Vücutta Yakılan Yağ Nereye Gider?

Kilo verirken vücudumuzda yakılan yağ nereye gider? Ünlü karikatürist Yiğit Özgür’ün de esprili bir şekilde çizdiği gibi, oturduğumuz yerden birdenbire kalkarsak gerçekten yağlarımız koltukta oturmaya devam eder mi? Ya da yaygın kanı gibi “puff!” diye birden enerjiye veya ısıya mı dönüşür? Yoksa küçük küçük parçalara ayrılıp dışkı yoluyla vücuttan mı atılır? Bunların hiçbiri doğru değil ise o halde, gerçekte, yağlarımız bize nasıl veda ediyor? Öyle görünüyor ki çoğu, nefesimizle havaya karışıyor!
Bedenimiz yiyeceklerle aldığımız fazla miktardaki protein veya karbonhidratı yağ şeklinde veya, teknik diliyle söylersek, trigliserit molekülleri halinde depoluyor. Bu moleküller karbon, hidrojen ve oksijen olmak üzere üç atomdan meydana geliyor. İşte yağ yakmanın gerçekleşmesi için trigliseritlerin, oksidasyon (oksitlenme) olarak bilinen bir işlem yoluyla parçalanması gerekiyor.
Pek çok oksijen molekülü trigliseridin oksitlenmesi (yanması) işleminde kullanılırken karbondioksit (CO2) ve su (H2O) atık ürün olarak çıkar. Aslında bu bilgi zaten biliniyor. Fakat Avusturalya’nın New South Wales Üniversitesinden araştırmacılar Ruben Meerman ve Andrew Brown bu işin hesaplamasını yaptılar. (Çalışmaları 16 Aralık 2014’te British Medical Journal’da yayınlandı.) Yapılan hesaplamaya göre kilo verme esnasında yağın % 84’ü karbondioksite dönüşerek akciğerler aracılığıyla, geri kalan % 16’sı da suya dönüşerek idrar, dışkı, ter, nefes, gözyaşı veya diğer beden sıvılarıyla vücuttan atılıyor. Bir örnekle anlatacak olursak, 10 kg yağ yakıldığında sürecin sonunda 8,4 kg karbondioksit ve 1,6 kg su açığa çıkıyor.
Bu araştırmadan elde edilen sonuçlardan biri akciğerlerin, kilo vermede, temel bir boşaltım organı olduğudur. Diğer bir sonuç ise, bedenimizin kendi fiziksel gerçekliğinin sınırını bilerek “kısa sürede kilo verme” garantisiyle ortaya atılmış iddialara karşı uyanık olmaktır. Bu konuyla ilgili, sırasıyla, Prof. Andrew Brown’un ve yardımcı yazar Ruben Meerman’ın sözlerine kulak verelim:
“Kaybedebileceğimiz kilo miktarının gün bazında bir sınırı var. Bu sınır, gün içerisinde ne kadar karbondioksiti nefes olarak verdiğimizle belirlenir. Kilo verdirme endüstrisi, aşırı miktarlarda kilo verme konusunda gülünç iddialarda bulunuyor. Ki bu, çoğu insan için mümkün değil. Neyse ki araştırmamız sayesinde, bir gün içerisinde neden 15 kilo verilemeyeceğinin anlaşılmasını sağlayabileceğiz.”
Kilo verme süreci sancılı olsa da fazla kilolardan kurtulmak için formülün kendisi aslında gayet basit: Ya daha az karbon temelli yiyecekler tüketeceğiz ya da vücutta birikmiş fazla karbonu atmak için daha fazla egzersiz yapacağız.
 
Düzenleyen: Şule Ölez (Evrim Ağacı)
 
Kaynaklar ve İleri Okuma: 
  1. LiveScience
  2. NineMSN
  3. Ruben Meerman, Andrew J Brown, When somebody loses weight, where does the fat go? BMJ 2014; 349 doi: http://dx.doi.org/10.1136/bmj.g7257 (Published 16 December 2014) Cite this as: BMJ 2014;349:g7257

Yalnızca Egzersiz Yapmak Kilo Kaybına Sebep Olmuyor !

Fiziksel aktivitenin; kalp hastalıkları, diabet ve kanser riskini azaltıyor olmasından, mental sağlığı ve duygu durum halini güçlendiriyor olmasına kadar sağlık açısından birçok faydası var.

Fakat yaygın olan kanının aksine; Loyola University Chicago Stritch School of Medicine ‘dan halk sağlığı bilimcilerine göre, egzersiz yapmak kilo kaybetmenize yardımcı olmuyor.

International Journal of Epidemiology ‘de yayımlanan çalışmada, araştırmacılar; fiziksel aktivitenin, genel sağlık ve formda olma seviyelerini geliştirmede son derece önemli olduğunu, ancak obeziteyi azaltabildiğine dair oldukçasınırlı delilin bulunduğunu söylüyorlar.

Araştırma ekibinden Richard S. Cooper ve Amy Luke yıllardır fiziksel aktivite ve obezite arasındaki ilişkiye dair çalışmalar yapıyorlardı. Araştırmalarına başladıklarında, fiziksel aktivitenin kilo kaybetmede önemli bir etken olduğunu varsaydılar. Fakat, delillerdeki baskınlık, bu varsayımın yanlış olduğunu gösterdi.

Araştırmaya göre; eğer aktivitenizi artırırsanız, iştahınız da artar ve bu durumu daha fazla yiyerek telafi edersiniz. Bu yüzden; fiziksel aktivitenizde artış olsa da olmasa da, kalori kontrolü; mevcut kilonun korunması ya da kilo kaybı için kilit nokta olarak kalır.

Bir başka deyişle; araştırmacılar, halk sağlığına dair verilen “daha aktif olun”, “merdivenleri kullanın” ve “daha fazla meyve-sebze tüketin” gibi mesajların takdir edilebilecek bir yanının olmadığını söylüyorlar. Yani reçete oldukça açık olmalı: Kilo kaybı için tek bir etkili yol vardır; düşük kalorili besinler tüketin.

Yiyecek ve İçecek Şirketleri Algı Yönetimi Yapıyorlar

Öte yandan araştırma kapitalizme dair de çarpıcı bir gerçekliği ortaya koyuyor. Özellikle de yiyecek ve içecek endüstrisi; obezitenin ana sebebinin yetersiz fiziksel egzersiz olduğu algısını geliştirerek kalori tüketimindeki dikkati farklı yönlere çekmeye çalışıyor. Örneğin; yakın zamanda New York Times, dünyanın en büyük şekerli içecek şirketi olan Coca-Cola ‘nın; obezite krizine dair yeni bir bilimsel-temele dayalı (!) destek sağladığını: Sağlıklı bir kiloyu elde etmek için; daha fazla egzersiz yapılması gerektiğini ve kalori tüketiminin azaltılmasının kafaya takılacak bir durum olmadığını belirtti.

International Journal of Epidemiology ‘de araştırmacılar; fiziksel aktivitenin kilo kaybı için kilit önemde olmadığına dair delilleri detaylandırdılar. İşte birkaç örnek:

• Genellikle Afrika, Hindistan ve Çin gibi ülkelerdeki düşük obezite oranlarının yoğun günlük çalışma temposundan kaynaklı olduğu ileri sürülür. Fakat; deliller bu kavrayışı desteklemiyor. Örneğin; Afrikalı Amerikanlar kilo almaya Nijeryalılardan daha yatkındırlar. Fakat, araştırma ekibi, vücut büyüklüğünü düzenlediğinde, Nijeryalıların fiziksel aktivite yoluyla Afrikalı Amerikanlardan daha fazla kalori yakmadıklarıbulgusuna ulaştılar.

• Birçok klinik çalışma; egzersizle birlikte yapılan kalori kısıtlamasında kaybedilen kilonun, yalnızca kalori kısıtlamasıyla (egzersiz yok) kaybedilen kiloyla hemen hemen aynı olduğunu gösteriyor.

• Gözlemsel araştırmalar; enerji harcanması ve ardından gelen kilo değişimi arasında herhangi bir ilişki olmadığını gösteriyor.

Çalışmanın 2013 yılında International Journal of Epidemiology ‘de yayımlanmasından beri, araştırmacılar; fiziksel aktivitenin obezite riskini etkilemediğine dair delillerin çoğaldığını söylüyorlar.

Fiziksel aktivitenin birçok faydası olmasına rağmen, fiziksel aktivitedeki artışın kalori alımında bir artışı ortaya çıkardığına dair deliller artıyor. Ancak bilinçli bir çaba, bu kalori telafisine dair artışı sınırlandırabilir.


Kaynak: Bilimfili

Çalışma Referansı: A. Luke, R. S. Cooper. Physical activity does not influence obesity risk: time to clarify the public health message. International Journal of Epidemiology, 2014; 42 (6): 1831 DOI: 10.1093/ije/dyt159

Beynimizi Daha Fazla Yağ Yakılmasını Sağlaması İçin Aldatabiliriz

Avustralya’daki Monash Üniversitesi’nden bilim insanları, doğuştan var olan iki hormonun aktivitelerinin artmasının vücudumuzu daha fazla yağ yakması noktasında uyardığını ortaya çıkardılar.

Yapılan araştırma sonucunda vücudumuzu uyararak beyaz yağ depolarını daha kolay yakılabilen kahverengi yağlara çevirmesine sebep olan moleküler mekanizma ilk kez açığa çıkarıldı.

Ekip; ne kadar yediğimize cevaben pankreas tarafından salgılanan insülin hormonu ile yağ hücreleri tarafından üretilen leptin hormonunun beraber çalışarak, yağ yakımını tetikleyen beyindeki özelleşmiş bir grup nöronu uyardığı bulgusuna ulaştı.
Makale yazarlarından Tony Tiganis: Bu hormonlar beyine vücuttaki yağlılığın kapsamlı bir “fotoğrafını” gönderiyorlar. Sonrasında beyin nöronlar aracılığıyla sırasıyla sinyaller göndererek; beyaz yağların (enerji depolayan) kahverengi yağlara dönüştürülmesini teşvik ediyor. Bu durum da vücut ağırlığının düzenlenmesini sağlıyor ” diyor.
Fakat obezite diyeti gibi durumlarda bir şeyler ters gidiyor ve bu işleyiş yavaşlıyor.

Ekip; ilk kez olarak insülin ve leptin hormonlarının aktivitelerini inhibe ederek vücudumuzdaki fazla yağların yakılmasını durduran, fosfataz olarak bilinen engelleyici bir grup enzimin olduğunu ortaya çıkardı.

Araştırma ekibi aynı zamanda; eğer bu enzimlerin aktivitelerini engellersek, beynimizi daha fazla yağ yakması için “kandırabileceğimizi” açığa çıkardı.

Araştırmacılar çalışmalarında laboratuvar farelerinde bu iki enzimin değerlerini azalttılar. Daha sonra fareleri yüksek yağlı diyete sokarak, leptin ve insülin hormonlarının vücut ağırlığını kontrol edip etmediğini görmek istediler.

Buldukları şey ise inanılmazdı; farelerin ne kadar yediklerinin bir önemi olmadan obezite ve tip 2 diyabetin gelişimine sebep olacak derecedeki diyete ciddi anlamda dirençli hale geldiklerini gözlemlediler.

Cell ‘de yayınlanan çalışmanın bir sonraki ayağı ise bu iki enzimin aktivitelerini yavaşlatıcı bir ilacın geliştirilmesi olacak.

Tiganis:

” Sonuç olarak, bu iki enzimin aktivitesini hedefleyerek insanların kilo verebilmelerine yardımcı olabileceğimizi düşünüyoruz. Beyaz yağların kahverengi yağlara çevrilmesi; kilo kaybı çalışmalarına oldukça heyecan verici bir bakış geliştirdi” diyor.

Peki; eğer vücudumuzdaki fazla yağları yakma mekanizmasını yönetebilirsek, bu yağlar vücudumuzdan nasıl atılacak? Avustralyalı araştırmacılar; daha önce anlattığımız şu çalışmada bu soruya yanıt vermişlerdi; kaybedilen kütleyi karbondioksit olarak dışarı atıyoruz.


Araştırma Referansı :  Bilimfili, Leptin and Insulin Act on POMC Neurons to Promote the Browning of White Fat Dodd, Garron T. et al. Cell , Volume 160 , Issue 1 , 88 – 104 DOI: http://dx.doi.org/10.1016/j.cell.2014.12.022

Kilo Verme Bilimi: Nedir ve Nasıl Değerlendirilmelidir?

Kilo kaybı, dünya genelinde giderek artan sayıda insan için kritik bir sağlık hedefidir. Bir zamanlar ağırlıklı olarak varlıklı toplumların bir sorunu olarak görülen obezite artık yaygın bir salgın haline gelmiştir. Son birkaç on yılda obezite oranlarındaki endişe verici artış, bu durumun anlaşılması ve ele alınmasının aciliyetinin altını çizmektedir.

Obezite Salgını

Obezite son 33 yılda eşi benzeri görülmemiş bir artış göstermiştir. Araştırmacılar 188 ülkeden elde edilen verileri analiz ederek obezite oranlarında önemli bir artış olduğunu belgelemiştir: dünya genelinde yetişkinler arasında %28, çocuklar arasında ise %47’lik şaşırtıcı bir artış. 1980’lerde obez ve aşırı kilolu bireylerin sayısı yaklaşık 857 milyondu. 2013 yılına gelindiğinde bu sayı 2,1 milyarın üzerine çıkmıştır.

Bu da dünya genelinde neredeyse her üç kişiden birinin obez olduğu anlamına gelmektedir. Bunu bir perspektife oturtmak gerekirse, mevcut obez birey sayısı 1927 yılındaki toplam dünya nüfusunu aşmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri yüksek bir obezite prevalansına (%13) sahip olmasına rağmen, obeziteye bağlı ölüm oranı (%5) diğer birçok ülkeye göre nispeten daha düşüktür.

Son 30 yılda kadınlarda obezitenin en hızlı arttığı ülkeler arasında Mısır, Suudi Arabistan, Umman, Honduras ve Bahreyn yer almaktadır. Erkeklerde ise en hızlı artış Yeni Zelanda, Bahreyn, Kuveyt, Suudi Arabistan ve ABD’de kaydedilmiştir.

Kilo Kaybını Anlamak

Kilo kaybı, diyet değişiklikleri, fiziksel aktivite ve davranışsal değişikliklerin bir kombinasyonu yoluyla vücut kütlesinin azaltılmasını içerir. Kilo vermenin arkasındaki temel ilke, tüketilen kalori miktarının harcanan kalori miktarından daha az olduğu bir kalori açığı yaratmaktır. Bununla birlikte, kilo verme bilimi fizyolojik, psikolojik ve çevresel faktörleri kapsayan çok yönlüdür.

Fizyolojik Faktörler:

  • Metabolizma: Bazal metabolizma hızı (BMR), vücudun dinlenme halindeyken temel fizyolojik işlevlerini sürdürmek için ihtiyaç duyduğu kalori miktarıdır. Bireysel BMR önemli ölçüde değişebilir ve kilo vermenin kolaylığını veya zorluğunu etkileyebilir.
  • Hormonlar: İnsülin, leptin, ghrelin ve tiroid hormonları gibi hormonlar iştah, metabolizma ve yağ depolanmasının düzenlenmesinde önemli rol oynar.
  • Genetik: Genetik yatkınlık yağ dağılımını, iştah düzenlemesini ve metabolik süreçlerin verimliliğini etkileyebilir.

Diyet Faktörleri:

  • Kalori Alımı: Kalori alımının izlenmesi ve azaltılması kilo kaybı için esastır. Bu, porsiyon kontrolü, daha düşük kalorili yiyeceklerin seçilmesi ve yüksek kalorili, düşük besinli yiyeceklerin tüketiminin azaltılması yoluyla sağlanabilir.
  • Makro Besin Dengesi: Karbonhidrat, protein ve yağ alımının dengelenmesi sürdürülebilir kilo kaybı için gereklidir. Örneğin yüksek proteinli diyetler tokluğu artırabilir ve kilo kaybı sırasında yağsız kas kütlesini koruyabilir.
  • Besin Yoğunluğu: Kalori içeriklerine göre vitaminler, mineraller ve diğer faydalı bileşikler açısından zengin olan besin yoğun gıdalara odaklanmak genel sağlığı destekler ve kilo yönetimine yardımcı olur.

Fiziksel Aktivite:

  • Egzersiz: Düzenli fiziksel aktivite kalori harcamasını artırır, yağsız kas kütlesini korur ve metabolik sağlığı iyileştirir. Hem aerobik egzersizler (örn. yürüme, koşma) hem de direnç antrenmanları (örn. ağırlık kaldırma) faydalıdır.
  • Egzersiz Dışı Aktivite Termojenezi (NEAT): Yürüme, temizlik ve bahçe işleri gibi günlük aktiviteler toplam günlük enerji harcamasına katkıda bulunur ve kilo kaybını önemli ölçüde etkileyebilir.

Davranışsal ve Psikolojik Faktörler:

  • Davranışsal Değişiklikler: Sağlıklı beslenme alışkanlıkları geliştirmek, gıda alımını kendi kendine izlemek ve gerçekçi hedefler belirlemek kilo kaybı için çok önemli davranışsal stratejilerdir.
  • Psikolojik Destek: Danışmanlık veya terapi yoluyla duygusal yeme, stres ve ruh sağlığının ele alınması kilo verme çabalarını artırabilir ve nüksetmeyi önleyebilir.

Çevresel ve Sosyal Faktörler:

Gıda Ortamı: Sağlıklı gıdalara erişilebilirlik ve fast-food satış noktalarının yaygınlığı beslenme tercihlerini ve obezite oranlarını etkileyebilir.
Sosyal Destek: Aile, arkadaşlar ve kilo verme topluluklarından alınan destek motivasyon, hesap verebilirlik ve pratik yardım sağlayabilir.

Kilo verme bilimi fizyolojik, diyet, fiziksel, davranışsal ve çevresel faktörlerin karmaşık bir etkileşimidir. Obezite salgınının ele alınması, kişisel yaşam tarzı değişikliklerini, halk sağlığı girişimlerini ve destekleyici ortamları içeren çok yönlü bir yaklaşım gerektirmektedir. Küresel nüfusun yaklaşık üçte birinin obez olarak sınıflandırıldığı günümüzde, bu yaygın sağlık sorunuyla mücadele etmek için hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ortak çabalar gereklidir.

İleri Okuma

  • Hill, J. O., & Peters, J. C. (1998). Environmental contributions to the obesity epidemic. Science, 280(5368), 1371-1374.
  • Finkelstein, E. A., Trogdon, J. G., Cohen, J. W., & Dietz, W. (2009). Annual medical spending attributable to obesity: payer-and service-specific estimates. Health Affairs, 28(Suppl1), w822-w831.
  • Ng, M., Fleming, T., Robinson, M., Thomson, B., Graetz, N., Margono, C., … & Gakidou, E. (2014). Global, regional, and national prevalence of overweight and obesity in children and adults during 1980–2013: a systematic analysis for the Global Burden of Disease Study 2013. The Lancet, 384(9945), 766-781.
  • Bray, G. A., & Bouchard, C. (Eds.). (2014). Handbook of obesity: Clinical applications. CRC Press.
  • World Health Organization. (2021). Obesity and overweight. World Health Organization. Retrieved from WHO.