.2018.27. Epub 2018 Mar 27. Erratum in: Am J Gastroenterol. 2018 Aug;113(8):1195. PMID: 29596126.
  • Satsangi J, Silverberg MS, Vermeire S, Colombel JF. The Montreal classification of inflammatory bowel disease: controversies, consensus, and implications. Gut. 2006 Jun;55(6):749-53. doi: 10.1136/gut.2005.082909. PMID: 16698746; PMCID: PMC1856208.
  • Satsangi J, Silverberg MS, Vermeire S, Colombel JF. The Montreal classification of inflammatory bowel disease: controversies, consensus, and implications. Gut. 2006 Jun;55(6):749-53. doi: 10.1136/gut.2005.082909. PMID: 16698746; PMCID: PMC1856208.
  • Lichtenstein GR, Loftus EV, Isaacs KL, Regueiro MD, Gerson LB, Sands BE. ACG Clinical Guideline: Management of Crohn’s Disease in Adults. Am J Gastroenterol. 2018 Apr;113(4):481-517. doi: 10.1038/ajg.2018.27. Epub 2018 Mar 27. PMID: 29610508.

Apendisektomi

Apendektomi olarak da bilinen apandisit ameliyatı, iltihaplandığında veya enfekte olduğunda apandisi çıkarmak için yapılan cerrahi bir prosedürdür. (bkz: Apendisektomi)

İşte apandisit ameliyatına kapsamlı bir genel bakış:

Apandisit: Apandisit, karnın sağ alt kısmında bulunan küçük, parmak benzeri bir organ olan apandisin iltihaplanmasıdır. Apandis, genellikle dışkı birikimi nedeniyle tıkandığında, bakteri üremesine ve enfeksiyona yol açtığında ortaya çıkabilir.

Cerrahi müdahale: Apandisit tipik olarak ameliyatla tedavi edilir, çünkü iltihaplı apandis yırtılabilir ve tedavi edilmezse ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Ameliyatın birincil amacı apandisi çıkarmak ve enfeksiyonun yayılmasını önlemektir.

Apendektomi türleri:

Açık apendektomi: Bu geleneksel yaklaşımda, sağ alt karın bölgesine tek bir kesi yapılarak cerrahın apendikse doğrudan erişimi sağlanır. Apandis daha sonra dikkatlice çıkarılır ve kesi dikiş veya zımba ile kapatılır.

Laparoskopik apendektomi: Bu minimal invaziv teknik, karında birkaç küçük kesi yapılmasını içerir. Kameralı ince bir tüp olan laparoskop bir kesiden sokularak cerrahın ameliyat alanını bir monitörde görüntülemesine olanak tanır. Daha sonra apandisi kesilerden birinden çıkarmak için özel aletler kullanılır. Laparoskopik apendektomi tipik olarak daha küçük yara izleri, daha az ameliyat sonrası ağrı ve açık ameliyata kıyasla daha hızlı iyileşme ile sonuçlanır.

Anestezi: Apendektomi genel anestezi altında yapılır, yani işlem boyunca uyuyacaksınız. Anestezi, ameliyat sırasında herhangi bir ağrı hissetmemenizi sağlar.

İyileşme süresi: İyileşme süresi kişiye ve yapılan ameliyatın türüne bağlı olarak değişebilir. Genel olarak, hastalar ameliyattan sonra bir veya iki gün hastanede kalmayı bekleyebilirler. Tam iyileşme birkaç hafta sürebilir ve bu süre zarfında cerrah tarafından sağlanan ameliyat sonrası talimatlara uymak önemlidir. Bu talimatlar ağrı yönetimi, yara bakımı, beslenme kuralları ve fiziksel aktivite kısıtlamalarını içerebilir.

Riskler ve komplikasyonlar: Her cerrahi prosedürde olduğu gibi, apandisit ameliyatı ile ilişkili riskler vardır. Bunlar arasında enfeksiyon, kanama, yakındaki organlara veya yapılara zarar verme, anesteziye karşı olumsuz reaksiyonlar ve tekrarlayan veya kalıcı enfeksiyon olasılığı sayılabilir. Ameliyattan önce bu riskleri cerrahınızla görüşmeniz çok önemlidir.

Ameliyat sonrası bakım: Ameliyattan sonra cerrahınız ameliyat sonrası bakım için özel talimatlar verecektir. Bu talimatlar yara bakımı, ağrı yönetimi, aktivite kısıtlamaları ve takip randevuları ile ilgili yönergeleri içerebilir. Bu talimatlara özenle uyulması, uygun iyileşme ve komplikasyon riskinin en aza indirilmesi için hayati önem taşır.

Başarı oranları: Apendektomi, düşük nüks oranı ile oldukça başarılı bir prosedürdür. Zamanında ve yetenekli bir cerrah tarafından yapıldığında, operasyon apandisiti etkili bir şekilde çözer ve başka komplikasyonları önler.

Apandisitten şüpheleniyorsanız veya apandisit teşhisi konduysa, derhal tıbbi yardım almanız önemlidir. Sağlık uzmanınız durumunuzu değerlendirecek ve apendektominin gerekli olup olmadığını belirleyecektir.

Ameliyat sonrası

Apandisin cerrahi olarak çıkarılması olan apendektomiden sonra ameliyat sonrası ağrı yaygındır. Bu ağrı, ameliyat türü (laparoskopik veya açık), kişinin ağrı toleransı ve herhangi bir komplikasyonun varlığı gibi çeşitli faktörlere bağlı olarak hafiften şiddetliye kadar değişebilir.

Kesi yeri tipik olarak apendektomi sonrası ağrının ana kaynağıdır. Bu ağrı genellikle birkaç gün ila bir hafta içinde önemli ölçüde azalır. Laparoskopik cerrahi sırasında karnı şişirmek için kullanılan karbondioksit gazı nedeniyle omuzda veya sırtta da ağrı hissedilebilir. Bu, sevk edilen ağrı olarak bilinir ve genellikle 48 saat içinde azalır.

Ayrıca, ameliyat sonrası bağırsak fonksiyonlarındaki değişiklikler nedeniyle karında şişkinlik ve rahatsızlık yaşanabilir.

Ameliyat sonrası ağrı kötüleşirse, reçete edilen ağrı kesici ilaçlarla giderilmezse veya ateş, inatçı bulantı veya kusma ya da kesi yerinde artan kızarıklık, şişlik veya drenaj gibi yeni semptomlar gelişirse sağlık ekibini bilgilendirmek önemlidir. Bunlar enfeksiyon veya apse oluşumu gibi komplikasyonların belirtileri olabilir.

Ağrı yönetimi genellikle ağrının şiddetine bağlı olarak asetaminofen veya NSAID’ler gibi opioid olmayan ilaçlardan daha güçlü opioid ilaçlara kadar değişen analjeziklerin kullanımını içerir. Ayrıca, iyileşmeye yardımcı olabilecek ve ameliyat sonrası ağrıyı azaltmaya yardımcı olabilecek fiziksel aktivitenin tolere edildiği şekilde kademeli olarak artırılması önerilir.

Beslenme

Apandisit ameliyatından sonra, iyileşme ve iyileşmeyi desteklemek için dengeli ve besleyici bir diyet uygulamak önemlidir. İşte apandisit ameliyatı sonrası beslenme için bazı genel kurallar:

Berrak sıvılarla başlayın: İyileşmenin ilk aşamalarında su, et suyu ve berrak meyve suları gibi berrak sıvılar tüketmeniz tavsiye edilebilir. Bu, dehidrasyonu önlemeye yardımcı olur ve sindirim sisteminizin kademeli olarak normal işlevine devam etmesini sağlar.

Yumuşak bir diyete geçin: Toleransınız geliştikçe, yavaş yavaş yumuşak ve kolay sindirilebilir gıdalar ekleyebilirsiniz. Bunlar arasında sade pirinç, haşlanmış patates, pişmiş sebzeler, derisiz tavuk veya balık ve az yağlı yoğurt gibi yiyecekler yer alabilir. Baharatlı, yağlı ve çok baharatlı yiyeceklerden kaçının çünkü bunların sindirimi daha zor olabilir ve rahatsızlığa neden olabilir.

Lif açısından zengin gıdalar tüketin: Sindirim sisteminiz normale döndükçe, kabızlığı önlemek için lif açısından zengin gıdaları yavaş yavaş ekleyin. Diyetinize meyveleri, sebzeleri, tam tahılları ve baklagilleri dahil edin. Bunlar temel besinleri sağlar ve sağlıklı bağırsak hareketlerini destekler.

Susuz kalmayın: Hidratlı kalmak için bol miktarda sıvı, özellikle de su için. Bu, kabızlığın önlenmesine yardımcı olur ve genel iyileşmeyi destekler.

Daha küçük, sık öğünler yiyin: Büyük öğünler yerine, gün boyunca daha küçük, daha sık öğünler tercih edin. Bu, sindirim sisteminize aşırı yüklenmeyi önlemeye ve daha iyi sindirimi teşvik etmeye yardımcı olabilir.

Gıda intoleranslarını izleyin: Ameliyattan sonra rahatsızlığa veya sindirim sorunlarına neden olabilecek belirli gıdalara dikkat edin. Bazı bireylerin belirli gıdalara karşı geçici hassasiyetleri veya intoleransları olabilir. Herhangi bir olumsuz reaksiyon fark ederseniz, sağlık uzmanınıza danışın.

Yavaş yavaş normal beslenmeye devam edin: Zamanla, yağsız proteinler, tam tahıllar, meyveler, sebzeler ve sağlıklı yağlar dahil olmak üzere daha geniş bir gıda yelpazesini yeniden tanıtabilirsiniz. Vücudunuzu dinleyin ve sizin için rahat hissettiren bir hızda ilerleyin.

Bunların genel yönergeler olduğunu ve özel diyet ihtiyaçlarınızın ve kısıtlamalarınızın değişebileceğini unutmamak önemlidir. İyileşme ihtiyaçlarınıza göre kişiselleştirilmiş beslenme önerileri için kayıtlı bir diyetisyene veya sağlık uzmanınıza danışmanız tavsiye edilir.

Ayrıca, cerrahınız veya sağlık ekibiniz tarafından diyet ve ameliyat sonrası bakımla ilgili olarak verilen özel talimatlara uyduğunuzdan emin olun. Bireysel koşullarınıza göre size ayrıntılı rehberlik sağlayabilirler.

Tarih

Apandisit cerrahisinin tarihi uzun ve büyüleyici bir geçmişe sahiptir. Kaydedilen ilk başarılı apendektomi 1735 yılında İngiliz cerrah Claudius Amyand tarafından gerçekleştirilmiştir. Amyand’ın hastası, yuttuğu bir toplu iğne nedeniyle apandisi delinen 11 yaşında bir çocuktu.

Takip eden yıllarda birkaç başarılı apendektomi daha yapıldı, ancak ameliyatın hala çok riskli olduğu düşünülüyordu. 1886 yılında Reginald Heber Fitz apandisit üzerine bir çalışma yayınlayarak ameliyatın daha geniş kabul görmesine yardımcı oldu. Fitz ayrıca apandis iltihabını tanımlamak için “apandisit” terimini icat etti.

19. yüzyılın sonlarında apendektomi yapmak için kullanılan cerrahi tekniklerde önemli ilerlemeler kaydedildi. 1889’da Charles McBurney, bugün hala apendektomi için kullanılan en yaygın kesi olan “McBurney kesisini” tanımladı. 1900 yılında Robert Fulton Weir, bazen apendektomi için kullanılan daha az invaziv bir kesi olan “Weir insizyonu “nu tanıttı.

20. yüzyılda, apendektomi yapmak için kullanılan cerrahi tekniklerde daha fazla ilerleme kaydedilmiştir. İlk olarak 1930’larda laparoskopik apendektomi geliştirilmiştir. Laparoskopik apendektomi, karındaki küçük kesilerden gerçekleştirilen minimal invaziv bir prosedürdür. Laparoskopik apendektomi artık Amerika Birleşik Devletleri’nde en sık uygulanan apendektomi türüdür.

Günümüzde apendektomi çok güvenli ve etkili bir prosedürdür. Apendektomi için ölüm oranı %1’den azdır. Apendektomi genellikle acil bir ameliyat olarak gerçekleştirilir, ancak bazı durumlarda elektif bir ameliyat olarak da gerçekleştirilebilir.

Apandisit cerrahisi tarihindeki bazı önemli olaylar aşağıda verilmiştir:

1735: Claudius Amyand kaydedilen ilk başarılı apendektomiyi gerçekleştirdi.
1886: Reginald Heber Fitz apandisit üzerine, ameliyatın daha yaygın kabul görmesine yardımcı olan bir çalışma yayınladı.
1889: Charles McBurney, günümüzde apendektomi için hala en yaygın kullanılan kesi olan “McBurney kesisini” tanımladı.
1900: Robert Fulton Weir, bazen apendektomi için kullanılan daha az invaziv bir kesi olan “Weir insizyonu “nu tanıttı.
1930s: Laparoskopik apendektomi ilk kez geliştirildi.
Bugün: Apendektomi çok güvenli ve etkili bir prosedürdür.

Apandisit ameliyatının uzun ve büyüleyici bir geçmişi vardır. Milyonlarca insanın hayatını kurtarmış nispeten basit bir prosedürdür.

Click here to display content from YouTube.
Learn more in YouTube’s privacy policy.

Kaynak:

  1. Williams, N., O’Connell, P., & McCaskie, A. (2018). Bailey & Love’s Short Practice of Surgery (27th ed.). CRC Press. Link
  2. Addiss, D. G., Shaffer, N., Fowler, B. S., & Tauxe, R. V. (1990). The epidemiology of appendicitis and appendectomy in the United States. American journal of epidemiology, 132(5), 910-925. Link

Total ekstirpasyon

“Toplam yok etme” teriminin etimolojisi nispeten basittir. “Totalis” kelimesi, “bütün” anlamına gelen Latince “totalis” kelimesinden gelir. “Ex” kelimesi, “dışarı” anlamına gelen Latince “ex” kelimesinden gelir. “Stirpare” kelimesi, “kökünü çıkarmak” anlamına gelen Latince “stirpare” kelimesinden gelir.

Toplam çıkarma, bir organın, dokunun veya tümörün tamamen çıkarılması veya yok edilmesi anlamına gelen cerrahi bir terimdir. Genellikle hastalıklı veya hasarlı vücut kısmının tamamen çıkarılmasını gerektiren kanser tedavisi veya diğer ciddi tıbbi durumlar bağlamında kullanılır.

Örneğin, uterusun tamamen çıkarılması (histerektomi olarak da bilinir), uterusun tamamının çıkarılması anlamına gelir. Benzer şekilde, bir tümörün tamamen yok edilmesi, tümörün tamamının ve muhtemelen çevredeki dokunun bir kısmının çıkarılması anlamına gelir.

Tamamen yok etmenin amacı, hastalığı veya durumu vücuttan ortadan kaldırmaktır. Bununla birlikte, spesifik prosedür ve sonuçlar, hastalığın tipine, hastanın genel sağlığına ve diğer faktörlere bağlı olarak değişebilir.

Burada, tamamen yok etmenin ne zaman kullanılabileceğine dair bazı örnekler verilmiştir:

  • Kanser: Kanserli bir tümörü çıkarmak için tamamen yok etme kullanılabilir.
  • Enflamasyon: İltihaplı bir organı veya dokuyu çıkarmak için tamamen yok etme kullanılabilir.
  • Travma: Travma nedeniyle hasar görmüş bir organı veya dokuyu çıkarmak için tamamen yok etme kullanılabilir.

Tarih

Tamamen yok olma tarihi nispeten kısadır. Terim ilk olarak 17. yüzyılda bir organın veya dokunun tamamen çıkarılmasını tanımlamak için kullanıldı.

Total ekstirpasyon, enfeksiyon, kanama ve çevredeki yapılara zarar verme gibi komplikasyon riski taşıyan büyük bir ameliyattır. Ancak bazı durumlarda hayat kurtarıcı bir işlem olabilir.

Kaynak:

  • “Cancer Surgery.” Mayo Clinic. Link
  • “Hysterectomy.” Mayo Clinic. Link

Retroperitoneum

  • “Retroperitoneum “** terimi Latince ‘arka’ anlamına gelen ”retro-“ ve karın boşluğunu kaplayan ve karın organlarını çevreleyen ince zarı ifade eden ”peritoneum “ sözcüklerinden türetilmiştir. Bu terim tıp literatürüne ilk olarak 19. yüzyılda girmiş ve karın ve pelvis boşluklarının anatomik olarak anlaşılmasında önemli bir adım olmuştur. Başlangıçta, retroperiton içindeki boşluk ve yapılar iyi anlaşılmamıştı, ancak X-ışınları, CT taramaları ve daha sonra MRI gibi 20. yüzyıl boyunca görüntüleme teknolojilerindeki gelişmeler, anatomik öneminin ve ilgili patolojilerin daha ayrıntılı bir şekilde anlaşılmasını sağladı.
Retroperitonun Anatomisi
  • Retroperiton**, karın boşluğunda *periton zarının arkasında* yer alan boşluktur. Periton boşluğu tarafından çevrelenmeyen ancak vücut fonksiyonları için çok önemli olan çeşitli organlar ve yapılar için anatomik bölge olarak hizmet eder. Retroperiton genellikle organların düzenine göre farklı alanlara ayrılır:

1. Perirenal Boşluk (Birincil Retroperitoneal Organlar)

  • Birincil retroperitoneal** organlar peritonun arkasında gelişir ve embriyolojik gelişim boyunca orada kalır. Bu organlar şunları içerir:
  • Böbrekler**
  • Üreterler
  • Adrenal bezler
  • Aort
  • İnferior vena cava
  • Bu organlar, perirenal yağ ve fasya ile çevrili perirenal boşlukta bulunur.

2. Anterior Pararenal Boşluk (İkincil Retroperitoneal Organlar)

  • İkincil retroperitoneal organlar** başlangıçta intraperitoneal olarak (peritoneal boşluk içinde) gelişir, ancak fetüs geliştikçe bu organlar dorsal karın duvarına bağlanır ve retroperitona geçer. Bu organlar şunları içerir:
  • Duodenum** (özellikle pars descendens, pars horizontalis ve pars ascendens, ancak intraperitoneal kalan pars superior değil)
  • Pankreas
  • Çıkan iki nokta üst üste ve inen iki nokta üst üste
  • Rectum fixum
  • Bu organlar sadece ventral olarak periton tarafından örtülür ve dorsal olarak karın duvarına tutturulur, ön pararenal boşlukta uzanır.

3. Posterior Pararenal Boşluk (Tersiyer Retroperitoneal Pozisyon)

  • Tersiyer retroperitoneal pozisyon** daha özeldir ve öncelikle duodenumun belirli kısımları, özellikle de daha fazla gelişimsel değişikliğe uğrayan pars tecta duodeni için geçerlidir. Gelişim sırasında, duodenumun bu kısmı başlangıçta retroperitona göç eder ve daha sonra çıkan mezokolon tarafından kaplanır.
Genel Klinik Terminoloji

Günlük klinik uygulamada doktorlar, cerrahi veya tanısal amaçlar için gerekmedikçe spesifik anatomik alt bölümleri genellikle ayırt etmeden, bu bölgeyi tanımlamak için genellikle “retroperitoneal boşluk ” ifadesini kullanırlar.

Retroperitonu Etkileyen Hastalıklar ve Durumlar

Retroperiton, aşağıdakiler de dahil olmak üzere çok sayıda önemli hastalık ve durumun bulunduğu bölgedir:

1. Retroperitoneal Fibrozis

  • Peritonun arkasında fibröz doku bulunması ile karakterize nadir bir hastalıktır; bu doku, başta üreterler olmak üzere çevre yapıları sıkıştırarak idrar tıkanıklığına, böbrek fonksiyon bozukluğuna ve karın ağrısına yol açabilir. Nedeni idiopatik (bilinmeyen) veya otoimmün bozukluklar, enfeksiyonlar veya bazı ilaçlarla ilişkili olabilir.

2. Retroperitoneal Hematom

  • Retroperitoneal boşlukta kanama sonucu oluşan ve travma, abdominal anevrizmanın spontan rüptürü veya diğer büyük kan damarlarının rüptüründen kaynaklanabilen bir durumdur. Retroperitoneal hematomların teşhis edilmesi genellikle zordur çünkü semptomlar spesifik olmayabilir ancak karın ağrısı, hipotansiyon ve iç kanama belirtilerini içerebilir.

3. Retroperitoneal Sarkom

  • Retroperitonda ortaya çıkan nadir bir yumuşak doku kanseri türüdür. Bu tümörler, retroperitonun erken semptomlar olmadan büyümeyi barındırma kapasitesi nedeniyle tanı anında genellikle büyüktür. Cerrahi rezeksiyon birincil tedavidir, ancak nüks yaygındır ve uzun vadeli prognoz sarkomun evresine ve türüne bağlıdır.

4. Böbrek Hastalıkları

  • Böbrekler retroperitoneal alanda yer aldığından, böbrek taşları, tümörler, enfeksiyonlar ve böbrek kistleri gibi durumlar bu alanı etkileyebilir. Bunlar klinik uygulamada daha sık karşılaşılan retroperitoneal durumlar arasındadır.
Retroperitonun Görüntülenmesi ve Teşhisi

Görüntüleme, alanın nispeten gizli ve erişilemez doğası nedeniyle retroperitoneal durumların teşhisinde kritik bir rol oynar. Yirminci yüzyılın başlarında X-ray teknolojisindeki ilerlemeler, karın yapılarının ilk kez görüntülenmesine olanak sağlamıştır, ancak retroperitoneal hastalıkların teşhisinde devrim yaratan CT taramaları ve MRI’ların geliştirilmesi olmuştur. Bu görüntüleme yöntemleri, anatominin ve herhangi bir anormalliğin son derece ayrıntılı görünümlerini sağlayarak retroperitoneal fibrozis, hematomlar ve tümörler gibi durumlar için daha doğru tanı ve tedavi planlamasına olanak tanır.

MRG**: Yumuşak dokuları değerlendirmek ve tümörleri veya fibrozu tespit etmek için kullanışlıdır, iyonize radyasyon olmadan yüksek çözünürlüklü görüntüler sağlar.

BT Taramaları**: Karın bölgesinin ayrıntılı kesitsel görüntülerini sunar ve yumuşak doku kontrastını ve retroperitoneal yapıların ilişkisini gösterme yetenekleri nedeniyle retroperitoneal patolojinin değerlendirilmesinde genellikle ilk tercihtir.

Tedavi Yaklaşımları

Retroperitoneal durumların tedavisi spesifik hastalığa bağlı olarak değişir:

  • Retroperitoneal fibrozis**: Tedavi genellikle iltihabı azaltmak için *steroidler* veya immünosupresif ilaçlar içerir. Daha ciddi vakalarda, üreterlerin veya diğer yapıların sıkışmasını hafifletmek için cerrahi müdahale gerekebilir.
  • Retroperitoneal hematom**: Yönetim, kanamanın nedenine ve şiddetine bağlı olarak *konservatif* veya cerrahi olabilir. Travmaya bağlı hematomlar acil ameliyat gerektirebilir.
  • Retroperitoneal sarkom**: Tedavi genellikle *cerrahi rezeksiyonu* içerir, bunu genellikle büyük veya tekrarlayan tümörler için radyasyon tedavisi veya kemoterapi izler.
  • Böbrek hastalıkları**: Tedavi, enfeksiyonlar veya taşlar için *ilaçlardan* tümörler veya diğer önemli durumlar için cerrahiye kadar değişir. İlerlemiş böbrek hastalığı için diyaliz veya böbrek nakli gerekli olabilir.

Keşif

Peritonun arkasında yer alan hayati bir boşluk olan retroperitonun anlaşılması zaman içinde önemli ölçüde gelişmiştir. Başlangıçta temel organları barındırmadaki rolüyle tanınan retroperitonun tam klinik önemi, tıbbi görüntülemedeki ilerlemelerle birlikte 20. yüzyıla kadar ortaya çıkmamıştır.


19. Yüzyıl: Erken Anatomik Tanımlar

  • Kilometre Taşı: Retroperitonun Anatomik Bir Alan Olarak Tanınması**
    1. yüzyılın başlarında** anatomistler, retroperitonu karın boşluğu içinde böbrekler, böbrek üstü bezleri, üreterler gibi kritik yapıları ve aort ve inferior vena kava gibi büyük kan damarlarını barındıran ayrı bir alan olarak resmen tanımlamaya başladılar.
  • Önde gelen bir Fransız anatomist olan Marie François Xavier Bichat gibi etkili isimler, retroperitonun kendisi henüz tam olarak anlaşılmamış olsa da, bu dönemde insan anatomisi hakkındaki bilgilerimizin ilerlemesinde kilit bir rol oynamıştır.
  • Etki**: Anatomik olarak tanınmasına rağmen, retroperitonun klinik önemi bu dönemde sınırlıydı. Canlı hastalarda retroperitoneal yapıları görselleştirmek için hiçbir yöntem yoktu ve bu alanı etkileyen birçok hastalık teşhis edilemedi.

19. Yüzyılın Sonları: X-ışınlarının keşfi

  • Dönüm Noktası: Wilhelm Conrad Röntgen X-ışınlarını Keşfetti (1895)
  • 1895** yılında Wilhelm Conrad Röntgen‘in X-ışınlarını keşfetmesi tıbbi teşhiste devrim yaratarak hekimlere iç yapıları dolaylı olarak görselleştirme olanağı sağladı. Böylece böbrekler ve böbreküstü bezleri gibi retroperitoneal organlar ilk kez invazif olmayan bir şekilde gözlemlenebildi.
  • Etki**: X-ışınları retroperitonun ilk gözlemlerine izin verdi, ancak *yumuşak dokuları* açıkça ayırt etme yeteneklerinin sınırlı olması, birçok retroperitoneal durumun teşhis edilmesinin zor olduğu anlamına geliyordu.

20. Yüzyılın Ortaları: BT Taraması ile Çığır Açan Buluş

  • Dönüm Noktası: BT Taramasının Geliştirilmesi (1971)
  • 1970’lerin başında Sir Godfrey Hounsfield ve Allan Cormack tarafından bilgisayarlı tomografi (BT) taramasının icadı tıbbi görüntülemeyi dönüştürdü. Doktorlar ilk kez insan vücudunun kesitsel görüntülerini elde ederek retroperiton içindeki ayrıntılı yapıları görebildiler.
  • Etki**: BT taraması, retroperitoneal hastalıkları teşhis etme becerisinde önemli bir ilerleme sağladı. Artık *retroperitoneal hematomlar*, *tümörler* ve fibrozis gibi durumlar tespit edilebiliyor ve doğru bir şekilde değerlendirilebiliyordu. Bu atılım, retroperitoneal patolojiler için cerrahi planlamayı ve hasta sonuçlarını büyük ölçüde iyileştirdi.

20. Yüzyılın Sonları: MRI ve Geliştirilmiş Yumuşak Doku Görüntüleme

  • Kilometre taşı: MRI’ın tanıtımı (1980’ler)
  • 1980’lerde manyetik rezonans görüntülemenin (MRI) kullanılmaya başlanması, yumuşak dokulara, özellikle de retroperitona daha da ayrıntılı bir bakış sağladı. Erken dönem MRI teknolojisini geliştiren Raymond Damadian ve pratik uygulamasına öncülük eden Paul Lauterbur gibi isimler bu ilerlemede etkili oldu.
  • Etki**: MR, farklı doku türleri için üstün kontrast sunarak *retroperitoneal sarkomlar*, *fibroz* ve diğer karmaşık durumların teşhisinde paha biçilmez bir araç haline geldi. Yumuşak doku anormalliklerini iyonlaştırıcı radyasyon kullanmadan daha ayrıntılı olarak görebilme yeteneği, tıp alanı için büyük bir atılımdı.

1990s: Minimal İnvaziv Cerrahide Gelişmeler

  • Dönüm Noktası: Laparoskopik ve Robotik Cerrahinin Yükselişi
  • BT ve MRI tarafından sağlanan gelişmiş görüntüleme, 1990’larda minimal invaziv cerrahi tekniklerin geliştirilmesinin önünü açtı. Jacques Perissat** ve Mouret Philippe gibi cerrahlar, doktorların retroperitoneal rahatsızlıkları daha küçük kesilerle tedavi etmelerine olanak tanıyan, iyileşme sürelerini kısaltan ve riskleri en aza indiren laparoskopik prosedürlerin öncüleriydi.
  • Etki**: Laparoskopik ve *robotik destekli ameliyatlar* tümörler, böbrek ameliyatları ve adrenalektomiler gibi retroperitoneal durumların tedavisinde yaygınlaştı. Minimal invaziv yaklaşımlara doğru bu kayma, hasta sonuçlarında önemli bir iyileşmeye işaret etmektedir.

21. Yüzyıl: Hassas Görüntüleme ve Moleküler Tanı

  • Kilometre taşı: PET-BT ve Füzyon Görüntülemedeki Gelişmeler (2000’ler-Günümüz)
    1. yüzyılın başlarında**, *PET-CT* (BT ile kombine pozitron emisyon tomografisi) gibi füzyon görüntüleme teknolojilerinin geliştirilmesi, retroperitonun daha hassas bir şekilde görüntülenmesine olanak sağladı. Bu teknikler yalnızca ayrıntılı anatomik görüntüler sağlamakla kalmadı, aynı zamanda retroperitoneal tümörlerin metabolik aktivitesini değerlendirmeye yardımcı olarak kanser ilerlemesine ilişkin bilgiler sundu.
    2. Etki**: Bu modern görüntüleme araçları, *moleküler teşhis* ve genetik test alanındaki ilerlemelerle birleşerek retroperitoneal sarkomlar gibi durumlar için daha kişiselleştirilmiş tedavi stratejilerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Hekimler artık bir tümörün spesifik özelliklerine dayalı olarak hedefe yönelik tedaviler kullanabilmekte ve hem prognozu hem de hayatta kalma oranlarını iyileştirebilmektedir.

İleri Okuma
  • Standring, S. (2016). Gray’s Anatomy: The Anatomical Basis of Clinical Practice (41st ed.). Elsevier.
  • Foster, J.H., & Grossman, H. (2001). Retroperitoneal Tumors (1st ed.). Springer.
  • Edelman, R. R., Hesselink, J. R., & Zlatkin, M. B. (2012). Clinical MRI. Elsevier.

This content is available to members only. Please login or register to view this area.

This content is available to members only. Please login or register to view this area.

This content is available to members only. Please login or register to view this area.

İleri Okuma
  • Moore KL, Dalley AF, Agur AMR. Clinically Oriented Anatomy. 7th ed. Philadelphia, PA: Lippincott Williams & Wilkins; 2013.
  • Sailer, C., et al. (2017). “Retroperitoneal Fibrosis”. New England Journal of Medicine, 376:1269.

hiatus

Tıpta “hiatus” Latin terimi vücuttaki bir yapıdaki doğal bir açıklık veya geçişi ifade eder. Bu terim, “açılma” veya “boşluk” anlamına gelen Latince “hiatus” kelimesinden türetilmiştir. Tıbbi anatomide boşluk kavramı, çeşitli fizyolojik yapıları ve bu açıklıklarla ilişkili potansiyel patolojik durumları anlamanın ayrılmaz bir parçasıdır.

Konseptin Gelişimi: Zamanla, insan vücudundaki çeşitli boşlukların anlaşılması ve tanımlanması, anatomi çalışmalarında ve belirli tıbbi durumların teşhisinde çok önemli hale geldi. Tıbbi anatomide boşluk kavramı, insan vücudunun ayrıntılı diseksiyon ve incelemesinin bu yapıların tanımlanmasına yol açtığı ilk anatomik çalışmalara kadar uzanır.

Tıpta Ara Verme Türleri
İnsan anatomisinde, her birinin spesifik fizyolojik ve klinik sonuçları olan birçok önemli boşluk tanınır:

Özofagus Hiatusu: Diyaframda yer alan, yemek borusunun göğüs kafesinden karın boşluğuna geçtiği açıklıktır. Midenin bir kısmının bu açıklıktan göğüs boşluğuna doğru çıktığı hiatal herniler gibi durumlarla ilişkisi nedeniyle klinik olarak önemlidir.

Aortik Hiatus: Yine diyaframda yer alan bu hiatus, aortun, torasik kanalın ve bazen azigos veninin geçişine izin verir. Kardiyovasküler ve torasik anatomi bağlamında önemlidir.

Yüz Kanalının Hiatusu: Temporal kemikte bulunan bu boşluk, fasiyal sinirin içinden geçtiği fasiyal kanalın bir parçasıdır.

Klinik Önem

Hiatal Herni: Hiatus kavramıyla ilişkili en yaygın durumlardan biri hiatal hernidir. Bu durum, midenin üst kısmının yemek borusu açıklığından göğüs boşluğuna doğru çıkmasını içerir ve bu durum mide yanması, göğüs ağrısı ve yutma güçlüğü gibi semptomlara yol açar.

Cerrahi Uygunluk: Çeşitli boşlukların bilgisi, özellikle göğüs ve karın boşluklarını ilgilendiren ameliyatlarda, bu açıklıklardan geçen hayati yapılara zarar vermekten kaçınmak için çok önemlidir.

Hiatus fıtığı:

Tarihsel Bağlam:
“Hiatus hernisi” terimi ilk olarak 19. yüzyılın sonlarında İngiliz cerrah Thomas Bryant tarafından midenin bir kısmının, yemek borusunun geçmesine izin veren diyaframdaki zayıf bir alan olan özofagus hiatusundan dışarı çıkmasını tanımlamak için icat edildi.

Bryant’ın çalışması, hiatus hernisinin ayrı bir tıbbi durum olarak belirlenmesine yardımcı oldu ve onu diğer fıtık türlerinden ayırdı. Onun gözlemleri, 20. yüzyılda giderek yaygınlaşan hiatus fıtığı tedavisinde cerrahi tekniklerin geliştirilmesine yol açtı.

Evrimsel Yön:
Göğüs boşluğunu karın boşluğundan ayıran büyük kas tabakası olan diyafram, nefes almayı kolaylaştırmak ve iç organları desteklemek için gelişmiştir. Diyaframda küçük bir delik olan özofagus hiatusu, yemek borusunun geçerek ağız ve boğazı mideye bağlamasını sağlar. Bu yapı, gıda ve havanın birbirine müdahale etmeden verimli bir şekilde geçişine olanak sağlar.

Bazı bireylerde özofagus boşluğu zayıflayabilir veya büyüyebilir, bu da midenin yukarı doğru çıkmasına daha yatkın hale gelebilir. Hiatus hernisi olarak bilinen bu durum, yaşlı yetişkinlerde ve obezite, gastroözofageal reflü hastalığı (GERD) ve sigara içme gibi kronik rahatsızlıkları olan bireylerde daha sık görülür.

Mide fıtığının kesin evrimsel açıklaması belirsizliğini korurken, erken insan evrimi sırasında yemek borusu ve diyaframın gelişimi ile ilgili olabilir. Daha dik bir duruşa geçiş, özofagus boşluğuna ilave baskı uygulayarak onu zayıflamaya ve fıtık oluşumuna daha duyarlı hale getirmiş olabilir.

Yarım ay valfinin boşluğu:

Tarihsel Bağlam:
“Hiatus” terimi aynı zamanda kalpten vücudun geri kalanına oksijenli kan taşıyan ana arter olan aortun tabanında yer alan yarım ay kapakçığının iki yaprağı arasındaki boşluğu tanımlamak için de kullanılır. Aort kapağı olarak da bilinen bu kapak, kalbin ana pompalama odası olan sol ventrikülden kan akışını kontrol eder.

Yarım ay kapakçığının boşluğu ilk olarak 16. yüzyılda İtalyan anatomist Alessandro Achillini tarafından anatomik metinlerde tanımlandı. Gözlemleri aort kapağının yapısını ve işlevini açıklığa kavuşturmaya yardımcı olarak dolaşım sistemini anlamamıza katkıda bulundu.

Evrimsel Yön:
Aort kapağı, kanın kalpten arterlere verimli bir şekilde akmasını sağlayan, kardiyovasküler sistemin önemli bir bileşenidir. Yarım ay kapakçığının boşluğu, kapakçık yaprakçıklarının düzgün kapanmasına izin vererek kanın kalbe geri kaçmasını önler.

Aort kapağının, boşluğu da dahil olmak üzere evrimsel gelişimi, omurgalılarda kalp ve dolaşım sisteminin evrimiyle yakından bağlantılıdır. Aort kapağının yaprakçıkları, çıkıntıları ve sinüsleriyle birlikte karmaşık yapısı, etkili kan dolaşımını kolaylaştırmak ve kardiyovasküler sağlığı korumak için milyonlarca yıl boyunca adaptasyonlardan geçmiştir.

Kaynak

  1. Kahrilas, P. J., & Kim, H. C. (1999). Hiatal hernia and gastroesophageal reflux disease. “Gastroenterology Clinics of North America,” 28(4), 969-987.
  2. Mittal, R. K., & Balaban, D. H. (1997). The esophagogastric junction. “New England Journal of Medicine,” 336(13), 924-932.
  3. Moore, K. L., & Dalley, A. F. (2006). “Clinically Oriented Anatomy” (5th ed.). Lippincott Williams & Wilkins.
  4. Standring, S. (2008). “Gray’s Anatomy: The Anatomical Basis of Clinical Practice” (40th ed.). Churchill Livingstone.
  5. Townsend, C. M., Beauchamp, R. D., Evers, B. M., & Mattox, K. L. (2016). “Sabiston Textbook of Surgery: The Biological Basis of Modern Surgical Practice” (20th ed.). Elsevier Health Sciences.
  6. VanGelder, L., & Rings, E. H. (2004). The esophageal hiatus: what is the normal size? “Journal of Pediatric Gastroenterology and Nutrition,” 39(5), 497-500.