
- LiveScience
- NineMSN
- Ruben Meerman, Andrew J Brown, When somebody loses weight, where does the fat go? BMJ 2014; 349 doi: http://dx.doi.org/10.1136/bmj.g7257 (Published 16 December 2014) Cite this as: BMJ 2014;349:g7257
Tıp terimleri sözlüğü

Fiziksel aktivitenin; kalp hastalıkları, diabet ve kanser riskini azaltıyor olmasından, mental sağlığı ve duygu durum halini güçlendiriyor olmasına kadar sağlık açısından birçok faydası var.
Fakat yaygın olan kanının aksine; Loyola University Chicago Stritch School of Medicine ‘dan halk sağlığı bilimcilerine göre, egzersiz yapmak kilo kaybetmenize yardımcı olmuyor.
International Journal of Epidemiology ‘de yayımlanan çalışmada, araştırmacılar; fiziksel aktivitenin, genel sağlık ve formda olma seviyelerini geliştirmede son derece önemli olduğunu, ancak obeziteyi azaltabildiğine dair oldukçasınırlı delilin bulunduğunu söylüyorlar.
Araştırma ekibinden Richard S. Cooper ve Amy Luke yıllardır fiziksel aktivite ve obezite arasındaki ilişkiye dair çalışmalar yapıyorlardı. Araştırmalarına başladıklarında, fiziksel aktivitenin kilo kaybetmede önemli bir etken olduğunu varsaydılar. Fakat, delillerdeki baskınlık, bu varsayımın yanlış olduğunu gösterdi.
Araştırmaya göre; eğer aktivitenizi artırırsanız, iştahınız da artar ve bu durumu daha fazla yiyerek telafi edersiniz. Bu yüzden; fiziksel aktivitenizde artış olsa da olmasa da, kalori kontrolü; mevcut kilonun korunması ya da kilo kaybı için kilit nokta olarak kalır.
Bir başka deyişle; araştırmacılar, halk sağlığına dair verilen “daha aktif olun”, “merdivenleri kullanın” ve “daha fazla meyve-sebze tüketin” gibi mesajların takdir edilebilecek bir yanının olmadığını söylüyorlar. Yani reçete oldukça açık olmalı: Kilo kaybı için tek bir etkili yol vardır; düşük kalorili besinler tüketin.
Öte yandan araştırma kapitalizme dair de çarpıcı bir gerçekliği ortaya koyuyor. Özellikle de yiyecek ve içecek endüstrisi; obezitenin ana sebebinin yetersiz fiziksel egzersiz olduğu algısını geliştirerek kalori tüketimindeki dikkati farklı yönlere çekmeye çalışıyor. Örneğin; yakın zamanda New York Times, dünyanın en büyük şekerli içecek şirketi olan Coca-Cola ‘nın; obezite krizine dair yeni bir bilimsel-temele dayalı (!) destek sağladığını: Sağlıklı bir kiloyu elde etmek için; daha fazla egzersiz yapılması gerektiğini ve kalori tüketiminin azaltılmasının kafaya takılacak bir durum olmadığını belirtti.
International Journal of Epidemiology ‘de araştırmacılar; fiziksel aktivitenin kilo kaybı için kilit önemde olmadığına dair delilleri detaylandırdılar. İşte birkaç örnek:
• Genellikle Afrika, Hindistan ve Çin gibi ülkelerdeki düşük obezite oranlarının yoğun günlük çalışma temposundan kaynaklı olduğu ileri sürülür. Fakat; deliller bu kavrayışı desteklemiyor. Örneğin; Afrikalı Amerikanlar kilo almaya Nijeryalılardan daha yatkındırlar. Fakat, araştırma ekibi, vücut büyüklüğünü düzenlediğinde, Nijeryalıların fiziksel aktivite yoluyla Afrikalı Amerikanlardan daha fazla kalori yakmadıklarıbulgusuna ulaştılar.
• Birçok klinik çalışma; egzersizle birlikte yapılan kalori kısıtlamasında kaybedilen kilonun, yalnızca kalori kısıtlamasıyla (egzersiz yok) kaybedilen kiloyla hemen hemen aynı olduğunu gösteriyor.
• Gözlemsel araştırmalar; enerji harcanması ve ardından gelen kilo değişimi arasında herhangi bir ilişki olmadığını gösteriyor.
Çalışmanın 2013 yılında International Journal of Epidemiology ‘de yayımlanmasından beri, araştırmacılar; fiziksel aktivitenin obezite riskini etkilemediğine dair delillerin çoğaldığını söylüyorlar.
Fiziksel aktivitenin birçok faydası olmasına rağmen, fiziksel aktivitedeki artışın kalori alımında bir artışı ortaya çıkardığına dair deliller artıyor. Ancak bilinçli bir çaba, bu kalori telafisine dair artışı sınırlandırabilir.
Kaynak: Bilimfili
Çalışma Referansı: A. Luke, R. S. Cooper. Physical activity does not influence obesity risk: time to clarify the public health message. International Journal of Epidemiology, 2014; 42 (6): 1831 DOI: 10.1093/ije/dyt159

Avustralya’daki Monash Üniversitesi’nden bilim insanları, doğuştan var olan iki hormonun aktivitelerinin artmasının vücudumuzu daha fazla yağ yakması noktasında uyardığını ortaya çıkardılar.
Yapılan araştırma sonucunda vücudumuzu uyararak beyaz yağ depolarını daha kolay yakılabilen kahverengi yağlara çevirmesine sebep olan moleküler mekanizma ilk kez açığa çıkarıldı.
Ekip; ne kadar yediğimize cevaben pankreas tarafından salgılanan insülin hormonu ile yağ hücreleri tarafından üretilen leptin hormonunun beraber çalışarak, yağ yakımını tetikleyen beyindeki özelleşmiş bir grup nöronu uyardığı bulgusuna ulaştı.
Makale yazarlarından Tony Tiganis: Bu hormonlar beyine vücuttaki yağlılığın kapsamlı bir “fotoğrafını” gönderiyorlar. Sonrasında beyin nöronlar aracılığıyla sırasıyla sinyaller göndererek; beyaz yağların (enerji depolayan) kahverengi yağlara dönüştürülmesini teşvik ediyor. Bu durum da vücut ağırlığının düzenlenmesini sağlıyor ” diyor.
Fakat obezite diyeti gibi durumlarda bir şeyler ters gidiyor ve bu işleyiş yavaşlıyor.
Ekip; ilk kez olarak insülin ve leptin hormonlarının aktivitelerini inhibe ederek vücudumuzdaki fazla yağların yakılmasını durduran, fosfataz olarak bilinen engelleyici bir grup enzimin olduğunu ortaya çıkardı.
Araştırma ekibi aynı zamanda; eğer bu enzimlerin aktivitelerini engellersek, beynimizi daha fazla yağ yakması için “kandırabileceğimizi” açığa çıkardı.
Araştırmacılar çalışmalarında laboratuvar farelerinde bu iki enzimin değerlerini azalttılar. Daha sonra fareleri yüksek yağlı diyete sokarak, leptin ve insülin hormonlarının vücut ağırlığını kontrol edip etmediğini görmek istediler.
Buldukları şey ise inanılmazdı; farelerin ne kadar yediklerinin bir önemi olmadan obezite ve tip 2 diyabetin gelişimine sebep olacak derecedeki diyete ciddi anlamda dirençli hale geldiklerini gözlemlediler.
Cell ‘de yayınlanan çalışmanın bir sonraki ayağı ise bu iki enzimin aktivitelerini yavaşlatıcı bir ilacın geliştirilmesi olacak.
Tiganis:
” Sonuç olarak, bu iki enzimin aktivitesini hedefleyerek insanların kilo verebilmelerine yardımcı olabileceğimizi düşünüyoruz. Beyaz yağların kahverengi yağlara çevrilmesi; kilo kaybı çalışmalarına oldukça heyecan verici bir bakış geliştirdi” diyor.
Peki; eğer vücudumuzdaki fazla yağları yakma mekanizmasını yönetebilirsek, bu yağlar vücudumuzdan nasıl atılacak? Avustralyalı araştırmacılar; daha önce anlattığımız şu çalışmada bu soruya yanıt vermişlerdi; kaybedilen kütleyi karbondioksit olarak dışarı atıyoruz.
Araştırma Referansı : Bilimfili, Leptin and Insulin Act on POMC Neurons to Promote the Browning of White Fat Dodd, Garron T. et al. Cell , Volume 160 , Issue 1 , 88 – 104 DOI: http://dx.doi.org/10.1016/j.cell.2014.12.022
Kilo kaybı, dünya genelinde giderek artan sayıda insan için kritik bir sağlık hedefidir. Bir zamanlar ağırlıklı olarak varlıklı toplumların bir sorunu olarak görülen obezite artık yaygın bir salgın haline gelmiştir. Son birkaç on yılda obezite oranlarındaki endişe verici artış, bu durumun anlaşılması ve ele alınmasının aciliyetinin altını çizmektedir.
Obezite son 33 yılda eşi benzeri görülmemiş bir artış göstermiştir. Araştırmacılar 188 ülkeden elde edilen verileri analiz ederek obezite oranlarında önemli bir artış olduğunu belgelemiştir: dünya genelinde yetişkinler arasında %28, çocuklar arasında ise %47’lik şaşırtıcı bir artış. 1980’lerde obez ve aşırı kilolu bireylerin sayısı yaklaşık 857 milyondu. 2013 yılına gelindiğinde bu sayı 2,1 milyarın üzerine çıkmıştır.
Bu da dünya genelinde neredeyse her üç kişiden birinin obez olduğu anlamına gelmektedir. Bunu bir perspektife oturtmak gerekirse, mevcut obez birey sayısı 1927 yılındaki toplam dünya nüfusunu aşmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri yüksek bir obezite prevalansına (%13) sahip olmasına rağmen, obeziteye bağlı ölüm oranı (%5) diğer birçok ülkeye göre nispeten daha düşüktür.
Son 30 yılda kadınlarda obezitenin en hızlı arttığı ülkeler arasında Mısır, Suudi Arabistan, Umman, Honduras ve Bahreyn yer almaktadır. Erkeklerde ise en hızlı artış Yeni Zelanda, Bahreyn, Kuveyt, Suudi Arabistan ve ABD’de kaydedilmiştir.
Kilo kaybı, diyet değişiklikleri, fiziksel aktivite ve davranışsal değişikliklerin bir kombinasyonu yoluyla vücut kütlesinin azaltılmasını içerir. Kilo vermenin arkasındaki temel ilke, tüketilen kalori miktarının harcanan kalori miktarından daha az olduğu bir kalori açığı yaratmaktır. Bununla birlikte, kilo verme bilimi fizyolojik, psikolojik ve çevresel faktörleri kapsayan çok yönlüdür.
Gıda Ortamı: Sağlıklı gıdalara erişilebilirlik ve fast-food satış noktalarının yaygınlığı beslenme tercihlerini ve obezite oranlarını etkileyebilir.
Sosyal Destek: Aile, arkadaşlar ve kilo verme topluluklarından alınan destek motivasyon, hesap verebilirlik ve pratik yardım sağlayabilir.
Kilo verme bilimi fizyolojik, diyet, fiziksel, davranışsal ve çevresel faktörlerin karmaşık bir etkileşimidir. Obezite salgınının ele alınması, kişisel yaşam tarzı değişikliklerini, halk sağlığı girişimlerini ve destekleyici ortamları içeren çok yönlü bir yaklaşım gerektirmektedir. Küresel nüfusun yaklaşık üçte birinin obez olarak sınıflandırıldığı günümüzde, bu yaygın sağlık sorunuyla mücadele etmek için hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ortak çabalar gereklidir.